Ötme Bülbül Ötme [Saray’da Reza günleri–1]

Yazı Dizisi | Selim Gündüz

Not 1: Bu dizi, AKP Bakanlarının açıklamaları kadar ciddidir. Malzeme gerçek, diyaloglar en az Erdoğan’ın sözleri kadar yalandan uzaktır.

Not 2: Ankara’nın sayın ve acar Başsavcısı Yüksel Kocaman; Bu diziye sakın dava falan açma! Yoksa doğuda görev yaptığın yerde beraber kaldığımız cemaat evlerindeki maklube hatıralarımızı tek tek yazarım. Akşamında kendini Sincan’da bulursun!

***

Yer Beştepe, Tarih: Kasım ortaları, Saat 07.30

Saray’da yeni bir gün başlıyordu. Nöbetçi doktor sabah hapları ve bitki kürleri tepsisiyle D koridorunda ilerliyordu. Sabahtan beri 25 dakikadır Beyefendi’nin yattığı odayı arıyordu. Sabah rutini olmuştu. En az üç kişiden yardım almadan yattığı odayı bulamıyordu. Gerekçe güvenlikti. Kimi zaman oğulları ve karısı da Beyefendi’yi bulamıyordu. Kaldığı yer en yakınlarından saklanıyordu. Her gece farklı katta başka odada yatıyordu.

Nöbetçi doktor nihayet tarif edilen yere vardı. Dev bir büfenin önüydü. Eşyaları inceliyordu ki büfenin hareketiyle irkildi. Büfe gizli kapıyı kamufle etmişti. Başını uzatan güvenlik müdürü Muhsin içeri gelmesini işaret etti.

Önce üzeri arandı. Asıl doktor ilaçları kontrol etti ve teslim aldı. Asıl doktorun bir işi de çeşnicibaşılıktı. Tepsideki altı çeşit bitki üsaresinin her birinden birer kaşık içti. Yutarken de kürleri hazırlayan otçu başdanışmana bir şeyler mırıldandı. O tatmadan kürler kullanılmıyordu. Allah’tan hapları içmek zorunda değildi.

‘EĞİTİM ŞART SAĞLIK ESAS’

Beyefendi dev bir kahvaltı masasında oturuyordu. Saray’da “eğitim şart sağlık esastı.” Beyefendi sağlıklı beslenmeliydi. Saray’ın güney tarafında özel bir tarım alanı kurulmuştu. Çinlilerin tavsiyesiyle Ukrayna’dan 20 bin ton özel tarım toprağı getirilmişti. Tüm sebze ve meyveler orada üretiliyordu. Et ve Süt ürünleri ise seraların güneyindeki ağıllardan elde ediliyordu. Beyefendi’nin mutfağına dışarıdan gıda girişi yasaktı. Yine de sofraya konacak her şey eksi 1. kattaki laboratuvarda kontrol edilirdi. Beyefendi’nin hayatı halkın hayatı demekti. Doktor yanına girince sofradan gözlerini alamadı. O kadar çok çeşit vardı ki Başvekil’in mahdumu “Rulet Erkan” bile her birinden bir çay kaşığı alsa çeşitleri bitiremezdi.

Ama Beyefendi’nin gözü bu ara hep dalıyordu. Rize Korkota çorbasını içmiş bırakmıştı. Başdanışmanlar kahvaltı masasının karşı yanına dizilmişti. Beyefendi çorbasını içerken bayağı yumulmuşlardı ama çorba bitince mecburen durmuşlardı. Beyefendi gözleri uzaklara dalarken kiminin gözü manda kaymağına, kiminin gözü ise Polonya sosisi ile yapılmış omlet’e dalmıştı.

İlk soru Adliye Vekili’nin bağlı olduğu başdanışmana geldi:

– Evet dün ne yaptınız? Adliye Başdanışmanı elindeki Pancon Tomate ekmeğini usulca bırakıp dosyasına uzandı.

– Efendim, dün 51 kişiyi Bylock’tan aldık.

Beyefendi sakince:

– Niye böyle az? Ben her gün minimum 100 demedim mi? Tutuklama furyası kesilirse dışarıdakiler yeniden organize olur.

– Efendim pazartesi 125’le hedefi aştık. Salı 94. Dün 82. 27 kişi de IŞİD’den tutukladık.

NİYE OLAY ÇIKMIYOR?

Beyefendi:

– ‘IŞİD’lileri sadece göz altına alın’ demiştim. Tutuklamaya ne gerek var?

– Efendim bakana dedim ama unuttu herhalde.

– Tutuklayınca sanki memleket bunlarla kaynıyor sanacaklar… Bir de hapishanelerde olay çıkacaktı. O iş ne oldu?

– Adi suçlularla bunları karıştırıp pilot denemeler yaptık. Ama adi suçlular onlarla düşüp kalkmaya başladı. Onlara arka çıkıyor. Geçen, ‘Niye cemaatçilere kaba davranıyorsunuz’ diye gardiyanı tartaklamışlar. Başka bir olay çıkmadı. Sonra  Yargıçları, mahkum ettikleri hükümlülerle aynı koğuşa koyduk orada da henüz bir sonuç yok.

– ….

– Efendim Adalet bakanımız bir hususu soruyordu, yaşlıları ve bebekli anneleri bıraksak diye, çünkü eeee… size bazı eleştiriler geliyormuş? Hatta bizim yazarlar bile…

Beyefendi’nin elmacık kemikleri oynadı, dişleri gıcırdadı:

– (Elini masaya vurarak) Ben size laf anlatamıyorum. O ahmak Bekir’e de defalarca dedim. Kim olursa olsun bize tam taraftar haline gelmeden çıkmak yok. İhbar bile yetmez. Pişmanlık yetmez. Ayrılmak yetmez. Eleştirmek yetmez. Bize yaptıklarını tersten yapacak… Bebekmiş… Bebekse bebek! Büyüyünce ne olacağı belli değil mi, göremiyor musunuz bunu? Kaç defa dedim. Acırsanız acınacak hale düşersiniz.

– Efendim ben de tam sizin gibi düşünüyorum da Bakan Bey bir de dedi ki dünyaya anlatmakta zorlanıyormuşuz. Diğer muhalifleri tahliye edersek bütün dünya bizi takdir edermiş.

– Neydi bir söz vardı. Milletin üstünden sopayı eksik edersen… azarlar. Gezi’de gördünüz. Herkes devletin gücünden korkmalı! Gerisi boş.

Beyefendi ekonomi başdanışmanına döndü:

– Dolar ne oldu gece?

Soru geldiğinde ekonomi başdanışmanı uzak köşede kahvaltıya devam ediyordu. Kaymağa gömdüğü bir yemek kaşığı petek balı ekmeksiz ağzına tıkmıştı ki yakalandı. Yutsam mı çıkarsam mı diye kararsız kaldı. Kaymakla el birliği son bir hamleyle toptan yuttu. Yutmada zorlanınca yüzü kızardı. Bu ağız bu kahvaltıya dar geliyordu. Yemek borusu ise ağız kadar genişlemiyordu.

Beyefendi kafasını sallayarak:

– Ben ne derdindeyim siz ne derdinde…

YENİ DÜNYANIN DOĞUM SANCISI

Başdanışman yutkunup konuştu:

– Efendim gece 3.88’i gördü. Ama Yiğit Bey bu yükselişi “Yeni dünyanın ‘doğum sancısı’na tanıklık ediyoruz” diyerek açıklıyor. “Her yükseldiğinde dönüyor. 3.50 bandına yine döner” diyor. Endişe etmemenizi istiyor.

– Beyefendi’nin öfkeden yüzü kızardı. Gözlerini başdanışmanın gözlerine dikerek:

“……….”

Geçen hafta atanan ekonomi başdanışmanı böyle bir küfrü askerde bile duymamıştı. Kulaklarına kadar kızardı. Yiğit’in aylardır Beyefendi’nin huzuruna çıkamadığını bilmiyordu. Gafil avlanmıştı.

Dış politika başdanışmanı sakinleştirmek için araya girdi:

– Efendim sizinle seyahat eden gazeteciler Katar’da para meselesinin çözüldüğünden bahsetmişlerdi ama…

– Neyi çözüyorsun ya? Biz onlar için kendimizi ortaya attık. Yüz milyonlarca gıda gönderdik. Adam havaalanına karşılamaya gelmedi. Önümüzdeki günlerde bir komisyon kurup neler yapabileceklerini görüşeceklermiş.

Beyefendi sekreteri Hasan’a döndü:

– Binali Amerika’dan döndü mü?

– Evet efendim gece yarısı döndü. Ben ‘lazım olursun çabuk gel’ demiştim. Gelmek üzeredir…

ORGANİK BOTOKS

Nöbetçi doktor dönerken yolunu kaybetmişti. Yanlışlıkla başka bir salona girdi. Kendini Marks & Spencer’in kadın reyonunda sandı. Hanımefendi’nin giyim odası olmalıydı.

Doktorun kazara girdiği salonda hummalı bir çalışma vardı. Hanımefendi’nin giyim hazırlıklarının yapıldığı yerdi. İki üç kadın o gün giyilecek kıyafetleri ayarlıyordu. Farklı tasarımlardan oluşan kreasyonlar sunumu bekliyordu. Bir modaevi, iki modacı ve dört terzi her gün için dört ayrı elbise takımı hazırlıyordu. Hemen yanda ayakkabıların bulunduğu salon vardı. Doktor dikkatlice bakınca bine yakın olabileceğini düşündü. Devrik Tunus diktatörü Bin Ali eşi Leyla’nın 1000 ayakkabısı demek ki abartı değilmiş diye düşündü.

Hanımefendi israfı sevmezdi. Elma kabuklarını sirke yapardı. İşte o yüzden her sabah ambalajladığı saçları için sadece bir kuaför istemişti. Organik botoks için Küba’dan 2 doktor getirilmiş aylarca zemin etüdü yapmış, randıman almışlardı. 3,7 milyonluk özel kürler kullanılmıştı. Hanımefendi tüm kadınları temsil ediyordu. Değerdi. Zemin düzelince makyaj artık yarım saati geçmiyordu. Kazanan halk olmuştu. Hanımefendi halkı ve toplumu eğitmek için daha çok vakte sahip olmuştu. Programa gitmeden son rutin türban oturtma işiydi. Bunda Sidney Opera Binası’ndan esinlenmişlerdi. Çok tutmuş, trend olmuştu. Ama zahmetliydi. Sabah yapıldığında gece yatana kadar dokunulamıyor, bir yere yaslanmıyor, rüzgara çıkılmıyordu. Bu çile de halk içindi

(Ercan Akyol, Milliyet)

‘HİÇ MERAK ETME’

Hanımefendi, Reza meselesini ciddiye almıyordu. Arkadaşı Jill Biden “merak etme Emineciğim ben çözerim.” demişti. Bu nedenle içi rahattı. “8. Eğitim İçin Dünya İnovasyon Zirvesi”ne katılıp konuşma yapacaktı. İki gündür hazırlık yapıyordu. Önce zirvede Bilal’i nasıl eğittiğimi anlatayım, demiş ama danışmanlar paniklemiş vazgeçirmişti. Niye itiraz ettiklerini anlamamıştı. Olgunluk gösterip işi profesyonellere bırakmıştı. Akşam metne çalışmış “Post-gerçeklik denilen, kurgulanmış ve propagandist yaklaşımların hüküm sürdüğü bir dünyada…” cümlesi üzerinde uzun uzun düşünmüş kafasının sallamıştı. Sonra ‘ne zıkkımsa’ diyerek devamına geçmişti. Ama sondaki cümleyi anlamıştı: “Yeni keşifler için yeni yerler değil, yeni gözler gerekir”. Kendisi tam da böyle düşünüyordu. Geçen ay kıyafet tasarımcısını değiştirmekte ne kadar haklı olduğunu düşündü. O inovasyonsuz kadın yüzünden giydiği elbiseler koltuk takımına, etekleri mutfak perdesine benzetilmişti. Twitter’da dalga tt’si olmuştu. Metin üzerinde çalıştı uzun tekrarlardan sonra “İnovasyon” sözcüğünü doğru telaffuz etmeyi başardı. Sabah beş-on defa aynanın karşısında tekrarladı. İnovasyonu çok sevmişti. Bundan sonra her konuşmada üç tane olsun diye emretti.

***

Doktor çıldırmak üzereydi. Odasını iPhone’un navigasyonuna etiketlemediğine çok pişmandı! Dolanıp durdukça bir başka güvenlik noktasında tepeden tırnağa aranıyordu. Koridorun öte yanından bir gürültü duydu. Dev bir cisim yaklaşıyordu. Yaklaşınca Binali Bey’in hızla yaklaşan siluetini fark etti. Bu depar ve hızın yanında o meşhur voleybol performansı hiç kalırdı.

Kendi kendine mırıldandı: “Arkadaş ben nasıl bir ortama düştüm!”

Bu arada koridor hoparlörlerinde TRT yapımı milli ve yerli bir parça çalıyordu:

“Ötme bülbül ötme, şen değil bağım
Dost senin derdinden ben yana yana
Tükendi fitilim, eridi yağım
Dost senin derdinden ben yana yana…”

(Devamı C.tesi)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin