Parti müftüsünün ‘Hayır’cı kıyası [Abdullah Salih Güven, yazdı]

Allah selamet versin, patenti Mümtaz’er Türköne’ye aittir ‘parti müftüsü’ tabirinin. Kastı sadece Hayrettin Karaman mıydı onu bilmiyorum ama 17/25 Aralık soruşturmalarının devam ettiği günlerde “Yolsuzluk hırsızlık değildir!” cümlesi ile tarihe mal olan meşrulaştırma -ben buna dini suiistimal etme diyorum- çabaları esnasında kaleme aldığına göre kastettiği şahıslardan birinin Karaman olduğunda hiç şüphe yok. Parti müftüsü ve müftülerinin o gün bugün devam eden meşrulaştırma çabalarına Karaman yeni bir yazıyla katıldı dün. Yazının başlığı: “Referandum sürecinde itidal”.

Sathi bir bakış açısıyla yazıyı okursanız Karaman’ın düşüncelerine, dilek ve temennilerine katılamamak mümkün değil. Dediği şey özetle referandumda hayır oyu verecek kişilerin de bu milletin bir ferdi olduğu, her ne kadar “yabancılaşmış parçalarımız da” olsa onlara kucak açılması ve her şeye rağmen birlikte yaşama mecburiyetimiz. İyi ama kamyondan sergiye indirilirken yere düşen karpuz gibi param parça hale gelen Türkiye toplumunun bugüne gelmesinde Karaman ve emsalinin ifa ve icra ettikleri fonksiyonu nereye koyacağız? 2010’lu yıllardan bugünlere gelişimizde iktidar sahiplerine verdiği fikirlerin, bugün yazısında dile getirdiğinin tam aksine sonuç verecek uygulamaları teşvik edişini nasıl unutacağız? Söz uçar yazı kalır. Arşiv meydanda. Sayısı neredeyse yüzlere baliğ olan yazıları ortada. Evet, gerçekten soruyorum, onları nereye koyacağız?

hayır spot

HOCA KENDİ GAZETESİNİ OKUMUYOR OLABİLİR Mİ?

Ben yazıda iki şeye takıldım. İlki “Ahlak ve hukuktan ayrılmaları mümkün olmayanlar karşı tarafın silahlarını kullanamazlar; onlar yalan söylüyorlar diye yalan söyleyemezler, onlar iftira ediyorlar diye iftira edemezler, onlar kumpas kuruyorlar diye kumpas kuramazlar…” cümlesi.

Acaba Karaman bu dünyada mı yaşıyor diye sormadan, köşe yazarlığını yaptığı gazeteyi hiç mi okumuyor; çapraz okuma ve izlemede hiç mi bulunmuyor Hoca demekten kendini alamadım bu cümleyi okuyunca. Keşke iyi bir arşivci olduğunu bildiğim Fehmi Koru gibi yardımcı olsa da Yeni Şafak’ın son 4 yıldır yazdığı yalan ve iftira haberleri, yanına yandaş yargının verdiği tekzip kararlarını da ilave ederek kendisine gönderse. Ben eminim Hoca’nın yüzü kızararak yere bakacaktır. Çünkü Hoca’nın imanına ve hayâ duygusunun hala kendisinde var olduğuna inanıyorum. Yazıları ile teşvikçisi olduğu zihniyetin devletin bütün imkânlarını seferber ederek vatandaşlarına kurduğu kumpasları, kurguladığı yalan ve iftiralarla nice zulümlere imza attığını görünce sanırım utanacaktır diye düşünüyorum.

Neyse, bu hamur çok şu götürür.

BİR FIKIHÇIYA BU ‘KIYAS’ YAKIŞIR MI?

Yazıda takıldığım ikinci nokta ise; “Müslümanlar Yahudilere, Hıristiyanlara ve diğer din mensuplarına aralarında, kendi toplumlarında yaşama hakkı tanıdıklarına, onlarla ‘iyilik ve adalet çerçevesinde’ ilişkiler kurduklarına göre kendi insanlarından olup zaman içinde değerlerine, öz medeniyet ve kültürüne yabancılaşmış parçalarına bunu tanımayacaklar mı?”

Hiç şaşırmadım bu cümleyi okuyunca. Neden? İki ayrı açıdan. Birincisi; siyasal İslam zihniyetinin dini aidiyetlerin üst kimlik olarak kabullendiği anlayışının tabii bir yansıması bu cümledeki düşünceler. Daha açık ifadesiyle devletin vatandaşlarını tasnif ederken, hak ve hukuklarını -ki buna insan olarak dogmalarından hareketle Allah’ın vermiş olduğu tabii haklar da dâhil- dini kimliklerini merkeze alarak dağıtması. Hâlbuki dünya neredeyse iki asırdan beri vatandaşlık statüsü dini kabuller üzerine kurmuyor. Bugün Hıristiyan nüfusun kahir ekseriyeti oluşturduğu Avrupa ve Amerika’da yaşayan 30 milyonu aşkın Müslüman, vatandaş olarak hayatlarını idame ettiriyor.

İkinci açı ise, kıyas. Hoca herkesin bildiği gibi fıkıhçı. Fıkıhçı olduğu için de referandumda hayır oyu verecek TC kimliğine sahip vatandaşları Yahudi ve Hıristiyanlarla mukayese ediyor. Yani kıyas yapıyor. Dinimiz Yahudi ve Hıristiyanlara kendi dinlerinde kalmaları halinde bile yaşama hakkı veriyor, öyleyse biz de referandumda hayır oyu vereceklere aynı hakkı vermeliyiz sonucuna ulaşıyor. Hoca kusura bakmasın ama yaptığı kıyas, kıyas-ı fasit. Zira ortada ne asıl var, ne de fer’. Daha da önemlisi ortak illet de diyebileceğimiz vech-i şebeh hiç yok.

Dolayısıyla kıyasen verilen hüküm de tek kelimeyle anlamsız. Anlamsız olmasının ötesinde ‘hayır’cıları da bağrımıza basmalıyız, birlikte yaşamalıyız derken ayrımcı sonuç doğuran bir öze sahip. Hayatını fıkha adamış Hoca böyle bir hatayı nasıl yaptı bilmiyorum. Aklıma gelen tek şey, siyasetin gözünü bürümesi, kendisini esir alması, hayata sadece o pencereden bakar hale getirmesi. Başka da bir izah bulamıyorum.

OLUR MU, OLUR!

Sakın yanlış anlaşılmasın; Hocanın “Ben ‘evet’te hayır görüyorum” demesine dediğim bir şey yok. Şahsi görüşüdür ve bunu açıklama hakkına da sahiptir. Ama “hayır”ı tercih edip “hayır” da hayır görenleri, tabii hakların en birincisi olan yaşama hakkı bağlamında Yahudi ve Hıristiyanlarla mukayese etmesine şaşırıyorum, hatta kaygılanıyorum. Zira bu zihniyetin bir öte adımı “hayır” diyenlerin yaşama haklarının elinden alınmasıdır.

Ben tam da bu noktada bütün hüsnü zannımı zorlayarak diyorum ki acaba bizim muttali olmamıza imkân olmayan kapalı kapılar ardındaki toplantılarda “hayır” diyenlere başka yaptırımların uygulanacağı mı konuşuluyor ki Hoca bu sözleri ile bir ön almaya çalışıyor? Olur mu, olur. Bu kadar da olmaz demeyin lütfen. Bugün ülkemizin geldiği durumu çok değil 5 yıl önce hayal edebilir miydiniz? Çakma bir darbe ile 46 bin masum insanın hapislere atılacağını? İşkenceler yapılacağını? Şahsi mal ve mülklerin müsadere edileceğini? Bunları yapan zihniyet, istediklerini elde edememesi halinde bir tık daha ileri gidemez mi? Allah korusun ama gider. Yaptıkları yapacaklarının delilidir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin