Müspet hareket

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

Risale-i Nur yolunun hareket felsefesini ve hizmet metodunu tek bir kavramla özetlemek gerekirse herhalde bu, müspet hareket olur. Bediüzzaman Hazretleri, “Mesleğimiz müspet hareket etmektir.” sözleriyle bu hakikate işaret etmiştir. Fethullah Gülen Hocaefendi de aynı hakikati, “Bizim yolumuz, imanda derinleşme ve müspet hareket yoludur.” ifadeleriyle dillendirmiştir. Onlar, sözleriyle müspet hareketin önemine dikkat çektikleri gibi, yaşantılarıyla, tavır ve davranışlarıyla da hep onun temsilcisi olmuşlardır.

Müspet hareket, Hizmet hareketini hem siyasal İslâmcıların temsilcilerinden hem de diğer grup ve cemaatlerden ayıran temel özelliklerden biridir. Kur’ân âyetlerine ve Efendimiz’in uygulamalarına dayanır. Zamanın şartlarına uygun, makul ve rasyonel hareket tarzını ortaya koyar.

Arapçadan gelen müspet kelimesi, ispat, sübut, tespit, sabit, sabite, sebat gibi kelimelerle aynı kökten gelir. Ortaya konmuş, doğrulanmış, kanıtlanmış, sağlam, teyit edilmiş, kabul edilmiş gibi anlamlara gelir. Zıddı, menfidir. Menfi ise nefyedilen, reddedilen, sürülen, uzaklaştırılan, negatif manalarına gelir. Müspet hareket denildiğinde kısaca insanın hak ve hakikati ortaya koyması, doğruları ikame etmesi, yapıcı olması, inşa ve ıslah peşinde koşması gibi manalar anlaşılır. Menfi harekette ise karşı koyma, yıkma, tahrip etme, muhalefet etme, çatışma vardır. Müspet hareketi, karanlığa söveceğine bir mum da sen yak, cümlesi güzel özetler.

Bediüzzaman Hazretleri, müspet hareketin Risale-i Nur mesleğinin esası ve gereği olduğunu ifade etmenin yanı sıra, ortaya koyduğu birçok ilke ve prensip ile onu açmış ve detaylandırmıştır. Mesela onun tekfirden uzak durması ve kendini sevenleri de bundan uzak tutması, ihtilaf konusu olan cüzi ve teferruata dair konuların kapısını kapatmayı tavsiye etmesi, üzerinde anlaşmaya varılabilen iyi ve güzeli ihtilaf edilen daha iyi ve daha güzele tercih etmesi, medenilere galebenin icbar ile değil ikna ile olacağını söylemesi, maddi kılıcın kınına girdiğini belirtmesi, sürekli birlik vesilelerini öne çıkarması, ısrarla uhuvvet üzerinde durması, güzel görenin güzel düşüneceğini ve onun da hayatından lezzet alacağını ifade etmesi, talebe ve sevenlerini her fırsatta asayiş ve güvenliği muhafaza etmeye çağırması müspet hareketin farklı açılımlarıdır.

Bediüzzaman’a göre müspet hareketin, Müslümanların üç temel probleminden biri olarak gördüğü ihtilafın panzehiri olduğu söylenebilir. O, Müslümanları birbirine düşüren, çatışma ve kavgalara yol açan, aralarına fitne tohumları saçan ve böylece onların zayıflamasına yol açan problemleri çok iyi tespit etmiş ve bunlara çözüm olabilecek alternatifler ortaya koymuştur. Ona göre zararlı olan ihtilafın sebebi, farklı mezhep ve meşreplerin hakkı tekelinde görmeleri, “el-Hubbu fillah (Allah için sevmek)” esası yerine “el-Buğzu fillah (Allah için buğz etmek)” düşüncesini ikame etmeleridir. Yani kendi mesleklerinin muhabbetiyle yaşamak yerine, başka mesleklere garaz ve nefret duymalarıdır. Tarafgirlik düşüncesinin, insanları insaf ve adaletten uzaklaştırmasıdır. Hakikate duyulması gereken muhabbetin yerini cemaat enaniyeti ve aidiyet mülahazasının almasıdır. Herkesin kendi meslek ve mezhebini tekmil ve ıslah etmesi gerekirken, başkalarının hata ve kusurlarıyla uğraşmalarıdır. (Bkz. Sünuhat, s. 74; Mektubat, s. 268)

Bediüzzaman’a göre bütün bu problemlerin üstesinden gelmenin en önemli yolu, müspet hareket etmektir. Yani herkesin kendi mesleğinin muhabbetiyle yaşaması, başka mesleklere düşmanlık etmemesi ve onların eksikleriyle uğraşmamasıdır. Detaya ait ihtilafları bir kenara bırakarak birlik vesilelerini öne çıkarması, asgari müştereklerde bir araya gelmesidir. Sahip olduğu değerleri daha güzel, savunduğu ilkeleri daha haklı görse de hakkın ve güzelin sadece kendine ait olduğunu düşünmemesidir. (Lem’alar) Ehvenüşşer deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hücum etmemesidir. (Emirdağ Lahikası) Hata ve kusurlarından dolayı birbirlerini tenkit etmek yerine, onların güzelliklerine odaklanıp meziyetleriyle iftihar edebilmesidir. (Barla Lahikası)

Fethullah Gülen Hocaefendi de eserlerinde sık sık müspet hareket etmenin önemi üzerinde durmuş ve bunun gereği olarak bazı ölçüler ortaya koymuştur. Mesela olumsuz tavır ve davranışlara aynıyla mukabelede bulunmama, negatif söz ve eylemlerle meşgul olup güç ve enerjisini boş yere tüketmeme, fikir gevezeliğiyle vakti israf etmeme; bunların yerine sürekli kendi mefkuresini gerçekleştirme istikametinde hizmet etme müspet hareketin gereklerindendir. Müspet hareket, makyavelist düşünceden uzak durmayı da gerektirir. Ona göre hedefin meşru olması gerektiği gibi, hedefe ulaşma adına kullanılacak bütün yolların da meşru, insanî, ahlakî ve ilahî kanunlara uygun olması gerekir. Öte yandan, müspet hareketi kendilerine ilke edinenler, problemleri güç, baskı ve şiddetle değil; akıl, mantık ve diplomasiyle çözerler. Böylece kin ve nefretlerin toplumda kök salmasına meydan vermezler. Aynı şekilde onlar, farklılıkları kavga ve çatışma vesilesi yapmazlar. Toplum fertleri arasında birlik ruhunu temin etme adına bütün imkân ve vesileleri değerlendirirler. (Kırık Testi, Müspet Hareket)

Müspet hareket adına verilen ölçülerin tamamını Kur’ân âyetleriyle irtibatlandırmak mümkündür. Şu âyetleri örnek olarak verebiliriz: “Sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz, kuvvetiniz gider.” (Enfâl sûresi, 8/46)  “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz hidayette olduktan sonra başkalarının dalaleti size zarar veremez.”  (Maide suresi, 5/105) “(Rahmanın kulları) cahiller kendilerine laf atarsa ‘selam’ der geçip giderler.” (Furkan sûresi, 63) “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel olan davranışla uzaklaştırmaya bak.” (Fussilet sûresi, 41/34) “Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et.” (Nahl sûresi, 16/25) 

Bunların yanı sıra Kur’ân birçok ayetinde sulhu, salahı, ıslahı, kardeşliği, birlik ve beraberliği, kavl-i leyyini, hayırda yarışmayı emreder; cebir ve zorlamayı, zulüm ve fesadı, iftirak ve bozgunculuğu da yasaklar. Aynı şekilde Kur’ân, “Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti.” buyurur. (İsrâ sûresi, 17/81) Demek ki bâtılı yok etmek için onunla uğraşmaya bile gerek yok; eğer hak ikame edilirse zaten bâtıla yer kalmayacak, o kendiliğinden yok olup gidecektir.

Görüldüğü üzere müspet hareketin temelinde hep yapıcı davranma, aksiyoner olma, inşa ve ıslah peşinde koşma, tepkisel tavırlardan uzak durma, yıkım ve tahribe yol açmama gibi tutum ve davranışlar vardır. İnsanlığın faydasına olacak şekilde yeni fikirler ortaya koyma, plan ve projeler geliştirme, stratejiler üretme, faaliyetlerde bulunma müspet hareketlerdir. Müspetin peşinde koşanlar sürekli yeni şeyler üretirler. Gaye-i hayalleri istikametinde çalışır, çabalarlar. Olumsuzluklara aldırmadan hak bildikleri yolda yürümeye devam ederler. 

Buna karşılık başkalarının hata ve kusurlarının çetelesini tutma, kurdukları yapıları ve sistemleri yıkma, suizan ve atf-ı cürümlerle ona buna saldırma, sürekli olumsuzlukları gündeme getirerek insanların ümidini ve kuvve-i maneviyesini kırma, yalan ve iftiralarla toplum fertleri arasına iftirak tohumları atma gibi hareketler ise menfidir. Menfi düşünmeye alışmış ve menfi hareket etmeye kilitlenmiş insanların nazarları hep başkalarının üzerindedir. Onlar, sanki kendileri mutlak hakikati bulmuş gibi sürekli başkalarının açığını arar, onu bunu tenkit eder, birilerine cevap yetiştirir, ona buna reddiyeler döşerler. Bir şey üretmek, bir eser ortaya koymak yerine başkalarının ürettikleri eserlerle uğraşırlar.

Menfi hareket tarzının esas alındığı bir toplum bir arpa boyu ileri gidemez. Zira birilerinin yaptığını başkaları yıkar. İnsanlar arasında sürekli sürtüşmeler, çekişmeler, çatışmalar yaşanır. Bilgi ve birikimler, güç ve enerjiler faydası olmayan kısır tartışmalarla heba olur gider. Sevgi, saygı, kardeşlik, af ve hoşgörü gibi duyguların yerini kin, nefret, öfke ve düşmanlıklar alır. Mezhepçilik, fırkacılık, taassup ve tarafgirlikler ortaya çıkar ve bu yüzden insanlar insaf ve adaletten uzaklaşırlar. Bazen öyle olur ki başkalarının doğrularını bile yanlış görür, küçük yanlışlarını büyütür, hatta onları tadlil ve tekfir etmeye kadar ileri giderler. Birbirlerine karşı muamelelerinde ne hürmete yer kalır ne de nezakete; kabalık ve hoyratlık başını alır gider. Maalesef günümüz İslâm dünyası bütün bunların örnekleriyle doludur.

Hülasa-i kelam, derdi ve davası insanlığa hizmet etmek olan kimseler, şayet bu davalarında muvaffak olmak istiyorlarsa onların müspet hareket etmekten başka çıkar yolları yoktur. Müspet hareketin temsilcilerine düşen vazife ise olumsuz hâdiselerin tesirinde kalmadan, kısır tartışmalarla zaman ve enerjilerini boşa tüketmeden, ihtilaf ve iftiraklara sebep olmadan iman, ümit, azim ve kararlılıkla inşa ve ıslah yolunda yürümeye devam etmektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

11 YORUMLAR

  1. Şu sitede yayınlanan yazılarımı takip edenler olduysa önemli ölçüde eleştirel bir açı tutturduğumu göreceklerdir. Israrla eleştiriyorum, kendimce reddiyeler yazıyorum, bunların çoğunu bilimsel verilere dayandıramıyorum bile. Bu bir kabahat midir. Yazarın yazdıklarına bakılırsa öyle görünüyor. Ben öyle düşünmüyorum, niyetim de ortadadır.
    Fakat olabilir, bu tarz da eleştirilebilir, hem de bilimsel verilerek dayanılarak. Fakat bu tarzı kullananlar, yalan konuşanlarla, iftira edenlerle, mezhepçilerle, tarafgirlerle, efendim taassup ehliyle aynı kategoride değerlendirilemezler, bu ayıptır ve Bank Asyaya para yatırdı diye hapis cezası vermekten pek bir farkı yoktur. İnsan onuru dokunulmazdır çünkü. Öyle kafana göre oynayamazsınız onunla.
    İnsanlar bekliyorlar. Diyorlar ki mesela, bunları biz yazmak zorunda kalmayalım, Hizmetin önde gelen ilahiyatçılarından biri saçmaladığında bunu yine önde gelen bir ilahiyatçı ele alsın, bir problem yaşandığında veya ortaya çıktığında bu mahallecilik refleksiyle görmezden gelinmesin, en azından köşe yazarları bu sitenin bir bülten olmasını engellesin, biz de okur olarak faydalanan kesim olalım. Ufkumuz açılsın. Anlayan anladı.

    • Hocam problemin çok daha temellerden kaynaklandığını çözümlemeden tedavi edilmesi mümkün olabilir mi? Ortada kronik hale gelmiş ve gün geçtikçe de kangrenlesen sorunlar var, lakin bunların en temelinde ne var diye derinlemesine inceleme yapilmayinca sorun çözülmek bir tarafa daha da derinleşiyor. Dün 7. sene-i devririyesi yaşanan sürecin başından beridir gördüğü sorunlar karşısında kendince sorgulamalara girişen, bunu yaparken de en temel kaynakları anlama ve analiz etme üslubundan uzak kalmış (veya bırakılmış) bazı insanların bu sorgulamaları salt kendi akılları ve mantıkları ile yapmaya girişmeleri neticesinde irtidat etme hadiselerine defalarca bizzat veya ikinci elden şahit oldum. Öyle enteresan şeyler oluyor ki, Almanya’nın bir bölgesinde haftada bir toplanan eski akademisyen insanların tamamı deist veya ateist olmuş olup toplantilarini sürdürürken bu sorgulamalar etrafında felsefi konusmalarla vakit gecirebiliyorlar. Medrese-i Yusufiye olarak tabir edilen ortamda dahi Kur’an’ın yerlere atılmasından, açıktan Allah’a(CC) isyana varana kadar yaşanan nice hadiseler var ki, hayalleri hülyalari rüyalari kitaplastirmaktan bahseden insanlar bu sorunları irdelemek, incelemek ve bunları tedavi etmeye gayret etmek noktasında nedense görünmez oluveriyorlar.
      Sorunlar en temelden en baştan irdelenerek, sağlam kaynaklara dayanarak, Kuran ve Sünnetten ayrilmadan, 5N+1K yaklaşımıyla ele alınacak olursa problemin sadece bu camia ile alakalı olmayıp içinden geldiği Türkiye’nin İslam anlayışında yattığını görebilirsiniz. Temelleri sağlam olmayan, yanlış zemine inşa edilmiş ve içinde çok sayıda somut ve büyük çelişkiler barındıran her yapı da sallantilardan zarar görür. Hayaller ve zannlar bir yapının en temelinde bulunuyorsa o yapının günün birinde zarar görmemesi mümkün değildir. Bu durum Türkiye’nin dini oluşumlarının neredeyse tamamı için geçerli bir durum.
      Insanları Kur’an ve Sünnet’e dönmeye davet edersiniz, Sahabeyi Tabiini(rac) görmezden gelebilen adam Şeyhini, Hocasını veya sevdiği herhangi bir önde gelen “Din büyüğünü” görmezden gelemez, onlara muhalif olabilecek en ufak bir sözde dinden çıkacağı korkusuna kapılır. Halbuki kabirde “ve men Fetullah hoca” diye bir soru olmadığını kendi kulaklarıyla işitmiş olmalıdır, eğer ki sadece iyi saatte olsunlar şeklinde ortamlarda görünmediyse. Kur’an ve Sünnet’i Resulullah(sav) ve Ashab-ı Kiram(rac) nasıl anlamış, nasıl aciklamislar diye merak edip incelemek yerine şeyhi, üstadı, hocası vs nasıl anladı ve açıkladı ise o şekilde anlamak gerektiğine inanabilir insan. Sonra sen dersen ama bunu Sahabenin veya Tabiinin âlimlerinden olan şu alim böyle açıklamış, bu insan onları görmezden gelebilir, gidip de sonraki herhangi bir dönemin herhangi bir imamını, şeyhini, şeyhülislâmini temel kaynak olarak ele alabilir, ama bu hoca, bu imam böyle diyor diyebilir. Velev ki dine o kadar hizmet etmiş o İmam ben Kur’an’a vakıf oldum ama sünnetin tamamına vakıf olamamış olabilirim. Buna binaen elimdekilerle bir fetva vermiş olabilirim. Gün gelir de siz sahih bir hadise ulaşırsanız benim sözümü alıp yere çarpın o sahih hadise göre amel edin demiş olsa bile. Adam bir taraftan gaybin son habercisi Rasulullah’tır(sav) diye dinlemiş öğrenmiş olmalıdır eğer hocasina adam akıllı kulak verdiyse, diğer taraftan da kalkıp başka bir adamın gayri müslimleri cennete gönderme çabasına ictihad oldu sevap oldu diyebilir. RTE gibi bir adamın küfrünü nifakini yaptıklarını delilleri ile ortaya koyarsın, sen tekfirci olursun bunu yapınca, üstten bakan kibirli adam olursun, öte yanda itirafcinin, iftiracinin tekfir edilmesi ne hikmetse tekfircilik olarak yaftalanmaz. Bir taraftan Hz. Ömer’e(ra) kılıç kaldıran Sahabe-i Kiram(rac) anlatilirken hemen sonrasında bunu anlatan hocalar şeyhler vb insanlar sanki günahsız atfedilerek onlar dinin temel dinamiği haline getirilir, en ufak bir yanlışlarını göstermek bile küfür olarak atfedilir. Siz Kur’an ve Sünnet dersiniz, önce Sahabeye bakalım ne demişler dersiniz, bunu deyince bize günümüzün anlayışı lazım derler ve selefi zahiri harici aşırıcı bağnaz yobaz gibi hakaret ve damlagalamalar birbirini kovalar. Insanlara arkadaşlar bakın burda bir hata var, gelin Kur’an’a dönelim, gelin Sünnet’e dönelim, Ashab-ı Kiram (rac) bu konuya nasıl yaklaştı diye bir bakalım, Tabiinin âlimleri bu konuyu nasıl ele aldı diye bir bakalım önce, sonra gerekirse diğer devirleri de sırasıyla silsilesiyle inceleyelim, ondan sonra bir yol bulalım dersiniz. Alışveriş nedir faiz nedir kavramı sadece Ebu Yusuf’tan beri gündemde olan bir vakıa değildir sonuçta, öncesine de bir bakalim nasıl yapıldı bu iş dersiniz. Bir anlamı olmaz bu çağrının. Halbuki Kur’an ve Sünnet’e dönmeye ve bağlı kalmaya gayret etmekten çaba sarf etmekten daha müspet bir hareket olabilir mi diye bir durup düşünmek gerekir.
      Rabbim Kur’an ve Sünnet üzere sıratı müstakim üzere hidayet eylesin herbirerlerimize.

      • Solcularin “ölen ölür kalan saglar bizimdir” diye bir mottosu vardi. Bizimkiler de anlasilan “hamlar ve haslar birbirinden ayriliyor” mottosuna o kadar kendilerini vermisler ki, en azindan görünüse bakildiginda kim deist, olmus, kim ateist olmus cok önemli degil gibi görünüyor. Insan demek ki dogrunun merkezinden yayin yaptigini düsününce itiraz edenleri ham, etmeyenleri has olarak görebiliyormus.
        Elimizde tek bir teselli kaldi: Ümitsizligin günah olmasi! Gecmiste sirtimizi cok fazla sebeplere, tedbirlere dayadik, kendimize Ebu Talipler aradik, bulduk, bulusturduk, taktik takistirdik. Belki de sirtimizi sadece Allah´a dayamanin vakti gelmistir.

  2. Yazar, makalesinin başlığını “müspet hareket” olarak belirlemiş, konuyu ayrıntılı olarak anlatmış, delilleri ile de süslemiş. Bu yazıyı okuduğunuzda, “yazar, gerçekten de hilim sahibi birisi galiba” diye düşünüyorsunuz. Ancak bu yazısından bir gün sonra, evet bir gün sonra, atmış olduğu bir tweeti okuyor, orada falanca tanınmış bir insana karşı haşin bir tavır takındığını görüyor, söz konusu kimseye karşı klavye arkasından nasıl hakaret ettiğini şaşkınlıkla müşahede ediyorsunuz. Daha önce de bu tür sert ve katı tweetlerini görmüştünüz ama, “belki düzelmiştir..” diyerek bu yazısını okudunuz. Ancak gerçekten de, “ateş böceği, rasat ehline çok az bir zaman yıldız gibi görünmektedir.” Bu durum, sadece yazar için geçerli değil. Nice, kendisini tebliğ kahramanı gibi gören kimselerde aynı hal görülmektedir. Fakat ben kimseyi ayıplamıyor ve kınamıyorum. Sadece bir durum tespiti yapmaya çalıştım. Belki faydalı olur.

    • Her şeyi işine geldiği gibi eğip büken siyasilerin meslek haline gelmiş bu tutumlarını ahlaksızlık olarak tanımlamak nasıl bir hakaret oluyor anlayamadım.
      Müspet hareket etmek demek bir ahlaksızlık tutumunu normal görmek veya buna tepkisiz kalmak mıdır?
      Nedir müspet hareket?
      Bir hareket, eylem, fiil, amel, ameliye, tutum veya davranış hangi ispatlara, hangi temel sabitelere ve delillere dayanirsa müspet olarak nitelendirilebilir?

        • Diyelim Eyüp Dogan dezenformasyoncu, Sarp isimli yorumcu dezenfarmasyoncu, hadi seni mi kiricaz, ben de dezenformasyoncu olayim.
          Sabah aksam magduriyet edebiyati yapacaksiniz ama buna ragmen insanlarin dini inanci dimdik ayaktaymis gibi davranacaksiniz. Kadinlar furya halinde tesettürden uzaklasiyor, namazini gevsetenler, cumaya gelmeyenler, sohbeti birakanlar, laik teyzeler gibi konusmaya baslayanlar, Avrupaya övgü yagdirmaktan yorulmayanlar… Bütün bunlar ve bunlarin karsisinda hatiralarini yazmakla mesgul olanlar da mi yalan? Bu insanlara cok da seyetmeyin, bak ben size bi projeksiyon cizeyim, bunlar olacak seyler, zaten kimin cennete gidip kimin cehenneme gidecegi konusu cok tartismali bi konu, bak koca koca alimler bile tartimis diyerek alistirmaya calisanlar da mi yalan?
          Insanlar Avrupada cocuklarini toparlayamiyorlar ve bizim elimizde ayaklari yere basan ne kisa vadeli, ne orta vadeli ne de uzun vadeli bir proje var.
          Burda böyle militan gibi insanlara ayar vermekle olmuyor bu isler. Icraat gösterin icraat! Hadi hasliginizi görelim!

          • Kardesim biraz uyanik olacaksin saga sola militan diyecegine sana Tanridan az izan ve feraset dilerim. Adam demis ki ‘Medrese-i Yusufiye olarak tabir edilen ortamda dahi Kur’an’ın yerlere atılmasından, açıktan Allah’a(CC) isyana varana kadar..’ kendince risale i nur terminolojisi kullanmaya calismis haspam burda ama biz ‘tabir edilen’ demeyiz direk Medreseyi Yusufiye deriz bu arkadasi icsellestirmedigi bir terimi kullanma cabasinda gosteriyor. Ayrica Allah lafzi kelamindan sonra cc denmesi hizmet disindaki olusumlarda yaygin kullanilir. Arkadas bu aralar menzil cemaatine baktigindan olsa gerek gecis yapamamis. Boyle nuanslarla bu sahsin art niyetli olduguna hukmedebiliriz bence sen de safina karar ver Raci kardes. Muzmin muhalifligin kuyruk acisi mi Kurucana haset mi neyse artik muhasebeyle erit sorununu yoksa bu haset stres ve kalp spazmi yapar orta vadede

  3. Sayın iki yorumcu eyup raci beyler bu kadar zamandir devletin bilerek isteyerek zulme uğrayan Hizmet Hareketi hakkında burada müspet fikirlerinizi yazmanız beklenirdi. Fakat sizler Dr. Ahmet Kurucan Beyin makalelerine hem de Dr. Yğksel Çayıroğlu Beyin makalelerine moral bozucu saçma sapan yorumlar yazıyorsunuz. Tuzun kup kuru olduğu anlaşılıyor. Mantığınız sadece Hizmet insanlarının yapmakta işleri eleştirmekle meşgul izlenimi veriyor. Eğer samimi iseniz yazılarınızda buna dikkat etmenizde fayda var.
    15 Temmuzdan bu yana herhangi bir mağduriyet yaşamamışsınız anlaşılan. Zulmedenler hakkında da yorumlar yapmanız beklenirdi.
    Hizmet Hareketi, devletin yürüttüğü insafsız imansız hukuksuz zulümler karşısında sükunetini ve itidalini koruyarak istikbale Cenabı Hakkın inayetiyle yürümekte. Bu Müslümanlık ve Müslümanlar adına örnek bir duruş. Gelecekte neler olur Allah bilir…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin