Sahabe Efendilerimiz (r.a.) nasıl namaz kılardı?

Yorum | Cemil Tokpınar

Büyüklerin namazdaki halleri bizlere onları örnek alma ve namazlarımızı güzelleştirme gayreti verir, teşvik eder. Bugün sahabe efendilerimizin nasıl namaz kıldıklarıyla ilgili örnekler vereceğiz. Ta ki, namazlarımızı gözden geçirelim, nefis muhasebesi yapalım ve onları modellemek için çırpınalım.

Peygamber Efendimizi (s.a.v.) rehber edinen ashabının ve İslâm büyüklerinin namaz kılışı çok muhteşemdir.

Abdullah ibn-i Mes’ud (r.a.) namaza kalktığında Allah korkusundan iki büklüm olur, namaz kılarken evdekilerin konuşmalarını bile duymazdı. Hz. Ali Efendimizin (r.a.) namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve titrerdi. Sebebi sorulduğunda şöyle derdi:

– Bilmez misiniz ki bu vakit, Allah’ın yerlere ve göklere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti yüklenmiş bulunuyorum. Yüklendiğim bu İlâhî emaneti en güzel şekilde eda edip edemeyeceğimi de bilmiyorum…

Yine o muhteşem sahabenin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istemişti. Çünkü namazda iken bütün zerreleriyle Allah’a yönelip maddî hiçbir şeyi hissetmediği için bu yola başvurmuştu. Demek namaza öylesine kendini kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden geçiriyor, dünya ile bağlantısını tamamen kesiyordu.

Ayağındaki okun çıkarılması çok uzun sürmüştü. Hz. Ali (r.a.), namazı bittiğinde şu soruyu sormuştu:

– Oku çıkardınız mı?

 

Yaralıyken bile sabah namazını kıldı

Peygamber Efendimizin güzide sahabeleri namaza öylesine önem verirlerdi ki, onun uğrunda hiçbir engel tanımazlardı. Namaz yolunda savaş, yaralanma, ölüm bile vız gelirdi.

Dünyada iken Cennetle müjdelenenlerden Hz. Ömer (r.a.), kanlı bir suikasta uğramıştı. Yarasından kanlar akarken evine getirilmişti.

– Yemek ister misin, diye sormuşlardı.

– Hayır, cevabını vermişti.

– Su içer misin?

– Hayır.

Bunun üzerine etrafındaki sahabeler:

– Namaz kılacak mısınız, diye sormuşlardı.

Hz. Ömer’in âdeta gözleri parlamış, yavaş yavaş enerjisi tükenmekte olan vücuduna can gelmişti.

– Evet, kılacağım, dedi.

O yüce insan, yarasından kanlar akarken sabah namazını kılmış, namazı terk etmeyi aklından bile geçirmemişti.

 

Namaz kılmaktan usanmazdı

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hanımlarından Hz. Zeynep Validemiz, ibadetlerine çok düşkündü. Saatlerce nafile namaz kılar, yine usanmazdı.

Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) mescide girince, iki sütun arasına çekilmiş bir ip gördü.

– Bu ip neyin nesidir, diye sahabelere sordu.

– Hz. Zeyneb’in ipidir. Gece ayakta namaz kılmaktan yorulunca ona asılarak devam eder, cevabını verdiler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):

– Hayır, böyle olmaz. Onu hemen çözün. Sizden biriniz zinde olduğu sürece namazını ayakta kılsın, yorulunca da oturarak devam etsin, buyurdu.

 

Namazdayken konuşulanları duymazdı

Abdullah bin Mes’ud (r.a.), namaz kılacağı zaman “dürülmüş elbise” gibi olurdu. Allah huzuruna çıkacağı için duyduğu heyecan ve saygıdan iki büklüm olduğunu görenler şaşırırdı…

Ancak o, namazda iken çevresiyle irtibatını keser, hatta evdekilerin konuştuklarını bile duymazdı. Bazen namaz kılacağı zaman, evdekiler:

– Susun, ses çıkarmayın, Abdullah namaz kılacak, derlerdi.

Ancak o, kendinden gayet emin, namazdaki huşûunu hiçbir şeyin bozamayacağını bildiği için şu cevabı verirdi:

– İstediğinizi konuşun… Ben namazdayken sizin konuştuklarınızı duymuyorum.

 

Hz. Enes’in kavme ve celseleri çok uzundu

Hz. Enes (r.a.) sahabelerin önde gelenlerindendi. Annesi Ümmü Süleym onu küçük yaşta Peygamberimizin (s.a.v.) hizmetine vermişti. Hz. Enes (r.a.), on yıl Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hizmetinde bulunarak “Hâdim-i Nebevî [Peygamber’in Hizmetkârı]” unvanını almıştı.

Öyle güzel, öyle huşû içinde ve tâdil-i erkâna dikkat ederek namaz kılardı ki, görenler hayran olurdu…

Bir gün Hz. Enes’in namazını tarif eden hadis rivayetçilerinden Sabit, şunları anlatmıştı:

– Enes (r.a.), sizde görmediğim bir şey yapardı. Başını rükûdan kaldırdığı zaman gören “secde etmeyi unuttu” diyecek kadar ayakta dikilirdi. Başını secdeden kaldırdığı zaman iki secde arasında da yine gören secdeyi unuttu diyecek kadar dururdu.

 

Ver o “ah”ı bana, namazımı vereyim sana

Asr-ı Saadeti güzelleştiren ve benzersiz hâle getiren özelliklerden birisi de, Mescid-i Nebevî’de cemaatle kılınan namazlardı.

Çünkü iki cihan serveri Peygamber Efendimizin (s.a.v.) imamlığında kılınan namazlar bambaşka bir feyiz ve maneviyat taşır, sahabeler Efendimizle (s.a.v.)  namaz kılmak için can atar, hatta ezandan saatlerce önce mescide akın edenler olurdu.

Bir sahabe günlük işlerini yaparken cemaate geç kalmış, mescide heyecanla ve koşarak gelmişti. Tek derdi, Efendimizin kıldırdığı namaza yetişebilmekti.

Ne var ki, bir kısım sahabenin mescitten çıkmakta olduğunu gördü. Yoksa namaz bitmiş miydi?

Son bir ümitle sahabelere sordu:

– Resulullah’ın kıldırdığı namaz bitti mi?

Arkadaşları şu üzücü cevabı verdiler:

– Evet, namaz bitti.

O yüce namaza, o kudsî cemaate yetişemediğini anlayan sahabe öyle bir “Ah!” çekmişti ki, sahabeler onun pişmanlığını takdir etmişler, Resulullah’la birlikte kılınan namaza duyduğu sevgiye hayran olmuşlardı.

Nitekim sahabeden birisi dayanamamış ve şunları söylemişti:

– Ver o “âh”ını bana. Namazımı vereyim sana.

 

Bütün gece ibadet ederdi

Selman-ı Farisî (r.a.) gece karanlığı bastığı zaman, namaz kılmaya başlardı. Namazdan yorulunca dili ile Allah’ı zikretmeye yönelirdi.

Dili zikirden yorulduğu zaman da Yüce Allah’ın varlığına, birliğine delâlet eden âyetleri, onun büyüklüğünü düşünmeye başlardı.

Bundan sonra nefsine şöyle derdi:

– Dinlendin artık, namaza kalk.

Bir süre namaz kıldıktan sonra, diline şöyle derdi:

– Dinlendin artık, Allah’ı zikretmeye başla.

Bütün gece bu şekilde ibadet ederdi.

 

Mescide çadır kurdurmuştu

Sahabe efendilerimizin büyüklerinden olan Sa’d bin Muaz (r.a.) Hazretleri, Hendek Savaşı’nda büyük bir yara almıştı. Yarası ağırlaşınca Peygamber Efendimiz yanına gelip onu kucakladı ve:

– Allah’ım, Sa’d, Senin rızan için Senin yolunda cihat etti. Resulünü de tasdik etti. Ona kolaylık ihsan eyle, buyurarak dua etti.

Sa’d bin Muaz için Mescid-i Nebevî’de çadır kuruldu. Orada istirahat ediyor, namazını kılıyordu. Çok ağır yarasına rağmen namazlarını asla ihmal etmiyordu. Bir müddet sonra şehit oldu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefatına çok üzüldü. Kabri kazılırken etrafa mis gibi bir koku yayılıyordu. Efendimiz onun hakkında şöyle buyurmuştu:

– Sa’d bin Muaz’ın vefatı üzerine Rahman’ın arşı titredi. Onun için yeryüzüne bugüne kadar hiç inmemiş 70 bin melek indi ve cenazesini taşıdı.

Sa’d bin Muaz namazı çok önemserdi. Bu hususta şöyle demişti:

– Müslüman olduğum günden beri namaz kılarken hatırıma hiçbir şey getirmedim. Resul-i Ekrem’in her söylediğinin hak olduğuna inandım, kabul ettim.

Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım.

Birincisi namazdır. Müslüman olduğumdan beri başladığım hiçbir namazda, bir an önce bitirsem diye hatırıma bir şey gelmedi.

İkincisi; bir cenazeye yardıma çıktığımda cenaze defnedilinceye kadar, ölümden başka hatırımdan hiçbir şey geçmezdi.

Üçüncüsü; Resulullah’ın (s.a.v.) her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç tereddüt etmedim.

Örnek verdiğimiz bu muhteşem namazları belki hakkıyla modelleyemeyiz. Fakat biraz gayret ederek bugünkü namazlarımızı dünden yarınkileri de bugünden daha kaliteli hâle getirebiliriz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Vay şuradan geldik, vay bunu almaya gittik deyip bu deveranda güya çok hizmet ediyormuşuz gibi namazlarımızı geciktirmeler falan filan….. Ama tam zamanında hatırlattınız. Allah razı olsun sizden

  2. Cemil hocam size ulaşmak ve bir konuda fikrinizi almak istiyorum. Twitter daki adrese mail attım ancak ulaşmadı galiba..nasıl ulaşabilirim?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin