O pis koku zat-ı alilerinizin kendi kokusu Bay Erdoğan!

Yorum | Bülent Keneş | @bkenes

Adeta bir şok manyağına dönen Türk toplumuyla birlikte medyası da her gün karşılaştığı yeni bir şokun etkisiyle olaylara bütüncül yaklaşmakta aciz kalıyor. Ancak tüm süreç üzerinden anlaşılabilecek gelişmeler sanki geçmişi olmayan kesitlermiş gibi yansıtılıyor. Bu da ister istemez kafa karışıklıklarını artırıyor. Böylece en büyük kabiliyeti yalan, iftira, çarpıtma ve kara propaganda ile bulanık suda balık avlamak olan Erdoğan’a gün doğmuş oluyor. Ha diyebilirsiniz ki ortada Erdoğan ve adamlarının aleyhine gelişen herhangi bir konuyu yazabilecek medya mı kaldı? Ee siz de haklısınız.

Bu yazıda, aynı hataya düşmemeye çalışacağım. Kabine ve bürokrasideki suç ortakları ile birlikte peşin aldıkları rüşvet karşılığı 20’li yaşlarındaki Reza Zarrab’ın önüne yatmakla kalmayıp devletin anlı şanlı kurumlarını da aynı pozisyona düşüren dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan hakkında ABD’de verilen tutuklama kararının ardındaki gelişmeleri ve gerçekleri bütüncül bir şekilde resmetmeyi deneyeceğim. Konu heyecanlı, heyecanlı olduğu kadar da çetrefil. Öyleyse lafı dolandırmadan hemen işe koyulalım. Hepimize kolay gelsin.

İRAN’IN DERDİ RÜŞVET MUADİLİ ERDOĞANGİLLERİ GERDİ

Öncelikle Erdoğan’ın orkestrasyonuyla hareket eden bu üst düzey ihanet çetesinin işlediği uluslararası suçun temelinin ne olduğunu anlamaya çalışmakla başlayalım. Hatırlanacağı gibi 2011, kitle imha silahı üretme amaçlı nükleer programından dolayı İran’ın Batı ile geriliminin tırmandığı bir yıl olmuştu. İran, nükleer programının yalnızca barışçıl amaçlarla kullanılacağını ileri sürse de ABD öncülüğündeki Batı ülkeleri bu çabaların Birleşmiş Milletler (BM) yasalarındaki ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın (NPT) ilkelerindeki şeffaflık şartına uymadığını savunarak İran’ın esas niyetinin nükleer silah üretmek olduğunda ısrarcı oldular. Bu nedenle de birbiri peşi sıra uygulamaya koydukları ekonomik yaptırımlarla İran’ın nükleer kapasiteye erişmesini engellemeye çalıştılar.

Bu yeni bir durum değildi şüphesiz. BM, ABD ve Avrupa Birliği (AB) geçmişte de İran’ın nükleer silah elde etme sürecini engellemek ya da en azından geciktirmek amacıyla bir dizi yaptırım uygulamıştı. Ancak, Aralık 2011’de ABD Kongresi’nde kabul edilen yaptırım kararı o güne kadar olanların en kapsamlısı olarak dikkatleri çekmişti. Çünkü bu yaptırım kararının kapsamı yalnız İran’ı değil, İran’la iş yapmak suretiyle doğrudan ya da dolaylı olarak nükleer silah programına katkı veren üçüncü ülkeleri ve aktörleri de hedef alıyordu. ABD’nin bu genel stratejisinin mantığı oldukça basitti: İran’ı nükleer kapasiteye eriştikten sonra sınırlandırmaya çalışmaktansa, kaçınılmaz bir savaşa gerek kalmadan bu ülkenin nükleer silah edinmesini önleyecek tedbirler geliştirmek.

Bu önlem Senato’da oy birliğiyle kabul edilmişti. Obama yönetimi tarafından anında onaylanarak söz konusu sert yaptırımlar yasanın öngördüğü şekilde aşamalı olarak uygulanmak üzere 31 Aralık 2011 tarihinde yürürlüğe girmişti.

YAPTIRIMLAR İRAN’IN PETRO-DOLARLARINI KARA PARA STATÜSÜNE SOKTU

İran’ı uluslararası enerji ve finans sisteminden dışlayarak nükleer silah programını finanse edemez hale getirmeyi amaçlayan yaptırımlar yasasına göre, İran Merkez Bankası ve belli başlı İran mali kuruluşları ile ciddi ölçüde işlem yapan banka ve finans kuruluşlarının ABD hesaplarının aşamalı olarak engellenmesi amaçlanmaktaydı. Yaptırımların ana mantığı, özel ve kamusal kurumları ABD ve İran arasında bırakarak bir tercihe zorlamaktı. Buna göre, özel şirketler ABD ile hayati ticari ilişkilerini koparmamak için devletin doğrudan müdahalesi gerekmeksizin İran ile bağlarını keseceklerdi. Yaptırımlara tabii tutulan ilk örnekler olan Çin resmi petrol şirketi Zhuhai Zhenrong, Singapur merkezli Kuo Oil PTE ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin FAL Oil şirketi işin ciddiyetine dair şüphe bırakmamıştı. İran’ın üçüncü büyük bankası olan Tejarat Bankası ve yabancı ülkelerdeki iştiraklerine uygulanan yaptırımlar da bu yasayı dikkate almayan kurumların başına neler gelebileceğini açıkça gösteriyordu.

ABD’nin ciddiyetle takip ettiği yaptırımları hızla küresel karşılık bulmuş, AB de 23 Ocak 2012’de İran’a enerji ticareti konusunda yaptırım uygulamaya başlamıştı. İran bankaları cendereye alınmış, uluslararası para transferlerinde tekel durumunda olan SWIFT’ten bile çıkarılarak uluslararası finans sisteminin dışına itilmişti. Böylece, uluslararası hukuku hiçe sayan İran’ın petrol ve doğalgaz başta olmak üzere dış ticaretinden elde ettiği sermaye, dışlandığı uluslararası finans sisteminde kara para statüsüne sokulmuştu. AB, İran Merkez Bankası’nın AB bölgesindeki hisselerini dondurmaya varan uygulamalar sergilemişti.

RÜŞVETÇİ ERDOĞAN REJİMİ İKİYÜZLÜ BİR AHLAKSIZLIĞI AHLAK EDİNDİ

Erdoğan rejimi ise, ufak tefek bazı itirazlar dile getirmekle birlikte BM yaptırımlarının yanısıra ABD ve AB yaptırımlarını da fiilen uygulama durumunda kalmıştı. En azından öyle bir görüntü vermeyi tercih etmişti. Dananın kuyruğunun koptuğu yer de zaten burasıydı. Erdoğan hükümeti bir yandan uluslararası örgütlere ve müttefiklerine böyle bir görüntü verirken, perde gerisinden kamu bankalarını araçsallaştırarak İran’ın uluslararası finans sisteminden dışlanmış on milyarlarca dolarlık kara parasını aklama işine koyulmuştu. Kara para aklama işi uluslararası hukuk ve finans kurallarının hilafına bir nevi underground bir şekilde gerçekleştiği için kirli kara para piyasasının rüşvet ve komisyon gibi farklı kirli enstrümanlarını da içerir hale gelmişti.

Çağlayan başta olmak üzere sırasıyla Reza Zarrab’ın önüne yatan Erdoğan ile bakanları ve bürokratlarının illegal kara para aklama sürecinde kapladıkları konumun önemiyle ve bu kirli işlerde oynadıkları rollerle doğru orantılı olarak aldıkları rüşvet de değişiklik gösteriyordu. Biz bugün sözkonusu kara para trafiği ile birlikte bu illegal trafiğin yol güvenliği için dağıtılan rüşvetin en azından küçük bir kısmının ne kadar olduğunu biliyoruz. Ama bilinen bu miktarın İran’ın o süreçte Türkiye’de buharlaştığını ileri sürdüğü 12 milyar doların yanında devede kulak kaldığını da görmezden gelemeyiz. Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış, Süleyman Aslan ve benzerlerinin aldığı rüşvetin toplamının 100 milyon dolar bile etmediği düşünüldüğünde İran’ın Türkiye’de buharlaştığını iddia ettiği 12 milyar doların acaba bu ara kademe rüşvetçi melunlardan daha yukarılardaki kimlerin cebine girdiği ise ciddi bir merak konusu? Bunun cevabını sanırım en iyi kendi yaydığı pis kokular burnuna geldikçe başkalarını suçlama madrabazlığında ustalaşan Erdoğan biliyordur.

Tıpkı BM Güvenlik Konseyi’nin el-Kaide gibi uluslararası terör örgütlerini finanse edenlere yönelik yayınladığı kara listede yer aldığı halde ve hakkında Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldığı dönemde bile Yasin el-Kadı ile gayr-i meşru yürüttüğü alengirli ilişkilerde olduğu gibi, Erdoğan ve hükümeti İran’a yönelik ABD ve AB yaptırımları konusunda da resmiyette farklı, fiiliyatta farklı bir tavır takınma yoluna sapmıştı. Sözün özü, birlikte hareket ettiği görüntüsü verdiği uluslararası hukuk mercilerini ve müttefiklerini muazzam bir üçkağıtçılıkla aldatmıştı.

İRAN’LA HUKUKİ MANTIK İÇERİSİNDE YORUMLANAMAYAN İLİŞKİ NE OLA Kİ?

Birkaç gün önce Kazakistan seyahati öncesi yaptığı açıklamada ise, Erdoğan’ın bu yalan ve aldatma çabasını hala inatla sürdürdüğü açıkça görüldü. ABD’de rüşvetçi Çağlayan için düzenlenen iddianame hakkında konuşan Erdoğan şöyle diyordu: “Bu konu gerçekten çok çok ilginç bir konu. Ben Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik bir adım olarak değerlendiriyorum. Biz İran’a yaptırım uygulamıyoruz ki. Bizim İran’la hassas ilişkilerimiz var. (İran’la ilişkilerimiz) hukuki mantık içinde yorumlanamaz. Atılan bu adımlar tamamen siyasidir.”

Nereden bakarsanız bakın skandal bir açıklamadır bu. Erdoğan’a sormak lazım; bir başka ülke ile olan ikili ilişkiler şayet bir “hukuki mantık içerisinde yorumlanamaz” ise hangi mantıkla yorumlanabilir? İran’la ulusal ve uluslararası hukuku aşan, daha doğrusu hiçe sayan ne türden “hassas ilişkileriniz var” Bay Erdoğan? Siz görüntüde dahi olsa bir hukuk devletinin hükümeti ve devlet başkanı mısınız, yoksa başka ülkelerle ilişkilerinde ulusal ya da uluslararası hukukun esamesinin okunmadığı uluslararası adi bir çete misiniz?

Hem adama sormazlar mı, İran’la karanlık şahıslar üzerinden girişilen alengirli para trafiğinde savunduğunuz gibi hiçbir sorun yoksa, üstelik ABD’nin ve uluslararası örgütlerin yaptırım kararları Türkiye’yi hiç bağlamıyorsa İran’ın kara parasını aklama işini neden açıktan yapma cesaretini gösteremediniz? Yoksa apaçık yeni bir yalan mı söylüyorsunuz? Öyle ya, önden aldığınız bahşiş karşılığı içine girdiğiniz kirli ilişkilere devletin kurumlarını alet etmekle yol açtığınız kepazelikten dolayı duyduğunuz pişmanlığı ve utancı ifade edecek haliniz yok ya…

Ama bari İran’ın en büyük destekçisi olduğu Esed’e karşı kışkırtarak yüz binlercesinin ölmesine, milyonlarcasının evsiz yurtsuz kalmasına yol açtığınız Suriyeli mazlumlardan biraz utansaydınız. Hakikaten, bir taraftan o garibanlara Esed’e karşı gaz verirken diğer taraftan onların üzerine bombalar, kurşunlar olarak yağacak İran kara parasını yüklü rüşvetler karşılığı aklayacak kadar nasıl insanlıktan çıkabildiniz? Devletin Halk Bankası’nı Esed’in en büyük finansörü İran’ın merkez bankası gibi çalıştırarak Esed’in giriştiği katliamları finanse ederken vicdanınız hiç mi sızlamadı? Her gün hamasetini yaptığınız Suriyeli mazlumların yüzüne bakmaktan hadi utanmadınız diyelim, aynada kendi yüzünüze bakmaktan da mı hiç iğrenmediniz?

ERDOĞAN ŞECAAT ARZEDERKEN SİRKATİN SÖYLEDİ VE SUÇU İKRAR ETTİ

Hayır hiç utanmadılar, hiç arlanmadılar. Haramla kabarmış gırtlaklarından geçecek rüşvetin miktarına baktılar sadece. Neticede yaptırımlar altında felç olan İran, zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarının satışından elde ettiği gelirin transferinde zora girdiği oranda Erdoğan’ın elebaşılığını yaptığı bu uluslararası çeteye muhtaç hale gelmişti. Erdoğan, kara para akışından kendisine ve çevresindekilere bağladığı hortumlar uğruna hem Türkiye’nin İran’dan aldığı petrol ve doğalgaz ödemelerini hem de üçüncü ülkelerden İran’a para ve altın transferlerini yürüten yasadışı bir mekanizma oluşturmuştu. Böylece, uluslararası para piyasalarında yasal olarak dolaşamayan İran’ın kara parası, İran derin devletinin belirlediği özel kişiler üzerinden uluslararası dolaşıma sokuldu. Bu kara para trafiğinin en etkin uygulaması ise altın ticareti kılıfıyla yapıldı.

Erdoğan, geçenlerde kameralar karşısına geçip hiç utanıp sıkılmadan Çağlayan’ın hükümetin aldığı kararın uygulayıcısı olduğunu söyledi. Bu konuda alınmış hükümet kararının belgesini gösterme zahmetine tabii ki girmedi. Çünkü, o da biliyor ki böyle bir bakanlar kurulu kararı bulunmuyor. Hem böyle bir karar olsa bile, Çağlayan ve diğer rüşvetçi melunların ülkenin çıkarlarını İran’lı zibidilere peşkeş çekme karşılığı aldıkları on milyonlarca dolarlık rüşvet ve kimin cebine girdiği belli olmayan 12 milyar dolarlık kara paranın akıbetini de Bakanlar Kurulu kararlaştırmış olamaz herhalde. Yahu bahsini etiğimiz Bakanlar Kurulu o, adi bir çete mi, mafya mı?

Madem Bakanlar Kurulu kararıyla en azından hiçbir ahlaki ilkesi olmayan siyaseten meşru bir karar çerçevesinde bu kirli trafiğin göbeğinde yer aldınız, öyleyse 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalı sonrası yargı ve polisi darmaduman etme pahasına bu pisliğin üzerini örtmek üzere neden canhıraş bir çaba sergilediniz? Kara para aklama davanızda kahramanca işler (!) yapan dava arkadaşlarınızdan üçünü oracıkta istifa ettirdiniz? Neden peki bugün Reza Zarrab ve rüşvet karşılığı önüne yatırdığı haysiyet yoksunlarını koruyup kollamak için kendinizi bu kadar ortaya atıyorsunuz? İçtiğiniz güğüm güğüm çiğ süt mü karnınızı ağrıtıyor yoksa yazın yediğiniz hurmalar mı bir yerlerinizi tırmalıyor? Ülke çıkarlarını rüşvet karşılığı İran’a peşkeş çeken bu mel’un suç çetesini neden bu kadar koruyup kolluyorsunuz? Siz bu adi ve melun suç çetesinin sahi neresindesiniz?

Sahi Türkiye’de hukuk çerçevesine görevlerini yapan polis ve savcıları hapsederek, hukuku ve yargıyı katlederek, koskoca parlamentoyu ve anayasal kurumları kirli ellerinizle maymuna çevirerek buz gibi somut delilleriyle ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet pisliklerinizin ilelebet üzerini örtebileceğinizi mi sanmıştınız? Gördünüz işte hiç de öyle olmuyormuş? Buzdağının sadece ucu kadarcığını görebildiğimiz pislikleriniz evrensel hukukun global ağlarına da takılabiliyormuş?

PİSLİKLERİNİ ÖRTEBİLMEK İÇİN BUGÜN DE BAŞKA PİSLİKLER PEŞİNDELER

Kim bilir Reza Zarrab ve çoğunu bilmediğimiz benzerleri üzerinden giriştiğiniz ihanetlerin üzerini örtebilmek için bugün daha başka hangi ihanetlere imza atıyorsunuzdur acaba? Pisliklerinizden dolayı yakanızı kaptırdığınız uluslararası güçlere ne tür tavizler veriyorsunuzdur Allah bilir. Emin olan en az sizin kadar Reza üzerinden Çağlayan’a ulaşan Amerikan yargısı da işin elebaşının kim olduğunu çok iyi biliyor. Kendinizle birlikte koskoca ülkeyi ve devleti düşürdüğünüz şu rezil hale bakın hele… Bu pisliklerinizin üstünü Amerikalı lobilere, kirli hukuk bürolarına, netameli isimlere, karanlık tiplere örtülü ödenekten ve kamu kaynaklarından doğrudan ya da dolaylı aktardığınız on milyonlarca dolarla da örtemeyeceğiniz bakalım ne zaman anlayacaksınız? Çoktan anladınız belki de ama belli ki çaresizlikten çırpınıyorsunuz!

Soruşturmanın ne aralarında rüşvetçi Çağlayan’ın da olduğu 9 kişiyle ne de “Turkish Bank-1” diye kodlanan Halk Bankası ile sınırlı kalmayacağını en iyi Erdoğan ve avaneleri biliyor olmalı! Kirli para trafiğinin içinde yer alan herkesin er ya da geç yakayı ele vereceğini, bu pis işe bulaştırdığı kamu ya da özel finans kurumlarının ağır bedellerle karşı karşıya kalacağını tahmin etmek de güç olmasa gerek. Bakalım yıllardır AB ülkelerine ve ABD’ye gidemeyen Çağlayan gibi daha kaç çete mensubu Türkiye’ye hapsolmak zorunda kalacak?

Ama şundan emin olun ki, bu rüşvetçi melunları bir harami cennetine çevirdikleri Türkiye’nin çevresine ördükleri o kalın hukuksuzluk duvarları da kurtaramayacak. Er ya da geç ama mutlaka bu ifritten devran dönecek. Harami saltanatının elebaşı başta olmak üzere tüm bu rüşvetçi vatan hainleri hukuka bir gün hesap verecek.

Zavallılar, gayr-i meşru bir sınırsız iktidarın ve görgüsüzlüğün şahikalarındaki doyumsuz bir şatafatın peşinde haramiliğin zirvesine çıkıp anayasal kurumları, yargıyı, hukuku ve pisliklerini sorun eden medya organlarını arşivleri ile birlikte yok ederken kendilerini de tüm dünyada tiksinilen lanetliler haline getirdiklerinin farkında bile değillerdi. Melanette ve küstahlıkta öylesine ileri gittiler ki yaydıkları pis kokuların kendi burunlarına gelmesi bile sadece melunluklarını ve küstahlıklarını artırmalara neden oluyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin