O el, maalesef devletin elidir!

Devletin polisi ve polis devleti (2)

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Kızımı o kadar çok seviyorum ki, belki de ondandır, kim bilir! Bir türlü etkisinden kurtulamıyorum gördüğüm o fotoğraftaki o sefil sahnenin. O sahne gözümün önünde. Polisin eli! O el! O genç kızın! Benim de kızım olabilirdi o, senin de. Kardeşim olabilirdi benim. Senin de. Eşim, eşin. Sen olabilirdin o! O genç kızın mahreminde o lanet olası aşağılık el. O genç insan ne düşünmüştür o an? Onun anneciği babacığı neler düşünmüştür o fotoğrafa bakınca? Neler hissetmişlerdir? Düşündükçe fıttıracak gibi oluyorum!

O el şerefsiz el, maalesef devletin elidir! Ellerini genç bir kızın apış arasına atarsa bir “sivil memur”, ya da ne bileyim, seçilmiş vekilinin etrafını etten duvar gibi çevirirse onlarca silahlı, kalkanlı, coplu “polis”, eğer silahının sert dipçiğiyle kafatasını patlatana dek döverse iki yavruyu çocuk nezarethanesinde ’emniyet güçleri’, bakın buraya yazıyorum işte: bunu yapan devlettir. Genç bir kadının en mahrem yerine elleriyle sıkarak dokunan, itip kakılan milletvekiline yerde kayarak çelme takıp onu beton zemine çalan, küçücük yaşta yavruları suçu ne olursa olsun, devletin koruması altındayken öldüresiye döven, devlettir!

Devlettir nitelikli cinsel saldırıda bulunan. Devlettir milletin vekilini ezen, darp eden. Devlettir Kürt çocuklarını Türk çocuklarından ayıran, onlara ‘özel muamele’ yaparak, o yaşta onları ait oldukları toplumdan hunharca kopartan. Bu devlet nedir kardeşim, nedir? Bunu yapan devleti anlamaktan öte, bu devlete ait olmak nasıl bir şeydir? Oradaki o genç kız benim kızım ya da senin kızın olabilirdi. O yere kapaklanan milletvekili senin oy verdiğin ve seçtiğin milletvekili olabilirdi. Dahası, senin kız kardeşin ya da eşin, annen veya kızın olabilirdi. O kafası gözü parçalanan zavallı iki oğlan ya senin oğlun olsaydı? O genç kız biziz. O milletvekili biziz. O iki gariban oğlan biziz!

Siyaset bilimi okudum epey uzun zamandır – tam 28 yıl olmuş. Hala siyaseti anlamak isteyen bir öğrenciyim ben. Dersini verdiğin konuların öğrencisisindir esasında hep. Merak eder durursun, herkesin ‘ne var ki bunda’ dediği şeyleri. Devlet hep ilgi alanım oldu. Eğer devlet üzerine düşünürseniz, ‘neden var?’ diye de sormak zorundasınız. Devlete neden ihtiyaç duyarız, var mıdır bir rasyonel izahı? Devletlilikle devletsizlik arasındaki fark nedir? İnsanlık neden evrensel bir kurum olarak devleti icat etti? Hangi görevleri icra eder devlet, işlevi nedir, bunları düşünmemek olmaz. Neden varsın ey devlet?

Birçok düşünür devletsiz bir toplumun hayalini kurdu. Anarşistler veya komünistler devletin varlığını sorguladılar, hatta devletsiz topluma ulaşma ereğini ideolojilerinin merkezine yerleştirdiler. Diğerleriyse devletin gerekliliğini savunup, vatandaşın devletten nasıl korunacağına kafa yordu. Gerek devletin sorgulayanlar, gerekse de devletin varlığının gerekliliğine inananlar, her zaman devletin bir baskı aracı olarak kullanılabileceği ihtimalini ciddiye aldı. Devletin temel görevi vatandaşların güvenliğini sağlamaktı, tamam da, peki devlete bu güvenliği sağlamak için bireysel ‘şiddet kullanma’ hakkımızı teslim ettiğimizde, o devlete karşı savunmasız kalmıyor muyduk?

Evet, devlet şiddet kullanma tekelini içeriyor. İstediklerini ikna yoluyla yapamazsa, şiddet kullanarak güç uyguluyor. Öldürme eylemi hem ahlaken hem de dinen yasak olsa da, devlet bu birincil suçu bile meşrulaştırabiliyor – isterse ölümü bile en üst hedef olarak aklayabiliyor. Normal zamanlarda öldürme eyleminde bulunan bir kişiye en ağır cezalar uygulanırken, adil olarak meşruiyet sağlanan savaşlarda ve iç savaşlarda, yararlılık gösterenlere (en fazla düşman kaybına neden olan askerlere), yani öldürme eylemini en efektif uygulayan ‘kahramanlara’ devlet madalya takıyor, onları adeta kutsuyor.

Evet, devlet isterse ölümü kutsayarak, onu istenmeyen ve kaçınılan bir durum olmaktan çıkartarak, onurlu ve arzu edilen, sosyal bakımdan en değerli bir durum haline getirebilir. Devletin askeri ve polisi kahramanlaştırılır. Bu değer yargılarıyla devletler kendi mitlerini oluşturur. Bağımsızlık savaşları böyle mitlerin oluşmasına temel dayanak hazırlar. Yaşanılan toprak vatanlaşırken, devletin kolluk gücüne katkıda bulunmak – mesela zorunlu askerlik – vatan hizmeti veya vatan borcu olarak nitelenir.

Ortak yaşamın devam edebilmesini sağlayan devlet, ortak yaşamı olağan haliyle devam ettirebilmek için kolluk gücüne gerek duyar. Bu kolluk gücü, otoritenin zorlayıcı unsurudur. Yasalara uymayanların yaptırıma tabi tutulması, kolluk gücü olmadan olamaz. Öldürme eylemini bile normal kabul ettirebilen devlet, bu gücü meşruiyetinden alıyor. Var olmak, var olmaya devam etmek, özgür olmak, başkalarına tabi olmadan dilediğince yaşayabilmek, toplum olmayı sürdürebilmek, sosyal birlikteliğin bozulmaması gibi hedefler devleti meşrulaştırır. Devlet var oluşuna bu güvenlik beklentileri ve bu ‘ikna edici’ öyküdeki tutarlılıkla devam edebilir.

Öykü önemli. Yani oluşturulan, inşa edilen mit! Çoğunlukla ortak var oluş, anayasal bir sistemle mümkün olur. Bu düzenin evrensel koşulu yasaların çerçevesini çizdiği normatif yapıdır. Anayasa, yasalar, yönetmelikler, vs. gibi kurumsallaştırılmış normlar, vatandaşların ve devletin ne yapıp ne yapamayacağını belirler. Modern zamanlarda devletler şeffaflık ve hesap verebilirlik kıstaslarıyla değerlendiriliyor. Bu kıstasların en iyi gerçekleştirilebildiği ve garanti altına alınabildiği sistem, demokrasidir. Tabi burada seçim mekanizmasını kast etmiyorum demokrasi derken. Elbette özgür ve adil seçimler demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama diğer bir olmazsa olmaz, temel hak ve özgürlüklerdir. Şeffaf, hesap verebilen, özgür ve adil seçimlerin gerçekleşebildiği, iktidara seçimle gelinen ve seçimle gidilen yani (daha önemlisi seçimle gidilebilen!), vatandaşın hak ve özgürlüklerinin sistemsel seviyede garanti altına alındığı siyasal sistemler demokrasidir.

Demokrasilerin bu kıstaslarının uygulanabilirliği, hukuk devletine bağlıdır. O da yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden anayasal bir temel düzen içinde ayrıldığı rejimlerde olabiliyor. Hukuk devleti olmak için, yürütmenin gücünün yasama ve yargı erkleri tarafından sınırlandırılması çok önemli. Dahası, yürütmenin karar alıcıları (başkan veya başbakan, bakanlar, üst düzey bürokratlar vs.) yasa önünde aynı sade vatandaşlar gibi hesap verebilir olmalıdır. Bunların olmadığı ülkelerde devlet güvenlik garanti edemez. Zulüm makinesine dönüşür!

Vatandaşının apış arasına dalan ve onu cinsel bir objeye indirgediği yetmiyormuş gibi, onun bedensel dokunulmazlığına halel getiren, onu tecavüze uğratan, onun iffetini ve onurunu ağır yaralayan, onu devletin gücünü arkasına alarak ezen, onun tüm haklarını o birkaç dakika içerisinde ortadan kaldırıveren, adeta devlet öncesi toplumlardaki gibi şiddet uygulayan polis, Türk devletinin zulüm makinesi olmasının yan etkisidir sadece! O polis, devleti çökerten neden değildir. O çöken devletin sonucudur. Devletin devlet olmadığının kanıtı, devletin güvenlik aygıtı değil güvenlik tehdidi olduğunun somut örneği, devletin ‘ben yokum artık’ cümlesinin eylemden cümleye olan tercümesidir.

Bakın ciddi bir şeydir bu. Çünkü devlet eğer devlet olmaktan çıkarsa, tüm salgın veya kronik hastalıklardan daha öldürücü ve zararlı olur. Devletlerin bu hale gelmelerinin ardından yaşanan kayıpları insanlığın, örneğin kanserden, HIV’den veya kalp hastalıklarından daha fazladır. O polis tarafından apış arasından hayâsızca kavranan genç kız biliyor ne demek istediğimi şimdi! Devlet, devlet olmaktan çıkınca, korkun ondan artık – çünkü sizin güvenliğiniz için sizin verginizle maaş verilen kolluk güçleri, kâbusunuz olur. Ölümü bile meşrulaştırabilen devlet, devlet olmaktan çıkarsa eğer, diğer her şeyi de meşrulaştırabilir. Sizi terörist ilan eder, sizi gözaltında kaybeder, sizi sokaktan kaçırır, sizi hayatınızda yaşamakta olduğunuz geçim sıkıntısı gibi sorunların nedeninin ‘dış güçler’ veya ‘içerdeki hainler’ olduğuna ikna eder.

Size yeni ‘öyküler’ yazar. Siz bu yeni diskura inanırsınız, inanmazsanız ama eğer, devletin yapacağı sizi de ‘terörist’ ilan etmektir. İşkencede siyasi tutuklular, askeri, polisi, yargıcı, savcısı, profesörü, öğretmeni, memuru, işkencede. Gözaltında en ağır işkencelere uğrayanlar, hep eşlerinin veya kızlarının üzerinden tehdit edildiklerini söylüyorlar. Ahlak anlayışı uçkura indirgenmiş bir toplumun işkencecisi bile kurbanın direnç noktasının geri çekilebileceği son nokta olan, o en son izzet ve iffet yerinin mahrem yeri olduğunu biliyor. Öyle aşağılık bir şey ki bu, bunu yapan bürokratik aparatın vatandaşın vergilerinden maaş aldığını düşünmek bile sanırım devletin devlet olmaktan çıkmasının ne demek olduğunu anlatmak için vurgulanması gereken bir ayrıntı!

Vergiyi toplayan devlet, bunu bir ‘sözleşme’ çerçevesinde yapabiliyor meşru olarak. Ama bu sözleşmede sanırım size veya yakınlarınıza işkence etmek yok! Sözleşme bozulmuş, ortada bir akit, bir kontrat kalmamış. Yani toplanan vergi değil, haraç, toplayan ise devlet değil, organize bir suç örgütü. 17 Aralık sonrası başlayan sivil darbe süreci, 15 Temmuz 2016’da tamamlandı. O tarihten beri, bir devlet değil muhatabımız artık. Suça batmış, karanlık çevrelerle işbirliğine gitmiş, anayasasına ihanet etmiş, yasalarla sınırlandırılmış gücünü yasa dışına taşarak alabildiğine genişletmiş bir şebeke. Bizi ondan koruyacak hiçbir şey kalmadı artık. O tacizci sefil ‘polis’ bize bunu söylüyor yaptığı hayâsız eylemle.

Dün tacize uğrayan genç kızın babasının ‘FETÖ’cü” olduğunu yazdı mesela havuz medyası. Acıdır. Bir gün ama emin olun, onların da “FETÖ’cü” olduğunu yazacak birileri. O zaman bu yolun yol olmadığını, devlet olmaktan çıkan devletin ne demek olduğunu anlayacaklar. Hukuk devletinde polis yargı makamı değildir. Polis cezalandıramaz bu nedenle. Dövemez, işkence edemez. Küçüklerin başına dipçikle vuramaz. Büyüklerin başına da dipçikle vuramaz. Kimseye vuramaz, dipçikle veya dipçiksiz! Hukuk devletinde polis bir kadın milletvekilini darp edemez. Bir erkek milletvekilini de darp edemez. Kimseyi darp edemez, kadın ya da erkek, milletvekili ya da değil! Mahremine dokunulan o genç kızın başındaki başörtüsü benim için maruz kaldığı ağır hak ihlali bakımından hiçbir anlam ifade etmez. Ama ‘benim başörtülü bacıma’ diye başlayan konuşmaların yapıldığı Gezi parkı eylemleri sonrası Türkiye toplumunda, bu apış arasından taciz gören genç kadının başörtülü olması, düşündürücüdür!

Tacize uğrayan o kız değil, Türkiye toplumu. İffetsizleştirilen, ‘kafasına dipçik indirilen’, yürümekteyken zarar vermeden kimseciklere, ‘çelme takılarak’ yere düşürülen, Türkiye, sen, ben, o, biz, siz, hepimiz! “Yeter be” diyemiyor kimse, içinden bunu haykırsa da. En azından birkaç milyon insan? Birkaç yüz bin? Birkaç bin? Birkaç? En azından ben bağırıyorum, avazım çıktığınca, gözlerim yaşlı: “Yeter be! Yeter be! Yeter be! Yeter!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin