Sarı çizmeliler ekibi ve ayakları balçıklı oğlan çocuğu

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Ayaklarda sarı lastik çizmeler, bir grup erkek kameralar karşısında, almışlar yanlarına bir gariban oğlan çocuğunu, sözüm ona şefkat bahşediyor “önemli” birkaç adam! Fotoğraf karesinde unutulan ayrıntı, gariban oğlanın ayağındaki balçık içinde lastik terlikler. Tüm heyette koskoca adamların yepyeni sarı çizmeleri bir yanda, küçücük, sıska, çelimsiz yavrunun Mart soğuğunda çamura bulanmış ayakları bir yanda, karşımızda tam bir Türkiye manzarası var. 

Deprem olmuş, sel basmış, insanlar ölmüş, yuvalar dağılmış, kime ne? İnsanları mezar yerine yol kenarlarına kazdıkları çukurlara kefensiz tıktılar. Bina yıkıntılarına ağır iş makineleriyle girip, beş gün inletip öldürdükleri insanların cesetlerini kepçelerle parçaladılar. Tabakhaneye bilmem ne yetiştirir gibi alelacele daldıkları enkazlardı dertleri – kaldırıp bol kazançlı, ballı börekli bina ihaleleri hayal ettiler. Kızılay çadırlarını, Kızılay yardım konservelerini, Kızılay uyku tulumlarını falan parayla sattılar. Yetmedi, yabancı memleketlerden insanların insafa gelip yaptıkları yardımlara çöktüler. 

Depremdi, seldi – akla gelen her bela geldi. Akıllanmadılar. 

Ey ne idüğü belirsiz sarı çizmeli Mehmet Ağalar! 

Bu devran dönmez mi zannedersiniz be! 

O ayakları balçığa bulanmış oğlan çocuğu yıkacak dünyayı sizin başınıza, bilesiniz. Ne doymak bilmeyen karnınız, ne arsızlığınız ve yüzsüzlüğünüz, ne hırsınız ve kifayetsizliğinize karşın işgal ettiğiniz makamlar, ne yediğiniz haram lokmalar! Ne içinizi dışa vuran çirkin yüzleriniz, ne pis bir sırıtmayla şahsiyetinizi açık ettiğiniz anlık enstantaneler, ne açık unutulan mikrofonlardan duyulan aşağılık cümleleriniz, ne fiskoslaşarak vergi paralarını sıfırladığınız telefon konuşmaları! Ne hakkını-hukukunu yediğiniz, kanına girdiğiniz milyonlar, ne vatanın sattığınız varlıkları, ne yaptırdığınız çürük yollar, köprülerin ahı, ne işinden ettiğiniz yüz binler! O ayakları balçık çocuk, sizin dip seviyeniz için bile bir yeni zulüm düzeyidir. O fotoğraf var ya! O zulmün resmidir. İnsan olamamanın görsel delilidir. Yüz yıllar sonra bile bugünlerin anlatıldığı belgesellerde gelecek nesillerle paylaşılacak kıssadır. O ayakları çamurlu, sıska oğlan, size sizin ne olmadığınızı, ne olamadığınızı anlatıyor. O soğuk ayazda, o çamurlu su birikintilerine titreyerek basan küçük çocuk, sizin bu ülkeyi ne seviyeye düşürdüğünüzü gösteriyor. 

Böyle devam edecek sanıyorsunuz, biliyorum. Hak etmediğiniz yerlerde, hak etmediğiniz hayatları yaşıyorsunuz. O birkaç dakika içinde çekilen fotoğraflardan sonra, o çocuğu öylece sokak ortasında bırakıp lüks araçlarınıza bindiniz. Şoförünüze “Çek bakalım iyi bir kebapçıya!” dediniz. Arabaya binmeden önce elemanlarınızdan biri çizmelerinizi çekti çıkardı, ayaklarınıza yumuşak derili İtalyan ayakkabılarınızdan birini giydirdi. Çorabınızı da değiştirdi mi? Aman ayakkabınızın içine rutubet girmesin, derisi sertleşir! O arabaya bindikten sonra ayakları çamurlu oğlanı kaç dakikada unuttunuz? Bendeki de soru! Elbette daha sokak ortasında onu bıraktığınız anda o çocuk attık sizin için yoktu zaten, değil mi? Kendi çocuklarınız, torunlarınız o çamurlu suya ayaklarında lastik terliklerle basacak olsa ne yapardınız? Bizim gibilerin sizden farkı, başka çocukların da kendi çocuklarımızın yaşadığı olumsuzlukları yaşamamasını dilemektir. Bu nedenle sokakta bir gariban çocuk görsek, yüreğimiz ağırlaşır, duracak gibi olur. Bir an başka insanların yüzüne bakamayız, halimizden utanırız. Çoğumuz o çocuğa bir sıcak çorba ısmarlamak ister, ya da ne bileyim, bir çift ayakkabı, belki bir mont, belki en azından bir çift çorap almayı düşünür, alamasa da. O çocukla reklam amaçlı göz boyama fotoğraf çektirmek için bir insanın insanlığını ne kadar kaybetmesi gerekir! Bir insan nasıl bu hale gelebiliyor? Bunun koşulları nedir? Sarı çizmelilerin ekibinde bunları düşünen biri var mıdır? 

Ey ayakları çamurlu, iki bin on beş sonrası doğmuş zavallı çocuk. Keşke hepimiz otursak, sana birer mısradan şiirler yazsak. “Çizmeler lastik, çizmeler sarı. Yoktur ahlakı, yok olmuş arı! Çizmeler lastik, sokaklar balçık. Hiç mi kalbi yok, vicdanı azıcık? Çizmeler sarı, koca adamlar, kimin kalbi var, bir tek o anlar!” 

Bir koca ülke önünde diz çökse, senden özür dilese. Bilim kurgu filmlerinde iyi dünyaların hayallerinin kurgulandığı ecnebi filmlerde seninle aynı yıllarda doğan çocukların yaşayacakları ortam, bu balçıklı sokaklardan ve oradaki derme çatma binalardan da, o kafiledeki bıyıklı, kibirli, kalantor adamların simalarından da çok farklıydı. Bugün senin yaşıtların başka ülkelerde o filmlerdeki çocukların yaşadıkları ortamları andıran ortamlarda yaşıyor, o ortamlardaki okullara benzeyen okullara gidiyor. İyi beslenip boş zamanlarında piyano çalmayı, spor yapmayı öğreniyorlar. Yağmur yağdığında ayaklarındaki çizmelerle su birikintilerine eğlence için basıyorlar, gülüyor, gülüyorlar. Ey Ortadoğu’nun Türkiye’sinde, kendinden üç dört nesil önce nasıl yaşanmışsa öyle yaşayan, hatta daha da kötü koşullarda var olma mücadelesi vermek durumunda kalan küçük! Bil ki bu aslında kader falan değil. O sokakta yaşadığın o birkaç dakika, inan senin suçun değil! Sen hiçbir şey yapmadın yanlış olan. Biz toplumca başarısız olduk ve bu nedenle sen öyle aşağılandın.  

Babasının ve annesinin oğlu, dedesinin ve nenesinin torunu aslancık! İnan o ayaklarının çamuru yıkarsın gider. Ama o senin yanında ayaklarında sarı çizmeler, poz veren amcalar var ya. Onların ruhlarındaki leş çamur ve yüreklerini bağlamış çürük balçık sittin sene gitmez. 

Evlat, senin derdin iyi insan olan herkesin derdidir. Senin kaderin kader değil, birilerinin tercihidir! Uğradığın muamele hak ettiğin için yapılmadı sana. Yapabildiklerini yapabildikleri kadar yapıp, sonra da defolup gidecekler. Verdikleri hasar tamir edilebilir olmasa da, belki böylesi daha iyidir. Dokundukları her şeyi çöpe atıp yenisini yapmak daha hayırlı olur. Kibirlerini belgelemiş o fotoğraf – bu da onlara dert olsun. Her şeyleri sahte insanların her şeyi fiyatlandırdıkları dünyalarında, onların fiyatını da göstermiş o fotoğraf: gariban çocuğun yanında giyilmek üzere verdikleri bir çift lastik çizme! 

 “Asil değildiler, ama asalet peşindeydiler. Varlıklı değillerdi, ama hırsızdılar. Çapları yoktu ama hırslıydılar vesselam” diye anılacaksınız!  Bela okumuyorum, anneannem derdi “salam-ün kavlen!” Kaldı ki zaten bulmuşsunuz siz onu! Yine de “keşke yaşattıklarınızı yaşamadan ölmeseniz cümleten” demeden geçemeyeceğim. Aşağılık insan müsveddeleri sizi! 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Çocuk özgüvenli görünüyor ve büyüklere eşlik ederek işe yaradığını sanıyor. İyi birşey yapmaya çalışıyor. Büyüdüğünde iyi birşey yapmaya çalıştığında cepheleşmiş kavgacı toplum tarafından araya alınacak. Hainlikle suçlanacak. Anlam veremeyecek hiçbir şeye. Sonra diğer insanlar gibi kabulleniş ve düşmanlığı fıtrat haline getirme insan süreçlerini yaşayacak.

    Yani insanlık mertebesinden aşağı indirilecek. Ve ona bu mertebenin en güvenli ve çıkarlı yol olduğu öğretilecek. Arada bir öğrenmeyenler yani toplumun direnen insan kesimleri çıkacak. Devlet o hainleri sokak aralarında doğrarken oradan geçip giderken durup bakan insanlara “hadi gidin işinize” diyecekler. İnsanlar da olup biteni görünce dehşete kapılıp görmemiş gibi davranarak büyük Devlet ilahının altında Devlet Devlet diye aslında Devletin sahibi ilaha tapmak zorunda bırakılacaklar.

    Siz o çocuğa kötü örnek oluyorsunuz. O yüzden sizin sesinizi kesiyorlar. Türklerin insan makamına erişmesini istemiyorlar. O yüzden Türk Türk Türk diye kudurtuyorlar. Bu çocuk daha aşağılandığının farkında değil. Çünkü fıtratı çok temiz. Aşağılanma davranışı yani kötülük beklemiyor. Kafasında kötülük namına birşey yok çünkü. Bu çocuğu alacaklar Türk eğitim sisteminden geçirecekler ve çocuk aşağılanmayı normal birşey gibi kabul edecek hale gelecektir.

    Çünkü ne kadar aşağılandığını göremeyecek hale gelecek. Ona o kadar düşman gösterecekler ki hırlayan bir köpeğe dönüşecek. Artık sadece hainlere kilitlenmiştir. Dövüş köpeği gibi olmuştur. Bu dramatik tablodan insanları sıyırmak isteyince sen en büyük, baş düşman oluyorsun.

    Şimdi bu çocuğun babasına sorsanız muhtemelen çalıyorlar ama yapıyorlar diyecek. Bu söz içinde büyük dram barındırıyor. Yukarıda anlattığım mekanizmanın kabullenişini ve aşağılanmayı kabullenmeyi barındırıyor. İnsanlara ne oldu da çalmaya bile sesini yükseltemiyor. İnsanları azdırırken suçluluk duygusuna kapılmasınlar diye birde şımartılıyorlar. Aferin koçum, helal sana, harbi delikanlı çıktın, hakiki Türk sensin diye bu dramatik insanlar cesaretlendiriliyor.

    Zaten bunlar daha çocukken paşa diye seviliyorlar. Ya paşa olmak o kadar kolay mı? O çocuk paşa yani en üstte olmayı çok kolay ve hak ettiği birşey sanıyor. Nasıl bir toplumsa herkes paşa. Hiç asker yok. Zaten asker kaçakları ve bedelli askerlik rekor seviyede. Ama herkes üstün Türk. Bayraklar, dövmeler, araba camını süslemeler falan.

    Herkesin üstün olduğu bir toplumda bu üstünlüğün devamı adına sürekli düşman gerekiyor. O yüzden eğitim seviyesi berbat. Çünkü insanlar savaş halindeler. Her yerden düşmanlar saldırıyor. Ülkeyi yok etmek istiyorlar. İnsanları yok olma paranoyasından yakalıyorlar. Ve bu paranoyayı işleye işleye gerçeklik kazandırıyorlar. Ama kimse psikolojimizle oynayanlara bir türlü odaklanmıyor.

    Bunlar her yerdeler. Eğer düşmana kitlenmekten ve bedenini düşmana vakfetmekten ve bu sayede şımartılmaktan vazgeçilirse bir insan üzerinde oynandığını yani asıl hedefin kendisi olduğunu, birilerin düşman diye aslında kendisini hedef seçtiğini anlar. Yani aslında ava giderken av oluyordur. Hatta Türkiye rejiminin avrupadan koparak muhaberat vesayetine dönüşmesi de Türkleri kontrol üzerinedir.

    Muhaberat rejimi Türkleri kontrol etmek için kuruldu. Yoksa yunanla, ermeni ve israille alakası yok. Dikkat edilirse Muhaberat rejimi kurulduğunda bütün cepheci partiler rahata erdiler. Artık Avrupa değerleri konuşulmayacak. Zaten Tayyip, Perinçek, Bahçeli, Kılıçdaroğlu Avrupayı düşmanlaştırmak suretiyle unutturdular. Bak yine aynı şeyi yaptılar. Ey Almanya, ey Fransa, ey Hollanda, ey Avusturya diyerek yorgun savaşçı Türklere yeni bir cephe daha açtılar ve savaştırdılar. Ama ekran başında psikolojik olarak savaştılar. İçlerine önce Almanyayı yuttular sonra sindirmeye çalıştılar. Adeta Almanyayı kafada yok etmişlerdi.

    Şimdi bunlar çocuğun anası babasının akrabaların, komşuların, mahallesinin umurunda değil. Onlar benim Beyim çalarda, döverde diye alıştırılmışlar. Bu çocuk daha zehirlenmedi. Ama çok yakında o da fıtratı bozulacak. İçindeki kin, nefret, intikam duyguları ortaya çıkartılacak Kutsal Muhaberat Devleti tarafından. Okullarda farklı değil. Aynı zihinden çıkıyor eğitim sistemi.

    Kendi vahşi çarkları sorgulanırsa en iyi yaptıkları şeyi yaparlar. Seni öldürürler. Şiddet, vahşet yaşandığında insan düşmanlık duygularından sıyrılıyor ve çaresizlik hissediyor. Çünkü Devlet yok. Evet hiç kimse Devletin olmadığının farkında bile değil. Yani Devletin olmadığını kimse adını koyamıyor. O kadar fıtratları bozulmuş, nefsani duygular insani duyguları o kadar bastırmış ki fark edemiyorlar. Yani bir Devletin olmadığını milyonlarca insan farketmiyor.

    Asıl dehşete düşüren şey bu. Yoksa Tayyip değil. Peki bu insanların hakkını, hukukunu, geleceğini, milli servetini, çocuklarını, namusunu, dinini, ahlakını, değerlerini, eğitimini kim koruyacak? Yapmacıktan kuracakları bir Devlet ile yaşamaya devam. İnsanlar aşağılanmayı hak ediyorlar çünkü kendileri razılar. Kimse Devlet, Hukuk, Düzen, Adalet yok diyemiyor. Zulüm, vahşet, şiddet, tecavüz, hırsızlık var diyemiyor.

    Ama o çocuğa üzüldüm. Çünkü o farkı bile belki farkında değil. Belki sezinlenir gibi olmuştur ama ayağının çamur içinde olmasını, diğerlerin çizmeli olmasını şahsına karşı bir haksızlık olduğunu farkedemiyordur. Ama büyük insanlar için aynı şeyi söylemeyeceğim. Madem milletin malını çalarken sahibini savundun, haramı hoş gördün, hesap sormadın o zaman çadırlardan çalmasını da hoş göreceksin. Başkasının malını çalarken sahibine şirin gözük sonra senin hak ettiğin çadırı çalınca kız. Bu korkunç bir bencilliktir. Zaten o yüzden Devlet diye Tayyipe yöneliyorlar. Bir kabilede düzen olduğunu, yasakların olduğunu, kurallar olduğunu, ahlak ilkeleri olduğunu kavrayan insan mesela bencil değildir. Birlikte yaşamanın formülünü bulmuştur. Sen ise insanların yarısının yok sayılmasını bozulmuş fıtratınla inandın. Yani hem birlikte yaşayacaksın ama onu dışlayacaksın, üstünlüğün tadını çıkaracaksın. Bencillik bir insanı üstünlüğünün tadını çıkarmak için bir Devleti yok edilişe sürükleyebiliyor. Ve bu yaptığı sorumsuzluğun, cinayetin farkında bile değil.

  2. Kulvar mı değiştirdin Bay Çaman;
    Türk’e, karşı Türk düşmanlığı yapmak, Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibiydi zaten, tutmazdı.
    Ama görüyorum ki şimdi doğru yoldasın. Acemice de olsa ajitasyon yapıyorsun. Acemice diyorum, çünkü Türk kültürünü bilmiyorsun, yıllarca aralarında yaşadığın halde Türkleri tanımıyorsun, duygu sömürüsü yapmaya kalkıyorsun.
    Seni, senin gibileri çok iyi tanıyorum. Depremde ölen binlerce Türk umrunda bile olmaz, hatta belki sevinmişsindir de. Türk milleti tamamen yeryüzünden silinse, sevinçten bir yerlerine kına yakarsın.
    Bu arada 24 Nisan yaklaşıyor. Yine Ermenilere güzellemeler yazacak mısın. Türklerin dedelerine “Soykırımcı, Katil” diyecek misin. İşte bundan dolayı, Akp’ye karşı seninle aynı fikirde olsam bile, bir Türk düşmnanı ile aynı fikirde olmaktan utanırım.
    Büyük ihtimalle sen de Sabetayistsin. 1915 Tehcir Kanunu’nu hazırlayanlar, uygulayanlar içinde çok sayıda Sabetayist var. Belki bazıları senin akraban. Bu düşmanlığın sebebi ne, Sabetayistler arası mezhep farklılıklarınız mı var.

  3. Cok güzel bir yazi, tebrikler. Yalniz tek bir noktaya dikkat cekecem. Ömer Muhtar ( Libya Liderinin) cok. güzel bir sözü var: “ Hocamiz degil onlar”. Savas ortaminda bile, yakalanin Italyan Askere kötülük yapmak isteyen Arkadaslarina ( Ama onlar bize yapiyor) verdigi cevap. Birde Ebu Süfyan, Ikrime, Halid bin Velid vb. Hakiki tevbe edenler haric, onlar daha sonra iyileriden daha fazla iyilik kahramanlari olmustur. Tabiki Ebu Cehil, Ebu Leheb, Yezid vb. de vardir onlara bu nasip olmamistir. Gaybi ancak Allah bilir. Son nefese kadar kimin ne olacagini biz bilemeyiz. Kul hakkina gelince inananlar icin iki cözüm vardir: 1- Ya bu dünyada tek tek helallik alacaksin, bütün yaptiklarini anlatarak ve telafisi icin azami gayret göstereceksin, yada 2- Öbür tarafta, Allahü Teala soracakmis Kul hakki yenilen ve Kul hakki yiyene, eger sana su su güzellikleri ekstra verirsem Kul hakkindan vaz gecermisin?! Allah bile kendi affetmiyor, ama diger Kul tevbe etmisse, Kul hakki yenilene iyilikler vererek digerini af etmesini istiyor. Vesselam

  4. Bu hadiseler bile kiyamet ve Hasir ve dolayisyla Allah in varligina bir delilldir. Mutlak adalet bu Dünyada yok. Allah in adaletinden de süphemiz yok. Kim zerre kadar iyilik islerse karsligini, kimde zerre kadar kötülük islerse karsiligini alacaktir vaadi, Hasir in varligina bir delildir.

    Ama sunuda unutmayalim. Bu isin iki yönü var Kul hakki ve Allah hakki. Nasilki Anne Babasi cok iyi olan cocuk, her ihtiyacini karsilayan, herseyin engüzelini imkanlar ölcüsünde cocugu icin harcayan … Anne Babasina isyan eder ve nankörlük yaparsa, ki Allah kendisine isyan ve inkari serbest birakmistir bu dünyada,yani Hürdür aynen öylede bu dünyayi ve icindekileri Insan icin engüzel yaratan Allah in kendisine hürmet ve saygi göstermeyen Insanlarda enbüyük nankördür.
    Imtihan dünyasi oldugu icin sec me hakkimiz var. Nasilki basimizdaki Nankörkere kiziyorsak, Allah in da nankörlere kizmaya ve cezalandirmya hakki vardir.
    Mahkemeyi Kübrada tep söz sahibi odur, Mutlak Hakim odur. Zerre kadar Terazinin sasmadigi bir Mahkemedir orasi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin