Sanal dünyada kitlesel nevroz yaşanıyor

İnsanların sosyal medyada gerçek hayattan koparak hayal dünyalarında yaşamaya başlaması kitlesel bir nevroz haline benziyor. Kişi aslında gerçek ile sanal dünya arasında bir varoluş sancısı çekiyor. Doğal yaşam, gerçekliğini kaybetmeye başlıyor.

Günümüzün en etkin iletişim aracının sosyal medya olduğunu söylemek abartı değil. Hem bağlantı ve ağların çokluğu hem de kısa yoldan sözde bilgiye (!) ulaşılması, bu etki gücünü artırıyor.
Sosyal medya pek çok insanın hayatında neredeyse “gerçek ötesi bir gerçeklik”. Ve hayat, âdeta rafa kaldırılıyor. Dolayısıyla da doğal yaşam, imaj/görüntü ve sanal olanın gölgesinde kalıyor. Jean Baudrillard’ın sosyal medyanın hiper-gerçeklik hüviyeti kazandığını söylemesi boşuna değil. Simülasyon teorisi, teknoloji ve (sosyal) medya aracılığıyla, gerçekliğin buharlaştığını, yerini sanal dünyanın aldığını haber verdi bize.
O kadar ki, özellikle 50 yaş üstü pek çok kişi hayatın nabzını büyük ölçüde sosyal medyada tutuyor. Facebook’dan paylaşım ritüelleri bir adap ve erkân içinde veriliyorsa (!) onun hayatın başköşesine çoktan geçmiş olduğunu söyleyebiliriz. Genç kızlar ve delikanlıların öylesine paylaştığı fotoğraflar ve yorumlar, ebeveynler için ciddiyetle konuşulacak mevzular arasındadır. Hatta ebeveynlerin okur- yazarlılık (!) oranlarını da hızlandırdı sosyal medya.
Bir tür zaman makinesinin hızla çalışan silindirine kapılmış gibi, neye uğradığımızı bilmeden savruluyoruz. Nasıl ki eskiden, kent için, gündüzleri angarya ve kederden, geceleri de telef olmaktan insanlara soluk alacak zaman kalmıyordu, şimdilerde ise sosyal medyanın pençesinden soluk alacak vakit yok. İnsanlar her vakit sanal dünyada “online” olduğu için gerçek hayatta “offline” yaşıyor.
Özlemlerimizin yolu kısaldı sanal dünyayla… Ne şahane hayatlarımız var sosyal medyada değil mi? Pürüzsüz ciltlerimiz, şahane tatillerimiz, arkadaşlarımız… Kusursuz ikramlarımız ve enfes menülerimiz ve gülümseyen karelerimiz çok uzakta değil, yanı başımızda… Bir tuşla ulaşmak ve erişmek mümkün… Meğer fazlasıyla hayal dünyasındaymışız ki, sanal âlem bunu gerçek (!) kılıverdi. Düşman çatlatmak zor iş değil bundan böyle… Sosyal medyanın “gerçek dünya”ymış gibi kabul edilmesinin sebebi de bu olsa gerek.

sanal-dunya2

Sanal âlem, koordinatsız bir dünya!

Toplumsal muhayyilenin buharlaştığını sosyal medyadan öğreniyoruz. Toplumsal muhayyile, bizim yaşam öykümüzün tarih ve kültürle bağlantısını anlamamızı sağlar. Ancak hâlihazırda neredeyse herkes, kültür ve tarihine veya toplumsal bağlamına yabancı ya da bunlardan habersiz/irtibatsız durumda… Bu bağlantılara, enlem ve boylam dersek, deyim yerindeyse, koordinatsız bir dünyanın resmidir sosyal medya. İnsanımızın hiç tanımadığı kişilerle kırk yıllık ahbaplık havası ve herkesin merhemine yara olma görünümleri de bu ortamlarda arz-ı endam ediyor. Arkadaşın, dostluğun belki anne-baba kıymetinin azaldığı şimdilerde, sosyal medya sayesinde nazik temenniler, başsağlığı mesajları dahası anma günü kutlamaları aldı başını gidiyor…Bunlardan hiç geri kalmıyoruz, hayli sosyaliz… ancak bir telefonla yakınımızı arayacak zamanımız yok…
Günümüz insanı toplumsal muhayyileden koptuğu için, kendi deneyimini anlaması zor görünüyor. Çünkü kendisini kendi çağına yerleştirerek anlayabilmesi ve fark edebilmesi (!) mümkün değil… Dolayısıyla irtibatsız dünyada, “anlamsızlık” veya boşluk deneyimini, sosyal medyada var olma yarışına dönüştürmek zorunda kaldı insanlar. Kişiler bu boşluğu daha çok hissettikçe, sosyal medyaya daha fazla yüklenmektedirler.

Bağlanma duygusu yerini bağımlılığa bıraktı

“Varoluşsal vakum” diye adlandırabileceğimiz şeye bugünün kitlesel nevrozu da denebilir. V.Frankl’ın tespitiyle, bugün sıkıntı ve kayıtsızlık yayılmaktadır. Boşluk ve anlamsızlık duygusu da adeta kol gezmektedir Maslow tarafından ortaya atılmış yerinde bir tanım olan “doruk yaşantısının” aksine kişi, “boşluk deneyimi” anlamında bir varoluşsal uçurumu, sanal dünyanın sahteliğiyle dışa vurmaktadır.
İşte bu kitlesel nevroz bir bakıma insanın anlamsızlık ve anlam arayışı arasında salınması demektir. Bu salınım içinde insanın, dış dünyayla bağı azalır ve kişi kendine çakılı kalma durumunu yaşamaya başlar. Söz konusu duruma narsisizm dediğimizde, boşluk deneyimini ve kendi gereksinimlerine gömülü kalmayı insanlar, sosyal medyadan boy boy resimler paylaşmaya; onay ve beğeni almaya yönlendirdiler.
Esasında gerçek yaşamdan kopma ve daralan ufuk yüzünden, insanın kişisel gelişmesi ve yükselmesi için elzem olan doruk deneyimler, inanma aktı gibi güçlü dönüşüm ve değişimlere de geçebilmesi kolay değil. Çünkü bağlanma duygusu yerini bağımlılığa bıraktı. Âşık olamadığımız gibi, bağlanamıyoruz da… Çözülmüş durumdayız velhâsıl…Bu çözülmüşlüğümüzü ele vermemek için de sosyal medyada iyice kenetleniyoruz.

İnsanlar sosyal medyadan kendine değer biçiyor

İnsanımız başkasının hayatını sosyal medyadan takip edebildiği gibi, kendini de gösterime bu kanalla sunuyor. Dahası eşin dostun neler yaptığını kolaylıkla öğrenme şansına da sahip. Şaka değil, gerçek… Eşler birbiriyle artık sosyal medyadan haberleşir hale geldi. Gün içinde sosyal medya aralıksız takip edildiğinden bu alışkanlık hayatın her safhasında yer buluyor. İnsanlar bu ortamda haberleşip görüştüğü kişilere gerçek hayatlarında zaman ayırma ihtiyacı hissetmiyor. Var mıdır bundan daha radikal bir değişim?
Kişiler yaşamın anlamını, mutluluğunu, kendi değerini, ilişki içinde olduğu başkalarının gözünde, sözünde, davranışında kısacası başkalarının kendisine verdiği değerde arıyor. Bunun için sosyal medya biçilmiş bir kaftan. Beğeniler onun için bir çıta haline geliyor. Gerçek hayatta giyiminden, gittiği mekânlara kadar artık bu çıta belirleyici bir hale dönüşüyor. Biz buna bağlaşık kimlik yapısı dersek, marazi boyuttaki bağlaşık kimlik örüntümüzü, sosyal medya haber vermektedir.

ALİYE ÇINAR KÖYSÜREN

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin