Ötelerde matematik

YORUM | GÜLŞAH ÇAVUŞOĞLU 

Hayatın uzun ince bir yol olduğunu tüm memleket uzun yıllardır türkü türkü çığırıyoruz. Bu yolun yürüyen merdivenlerle bizi gökyüzüne çıkarmadığını da biliyoruz. Pek bir engebeli, taşlı, kayalıklı, çukurlu, çamurlu, yeşilli, morlu yollar. Ben bu yolda tecrübesi muhakkak olan, o asla hazır olunmayan, bırakın yaşanmasını size yazması, anlatması bile zor olan bir anı yaşadım. Yaprak dökümü başladı ve halacığımı sevdiğine uğurladık. Ölümün nemli soğuk battaniyesini üstüme geçirip, kimseye rimellerimin aktığını göstermek istemediğim birkaç gün geçirdim. Yolculuğumun bu gece dilimlerinde gökyüzünden topladığım yıldızları sizlerin de kirpiklerinize takmak istiyorum.

Babam sekiz kardeşin üçüncüsü. Dedem şahsına münhasır sekiz çocuğu da erkek kız ayırt etmeden, bir memur maaşıyla okutan emekçi bir adam. Makbule Halam ailenin ilk en kömür saçlı, gözleri parıl parıl iki kara güvercin olan çocuğu. Bakışları yüzünüze çarptığında, o kuşlar kanatlanıp gönlünüzün dallarına konardı. Parlak bir çocuk olmasına rağmen her sene ilkokulda sınıf tekrarı yapıyormuş. Dedem de buna daha fazla müsaade etmemek için ilk okul öğretmenine bir bahane sunmayı düşünmüş. O hafta okula gitmiş ve öğretmeniyle konuşmuş. Halamın anlattığı kadarıyla öğretmeninin hal ve hareketleri babası öğretmeniyle konuştuktan sonra tamamen değişmiş. Her gün halini hatırını sorar, ödevlerinde kolaylık sağlar, sıraların arasında dolaşırken halamın yanında uzun uzun durur, başını okşarmış. Bu değişiklik tabi ki halamı şaşırtsa da pek bir mutlu etmiş. Bu sene tekrar etmeden mezun olacağından eminmiş. Bir gün hocası okul çıkışı halama:

­– “Makbule’cim seni çok seviyorum. Kıymetli bir öğrencisin. Ödevini yapamazsan, ev işinden, kardeşlerine bakmaktan sıra gelmezse bana haber ver,” demiş.

Halam şaşkın. Öğretmeninin bu sözlerini anlamlandırmaya çalışırken “Üvey annen sana kötü davranırsa…” cümlesini duyunca basmış çığlığı. “Neee!? Üvey anne mı? O benim annem değil mi?” diye ağlaya ağlaya eve gelmiş. Babaannem ne olduğunu anlayamamış. Ne dese halama dinletememiş. Sonunda dedem gelince her şeyi açıklığa kavuşturmuş. Okulu bitirebilsin diye dedemin bir çözümüymüş bu ali cengiz oyunu. Bu hikayeyi yıllarca bir çardak altında rengarenk ışıkları olan bir lamba yemyeşil  asmaların göğsünde uzanmışken, kırışık ellerinde izmaritler olan, birbirine sıcacık bakan kalabalık bir ailenin akşamlarında dinlerdik.

Üniversite yıllarında Hizmet Hareketini tanıyor, öğrendiğim güzellikleri en yakınlarımla paylaşma heyecanını yaşıyordum. Makbule Halam rahatsızlığı sebebiyle fizik tedavi almaya başlamıştı. Cıvıldayan ses tonu ve dinlerken noktasını duyamadığınız konuşma şekli ile bana “Gülşah dinle bak! Fizyoterapist diyor ki on kere ayağını indir, kaldır. Ha Ha Ha! Bana bak Gülşah senin halan saf mı, düşüncesiz mi? Ben Allah diyor indiriyorum bacağımı, Allah diyor kaldırıyorum,” demişti.

Ve beni derin bir hayranlık duygusu kaplamıştı. Dış görünüşü itibariyle ne yazık ki geleneksel düşünce tarzımız bu hassasiyeti ondan ummayabilirdi ama kalpler hep onundu. Onun mahremiydi.  Kimin onunla ne kadar yakın olduğunu bırak hesap etmeyi, bu en mahrem ilişkide yakınlık derecesini düşünmek bile bize düşmezdi. Ama oldu. Ben duydum. Aşıktan maşukunu her fırsatta zikir etme coşkusunu. O hafta halama bir zikirmatik aldım. O kadar çok sevinmişti ki, zikirmatik yerine  elmas yüzük versem bu kadar mutlu olmazdı.

Elli küsur yaşlarındaydı ve bir gün bana şöyle dedi: “Gülşah canım, bir komşum var. Senin gibi o da genç yaşlarda kapanmış. Bana dedi ki, sana iki haftada Kuran okumayı öğretebilirim.” Bu mutluluğu benimle paylaştıktan iki hafta sonra Kuran okumayı öğrenmişti. Bununla da yetinmeyip, Yasin suresini sesli olarak ezberleyeceğim demiş, kısa sürede onu da başarmıştı. “Gülşah, kurban olduğum Allah… O’na ben kurban olurum. Allah beni çok seviyor” deyişi ve şen kahkahası hala kulaklarımda…

Ve ben mezun olduğum gibi yurt dışına çıkmaya karar vermiştim. Ülkeden ayrıldıktan sonra akrabalarımı aramalarım çok azaldı. Bir defasında yıllar sonra halamla telefonda konuşurken, “Gülşah, şu kadar Yasin suresi okudum. Senin hediye ettiğin zikirmatiğin dijitalini aldım. Onunla hesaplıyorum. Kurban olduğum Allah! O’nu çok seviyorum. Bu işler nasip ile oluyor. Ben istedim, O nasip etti.”

Makbule Halam Covid-19 hastalığına yakalandı. Yaklaşık bir ay yoğun bakım ünitesinde hayat mücadelesi verdi. Vefat ettiği haberi geldiğinde, bir çoğumuzun yaşadığı o elinin kolunun yetmemesi, son vazifeyi yapamamanın verdiği hüzün ve boşluk duygusunu derinden hissettim. Arkadaşlarımın anne babaları, abi ablaları hapiste, hasta, vefat ederken ben halamın vefat haberiyle gündemlerine girmemeliyim derken bir ablamız “Olur mu öyle şey? Nasibi varsa okunuyor zaten. Biz duyuralım. İsteyen cüz, isteyen Yasin okur,” dedi. Sabra iyi gelir ümidi ile halamın vefat haberini sosyal medyadan da paylaşınca, dünyanın her yerinden beşer onar Yasinler yağmaya başladı. Şaşkın ve mutlu idim. Halamın, “Gülşah’cım canım, Allah bana veriyor. Kurban olduğum Allah” deyişi gözlerimin önüne geldi.

Eşini yıllar önce kaybetmiş babaanneciğime vefat haberini sunma vazifesi babama düşmüştü. Halalarım ve amcalarım kırık bir inci kolye gibi bir araya geldiler. Başsağlığı dileme sırası bana gelmişti. Konuşmasak, sadece sarılsak dediğin bir an. Uzaktayım. Babaanneme dedim ki, “Halam çok nasipliymiş. Dünyanın her yerinden Yasinler gönderiliyor.” Çok ama çok sevindi. Sonra küçük halam telefonu aldı ve ona da bu Yasin paylaşımını söylediğimde aldığım cevap tüylerimi diken diken etti: “Olamaz Gülşah” dedi. “Makbule halan yoğun bakımda yatarken bana şöyle söyledi: ‘Songül, seksen beş bin Yasin-i Şerif okudum. Keşke yüz bin okuyup öyle ölsem’.”

Birbirimizi, en yakınlarımızı ihmal etmemek, sürecin tüm yıpratmalarına rağmen kopmamak, sevgi merhemini çatlaklara sürmek elzem. Kurban olduğum Allah’ım yüzümüzü güldür, hastalara şifa ver, ayrı olanlara en kısa zamanda kavuşmayı, sana verdiğimiz sözleri tutmayı nasip et.

Eğer aşıksan, yolda yürürken kulaklarında duyduğun bir fısıltı var. Kimin bu fısıltıyı seninle aynı melodiyle ya da daha net duyup duymadığını bilmediğin bir yolculuk. Tüm vazife, frekansı doğru ayarlayıp, hep ondan nağmeleri duymak, onu dinlemek, onunla olmayı düşlemektir. Makbule halam yüz bin Yasin okumaya niyet etti. Sanmıyorum ki on beş bin Yasin-i Şerif arkasından okunmuş olsun. Ancak her zaman iki kere iki dört etmiyor. Ötelerde matematik biraz farklı; birler beş, onlar bin olabiliyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin