Özsavunmamdır, hesap soruculara arz ederim!

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Bundan 18 yıl önce, devletin teminatı altında bulunan yani hapishanede tutuklu bulunan onlarca insanı gazla, yakarak öldürmüşlerdi (19 Aralık 2000 tarihinde); bunun da adını “Hayata Dönüş Operasyonu” koymuşlardı.  Bu 18 yıllık süreçten sonra yine hapishanelerde onbinlerce siyasi tutuklu var ve onları da “İsyana kalkışacaklardı” deyip katletme hazırlıkları konuşuluyor. Bunun adını da “Hayata Diriliş operasyonu” mu koyarlar, bilemem artık…

O operasyonlara o zaman karşı olduğum ve çok üzüldüğüm gibi, bugünkü yaşanan drama da o kadar karşıyım ve çok üzülüyorum. Dişlerimi sıkarak uyumaktan çene ağrılarından duramaz hale geliyorum bazen.

Ve yine bundan 40 sene önce Maraş’ta birçok insanımızı katletmişlerdi, 19-26 Aralık günleri arasında gerçekleşen bu soykırımı, “Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” şeklindeki sapık bir dini sapma cezbesi ile yapmışlar, o dönemin şahitlerinin anlattığına göre!

Ben o dönemlerde çocuktum, yaşadığım muhit gereği de Alevi nedir bilmezdim. Büyüdüğümde bu yaşanmışları idrak ettikçe müslümanlığımdan, “sünni”liğimden utanmıştım.  Bu üzüntümü ifade etmeye kalktığımda ise, “Sizin Sünniler, Sivas’ta da canlarımızı yakmışlardı!” diye ikinci bir tokat yemişliğim olmuştur. Onları da yakanlar her kimse Allah cezasını versin, bütün canilerin, katillerin, katliamcıların Allah belasını versin; Sivas’ta yanan canlar için de çok üzgünüm!

“Peki, 1937’de Dersim’de çoLuk çocuk demeden katledilen Aleviler için bir şey söylemiyor musun, onlar için de söyle çabuk!!”

Onlar için de çok ama çok üzgünüm, bu acılara sebep olanların hepsi kahrolsun, ama artık dostluk, insanlık kazansın.

“Alevilerin ki can da Ermenilerin ki değil mi? Sizin Türkler, Kürtler, müslümanlar onları tehcir adı altında soğuk kış yolculuklarında katlettiler, onlar için de çabuk bir şey söyle!!”

Buna dair de çok duydum, çok söyledim: Bu acılar için de çok üzgünüm, hikayelerini dinledikçe kahroldum. Geçtim Müslümanlığı, Türklüğü; insanlığımdan utandım.

“Ama onlar da Osmanlı’ya baş kaldırmıştı, Ermeni çeteleri köylere baskın düzenleyip bir çok sivil halkı katletmişlerdi” savunmalarını duydum sonra. Şimdilerde Ahmet Akgündüz gibi profesörlerin Hucurat suresine atıfta bulunarak, “Fetö” dedikleri Cemaat mensuplarının hepsinin katledilmesi çağrıları gibi! O fetvanın gerekçesi de: “O cemaat içinde birilerinin 15 Temmuz Darbesi’ne karışmış olma ihtimali” imiş. Bu IŞİDci, Harici kafalar hep vardı, (yok olasıcalar) maalesef var da olacaklar anlaşılan…

ŞAHSİLİK İLKESİ Mİ, O NE Kİ?!

Ermeni çetelerinden katliam yapmış olanlar vardır, “Ermeni Mezalimi” diye yazılmış bir çok kitap da var, çoğunu da okudum. Ama bunların hiç birisi, o ırka/ millete aidiyetinden dolayı bir başkasına, bir sivil vatandaşa zulmedilmesine bahane teşkil edemez! (Şöyle ilginç travmatik bir durum da var; şimdilerde “şunlar, bunlar katledilsin” diyenlerin evveliyatına bakıyorsunuz, bir kısmı benzer kırımlara uğramış, sonra kendi kimliklerini gizleme ihtiyacı hissetmiş kimseler. Bunun bilinçaltının da incelenmesi gerekiyor, ciddi bir patolojik tepkime.)

Hukukuta, suçlarda ve cezalarda  “şahsilik ilkesi” geçerlidir. Anayasamızın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinin 7. fıkrasında yer alan “Ceza sorumluluğu şahsidir” düzenlemesi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, “Ceza Sorumluluğunun Esasları” başlıklı ikinci kısmındaki 20. maddede “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” şeklinde geçmiştir.

Ceza Kanununda da “kanunilik ilkesi” temel bir düsturdur (TCK m2): “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.”

Sünni olmaktan dolayı yurtışında da özeleştirimi verdim. Gelmek zorunda kaldığım bu uzak diyarlarda yazıldığım dil kursunda en yakın arkadaşlarımdan birisi Iraklı Arap Şii bir avukat idi. O da benim gibi canını kurtarmak için kendisini buralara atmak zorunda kalmış birisiydi. Samimiyetime inandığı bir gün, gözleri yaşlarla dolu olarak abisinin IŞİD’li militanlarca –sırf Şii olduğu için- nasıl diri diri yakıldığını anlatmıştı. O anlatırken boğazım düğümlenmiş, adeta şoka girmiştim. Bütün o caniler, bütün sünni müsvetteleri, insanlıktan nasipsizler adına tekrar tekrar özür dilemiştim. (Şunları yazarken, onun anlattıkları gözümün önüne geldikçe gözlerim yine acıyla doluyor ve aidiyetlerim adına tekrar üzüntülerimi beyan ediyorum!)

Benim gerçekten üzüldüğümü gören Iraklı avukat, o an kendi acısını unutmuş ve beni teselli etmeye başlamıştı: “Üzülme, biliyorum geçti ve sen onlar gibi değilsin, suç senin değil” şeklinde sözlerle… Ve derste konu açıldığında beni öğretmene göstererek: “Ama bu arkadaş benim kardeşim gibi, onu ölen abim gibi seviyorum!” demişti.

..

Bu IŞİD’liler, Erdoğanist bazı kimselere dair mevzular Hristiyan komşumla da çok muhabbet konusu oldu. Bir gün bana onlardan dolayı hesap sorunca, bir müslüman olarak bütün üzüntülerimi ifade etmiş ve şunu demiştim:

“Hz. İsa, insanlık tarihinin en barışçıl insanlarından birisi, bir yanağına vurulduğunda öbürü çevirmiş ve uyanlarına da aynısını tavsiye etmiş. Ama sonraki yıllarda Hristiyanlık için –Haçlı Seferleri’nden dolayı vs- sayısız insan katledilmiş. Peki bugün ben seni bunlardan dolayı mesul tutsam haksızlık değil mi? O din ya da inanç adına birileri şahsi yorumlarıyla yanlışlar yaptılarsa bunda Hz. İsa’nın ne suçu var, şimdi senin ne suçun var?

O dönem Hz. İsa’ya zulme vesile olan bazı Yahudiler oldu diye şimdi Yahudileri mesul tutmanın anlamsız olması gibi. Hani fıkrada var ya, bir Hırisyan yolda giderken bir Yahudi görmüş ve ona bir tokat atmış, sebebini sorunca da, ‘sizin Yahudiler bizim Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine sebep olmuşlar, ondan’ demiş. Yahudi de, ‘İyi de bu dediğin 2 bin sene önce olmuş” deyince Hristiyan, “Ama ben bu hadiseyi bu sabah öğrendim’ demiş. O hesap yani.”

Emekli yaşlı (biraz da islamofobiye yatkın) Hristiyan komşum hak verdi, şimdi çok iyi dostuz ama dediklerime şu an Türkiye’deki insanların büyük çoğunluğu hazır değil daha.

“HAKİMSEN, HEPSİNDEN HESAP VER!”

Dün sosyal medyada Ahmet Şık’ın yine her zamanki haklı tepkilerinden birisinin altına şahsi yorumumu yazmıştım.  Ve yorumumda Şık gibi gazetecilerin ülke ve siyasiler için müzisyenlerin “Metronom” aleti vazifesi görebileceğini, onların doğru ritmi yakalamalarına yardımcı olacağını ifade etmiştim, bütün samimiyetimle…

Altına birisi hışımla bir mesaj yazmış ve iğneleyici bir üslupla, “Onu önceden tutuklayanlara, Ergenekon Davası’na bakanlar hakkında da bir şeyler söylememi” istemişti. Bu buyurgan özeleştiri karşısında ne diyeceğimi bilememiştim; zira ben de “gazeteciler ve yazarlar fikirlerini rahatça ifade etsinler, bundan terör anlamları çıkarmak saçmalıktır” dediğim için yurdundan, işinden olmuş bir eski yargı mensubuyum, bedel ödemekte olan birisiyim, ne diyeyim şimdi?!

Sözlerimin arkasındayım. Say ki ben “önceden gazetecilerin özgürce yazmasına karşı olan pisliğin teki idim” diyelim ve şimdi bunları söylüyorum, bu düşüncedeyim şimdi. Benim, insanların değişme hakkı yok mu? İnsanların ders çıkarma, gelişme, telafi ihtimali/ fırsatı yok mu?!..

Ergenekon davaları gibi, ya da görev yaptığım yerlerden dolayı KCK davaları ile ilgili çok soru soranlar ve orada yaşanmış sıkıntılara dair bana çok hesap soranlar oldu. Malumunuz, şu son dönemlerde 5 bin civarında yargı mensubu “FETÖ Yaftası” ile ihraç edildi. Benim de ihraçlar arasında olduğumu, benim de bir “FETÖ dava”m olduğunu duyan hemen atlıyor:

“Hesap ver, hemen özeleştiri yap! Ergenekon Savcıları ve KCK Savcıları filan da FETÖcü imiş, o davalarla ilgili özsavunmanı ver.”

Kim nerede, ne adına yanlış yaptıysa; yanlış yanlıştır. Kendi adıma da, başkaları adına da yapılmış hiçbir yanlışı olumlamıyorum, kabül etmiyorum. Şahsımla ilgili olanlara dair yanlışlarımdan dolayı herkesten özür diliyorum, üzgünüm. Benim yanlışım olduysa bağımsız kurumlar önünde hesap vereyim: ama bunlardan dolayı ailemi, yakınlarımı rahat bırakın.

ETÖ, KCK vb davalarda yanlış yapanlar olduysa da yargı yolu açık. Hükümetin elinde bütün imkanlar. Yanlışları bulunup çıkarılsın. Kaldı ki o dosyalara bakanların bir kısmı FETÖ torbalarına doldurulup örgüt suçlaması ile yargılanmakta halen… Fakat bir kısmı ise istisna tutuldu. Çünkü o diğer kısmı, hükümetle / iktidarla uyumlu çalışmayı kabul ettiler ve icraatlarına devam ettiler.

Yargı camiası içindeki üçte bir oranında atılan insanlar ki hükümetin her dediğine “Evet efendim!” demeyecekleri için atıldılar; her kesimden de insan vardı içinde. Şimdi tam dikensiz gül bahçesi, Erdoğan bostanı. “FETÖcü” deyip damgalanarak atılan bu insanlar eğer tam biat etseler, işbirliğine razı olsalar zaten görevlerine devam ediyor olacaklardı ve “evet” demiş olsalar belki şu anki zulümlere ortak olanlar bile çıkacaktı. Sadece kendimle ilgili olanı söyleyeyim: Uzlaşmam için kaç kere bana teklifler geldi, hem HSYK binasında, hem de çalıştığım adliyede. Yanaşmadım, şimdi buradayım.

Şu an hapiste olan insanlar da belli tercihlerinin bedelini ödüyorlar. Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder’in dosyaları ile ilgili de yine aynı iddialar gündeme getirildi: “Bunların ilk hazırlık dosyalarında yer alan savcıların bir kısmı şimdi içeride. Bu FETÖ kumpasıdır vs…”

Dosyalara vakıf değilim. Ama o dosyaları ilk hazırlayanlar arasında yer alanların bir kısmının FETÖ torbasından içeride olanlar vardır, mümkün.  O dönemler, güvenlikçi/ devletçi reflekslerle hareket edip ilk soruşturmaları başlatmış olabilirler. Şimdi aradan en az 4 yıl geçti. Bu kadar zaman bekletip şimdi o dosyaları patlatıyor hükümet. O dönemden sonra hükümetin ve siyasilerin, derin devletin “milli birlik, beraberlik, devletin bütünlüğü vs” gibi hamasi söylemlerinin arkasına gizlenerek zulme girdiklerini gören bir çok kamu görevlisi, yargı mensubu frene basmaya başlamıştı. Fakat muktedirler, hiç bir şeyi sorgulamadan tam gaz gidecek adamlar istiyordu, sonu uçurum da olsa…

Ben kimsenin avukatı, vekili değilim. Vekaletsiz iş görmek de hukuken suç. Kaldı ki ben TC sınırları içerisinde kendi haklarımı savunmaktan bile aciz bir insanım. Kendi avukatım bile kendisini savunamayacak durumda artık. Savunma dahi savunmasız. Ama sadece hakkı teslim etmeye çalışıyorum. Bir de olayların çok yönlü anlaşılabilmesi için şahsi tecrübelerimi paylaşıyorum, o kadar.

ÖZSAVUNMA İSTEME BUYURGANLIĞI!

Sosyal medyada benden özeleştiride bulunmamı istenler, “Yurdışında bulunan siyasilerin ve bürokratların hesap verilebilir olduğunu, o yüzden bütün bunları bana sorduklarını, bir bakıma sorumlu tuttuklarını” söylüyorlar.

Bir kere gelişmiş, demokratik ülkelerde şahsilik, kanunilik ilkesi hakimdir, herkese kendi yaptığını sorarlar. Bizim gibi az gelişmiş, intikamcı/ kan davası güdücü toplumlarda herkese herşeyin hesabını sorarlar. Bana Ergenekon’u ve hatta 15 Temmuz’un hesabını sordukları gibi. “Kermeste mağdurlar için içli köfte yapan” bayanlara, bu suç(!)tan dolayı, darbenin, örgütlerin hesabını sordukları gibi! Bu gerekçeyle içeride öldürdükleri gibi!

Eleştirdiğiniz KCK, PKK bile mensuplarını yargılarken: “Yaptıklarından dolayı hesap ver, özsavunmanı yap” diyor, gelen dosyalardan anladığım kadarıyla… Devlet aklı, “azılı, kanlı terör örgütü” dediğiniz o örgütlerden çok daha gayri hukuki şu an.. Toplumsal bilinç ise bundan farklı değil. Zira insanlara yapmadıklarından hesap soruyorlar, özsavunmasını istiyorlar. Sonra da itirafçı, sonra iftiracı yapıyorlar.

Bu konuda yazmayı düşünürken, Ahval”de Herkül Millas’tan “Özeleştiri” başlıklı muhteşem bir yazı geldi! Her ne demek istiyorsam hepsini bir çırpıda demiş, o yüzden de tekrar etmiyorum, lütfen bir göz atın yeter.

Şimdi son özeleştirilerim, özsavunmalarım. Bu dünya sürgününe maruz kaldığımız için üzgünüm… Hele hırsa kapılıp öz kardeşi Habil’i öldüren Kabil adına da çok üzgünüm. Keşke böyle bir kardeş katli gerçekleşmeseydi. O gün bugündür de bu kardeş kanı dinmiyor.

Kutsal Kitaplarda geçtiğine göre, melekler bu yaşanacakları hissetmiş ve Yaratıcı’ya:

“(Yeryüzüne) bozgunculuk edecek, kan dökecek birini mi göndereceksin?!” (Bakara/30) diye sormuşlar. Yaratıcı ise: “Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim” diye cevap vermiş o vakit…

Belki sır burada; özümüzde var olan o bütün kan dökücülüğümüze, bozgunculuklarımıza rağmen, hatalardan ders alıp, özeleştirimizi yapıp, kendimize çeki düzen vererek yol almak. De Niro’nun bir filmindeki gibi, “Hiçbirimiz Melek Değiliz”. Zaten Var Eden, sadece melekler, melek gibi varlıklar yaratmak isteseydi bizim gibi kusurlu şeyleri var etmezdi.

Ama onun bir bildiği var kesin, ders alan ve kendini geliştiren varlıklar istedi. Belki onların içinden bunlar onda bir, belki yüzde bir anca çıkar. Ama o yüzde bir için dahi olsa, bütün bu dünyaya değer diye düşündü Yüce Yaratıcı anlaşılan!

Şimdi, başka yanlışları bana ve benim durumumdaki insanlara sormayı düşünenler varsa tamam, hazırım. Kızılderililerin, Aborjinlerin, Saomilerin kırımına dair mesela… Baştan diyeyim; onlar adına da bir insan olarak çok üzgünüm, bir insanoğlu olarak diğer o Ademoğlu kardeşlerim adına özür diliyorum.  Gerçekten, ama gerçekten!

Ama yakın planda ve zamanda ülkemdeki yaşanan soykırımları bir konuşalım isterseniz. Hazırsanız?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin