Saf kötülük: Betonizm

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

İş makinelerini harekete geçirmek, beton mikserini çalıştırmak, tabiatın böğrüne çelikten sütunları dikmek düşüncesi bile gözlerine ışıltı veriyor. Nasıl bir aşk, nasıl bir sevgidir bu. Sahili kepçelerle kazmak, ağaçları kesmek, kuşların yuvalarını bozmak ve toprağın üzerine beton döküp onu soluksuz bırakmak nasıl da haz veriyor. 

Tabiatı hunharca delik deşik etmek ve bundan büyük haz duymak nasıl bir psikolojidir? Kıyamet koparken bile elinizdeki fidanı dikin öğretisini yerini kıyamet koparken bile yeryüzüne beton dökmeye devam edin anlayışına bırakmış gibi. 

İnşaatı; bir hayat tarzı, bir yaşama biçimi, hatta bir ideoloji olarak benimsemiş bir Doğu Karadeniz iktidarıyla karşı karşıyayız. Koronavirüsünün bütün dünyayı etkisi altına aldığı, ekonomileri çok derinden yaraladığı bir zamanda bile, İstanbul’un bütün ekolojik dengesini alt-üst edecek Kanal ihalesini yapmaktan vazgeçmeyen, herkesin can derdine düştüğü bir zamanda bile Salda Gölünün bembeyaz güzelliğine kepçelerle ile saldıran bir ideolojiden bahsediyoruz. Hiçbir yasağın, hiçbir zorluğun, hiçbir olağanüstü halin etkileyemediği bir karasevda ile bağlılar inşaatizme! 

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Havalimanının taşınmasından sonra, iktidarın gözünde binlerce dönüm kupon arazi olarak bomboş duran Yeşilköy’deki alanı, imara açamıyor olmanın derin kederini de salgın vesilesiyle ortadan kaldırmanın mutluluğunu yaşıyorlar. Salgın lafını duyar duymaz, hastane yapacağım bahanesiyle iş makineleri ve beton mikserlerini ‘kupon’ bölgeye saldılar. Gayri bir daha çıkmazlar oradan. 

Oysa, bir şeyi inşaa etmenin, yapmanın, ortaya koymanın en temel sebebi ihtiyaç olması değil midir? İnsanoğlu ihtiyacını giderirken üzerinde yaşadığı dünyayı yok etmeme esasına göre hareket etmesi gerekmez mi? Hani bu dünya torunlarımızdan ödünçtür bize. Asıl olan tabiatın dengesine müdahale etmeden, onu bozmadan, onun dengesine uyumlu bir şekilde konumlanmaktır. 

Dünya alem biliyor ki İstanbul’un bir tarafına hiç ama hiç gereği yokken yapılan havaalanı da, bakir bir alana yapılan üçüncü köprü de tek bir amaca hizmet edebilmek içindi: İstanbul’un bütün kuzey bölgelerini imara açabilmek. 

Türkiye’deki beton dökme arzusu, insanların bir ihtiyacını gidermekten çok daha başka bir ruh taşıyor bugün. İnsanlara fayda sağlayacak tesisler kurmak başka göle beton mikserleriyle saldırmak başka bir şey; havaalanı inşa etmek başka kuşların on binlerce yıllık göç yollarını işgal etmek, onların yuvalarını bozmak bambaşka bir şey. Köprü yapmak başka yüzbinlerce ağacı ve orada yaşayan hayvanatı taammüden yok etmek başka, elektrik üretmek başka, kurtların, kuşların, hayvanların, nebatatın milyonlarca canlının hayatını tepetakla etmek bambaşka bir şey!

Elinin uzandığı her yeri kazan, kazıyan, kesen, yok eden, beton döken, imara açan, iş makinelerinin, kepçelerin, beton mikserlerinin sürekli olarak çalışıp hayat taşıyan bir şeyleri yok ettiği bir ideoloji var karşımızda.  

Bu ideolojiyi domine eden şeyin ‘saf kötülük’ olduğunu düşünüyorum. Toprağa, suya, derelere, yeşilliklere, binlerce yıllık tarihe, betonu hunharca döken, her şeyi rant, her şeyi para, her şeyi kazanç olarak gören bir düşünce, saf bir kötülükten beslenmez de nereden beslenir.  

Malatya eski valisi Ulvi Saran görev yaptığı sırada HES’lere ruhsat verme konusunda ayak diretince betona tapınanlarca kötülüğün başındakine şikayet edilmişti. Ulvi Saran da kendini savunurken ben demişti bu şehirdeki sadece insanların değil, börtü böceğin, kurbağaların, kaplumbağaların da valisiyim. Onların hayatlarını da düşünmek durumundayım. 

Böyle düşünen herkes bir bir görevinden alınıp betoncuların iş takipçileri getirildi. Hayatı taammüden yok ediyorlar. Katilleri salıp bebekleri, lohusa kadınları, doktorları içeride tutan iradeye bir de bu açıdan bakın. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin