Peygamber bile gelse…

YORUM |  Av. NURULLAH ALBAYRAK

Karamazov Kardeşler adlı eserinde Dostoyevski, romanın kahramanlarından İvan’ın ağzından Büyük Engizisyoncu başlığı ile İspanya’da geçen bir hikaye anlatır. Yer İspanya, dönem de 16. yüzyıldır. Bölgenin Kardinali ve Cizvit rahibi olan Büyük Engizisyoncu, acımasız yargı kararlarıyla insanları meydanlarda yakarak kilisenin iktidarını sarsılmaz kılmak için çalışan bir din adamıdır!

Azizlerin şifa dağıtmada, şairlerin göktekileri yere indirip kahraman yapmada, yazarların ermişleri, melekleri ve gök alemini konu edinmede, saray destekçilerinin de kutsal figürleri sahneye temsile çıkarmada birbirleriyle yarıştıkları bir dönem. Diğer taraftan, Hz.İsa’nın “yakında geleceğim” sözünün üzerinden on beş asrın geçtiği, insanların da bunalmışlıktan dolayı daha büyük bir imanla ve en içten duygulanmalarıyla gözyaşlarını yaradana ulaştırmaya çalışarak  kurtarıcıyı bekledikleri zaman aralığı. İşte Dostoyevski’nin hikayesi İvan’ın anlatımıyla Sevilla’da engizisyonun en kızıştığı bu döneme denk gelir.  

Hikayeye göre, insanların meydanlarda yakıldığı böyle bir ortamda İsa Mesih dünyaya döner. Beklenen kurtarıcının sessizce gelişi ve halkın etrafını sarıp peşinden gitmesi tam da güney şehrinin sıcak sokaklarında Büyük Engizisyoncu Kardinalin kral, saray ahalisi, şövalyeler, kardinaller, saray dilberleri ve bütün Sevilla halkının gözü önünde siyasal dincilere boyun eğmeyen yüze yakın din sapığını (!) muhteşem bir törenle yaktığı ana denk gelmiştir. 

Kurtarıcı ilerledikçe insanların kalplerinde uyandırdığı sevgi, elbisesine dokunanlara verdiği kuvvet, dua sayesinde gözü açılan ihtiyar ya da tabutundan geri kalkan kız çocuğunun yakınlarının sevinç çığlıkları gelenin kurtarıcı olduğuna olan inancı artırmıştır. Olanları uzaktan izleyen ve kaşları çatılan doksanlı yaşlardaki Büyük Engizisyoncu Kardinal, uysal ve sessizce boyun eğmeye alışmış ve kendi önünde yerlere kadar eğilen halkın gözleri önünde, muhafızlarına dönerek “O”nu yakalayıp Engizisyon mahkemesinin bulunduğu dar ve karanlık hapishaneye kapatmaları emrini verir. Bu emir sonrasında halk sessizce Kardinal’in önünden geri çekilir.

Elindeki meşaleyle dar ve karanlık hücreye İsa’nın yanına giden Büyük Engizisyoncu Kardinal, sözlerine “demek sensin… söyleyeceklerini çok iyi biliyorum… ama bundan önce söylediklerine başka bir şey katmaya hakkın yok… neden bize engel olmak istiyorsun… bize engel olmak için geldiğini kendin de biliyorsun…” diye başlar. Doksanlık ihtiyar sonra da şöyle devam eder: “ama yarın ne olacağını biliyor musun… senin kim olduğunu bilmiyor, bilmek de istemiyorum. O musun, yoksa sadece benzeri misin… kim olursan ol, hemen yarın hüküm giydirip en azılı zındık suçlamasıyla yaktıracağım seni”. İhtiyar Kardinal sözlerini “bugün ayaklarını öpen halk yarın bir göz işaretimle atılacağın ateşe odun taşımaya koşacak, bunu biliyor musun… belki sen de biliyorsun bunları” şeklinde tamamlar. 

Büyük Engizisyoncu Kardinalin doksan yıldır içinde biriktirdiklerinin bir çırpıda dışa vurmasının nedeni “Hz. İsa’nın asırlar önce gelip görevini yapıp gittiğine… dinin tanrı tarafından kiliseye devredildiğine… dinin de adaletin de ve hepsinden öte insan özgürlüğünün de sahibinin siyasal dincilerin olduğuna… ve hatta O’nun yeryüzüne yeniden dönerek işleri karıştırmaması gerektiğine” olan kati ve menfaatperest inancıdır. Bu inanç, dindar olmayanlardan ziyade asıl siyasal dincilere boyun eğmeyenlerin “bir talimatla” hüküm giymesi ve muhteşem törenler eşliğinde üstelik de toplumun önünde yakılmasıyla ilgilidir. 

Bu inanç bugün, “İslama saldırı çığırtkanlığıyla ve oy verme karşılığı cennet vaadiyle yaşlı, çocuk, kadın, hamile ya da engelli demeden yüzbinlerce masumu hapishaneye dolduran siyasal islamcıların hırsıyla”, adaletin körelmesi karşısında “uysal ve sessizce boyun eğmeye alışmış menfaatperest destekçi bir kitlenin yerlere kadar eğilmesiyle… ve siyasal İslamcıların körelttiği adalet”le ilgilidir.

Siyasal Hristiyanlığın da siyasal İslamın da ideolojisi bu inançtır. Dinin siyasete alet edilerek tüm değerler gibi adaletin de yok edilmesinin nedenidir bu ideoloji. Din adını kullanan muktedirlerin düzenleri bozulmasın diye gerekirse o dinin peygamberinin meydanlarda yakılabileceği ve o peygambere iman edenlerin de ekmeği verenlerin inandıkları peygamberi yakmasına ses çıkartmayacağı bir ideoloji. 

Bu ideoloji ne yazık ki insanların hem kendi özgürlüklerinden hem de diğer insanların özgürlüklerinden vazgeçmesine neden oluyor. Köreltilen adalet de sadece muktedirlerin düzenlerini korumasına hizmet ediyor…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bir insan hastalığını kabul etmezse onu hep dışarıda başkalarında görür. Direnç öyle güçlüdür ki gerçekten kaçış adına Peygamberi bile hasta yapabilir. Sorunu hep dışarıda arar. Bunun masum olanı futbolla ilgili olandır. İşte hakem taraf tutmuştur falan sürekli futbol konuşularak gerçeklerden kaçmaktadır insan. Bunun siyasi versiyonu sürekli PKK dan konuşmaktır. Yani sorunlarından kaçarken aslında kendisinde sorun olmadığı, sorunun PKK olduğunu görür ve kendi sorununu PKK ya atar. Gece gündüz PKK konuşurlar. Sorunlardan kaçan islamcılar neredeyse PKK ya bağımlı hale gelmiştir. Artık PKK sız yapamamaktadır. Sabah kalkıyorsun televizyonu açıyorsun akşama kadar PKK konuşuluyor. Seçime gireceksin PKK konuşuluyor. Adeta Lider ve fanatikleri kendi gerçeklerinden, kendi sorunlarından bu yolla kaçmaktadır. Savunma mekanizmasının bu kadar geniş çapta kullanıldığını ilk defa fark ediyorum.

    Hani gerçeklerle yüzleşmek yerine futbola kaçışı anlarım da koskoca Türkiyenin neden toplu halde PKK nın arkasına sığındığını anlamadım. Demek Türklük seviyesinde yüzleşilmekten kaçınılan bir sorun söz konusu. Bunun yerine sorun Türklük değil de PKK ve Kürtlük oluyor.

    Koskoca Türkiye Almanyayı kendine hedef seçmesi gerekirken adeta dizleri üzerine çökerek kendini PKK ya hedef seçmektedir. Bu da sorun her neyse onunla yüzleşmek yerine sorunu, tehditi dışarıda görmektir. PKK nın üzerine atılmaktadır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin