Osmanlı Devleti’nin mültecileri

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Türkiye bugün zor bir süreçten geçiyor. On binlerce insan “uğursuz” 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgisi olmamasına rağmen KHK’larla ihraç ediliyor ve ardından İstiklal Mahkemeleri ve Yassıada Yargılamalarını andıran bir sürece mahkûm ediliyor.

Bu sürecin mağdurları, “vicdanını iktidara satan hâkimlerden” ve “Sizi buraya koyan irade böyle istiyor” zihniyetinin benzeri yargıdan “adalet” ümidini kestiğinden, çareyi ülkeyi terk etmekte buluyor.

Böylece insanlar “bir bilinmeze” doğru yola çıkıyor. Her şeyi göze alan bu mağdurların bazıları Meriç’te veya Ege’de facialarla karşılaşıyor, bebek ve çocukların cansız bedenleri kıyıya vuruyor.

Elbette ülkesini terk edenler sadece Türkler değil. Acı olan bu mültecilerin tamamına yakınının Müslüman ülkelerin Müslüman idarecilerinin “zulüm ve baskısından kaçmaları” ve Avrupa’nın adaletine sığınmaları.

Hâlbuki Osmanlı toprakları, yüzyıllarca zulme uğrayan Müslümanlar başta olmak üzere Yahudi, Macar, Leh toplulukların iltica ettiği süreçlere şahit olmuştu. Bugünse tam tersi bir manzara yaşanıyor.

1492: BÜYÜK GÖÇ

Osmanlı ülkesi, altı yüz yıl boyunca milyonlarca insanın göçüne tanıklık etti. Özellikle 19. Yüzyıldan itibaren savaşlardaki mağlubiyetler, Müslüman halkın göçlerine neden oldu.

Osmanlı Devleti Kafkasya, Kırım ve Balkanlardan göç eden Müslüman halka kucak açtığı gibi din farkı gözetmeksizin “Gayrimüslim mülteci” topluluklara da kapılarını açtı. 15. Yüzyıl sonlarında Yahudilerle başlayan bu göçler yıkılışa kadar devam etti.

İspanya’da “Endülüs” egemenliğinde yaşayan Museviler, Beni Ahmer Devleti’nin yıkılmasıyla önce İspanyolların, sonra da Portekizlilerin baskılarına maruz kaldılar. 31 Mart 1492’de çıkarılan “Sürgün Fermanı” ile de İspanya’yı terk etmeye mecbur oldular.

Yahudiler meşakkatli bir yolculuk sonrasında Osmanlı topraklarına ulaşarak İstanbul, Selanik, Edirne, Bursa, Amasya ve Tokat gibi şehirlere yerleştirildiler. Göçlerle İstanbul, Avrupa’da en çok Yahudi’nin yaşadığı şehir oldu. Birçok Musevi araştırmacıya göre “Yahudiler, Osmanlı ülkesinde Endülüs Emevilerinden sonraki en ihtişamlı zamanlarını yaşadılar”.

Yahudilerin Osmanlı topraklarını tercih etmelerinde, burada yaşayan Yahudilerin bulundukları ortamdan memnuniyetlerini dile getirmeleri önemli bir faktördü. Kendilerine bir sığınak arayan Yahudiler, tecrübelerini kullanabilecekleri bir ortam elde ettiler. 1727’de faaliyete geçen ilk Türk matbaasından iki yüz yıl önce İstanbul’da bir matbaa kurdular.

Yahudiler tıp, ticaret, bankerlik, kuyumculuk ve kunduracılık başta olmak üzere birçok sahada ön plana çıktılar. Özellikle “saray doktorluğu”, Museviler için bir gelenek halini aldı.

Musevilerin Osmanlı topraklarına göçü hiçbir zaman durmadı, baskıya uğradıklarında ilk tercihleri Osmanlı ülkesi oldu. Devlet hizmetinde de görev alan Yahudiler, özellikle 2. Abdülhamit devrinde bürokraside daha fazla istihdam edildiler.

1892’de, Musevilerin Osmanlılara sığınmasının 400. yıldönümü büyük bir coşkuyla kutlandı. Musevi cemaatinin liderleri, Padişah Abdülhamit’i ziyaret ederek yaptıkları “Şükran Duası” ile bağlılıklarını ifade eden, altınla işlenmiş bir albüm hediye ettiler.

MACARLAR OSMANLI TOPRAKLARINDA

17.yüzyıl sonlarında Avusturya’nın Ortodoksluktan Katolikliğe geçmeleri için yaptığı baskılar sonucunda Osmanlıların “Orta Macar Kralı” unvanını verdiği Macar Tökeli İmre ve arkadaşları, Osmanlı Devleti’ne sığındılar. Karlofça görüşmelerindeki baskıya rağmen Osmanlı Devleti, Tökeli İmre’yi teslim etmedi. İmre, yaşadığı İzmit’te 1705’te vefat etti.

Kısa bir süre sonra da Rakoçi Ferenc, Avusturya’ya karşı Macar bağımsızlık mücadelesini başlattı. Başlangıçta başarılar kazansa da yenilince önce Lehlere, ardından Fransızlara sığındı.

Osmanlı Devleti Rakoçi’yi himayesine alarak Edirne’ye getirdi ve Avusturya ile yapılan savaşlarda görev verdi. Bu savaşların mağlubiyetle sonuçlanması üzerine de 1718’de her türlü ihtiyacı karşılanmak üzere önce İstanbul’a, ardından Tekirdağ’a götürüldü. 1735’de burada vefat etti. Rakoçi’nin yanındaki mültecilerin bazıları, resmi kayıtlara göre 1808’e kadar Tekirdağ’da yaşadılar.

18.yüzyılda İsveç Kralı XII. Şarl, Rus Çarı Petro karşısında 1709’da Poltava’da yenilgiye uğrayınca çareyi Osmanlı Devleti’ne sığınmakta buldu. Rusya, iadesini istediyse de Osmanlı Devleti bu teklifi reddederek Kralı himaye etti. Her türlü ihtiyacı karşılandığı gibi kendisine borç para bile verildi. 1711’deki Prut Zaferi sonrasında antlaşmaya konan bir madde ile de serbestçe ülkesine döndü.

1848 İHTİLALLERİ

Osmanlı Devleti’nin mültecilere yönelik Avrupa’da en çok ses getiren uygulaması, 1848 İhtilallerinde ortaya çıktı.1815’teki Viyana Kongresi’nde sınırların “milliyetçilik” dikkate alınmadan belirlenmesi, kısa sürede statükonun çökmesine ve isyanlara neden oldu.

Önce 1830, ardından 1848 İhtilalleri ile Avrupa’da büyük bir kargaşa yaşandı. 1848 İhtilallerinde Macarlar Avusturya’ya, Lehler de Rusya’ya karşı ayaklandılar. Macarlar liderleri Louis Kossuth önderliğinde; ağır vergilerin kaldırılmasını, basına hürriyet verilmesini ve Macarlardan oluşan bir Hükümet kurulmasını talep ettiler.

Bu teklifler başlangıçta Avusturya tarafından kabul edildiyse de kısa bir süre sonra kararından vazgeçen İmparator, Macarlar üzerine kuvvet gönderdi. Yeni İmparator Jozef de Macaristan’ı tamamen ilhak etti.

Avusturya, Macar isyanına karşı Ruslardan yardım istedi ve Macarlar mağlup oldular. Yenilen Macar ihtilalcileri, Leh ve İtalyan askerleri çareyi Osmanlı topraklarına sığınmakta buldular. Hatta mültecilerin bir kısmı iade edilmemek için Müslüman oldular ve isimlerini bile değiştirdiler.

Rusya ve Avusturya, Osmanlı Devleti’ne baskı yaparak mültecilerin iadesini istediler. Osmanlı Devleti ise mültecileri Vidin’de misafir ederek ihtiyaçlarını karşıladı. Vidin’den sonra da Şumnu’ya nakledildiler. Burada İngiliz, Fransız ve İtalyan mültecilerin yol masrafları karşılanarak ülkelerine dönmeleri sağlandı.

Osmanlı Devleti, mültecileri himaye ederken İngiltere ve Fransa’nın da desteğini aldı. Osmanlıların binlerce insana yardım etmesi, İngiliz ve Fransız kamuoyunda çok etkili oldu. İki ülkenin gazeteleri Osmanlıları tebrik ediyor, halk sokakta gördüğü Türklere sevgi gösterilerinde bulunuyordu.

Bu sırada pazarlıklar da devam ediyordu. Avusturya kendisine karşı savaşan askerlerin “emir-komuta zinciri” ile hareketlerinden dolayı mesul tutulmayacaklarına dair söz verince 3.000’den fazla er iade edildi.

Osmanlı Devleti’nin mülteciler için bulduğu çözümlerden birisi, Amerika veya Avrupa ülkelerine gitmek isteyenlere yardım yaparak göndermek oldu. Bir meslek icra etmek isteyenlere para yardımı yapıldığı gibi Müslüman olan mültecilerden devlet hizmetine girmek isteyenlere de memurluk verildi.

Bazı mülteciler ise mecburi ikamete tabi tutularak Halep’e, Kossuth başta olmak üzere bazıları da Kütahya’ya gönderildi. Bu mülteci grupları daha sonra Avusturya’nın büyük tepkisine rağmen talepleri doğrultusunda İngiltere ve ABD’ye gönderildiler.

Böylece Osmanlı Devleti “mülteciler meselesinde” üç yıla yakın bir süre uğraşarak büyük baskılara rağmen diplomasi ve insan hakları yönüyle örnek olabilecek çözümler üretti. Ayrıca “mülteci” kavramının dünya kamuoyunda karşılık bulmasında önemli bir aşama gerçekleştirdi.

Mali krize rağmen büyük fedakârlıklar yapılarak mültecilerin her türlü ihtiyacı karşılanmaya çalışıldı. Bütün bunlar sonucunda Kırım Savaşı’nda İngiltere ve Fransa, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı.

ÇAĞDAŞ KAVİMLER GÖÇÜ

Bugün “mültecilik” süreci farklı bir yönde gelişiyor. Bir zamanlar Gayrimüslimler Müslümanların adaletine sığınırken, bugün Müslümanlar “hukuk, insan hakları ve demokrasinin ayaklar altına alındığı” ülkelerinden kaçarak “mülteci” olarak Avrupa’nın adaletine sığınıyorlar ve ortaya “Çağdaş Kavimler Göçü” çıkıyor.

Yaşananların en baştaki sorumlusu, bu Müslüman toplulukları idare eden Müslüman liderler. Ama onlar, her farklı sesi “terörist” ve “vatan haini” gördüklerinden kendilerini hiçbir zaman sorumlu olarak değerlendirmiyorlar. Bu durum milyonlarca Müslümanın mülteci olarak Batı ülkelerine sığınması sürecinin devam etmesine neden oluyor.

Bu nedenlerle başta Türkiye olmak üzere “otoriter” bir siyasi yapı inşa eden Müslüman ülkelerin liderlerinin ve çok acı olsa da halklarının yakın vadede Ege’de, Akdeniz’de veya Meriç’te hayatlarını kaybeden insanların feryatlarını duymaları pek mümkün gözükmüyor.

 

Kaynaklar: M. Aydın, “Musevilerin Osmanlı Devleti’ne Kabulünün 400. Yılı Kutlamaları”, Osmanlı Araştırmaları, S. XIII, 1993; S. R. Sonyel, “Osmanlı İmparatorluğu’na Yapılan Yahudi Göçlerinin 500. Yılı”, Belleten, S. 215, 1994; T. Gökbilgin, “Rakotzi Ferenc II ve Osmanlı Himayesinde Macar Mültecileri”, Macar Mültecileri Sempozyumu, 1976; A. Saydam, “Osmanlıların Siyasi İlticalara Bakışı”, Belleten, C. LXI, S. 231.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bu yaziniz icin tesekkur ederim devamında çağımızdaki bütün müslüman ülkelerde yaşanan göçleri de ele alırsaniz seviniriz .Biz iki yila yakindir Kanada da yasiyoruz burdaki devletin sundugu dil okullarina gidiyoruz. Siniflara genel bakdiginuzda malesef cogunlugu multeci muslumanlari goruyorsunuz malesef..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin