Ölü Canlar

YORUM | BEDRİ ÖZDEMİR

CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sosyal medyada denk geldiğim bir konuşmasını dinlerken Gogol’un bu meşhur romanı zihnimde beliriverdi. Şunları söylüyordu Tanrıkulu:

Tutuklu hamile bir kadın, erkek polis jandarma gözetiminde doğumhaneye sevk ediliyor. Doğan çocuk anneden koparılıp akrabadan birine teslim ediliyor. Ve o akraba en çok beş saatte bir süt alması gereken bebekle beraber hapishane kapılarında bekletilip çareler arıyor. O bebeğin, o ananın, o akrabanın durumunu mecliste milletvekillerine anlatıyoruz, duvar gibi bakıyorlar. Bu kadının durumunda binlerce insan var. Bunlar savaş halinde bile olmaz. Savaş ortamında düşmanına yapmayacağınız şeyler bunlar.

Tanrıkulu’nun konuşması biri diğerinden vahim örneklerle devam ediyor. Yüreği yeten dinleyebilir. Zaten pek çok şeyi duymuş dinlemişsinizdir çok kere.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Savaş hukukunda, savaş kargaşasında bile sessiz kalınmayacak zulümleri ‘bön bön izleyen yüzler’den bahsediyor Tanrıkulu. İşte Ölü Canlar da tam o sıra zihnimde beliriverdi. Memleketin meclisine, eğitimine, sağlığına, adaletine, emniyetine, sair bürokrasisine bu kadar Ölü Can’ı doldurmak için Çiçikov’dan daha mahir bir dalavere üstadı olmak mı gerekiyor diye sordum kendi kendime. Yoksa memleket o kadar Ölü Can’la dolu ki birilerine birer masa bulup yerleştirmesi mi kalıyor?  Berbat bir sual!

Her yanımızı saran Ölü Can’ların çoğalmasında tüyü bitmemiş yetim hakkıyla Diriliş, Kuruluş, Payitaht dizilerinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Çiçikov nasıl köy köy dolaşıp ölü köylüler topluyorsa memleket medyası da kurtların vadilerini hamaset naralarıyla aşarak siyasi sloganlarla çürüttüğü ruhları toplamayı iyi beceriyor. Çünkü ne kadar “Ölü Can” toplarlarsa varlıkları o kadar devam edecek. Ne kadar Ölü Can’a sahip olurlarsa heybeleri o kadar dolacak ve hesap vermekten kurtulacaklar.

KÖTÜLÜĞE TEŞNE YÜZLER

Kanser hastası bir çocuğa tedavi izni verilmemesi rahatsız etmiyor Ölü Canlar’ı. Askeri okul talebelerine müebbet verilip komutanlarının taltif edilmesi düşündürmüyor. Evladının hakkını arayan bir ananın tutuklanmasına alkış çalabiliyorlar gerektiğinde. Zindanlara tıkılmış binlerce masum, bir o kadar bebek, çocuk, yaşlı hasta zerre umurlarında değil. His yoksunluğu bile değiller anlayacağınız. Zira ellerinden geldiği her işte kötülüğe teşne yüzlerini görebiliyorsunuz. Memleketi kurtardıklarını sanıyorlar kötülük etmekle. Düşmanları ürküttüklerini sanıyorlar. Diriliş, Kuruluş iyi gaz veriyorlar birbirlerine. Diriliş’i, Kuruluş’u anlamam ama bir MUHTEŞEM ÇÜRÜME’yle ÇÜRÜYÜŞ TÜRKİYE’yi inşa ediyorlar.

Evet, bir diriliş değil bir çürüyüş sarmış her yanı. Asırların ardından ufuneti duyulacak bir çürüyüş bu. Yedi nesil torunlarının temizleyemeyecekleri bir irinin kokuşmuşluğunu örtüyor o duvar gibi suskuları. Tıpkı Macbeth’te anlatıldığı gibi, Arabistan’ın bütün misklerinin arındıramayacağı kalıcı bir leke bu. Kalıcı çünkü hiçbir pislik, Meriç’te ölen bebeklerin, hapishane tuvaletlerine dökülen ana sütlerinin vebalini üstlenecek kadar cesur değil. Ufunetse bundan, çürüyüşse bundan. Nesiller tiksinecekse kendilerinden bundan.

ÇÜRÜME VE SALTANAT

“Her şey çürüyor!” der Suat, Eylül romanında. Servet-i Fünun’un o suya sabuna dokunmayan havası içinde en zehirli tenkitleri bile aşan bir sızlanış vardır bu sözde. Çürüyen sadece ağaçlar ve yapraklar değildir. Bütün bir insanlık, bütün bir tarih, bütün bir devir eylül rüzgârları içinde çürür. Çürüdüğü için de romanın yazılmasının üç beş sene sonrasında koskoca bir devlet iri kametiyle kendi oyuğuna çöker.

Nasıl ki sonbahar bir tabiatın saltanatıysa, kuru gösteri de çürümenin saltanatıdır. Varsınlar sahneyi kahramanlıkların ışıklarıyla donatsınlar, varsınlar hainliklerin ipleriyle çerçevelesinler, varsınlar bir mum tutuşturamayacak iradelere koşmalar dizsinler insanın tükendiği, ahlakın kokuştuğu, yalanın, iftarının, jurnalciliğin gırla gittiği bir ortamda çürümüşlüğü örtecek hiçbir kostüm yoktur. Göz yumsan burunları sızlatacak, kulak tıkasan teni yakacak bir ateş vardır çürümede. İnanç naraları atmanın, hamaset davulları gümbürdetmenin mezarlık geçerken ıslık çalmadan öte bir getirisi olmaz çürümede. İstedikleri kadar dindar rujlar sürünsünler, istedikleri kadar vatansever gömlekler giysinler o ufunet bir yol bulur ve fışkırır çürük ruhlardan.

KAHRAMANLAR CEHENNEMİ

Cioran, Çürümenin Kitabı’nda en büyük zalimlerin din ve vatan adına hareket edenlerden doğduğunu yazar. Kesin doğruyu bulduğuna inanan kadar zalim bir insan bulabilmek mümkün değildir. “Ey iman edenler, iman ediniz!” ayeti geçerli değildir kesin doğruların adamında. Onlar için sadece kendinden olanlar ve olmayanlar vardır. Kahramanlar ve hainler yani. Her birinin bir kurtarıcı olduğuna inandırılmış Ölü Canlar’la doludur dört bir yan. Sokaklar bir ‘kurtarıcılar cehennemi’ne dönmüştür.

Tefekkür slogana, oturup düşünmek nara atmaya bırakmıştır yerini. Mehmet Akif’in en ağır ifadelerle tel’in ettiği karnaval çığırtkanlığı baş göstermiştir: “Galeyana gelmiş, mantıkları savuşmuş, tımarhanelerden fırlamış yığınlar elleri bayraklarla dört bir yanı tutmuştur. Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak bir kitledir bu. –Yaşasın! -Kim yaşasın? -Ömrü olan. -Şak! Şak! Şak!

Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.”

İster istibdad adına olsun ister hürriyet, Safahat bu soytarı panayırının sahneleriyle doludur. Akif, İstiklal Marşı’nın olduğu kadar bir devrin nasıl bir zelillikle battığını söyleyen bir şairdir. Ama hamasete alışkın kulaklara bu sözler pek hoş gelmez. Bir muhasebe duygusu yer almaz çürüyüşte. ‘Memleket elden giderken’ muhasebe yapılmaz çünkü. Çıkılır ve bağırılır. Sesi yükselterek kurtarılır memleket. Kötülük yaparak korkutulur hainler. Görmezsen, duymazsan, hissetmezsen ve gerektiğinde kötülükten el çekmezsen yücelir çünkü vatan ülküsü. Bağlılığı ve bağnazlığı yarıştırmanın vaktidir bu günler. Yetişmiş beyinleri, kendi evlatlarını aç köpeklerin önüne atmakla kanıtlanır bağlılık. Buna inanmıştır Ölü Canlar, buna inandırılmıştır. Kahramanlar cehenneminde en kötü olan en öndedir ve en çok alkışı da o alır.

MENFAAT SARMAŞIKLARI

İster Akif’in sahnelerinden seçin isterse Cioranın… Bir orman var karşımızda; Ölü Canlar’la örülmüş bir orman. Belki ormanın devasalığı, ışık geçirmezliği korkutabilir. Her yanı sarmaşıklarla örülmüş hali bakanları tedirgin edebilir. İnsana içinden çıkılmazlık korkusu verebilir. Kalabalığın karşısında ufacık kalıp kaybolunacağını düşündürebilir.

Oysa çürümüş ağaçlar bunlar, dostlarım. Kalabalık görünümleri kimseyi ürkütmesin! İnanın her biri Ölü Canlar bunların. İri göbekli, kalın enseli Çiçikov’ların sahtekâr süvarileri. İçleri boşalmış iri kabuklu, iri gövdeli çürümüş heyula her biri. Ayakta o sarmaşıklar tutuyor onları. O menfaat sarmaşıkları bundan ötekine, ötekinden en sonuna ulaştığı için böyle kol kola görünüyorlar. O menfaatlerinden dolayı böyle sıkı fıkı duruyorlar.

Ama çürümenin bir bedeli var ve bir rüzgâr bekliyorlar. Ayakta kalanlarını bile o sarmaşıkların tutup derdest edeceği bir rüzgâr. Çünkü çürümüşlüğün akıbeti budur. Çürümüş korkuluklar gibi devrileceklerini kendileri de biliyorlar. Zalimleşmeleri bu korkudan. Hakikatten yarasa gibi kaçmaları, en ufak bir hakikat cümlesine tahammülsüzlükleri bundan.

Varsın kötü kötülüğünü yapsın. Kendi adıma haykırıyorum! Acılarım varsa eğer işsiz bırakılan, sürülen, kovulan, linç edilen güzel insanların acılarına değiyorsa anlamlı. Sözlerim varsa bu yaralı insanların sözlerine ulanıyorsa üstün. Bırakın menfaatlerinin çürümüş çöplüklerinde tüketsinler kendilerini. Üç kuruşluk lokmalara, makamlara satsınlar ruhlarını. Ve bırakın bekleyerek yaşasınlar korkularını. Çünkü Nazım’ın sözleri boşuna değil:

“Hiçbir korkuya benzemez vatanını satanın korkusu!”

Kim neyi söylerse söylesin, elbette bir hakikat meydanı olacak ve orada yüzleşilecek. Bugün olmasa bile hesaplaşmayı Hakk’ın divanına bırakan yaralı yüreklerde Hakk’a inanç kadar hakikatin de eminliği var.

Allah yüzleştirsin! Kim vatanı için çalışmış ve kim vatanını, inancını üç kuruşa satmışsa Allah yüzleştirsin! Kim zerre kadar iyiliğin peşinde olmuş kim makamın mansıbın derdine düşmüşse Allah yüzleştirsin! Kim hakikati ortaya çıkarmaya çalışmış ve kim onu örtmeye uğraşmışsa Allah yüzleştirsin!

Ve kim kimi seviyor ve ardından gidiyorsa Allah onu onunla haşretsin ve yanından ayırmasın!

Gerisi angarya…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin