Peygamberimizin (S.A.V.) muhteşem namazı

Yorum | Cemil Tokpınar

Geçtiğimiz hafta Mevlid Kandilini idrak ettik. Bir anlamda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) doğum günü diyebileceğimiz bu kandili dua, salavat ve ibadetle geçirmeye çalıştık. Bu vesileyle düzenlenen sohbet programlarında Efendimizin (s.a.v.) farklı yönleri ele alındı. Biz de katıldığımız programlarda onun namaza verdiği önemi, tavsiyelerini ve nasıl namaz kıldığını işledik. Çünkü onu anlatan konular içinde toplumumuzun en muhtaç olduğu husus onun namaza verdiği önemdir. Bunun için bugünkü yazımızda Efendimizin (s.a.v.) nasıl namaz kıldığını işleyeceğiz ki, gücümüz ve imkânımız ölçüsünde onu modellemeye çalışalım.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) namaz kılışı öylesine muhteşemdi ki, onu tasvir etmekten insanlar aciz kalırdı.

Namaz vakti girince öyle bir hâle girerdi ki, Hz. Aişe (r.anha) Validemiz şöyle demekten kendini alamamıştır:

— Resûlullah (s.a.v.) ile konuşurduk. O bize bir şeyler anlatır, biz de ona bir şeyler anlatırdık. Namaz vakti geldi mi, Allah’ın kudret ve azametiyle meşgul olmaktan, sanki o bizi tanımaz, biz de onu tanımazdık. İbadetimiz bizi kendi dünyamızdan alır götürür, uhrevî atmosfer içine girerdik.

Bir sahabe de, Resûlullah’ın namaz kılışını şöyle anlatır:

– Hazret-i Peygamber (s.a.v.) namaza başladığı zaman, çevresinde bulunanlar onun göğsünden, kaynayan buhar kazanının fokurtularına benzeyen bir fokurtu işitirlerdi.

O öyle bir namaz kılardı ki, görenler şaşırırdı. Namazda iken ayakta, rükûda ve secdede o kadar uzun dururdu ki, sanki vefat etti sanırlar, heyecanlanırlardı.

Bir rekâtta üç sure okumuştu

Efendimizin (s.a.v.) namazın kıyam bölümünde okuduğu sureler genelde uzun olurdu. Hatta bir sahabe şöyle demişti:

“Resûlullah (s.a.v.) zamanında öğlenin farzı için kamet getirilirken birisi Cennetülbakî’ye kadar gider, abdestini tazeler, gelir ve farzın ilk rekâtına yetişirdi.”

Aişe Validemizin (s.a.v.) anlattığına göre, bazen akşam namazının farzında 26 sayfa olan A’raf Suresini okur, bazen de ikiye bölerdi. Bundan anlıyoruz ki, akşam namazının vakti dar olduğundan namaza başlamak için elbette acele etmek gerekir, ancak namaz içinde acele etmeye, hızlı kılmaya ve kısa okumaya gerek yoktur.

Efendimizle (s.a.v.) birlikte bir teheccüd namazı kılan Hz. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:

“Bir gece Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldım. Bakara Suresini okumaya başladı. Ben yüz ayeti bitirince rükûya varacaktır dedim, ama o devam etti. Ben Bakara Suresini iki rekâtta bitirecektir dedim, devam etti. Ben sureyi bitirince rükû edecek derken, Nisa Suresine başladı, onu okudu. Sonra Al-i İmran Suresine başladı, onu okudu. Sonra rükûya gitti. Rükûda ayaktaki kadar kaldı. Secdede ise rükûdaki kadar durdu.”

Rükû ve secdede uzun uzun dualar eder, her gece ayağı şişinceye kadar namaz kılardı. Çünkü bütün duygularıyla namaz kılmaktan zevk ve lezzet alır, büyük bir huzur duyardı.

Namazda hissettiklerini ifade etmek için ashabına şöyle derdi:

– Sizin yemek yemekten, su içmekten, muamele-i zevciyeden aldığınız lezzeti, ben namazdan alırım.

Bizler de hiç değilse namazlarımızı biraz daha yavaş kılmalı, çok bilinen on sure ve Kevser-İhlâs dışında da sureler okuyarak namazımızın niteliğini artırmaya özen göstermeliyiz ki namazlarımız monotonluktan kurtulup daha canlı ve diri hale gelsin.

Bedir Savaşı’nda cemaatle namaz

Peygamberimiz (s.a.v.) ve güzide sahabeleri Bedir Savaşı’nın en çetin anında bile cemaatle namaz kılmışlardı. Müşrik ordusu Müslümanların üç katından daha fazlaydı. Tam bir ölüm kalım mücadelesi veriliyordu. Ama Allah Resulü ve ashabı canlarını kurtarmaktan ziyade, Allah’ın huzurunda yan yana, omuz omuza namaz kılmayı seçmişlerdi.

Yarısı namaz kılarken diğerleri savaşmış, namaz kılanlar savaşırken diğerleri namazlarını cemaatle eda etmişlerdi. Bu şekilde namaz kılmalarını bizzat Rabbimiz Kur’ân’da şöyle emretmişti:

“Savaşta müminler arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle birlikte namaza dursunlar ve silâhlarını da yanlarına alsınlar. Onlar secde ettikten sonra geri çekilip düşmana karşı dursunlar ve yerlerine henüz namaza durmamış olan diğer topluluk gelsin. Onlar da tedbirli şekilde ve silâhlarını yanlarına alarak seninle beraber namaz kılsınlar.” (Nisa Sûresi, 102)

Buna rağmen Müslümanlar mağlûp olmamışlar, kesin bir zafer kazanmışlardı.

Namaz imkân varsa savaşta bile kılındığına göre basit bahaneler kazaya bırakmanın gerekçesi asla olamaz.

Namaz dereceleri yükseltir

Namaz müminleri çok değerli manevî derecelere yükseltir. Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) sahabelere:

– Size, Allah’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi, buyurdular. Sahabeler de:

– Evet, ya Resûlallah, dediler. Resûl-i Ekrem:

– Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescitlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribatınız, işte bağlanmanız gereken budur, buyurdular. (Müslim, Taharet: 41)

 

Namaz, Cennette Efendimize (s.a.v.) komşu olmaya vesile olur. Suffe ashabından olan ve aynı zamanda Peygamber Efendimize (s.a.v.) hizmet eden Rebia bin Ka’b (r.a.), geceleri Peygamberimizle (s.a.v.) birlikte kalır, onun abdest suyunu hazırlar ve diğer isteklerini karşılardı. Kendisine yapılan iyiliği karşılıksız bırakmak istemeyen Efendimiz (s.a.v.) bir gün ona:

– Ya Rebia, benden bir şey iste, buyurdu.

O da bütün Müslümanların en büyük arzularından biri olan şu isteğini dile getirdi:

– Cennette seninle beraber olmak istiyorum.

Peygamber Efendimiz de ona:

– Başka bir isteğin yok mu, diye sordu.

– Hayır, yok. Sadece bunu istiyorum, dedi.

Bunun üzerine ona şöyle buyurdu:

– Öyleyse, sık sık secde ederek, namaz kılarak, kendi hesabına, bana yardımcı ol.

Hızlı namazı namazdan saymazdı

Peygamberimiz (s.a.v.) namaz kılarken acele etmez, çok yavaş kılar, hatta Fatiha’yı her ayetin sonunda durarak okurdu. Aceleyle kılınan namazı, namaz saymazdı. Bir gün mescitte gelişigüzel namaz kılan bir kimseye:

– Dön de, namazını yeni baştan kıl. Çünkü sen namazı kılmış olmadın, dedi. Adam dönüp yine eskisi gibi kıldı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yine ona:

– Dön, yeni baştan kıl. Çünkü sen namazı kılmış olmadın, diye buyurdu ve bu ihtar üç defa vuku buldu. En sonunda adam:

– Seni hak din ve kitapla gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bundan başka türlüsünü bilmiyorum, bana doğrusunu öğret, dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.):

– Namaza duracağın zaman tekbir al. Sonra ne kadar kolayına gelirse, o kadar Kur’ân oku. Arkasından rükûa varıp, mutmain (azaların yatışmış) oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta doğruluncaya kadar dur. Daha sonra, secdeye varıp mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp mutmain oluncaya kadar otur. Bunu namazın bütününde böylece yap, dedi.

Namaz kılmak canını koruyordu

İslâmiyetin ilk zamanlarıydı. Müşrikler tarafından Müslümanlara büyük ezalar ve cefalarda bulunuluyordu. İslâm’ın ilk anlarından beri hep karşı çıkan ve özellikle güçsüz Müslümanlara düşmanlık edip onları ezen, hatta şehit eden Ebu Cehil ve müşrikler hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı.

Eziyet için fırsat kollayan Ebu Cehil yine içi kin dolu bir hâldeyken Kureyşlilere şu soruyu sordu:

– Muhammed siz varken de ellerini yere koyup Allah’a secde ediyor mu?

Kureyşliler de ona:

– Evet, dediler.

Ebu Cehil:

– Lat ve Uzza’ya yemin ederim ki, eğer onu bu şekilde ibadet ederken görürsem ensesine ayağımı basarak yüzünü yere sürteceğim, demişti.

Bir gün Resûlullah namaz kılıyordu. Ebu Cehil, ettiği yemini yerine getirmek için Efendimize (s.a.v.) doğru yöneldi. İçi kinle dolu, kendinden emin ve gururlu bir şekilde ettiği yemini yerine getirmek için Efendimizin (s.a.v.) boynuna basmak isterken birden bire herkes onun geri çekildiğini gördü. Ebu Cehil’e:

– Ne oluyor, diye sordular.

Ebu Cehil hâlâ olayın etkisinde ve korkarak şu cevabı verdi:

– Benimle onun arasında bir ateş hendeği vardı. Bazı kanatlar da gördüm.

Bu olaydan sonra Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

– Eğer yanıma gelseydi melekler onu parçalayacaktı.

Yine Ebu Cehil’in kabilesinden olan Velid bin Muğire, Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) vurmak için bir taşı alıp, secdedeyken yanına gitti. Birden gözleri kapandı. Efendimizi (s.a.v.) Mescid-i Haram’da göremedi. Sonra geri döndü. Geri döndüğünde onu gönderenleri de göremiyordu, ama sadece seslerini işitebiliyordu.

Efendimiz (s.a.v.) namazını bitirinceye kadar gözleri bu şekilde kaldı. Ne zaman Efendimiz (s.a.v.) namazını bitirdi, onun da gözleri açıldı.

Güzeller Güzeli Efendimizin (s.a.v.) namaz hassasiyetini anlatmaya elbette ki yazılar ve kitaplar yetmez. Ama şu bilgileri bile hatırlamak, onu modellemek isteyen biz müminlere namazlarını gözden geçirme ve kalitesini arttırma arzusu verir. Hepimiz onun namazını miktar ve kalite olarak asla modelleyemeyiz. Ancak namaz kalitemizi arttırmak için alacağımız hisseler ve dersler mutlaka vardır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin