Polisiye tedbirle olsa SSCB başarırdı

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Hayat pahalılığı konusu, geçen haftaya kadar iktidar medyasının gündeminde yoktu. Muhalefet siyasetçileri ve halk son yıllarda pahalılıktan feryat ederken iktidar bütün uzuvlarıyla hayat pahalılığına kör ve sağırdı. Ta ki geçen hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gündemine alıncaya kadar. Peki sonrasında ne oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Eylül’de hayat pahalılığını gündemine aldı. 2021 UNESCO Ahi Evran Anma Yılı-Ahi Evran İzinde Esnaf Buluşması’nda Erdoğan’ın, “Enflasyonun yol açtığı hayat pahalılığı konusundaki sıkıntıları da gayet iyi biliyoruz. En kısa sürede enflasyonu da kontrol altına alarak raflardaki, etiketlerdeki fahiş fiyat artışlarının önüne geçeceğiz” demesi ile her şey değişti.

Sonrası malum, iktidar siyasetçisiyle, medyasıyla, STK’sıyla topyekün bir savaş başlattı. Enflasyona karşı mücadeleye girişti sanmayın sakın. Girişilen savaş, pahalılığa sorumlu aramakla ilgiliydi.

Biliyorsunuz iyi bir şey yapıldığında sahibi AK Parti ve lideri, kötü bir sonuç ortaya çıkmışsa mutlaka bir sorumlusu var. İşte bu sorumluyu bulacak olurlarsa kendilerini sorunu da çözülmüş sayıyorlar.

İYİ OLURSA BİZ YAPTIK, KÖTÜ OLURSA MUTLAK SEBEBİ BAŞKASI

Hatırlarsanız, Suriye iç savaşının getirdiği göç yükü ve ABD ile yaşanan S-400 krizi ve bunlar kadar önemli bir başka nokta Erdoğan’ın faizin indirilmesi yolundaki çağrı gibi tetikleyici sebepler, ekonomideki kırılganlığı ortaya çıkarmıştı.

7 Nisan 2018’de 4.05’te olan dolar kuru, 12 Ağustos’ta 6.80 TL seviyesine ulaşmıştı. Muktedirler bilcümle koroya katıldılar ve Türkiye’ye karşı dış mihrakların ekonomiye darbe vurmaya kalktıklarını dillendirdiler.

Oysa dünyada pek çok ülke, bir başka ülkenin ekonomisini zor durumda bırakmak için çabalıyor. Ülkelerin bu yola başvurmalarının tahmin edileceği gibi pek çok sebebi olabiliyor. Kimi yerel sorunlardan, kimi küresel çaptaki sürtüşmelerden dolayı bu yola başvuruyor.

Bizde iktidar cenahındakilerin içeriye lanse ettikleri gibi, dünyada ekonomisi zora sokulmak istenen tek ülke Türkiye değil. Yöneticilere düşen görev, ülke ekonomisini kırılgan bir yapı konumuna düşürmemek.

Dolar kuru 6.80’e çıktıktan sonra iktidardakiler uluslararası gerilimi azaltacak bazı adımlar attı, Erdoğan faiz indirimi lafını uzun bir süre ağzına almadı. 30 Kasım 2018’e gelindiğinde döviz kuru 5.20’ye gerileyince bu kez ortaya çıkıp, başarılarından söz etmeye başladılar.

Dövizi 6,80’den nasıl 5.20’lere çektiklerinden dem vurdular. 6 ay önce doların 4.05 TL olduğunu hiç kimsenin hatırlamasını istemediler.

ACINASI İKTİDAR MEDYESI DEYİP GEÇMEYİN SAKIN

Bugüne geldiğimizde…

İktidara göbekten hortumla bağlı olmayan her kesiminden yükselen feryatları duymayanlar, Erdoğan’ın 16 Eylül çıkışından sonra birden gündemlerine pahalılığı aldılar. Her yandaş medya mensubu pahalılığın ardında yatan sebepleri aramaya başladı.

Enflasyon okyanusundan her yandaş medya mensubu elindeki kabı kadarını okuyucusuna aktarmaya çalıştı. Bunlardan hiçbiri Akit Gazetesi’nin haber merkezi ve Türkiye Gazetesi yazarı Fuat Uğur kadar eğlendirici olmadı sanırım.

Venezuela’da uzun zamandır uygulanmakta olan gıda enflasyonu konseptinin Türkiye’de de denenmeye başladığını belirten Fuat Uğur, yaptığı bu önemli saptamadan sonra kararını veriyor:

“Gıda enflasyonunun tek amacı var: Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı devirmek.”

Fuat Uğur, pahalılığın arkasında yatan kirli eli buluyor. Uğur tehlikenin büyüklüğünü anlatırken de “Eğer yeterince hızlı hareket edilmezse istenen hedefe ulaşacaklar ve millete pes dedirtip iktidarı ve Erdoğan’ı devirecekler” diye de ekliyor.

İktidarın kirli sopası Yeni Akit de bir gün sonra 19 Eylül’de konuyu gazete manşetine taşıyor. Türkiye’nin yakaladığı büyüme oranlarını itibarsızlaştırmak isteyenlerin gıda fiyatlarındaki ve kiralardaki artışı öne çıkararak ekonomik kriz havası oluşturmak istediklerini yazdı.

Türkiye’nin temel ekonomik sorunu, ekonomiyi bilmeyen ama bildiğini iddia edenlerin elinde bulunması. Erdoğan’ın, 2010 yılının başlarına kadar iki şansı vardı, bunu da iyi kullandı. Birincisi bu döneme kadar dünyada dövizin bol olduğu yıllardı, ikincisi de ekonomiyi doğru ellere teslim etti.

Sonrasında ne oldu. Sonrasında bu iki araç ortadan kalktı. Dünyada döviz bolluğu sona erdi, Erdoğan da ekonomiyi kendi kuralları içinde yürümesine zemin hazırlama yerine kontrollü bir ekonomi anlayışına geçti.

Döviz bolluğu değil kıtlığı dönemine girildikten sonra Merkez Bankası’nın kaynakları da çarçur edilmeye başlandı. Yıllar içinde yapılan tasarruflar, iş bilmez bir inatçılıkla heba edildi.

128 milyar dolar, ayrıntılarını belki defalarca okuduğunuz şekilde peşkeş çekildi. Şimdi Süleyman Demirel’in 1979’da iktidara geldiğinde ülkeyi Bülent Ecevit iktidarından nasıl devraldıklarını anlatmak için “70 cente muhtacız” demişti. Sonra bu sözün ne maksatla söylendiği unutuldu, Demirel’in kendisine yapıştı.

128 milyar dolar iktidarın peşini bırakmayacak gibi. Nere gitseler karşılarına çıkıyor. New York’ta açılışı yapılan Türk Evi’nde bile karşılarına çıktı. İroni bu ya, 821 kapı numarasını görenler, hep rakamı tersten okuyarak 128 milyar doları hatırladılar.

Erdoğan’ın Kahramanmaraş’ta geçtiğimiz günlerde söylediği “Enflasyonu en kısa sürede kontrol altına alarak raflardaki, tezgahlardaki, etiketlerdeki fahiş fiyat artışlarının önüne geçeceğiz” sözlerinin bir anlamı olmadığını göreceğiz.

Ekim ayında, enflasyonda baz etkisi dolayısıyla (2020 Eylül ayında enflasyonun yüzde 0,97 olmuştu) bir düşüş görülecek. Muhtemelen bunu da yapılan fiyat denetimlerine bağlayıp başarılı oldukları sonucunu topluma satacaklar. Sonrasında ise enflasyon bildiği yolda şahlanacak bir tablo orta yerde var.

Para Politikaları Kurulu 23 Eylül’de politika faizini ele alacak. Her üç şekilde de (sabit tutması, yükseltmesi ya da düşürmesi) alınan kararın dövize ve ekonomiye yansıması olacak.

İstikrarlı ekonomilerde, finansal bir enstrümanın belirli bir zaman aralığındaki standart sapmasını ifade eden volatibilite düşük olduğu için merkez bankalarının kararları toplumu mikro düzeyde ilgilendirmez.

Bizde ise bu oynaklık çok yüksek olduğundan dolayı toplumun her kesimini etkiliyor. Parası olan, “Elimdekini enflasyona karşı nasıl koruyup daha yüksek getiri elde edebilirim” diye düşünüyor. Tasarrufu bulunmayan ise “Faizler düştüğünde dolar yükselir. Dolar yükselirse her şeye zam gelir” diye endişe ediyor.

SOVYETLER BİRLİĞİ’NDEKİ KONTROLLÜ EKONOMİ

Sovyetler Birliği döneminde ekonomide merkezi sistem vardı. Merkeze 9 bin kilometre ötede Japon Denizi sahilindeki Vladivostok yaşayan insanın bile markete gittiğinde ihtiyaç duyacaklarının hesaplaması Moskova’dan yapılıyordu.

Bu durum zaman içerisinde ekonomide verimsizliği, hantallığı ve suiistimalleri ortaya çıkardı. Sovyet Sisteminin yıkılmasının altındaki temel sebeplerden birisi bu merkezi sistem idi.

Liberal ekonomiler piyasayı etiketteki fiyatlardan denetlemez. Piyasanın rekabete açılmasını ve bunun düzgün işlemesini sağlar. Ekonomiyi bilenler bunun nasıl olması gerektiğini de bir formül denebilecek netlikte ortaya koyuyorlar.

Enflasyonu aşağı çekmenin yolu riskleri düşürmekten geçer. Riskler aşağı çekilirse döviz kurları, kurlar düşerse enflasyon, enflasyon düşerse de faiz düşer.

Türkiye’yi yönetenler bu formülü tersten çalıştırma çabasındalar. O zaman şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:

Önce faiz düşürülürse riskler artar, süreç tersine işler. En sonunda tekrar başa dönülür ve faiz yükseltmek zorunda kalınır.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin