Mürtedin öldürülmesi meselesi ve Hocaefendi

YORUM | AHMET KURUCAN 

İntihar edene rahmet dilemek başlıklı yazıma gelen okuyucu yorumlarına cevap sadedinde düşüncelerimi kaleme aldığım serinin son yazısına sıra geldi. Konu Hocaefendi’nin mürtedin öldürülmesi ile alakalı yorumları.

Bir okuyucumuz, sözünü ettiğim yazının altına “kopyala yapıştır” usulü ile Hocaefendi’nin sözlü ve yazılı müdevvanatından bazı görüşlerini koymuş ve ardından “Bu konular hakkında ne diyorsunuz?” sorusunu sormuş. Öncelikle iktibas edilen o bölümlerin hepsi Hocaefendi’ye ait. Malum Hocaefendi, 1967’li yılların başından itibaren kamuya açık kahvehane konuşmaları, konferansları, vaaz ve hutbeleri, Risale dersi ortamı misali dar dairedeki sohbetleri de dahil neredeyse her söylediği kayda geçirilen bir insan. Bugün itibariyle 55 yıllık geçmişe sahip olan bu zaman diliminde eline kalemi alıp bizzat yazdığı yazılar hariç bu müdevvanatın temel özelliği irticali olmasıdır.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Okuyucumuzun yaptığı alıntılar kendisinin çok sık kullandığı ifadeyle “irticalinin esnekliği” içinde sohbetin akışının kendisini götürdüğü yerde ya da muhatapların seviyeleri veya sorunun muhtevasına göre verdiği irticali cevaplar. Yapılan bu alıntılardan da anlaşılacağı üzere mürtedin katli meselesi bu 55 yıllık süre içinde Hocaefendi’ye defalarca sorulmuş ve her defasında büyük bir sabırla iç içe tekrarların da olduğu cevaplar vermiş.

Bir önceki yazımda da ifade ettiğim üzere yeni yayınlanan “Din Özgürlüğü Kapsamında İrtidat” adını taşıyan kitabımda Hocaefendi’nin irtidat ile alakalı görüşlerini tıpkı Üstad Bediüzzaman’da olduğu gibi müstakil bir bölüm halinde ele aldım. 26 sayfa tutan o bölümde okuyucumuzun yazımın altına iktibas ettiği konuşmalar da dahil her konuşmasını bir zaman çizelgesi üzerinde değerlendirdim. Neden? Çünkü beşeri düşünce. Değişen sosyal, siyasal, kültürel, hukuki arka plan şartlarına göre düşüncesinin değişmesi ise gayet doğal. Hocaefendi’nin yaptığı açıklamalar ister İslam hukuku veya Bediüzzaman’ın kitaplarında yerini alan mürted ile alakalı hükümleri nakil veya izah ekseninde isterse yeni içtihadi bir hüküm verme istikametinde olsun, beşeri düşünce dediğimiz olguyu değiştirmez. Yanız tam bu noktada bir şeye dikkat etmek lazım; o da görüşlerine bir bütün olarak bakma. Parçacı ve atomik yaklaşımlar, 30 yıl önce söylediğini esas alıp 10 yıl önce söylediğini kaale almamak ne ilmi bir yaklaşımdır ne de adil.

İşte bu gayri ilmi ve adaletsiz yaklaşımın içine düşmemenin bir tek yolu vardır, sözü edilen konuşma ve yazıları bir zaman çizelgesi içinde değerlendirmektir. Yukarıda beşeri düşünce diyerek altını çizdiğim Hocaefendi’nin düşüncelerinde bir değişiklik veya sabitlik söz konusu ise bunu tespit etmek bununla mümkündür. Bu bakış açısıyla yapılacak tespitlere göre eğer konu ile alakalı düşüncelerinde bir değişiklik varsa o zaman yapılacak değerlendirmede en yeni ve en son görüşü esas alınmalıdır. Ama bu demek değildir ki önceki görüşleri ihmal edilecek veya çöpe atılacak. Hayır onlar da ele alınacak ama eski yorumlarının nihai görüşü olmadığı bilinciyle. Bir şey daha var; eski-yeni bütünlüğü içinde düşünce istikameti veya değişiklik ivmesini görmek için de zaten bu metoda başvurmaya ihtiyaç var.

Hocaefendi’nin irtidatla alakalı görüşlerinin yer aldığı yayınlar ve ilk basım tarihleri şöyle: Fatiha Üzerine Mülahazalar 1989, İrşad Ekseni 1998, Asrın Getirdiği Tereddütler 1992, Ümid Burcu 2005, Yenilenme Cehdi  2012. İki tane de röportaj var. Biri 1995 yılında Hollanda NMO televizyonuna verdiği ikincisi ise 2013 yılında Almanya’da bir kitapta yayınlanan röportajı. Kitabın adı Fethullah Gülen: Was İch Denke Was İch Glaube” Manası Fethullah Gülen: “Ne düşünüyorum, Neye inanıyorum?”

Şimdi bu manzara içinde siz Hocaefendi’nin irtidat ile alakalı nihai görüşü nedir sorusuna nerede cevap ararsınız? Eğer 2013’ten bu yana bilinen bir sohbeti, yazısı, röportajı yoksa hiç şüphesiz ve mecburen 2013 röportajında. Öncekileri ne yaparsınız? Yukarıda söyledim düşünce istikameti, ayniliği, farklılığı ve varsa değişiklik, değişiklik ivmesini  görmek için 2013 röportajıyla mukayese yaparsınız. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Kitapta 26 sayfa tutan bu bölümü bütünüyle yazacak değilim. İsteyenler oraya müracaat edebilir ama gazete makalesinin hacmini aşma pahasına da olsa ulaştığım sonucu maddeler halinde sıralayayım.

1: Hocaefendi 2013 röportajı hariç diğer yerlerde irtidatın siyasi, hukuki, dini bir eylem olup olmadığı konusunda net bir şey söylemiyor. Bir başka tabirle fıkıh kitaplarında gördüğümüz irtidadın siyasi ya da hukuki bir suç ya da din özgürlüğü kapsamında temel insan hakkı şeklinde kendini gösteren karışıklık içinde konuyu ele alıyor. Malum irtidat fıkıh kitaplarında hudud (ceza hukuku), bağy (kamu düzenini bozma, isyan), hirabe (terör) veya (siyer/cihad) uluslararası ilişkiler/savaş hukuku kapsamında ele alınır.

2: Bu ayırımı yapmamakla beraber bazen siyasi ve hukuki düzlemde bir eylem olduğu kabulü üzerine verili hükümleri o günkü muhataplarına izah ediyor hatta yer yer savunuyor bazen de din değiştirmenin ancak temel insan hakları kapsamına girdiği düşünen bir insanın yapacağı izahları yapıyor.

3-Ama 2013 röportajında din değiştirmenin yani Müslümanlıktan ayrılıp bir başka dini inancı veya inançsızlığı benimseme manasındaki irtidadın temel insan haklarından olan din ve vicdan özgürlüğü içine girdiğini, fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin önceleri siyasi ve hukuki düzlemde ele alındığı sonraları da fiili durumdan hareketle itikadi irtidadın da bu kapsamda mütalaa edildiğini açıkça ifade ediyor ve keskin bir ayırımda bulunuyor. Bu keskin ayırım hem kendisinin eski açıklamalarını vuzuha kavuşturuyor hem de an itibariyle nerede durduğunu ve düşüncesinin ne olduğunu ortaya koyuyor.

O röportajın başından bir cümle ve hemen peşinden keskin ayırım diye nitelendirdiğim görüşlerinin yer aldığı uzunca bir paragrafı iktibas etmek istiyorum:

***

“Geçmiş dönemlerde İslam Hukukçularının verdiği hükümleri itikadi ve siyasi olarak ayırt etmek icap eder. Fukahanın irtidadla alakalı hükmü itikadi değil siyasidir. Zira insanların hür iradesiyle dini seçmesi İslam’ın temel bir esasıdır.

“(…) Dünyanın darü’l İslam ve darü’l harb diye ikiye bölündüğü, gayri müslim bütün unsurların Müslümanlarla savaşa durduğu dönemlerde yapılan içtihadlara göre İslam dininden dönme fiili savaş halinde bulunulan karşı cepheye intikal manasını taşımış ve bu yüzden fukaha bunu itikadi değil siyasi bir suç olarak değerlendirmiştir. Fıkıh kitaplarında irtidadın hudud ve siyer yani İslam Ceza Hukuku ve Devletlerarası Hukuk bölümlerinde ele alınması bunun ispatıdır. İrtidat eden kadınların öldürülmemesi de aynı gerekçeye dayanır; çünkü kadınlar o dönemde savaşlarda savaşçı kategorisinde yerini almaz. Halbuki irtidat etmek itikadi suç ise, suçu işleyenin cinsi kimliği hükme tesir etmemelidir. Aynı şekilde İslam’dan çıkan fakat siyasi muhalefet etmeyen Osman ibn Abdullah’a bir ceza verilmemiştir.

“(…) Buradan anlaşılan şudur -ki Bornova camiinde verdiğim cevapta irtidat ‘akde muhalefet, sistemin muhafazası’ sözleriyle bunu vurgulamaya çalışmıştım- fukaha irtidatı itikadi değil siyasi bir suç olarak görmüş ve suç unsurunun mahiyetine göre ölüme kadar uzanan cezai yaptırımlara konu etmiştir. Bir başka ifadeyle fukaha siyasi suç olarak değerlendirdiği irtidadı ‘vatana ihanet’ gibi algılamıştır. Herkesin bildiği gibi vatana ihanet suçu hemen her hukuk sisteminde en ağır cezai müeyyidelere konu olmuştur. Bugün bile ölüm cezasının var olduğu birçok ülkede vatana ihanet ölümle, olmayan ülkelerde de bilebildiğim kadarıyla müebbet hapisle cezalandırılır.

“İtikadi açıdan meseleye bakacak olursak; Kur’an ve Efendimizin (sas) beyan ve tatbikatlarına göre fertler herhangi bir dine inanma veya inanmada özgürdür. İstedikleri dine girebilir, istedikleri zaman da çıkabilirler. Nitekim bunu Eyüp Can’a 1997 yılında vermiş olduğum bir röportajda şöyle ifade etmiştim: “Bu arada demokratik bir anlayışla isteyen insan Müslüman olur, isteyen şamanist kalır, isteyen sizin duygu ve düşüncenizi tercih eder, isteyen başkasını tercih eder…

“Bazıları bu mülahazamı yadırgayabilir ama ben kanaati âcizanemce bu düşünceleri ortaya atmada, beis görmüyorum… Ve bu türlü bir yaklaşıma dünyanın çok da olumsuz bakmadığını düşünüyorum…

“Ortada hukuken suç unsuru olmadığı takdirde mücerred manada bir dine girmek veya çıkmak dünyevi bir yaptırımın konusu değildir İslam’a göre. ‘Dileyen iman etsin dileyen etmesin’, ‘dinde zorlama yoktur’ ayetleri iman etme veya etmemenin kişinin hür iradesine bırakıldığının teminatıdır. Efendimizin de (sas) hayatı boyunca muhataplarını iman etmeleri için herhangi bir zorlamada bulunmaması bunun en büyük şahididir. Zaten aksi bir durum yani İslam’a girmek isteyene kapıları açıp, çıkmak isteyene ölüm cezası ile tehdit etmek hem çifte standart hem de toplumda iki yüzlü münafıkların üremesine neden olurdu. Bu türlü bir yaklaşım toplumda çoğulculuğu öldüren, totaliter bir zihniyetin hükümferma olması demektir ki bu İslam’ın idari sistem adına ortaya koyduğu prensip ve sahih uygulamalara muhaliftir.

“Şunu unutmamak lazım; din özgürlüğü temel hak ve hürriyetlerdendir. Bu hürriyetlere saygı duymak saygının gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmekle mümkündür. İslam’a göre herkesi kendi konumunda kabul etmek; kanun önünde herkesin eşit vatandaşlar olarak hak ve özgürlükleri, başkalarının hak ve özgürlüklerine tecavüz etmemek kaydıyla yaşayabilmesini temin etmek; belli bir inanç sistemi veya hayat tarzını politik yollarla empoze etmemek ve hiç kimseyi etnik, kültürel, dini ve benzeri sebeplerle hor ve hakir görüp ayrımcılığa tabi tutmamak şarttır.”

***

Çok uzun oldu yaptığım iktibas, farkındayım ama Hocaefendi’nin eski görüşlerinden hareketle yanlış değerlendirmelerin yapıldığı bir yerde meseleyi vuzuha kavuşturmak için yaptım bunu. Zahmet edip iktibaslar yapıp uzun uzadıya düşüncelerini yazan okuyucumuz ihtimal bu 2013 röportajında dile getirdiği görüşleri bilmiyordu. Haksız da sayılmaz. Çünkü ben o röportajın sanırım yayınevinden izin alınarak çeşitli web sayfalarında Türkçe olarak yayınlandığını biliyorum ama herkes bilmeyebilir. İlgi alanına girmediği ya da bir sorun olarak karşısına çıkmadığı için okumamış olabilir.

Son bir nokta şu: irtidat ile alakalı görüşlerinin yayınlandığı o kitapların yeni baskıları yapılırken ilgili yerlere en azından bir dipnot ile kayıt düşülmeli. Yayınevine yardımcı olma niyetiyle dipnot girişini ben yazayım isterseniz: “Bu sohbetin yapıldığı, bu yazının kaleme alındığı tarih şu. Yazar o tarihlerde böyle düşünüyordu. Ama 2013 yılında şu kitapta yayınlan röportajında bu görüşlerinden vazgeçtiğini veya şöyle tavzih ettiğinin bilinmesi lazım.” Ardından da velev ki uzun bile olsa kafa karışıklığına sebebiyet vermeyecek netlikte o röportajdan ilgili bölümü iktibas etmeli. Bu yapılmazsa biz bu kafa karışıklığını daha çok yaşarız.

Şu anda zihinlerinizde belirdiğini düşündüğüm muhtemel bir soruyu da ben sorup cevabımı kısaca vereyim: “Yıl 2022. 2013’ten bu yana 9 yıl geçmiş. 1983’te söylediği görüşünü 2013’te değiştiren Hocaefendi, geçtiğimiz 9 yıl içinde düşüncelerini değiştirmiş olamaz mı?” Güzel ve yerinde bir soru bu. Allah uzun ömür versin Hocaefendi hayatta. Bu sorunun cevabını ancak o verebilir. Bu yazıda dile getirdiğim zaman çizelgesini de önüne koyarak “Şu şu şu tarihlerde şöyle demiştiniz, en son 2013’te böyle dediniz. Hala 2013’te durduğunuz yerde misiniz yoksa görüşlerinizde bir değişiklik var mı?” diye kendisine açıkça sormak lazım.

Ben kitabı kaleme alırken böyle bir soruyu sorabilirdim, sormadım. Çünkü 2013’ten bu yana değişik sohbet atmosferlerinde irtidadın fıkıh kitaplarında tıpkı o röportajda dediği gibi siyasi ve hukuki düzlemde ele alındığını, temel insan hakları ve özgürlükleri ve bunun en önemli ayaklarından biri olan din ve vicdan hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini defalarca kendisinden duydum. Buna rağmen değiştirmiş olamaz mı? Elbette olabilir. Hatta hiç ama hiç ihtimal vermemekle beraber pasif irtidat ya da itikadi irtidadın cezalandırılması gerektiğini de söyleyebilir. Ama bu insan hakları, demokrasi, diyalog vb. konularda yıllardan beri seslendirdiği görüşlerini ve o görüşler etrafında yapılagelen tüm faaliyetleri dünya çapında sorgulamaya açar.

Sanırım yeter. Enes Kara’nın intiharı üzerine kaleme aldığım yazı ve ona gelen yorumlara cevap diye girdiğim bu faslı kapatıyorum. “Fetva problemi” yazı serisine kaldığım yerden devam edeceğim nasipse.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

13 YORUMLAR

  1. Sayın Kurucan,

    İlk yazınızda Enes’in intiharı konusu vardı ve irtidat değil, vefatının ardından yaptığınız rahmet “okuma” eleştirilmişti. Yazınız üzerine pek çok yorumcu: “ateist birinin vefatının ardından rahmet okunur mu?”, “Hristiyanın -mesela Papa’nın- ardından rahmet okunur mu?”, “Ateist, agnostik, Hristiyan, Yahudi, Hinduistlerin vd. vefatlarınının ardından rahmet okunur mu?”, “sayınlanların cenaze namazları da kılınır mı?”, “arkalarından hatim dağıtılır mı?” vb. sorularını sormuştu.

    İkinci yazınıza “İntihar edenin ardından rahmet okumak” başlığını koydunuz ki bu “ateist ölenin ardından rahmet okuma” konusundan bir hayli farklıydı…

    Üçüncü ve dördüncü yazılarınızda da yukarıdaki konulara cevap vermediğinizin farkında olduğunuzu umuyorum. Bilmiyorsanız, “bilmiyorum” da diyebilirdiniz ama demediniz. Soruları ya görmediniz ya da görmezden geldiniz. Şimdi de bildiğiniz alana çektiğiniz konuyla ilgili değerlendirmelerinizle sonlandırıyorsunuz.

    Açık olan şurası ki, size sorulan soruları cevaplamadınız. “Hangi soruları cevaplamamışım?” derseniz: “ateist birinin vefatının ardından rahmet okunur mu?”, “Hristiyan olarak ölen birinin -mesela Papa’nın- ardından rahmet okunur mu?”, “Ateist, agnostik, Hristiyan, Yahudi, Hinduistlerin vd. vefatlarınının ardından rahmet okunur mu?”, “sayınlanların cenaze namazları da kılınır mı?”, “arkalarından hatim dağıtılır mı?” vb. sorularını cevaplamadınız.

    Yoksa ben yorumları yanlış mı görüyorum, yanlış mı okuyorum, yanlış mı yorumluyorum?

    Hürmetle…

    • Yazmış ya kardeşim! 55 yıldır yere zamana duruma göre şekilden şekile giriyoruz diye. Hep bir yerlere şirin görünmek çabası benim bu ” cemaat” ten anladığım bu. Sorunun etrafında dönmüş cevap vermeden bitirmiş. Bunlar Papa’ya da modi’de biden’a da rahmet okur.

      • Amaç şirin görünmek olsaydı, Dindar insanlara rüşvet operasyonu yapmayın derdi ve tüm hizmet kurumları ve insanları korunurdu.
        Hizmet bitirilmezdi… Adeta bütün dünya malı Hakka kurban edildi.
        Şirin görünmek bunun neresinde Allah aşkına…

      • Sirin görünmek belki zaruretti ama maalesef bir karakter halini aldi ve sirin göründügümüze kendimiz de o kadar inandik ki, insanlarin gözünden düstügümüzü bile anlamadik. Simdi de halki suclamakla kendimizi avutuyoruz. Insanlar bana ne sizin itisip kakismanizdan diyor. Haksiz sayilirlar mi?

  2. Geçen akşam bir kardeşimle Bahadır Odabaşının intiharı ile ilgili yazi;iyorduk. Babası Nurettin bey ortak arkadaşımız: “Nurettin Abi, Lenkeran’dayken Vel’de kamp yapiyorduk. O zaman Bahadır’ı kampa getiriyordu. Sonra Nurettin Abi Bakü’ye geldikten sonra evine ziyarete gitmiştik, o zaman Bahadır küçüktü. 😔 Rabbim gani gani Rahmet Eylesin, Abi…” diye yazdı kardeşim.

    Sonra da: “Bu konuyla alakalı bir ilave daha yapmak istiyorum. Bazen ilahıyatçı bakış açıları da realiteden uzak olabiliyor. 2 hafta önce psikolog bir abinin programına katıldım ve bizim ilahıyatçı abilerin üslup ve psikoloji bilmeden yaptıkları tavsiyelerden dolayı depresyondan çıkamayıp intihar eden arkadaşlar oldu, dedi” şeklinde ekledi.

    Kim olduğunu, hangi konuyla ilgili söylediğini sordum ama: “Abi tanımıyorum, zarten hanimin katildigi bir programdi, ben de onunla birlikte dinledim. Aslinda denilen şuydu abi Arkadaşların yaşadıkları sıkıntılar ve gündemleri ile Hizmet gündemlerinin aynı olmaması. Bir tarafta insanlar depresyon ve psikolojik sorunlarla uğraşırken … sanki bunlar yokmuş gibi hareket edilmesi. Insanların beklentilerinin karşılanmıyor ve insnalar arayış içerisindeler. Idarecilerin bunlari görmeleri gerektiği filan abi ama kanaatimce eşekten düşeni eşekten düşen anlayacagi icin … devam eden zatlar empati yapmaktan oldukca uzaklar, …” şeklinde cevap vermiş.

    Yukarıdaki makaleyi okuyunca, “mürtedin hakkı hayatı” meselesi, gerçek gündemimizin neresinde diye sordum kendime.

    Bir de şu geldi aklıma: İnşallah, birileri “Kurucan Abi gibi, Büyüğümüzün rahle-i tedrisinden geçmiş, belki de Efenimiz’in (SAV) “kardeşlerim” dedikleri arasında yeralan mübareklerden biri ve onu okuyan onca insan ardımızdan rahmet okuyacaklar. Rabbim bu mübareklerin dualarnı kabul edip bizi Cennet’ine alır” gibi safca düşünmez ve -varsa- intihar düşüncesi desteklenmiş olmaz.

  3. “İnternetin icadı telgrafın sürekli geliştirilmesi sonucu değildir. Hakeza elektrik de mumun sürekli geliştirilmesi sonucu bulunmamıştır. Bu yüzden ihtiyacımız olan, bütün klasik bilgi ve deneyimlerimizi yerle bir edecek yıkıcı ve yok edici bir akıl, nefes kesecek bir hamle ve tanımlanamayacak bir sonuç…”

    İkarusun sayıklamaları kitabı..

    Değerli Hocam,

    zamanın ruhuna uygun yorum şişe de durduğu gibi durmuyor bunu da unutmamak gerek.

    Dünyaca ünlü bir ekonomistin, hatta ihtimal günümüzde en baskın ekonomik görüşün temsilcisi Milton Friedman, Amerikan ekonomisi için Para arzının etkilerini incelemiş ve ampirik araştırma yapmış. Ampirik araştırmanın sonucu şu, Para arzı yapılınca bunun ekonomiye tam etkisi 18 ay sonra ortaya çıkıyor.

    Yani hemen ekonomiye gül bahar olan birşeyin asıl görmediğimiz etkisi 18 ay sonra çıkıyor.

    Hocaefendinin ufku, anlayışı, geçmiş ile gelecek arasında köprü olması, özü yıkmadan eskiyen inşaatı tamiri yönünü elbette es geçemeyiz.

    Lakin, sizinde fark etmeden zamana göre Hocaefendinin anlatımıdaki değişimin bizi getirdiği nokta aslında, İslam aleminin gerilemesinin de özündeki temel hususlardan birini işaret ediyor.

    Hatırlarsınız ve muhakkak da okuyorsunuz. Dinin anlatım tarzının, toplumu etkilediğini söylemiştim. İnsan en güzel surette yaratıldı, bunun şu demek olmadığını biliyoruz. En güzel şekilde yaratılan insan, engüzel kararlar verebilir. Bugün insanın manipüle edilebildiğini, ideolojiler etrafında cahilce davranışlar sergileyebildiğini görüyoruz. Bunu her ideoloji gibi din adına yapan ve hatta İslam dini adına yapanların da varlığı ortada.

    İnsan bu. Manipüle edilebilir, bir fikre angaje edilebilir. Psikolojik harp taktiklerini yaşamış bir toplum olarak, zaten bunun ne kadar kolay olduğunu da biliyoruz.

    İnsan ahseni takvim, ama uygulamada insan manipüle edilebilen, cahil, angaje olabilen, edilgen olabilen bir varlık.

    İnsana dair bu tespitim üzerinden yola çıkarak yukarıdaki ünlü Ekonomistin ampirik araştırma sonucunu hatırlatmam gerekir burada. Nasıl ki bir para politikasının etkisi 18 ay sonra tam ortaya çıkıyorsa, insana dair yapılan eğitimlerin, öğretimlerin, bilgilerin, onun zihin dünyasına yaptığınız tüm göndermelerin, kısaca insanın düşünce dünyasının inşasının etkileri de bir bakıyorsunuz yıllar sonra ortaya çıkıyor.

    Konumuz değil elbette, ama özelinde, Türk toplumunun Tayyip Erdoğandan vazgeçmemesinin sebebi de, onun manipüle edilmeye açık bu İslami bilgi dejenerasyonundan geçmiş olması.

    Türk toplumu hırsızlığı biliyor ama “Alemi İslamın geleceği için ne yapalım, bunlar küçük şeyler, bunu kullanarak bu müslüman idareyi indirmeye çalışıyorlar” feedback iyle sürekli besleniyor.

    Dolayısıyla, hangi melaneti yaparsa yapsın, bu gerekçe aşılamıyor.

    Bu bir gerekçe. Bunun gibi o kadar çok gerekçelerle dolu ki İslam dünyası.

    Afganistanda uyuşturucu üreten mollaların, “Onlar bizim nesillerimizi yok ediyorlar, bizde onlarınkisini uyuşturucuyla yok ediyoruz” diyerek yaptığı bu alçakça üretimi, dine mal etmesi de bundan.

    İnsanlara anlatırken, yorumu tefsiri nasıldır tam özümsemeden patır patır söylemek kolay, lakin bunun insanların zihinlerinde nasıl bir şey oluşturduğunu görmek ise , işte zor olan bu. Şu an bunu görüyoruz.

    Hocaefendiye sözüm olamaz. Dün böyle değerlendirmiştir, bugün böyle.

    1900 lü yılların başında Evren Samanyolu galaksisinden oluşuyor olarak bilinirdi. Bugün, onun gibi en az 200 milyar galaksinin var olduğu biliniyor onun gibi. Lakin, değerli hocam, bazı hükümlere, uygulamalara bakıştaki bu değişim bu evrene ilişkin bilgi değişiminden farklı.

    Bu doğrudan insana dokunuyor. İnsanların hayatlarını, hayata bakışlarını etkiliyor. Bir olaya bakışını, analizini etkileyen temeller oluyor.

    Hocaefendi gibi asrın fikir yapıcılarına değil elbette satırlarım. Lakin, bu örnek üzerinden temellendireceğim görmediğimiz bir hususu anlatmak meramım.

    İslam dünyasında, İlahiyat dünyası, Kurumsal yahut organizasyon olarak dine hizmet etmeye çalışan yapıların yaptıklarının yanında çok yıktıklarını görmemiz gerekiyor.

    Yanlış bir insan modeli yetiştiriliyor farkında olmadan.

    Ata et, ite ot.. muhabbetinden öte bu.

    Daha önceki yorumlarımda da bunu dile getirmiştim, muhakkak okudunuz, üzerine devam ediyorum.

    Bir tul-i emelin anlatımı bile fark etmiyor olabilirsiniz, ama gençlerin bilim adamı olmasının engellemesine yol açıyor.

    Nasıl yol açıyor diye bunu soran bile yok. İnanan düşünen bile yok.

    Bunu etrafında ki yaşamda gözlemleyen biri olarak, az bu konulara aklı çalışan, ötesi bu konuları düşünen kişilerle konuştuğum da da aynı sonuca ulaşıyoruz.

    Nasıl bir insan inşa ettiğimizi bilmiyoruz.

    YAPAY ZEKA geliştirir gibi insan yetiştiriyoruz. Yapay zekaya bugün insan oğlu tarafından dijital dünyaya veri olarak sunulan herşey boca ediliyor.

    Ya insanlar, ya gençler, ya çoçuklar.

    Elbette Hizmet bu konuda en başarılı olabilenlerden, eleştirilecek yönü çok inşa ettiği insan modeli üzerinden elbette, ama başarılı.

    Dikkat ederseniz, hizmetin inşa etmek istediği insan modeli üzerinden demiyorum. O bir ideal, güzel bir insan inşa etmek istiyor. Dünyasıyla, toplumuyla ve kendisiyle barışık, huzur sulh vaadeden, iki kanatlı.

    Eleştiriden kastım, varsa inşa ettiği hususun bazı yönlerine ilişkin. Bağlamımız da elbette çağa uygun insan modeli olduğu.

    Hizmet dünya ölçeğinde çekirdek, potansiyeller değil var olan durumu fotoğraf olduğu için konumuz, benim kastım da şu an İslam dünyasının geneline ilişkin. Hizmet insanını bu nedenle müstesna yere koyabiliriz.

    Ancak, tekrar etmem gerekirse, müstesnaları yere koyarak, bir soruyla devam etmek istiyorum..

    İslam dünyasında din anlatıcıları, nasuhler, bunu samimice dert edinenler nasıl bir insan inşa ediyorlar, bunu ölçüyorlar mı, gözlemliyorlar mı?

    Dindarlaştıkça bilimden uzaklaşan, dogmalara saplanan, toplumsal sorunlarla, dünyanın sorunlarıyla ilgilenmeyen bir insan inşa edildiğini gözlemliyorum ben.

    Ve bu dindar insan, içinde yer almadığı bu dünyanın içinde başarısız oluyor, dualiteye düşüyor. Ya kendi gizli dünyasını kuruyor o etkileşime geçemediği dünya içinde ya da tamamen kendi küçük kolonilerine kurup orada özgür yaşıyor. Biraz palazlanınca, serpilince baş kaldırıyor. Bu başkaldırıyı fiil olarak değil elbette düşünce dünyası olarak söylüyorum.

    Yani, bu şekilde yetişmiş insanlar bir Kurumsal kimlikte buluşsa da, var olan yapıyı eleştirerek varlığını devam ediyorlar.

    Alıp başını giden bir dünya var. Kaçan koca bir çağ var.

    Yer yüzünde en önemli, mühim iş, Cenab-ı Anlatmak, sözünü daha yeni bir sohbet ortamında dinledim.

    Çok güzel bu hedef. Ama bu hedef, dünyanın özünün içinde yer almayla mümkün.

    Peki olan ne, okumayan, düşünmeyen, kendini geliştirmeyen insan modelinin ortaya çıkması.

    Suçu mu bu peki, “Yeryüzünde en önemli şey, Cenab-ı Hakkı anlatmaktır” sözünün. Elbette değil.

    Ama bu sözün nasıl algılandığını hepimiz görüyoruz.

    Bugün dünyada LLL, Life Long Learning, ömür boyu öğrenme kavramı gittikçe büyüyor.

    İslam toplumlarının entelektüellerinde durum nasıl peki? Bir iş için, iaşesini sağlamak için, kısaca gerektiğince hayatta kalmak için bilginin kullanılarak bir paraya dönüştürülmesini fark etmeden fısıldıyorlar.

    Hz. İsa Havarisi misali, tek bir amaca kilitlenebilir insan. Herşeyi tali görebilir. Ama o Havari bugün gerçek anlamda mesajını duyuracaksa, mantığını değiştirmek zorunda. Kendini eğitmek, ilerlemek, çağının vizyonuna sahip olmak zorunda.

    Algılanan o mu? Asla..

    Tuli emel, hırs, hubbucah, tama.. kavramlarıyla bombardımana uğrayan insan, vaz geçiyor, pes ediyor çağının donanımıyla donanmayı.

    Okuduğu şeyler, onu stabil durma, bir şekilde geçimini sağlayıp var olduğu dini yapıların içinde sadakatle durmaya gtürüyor.

    50 sene öncesi için bu bir ufuktu, bu gün geri bir zihniyet.

    Yıllar önce, bir genç grubuna gönüllü makro ekonomi anlatacak insan aramıştım. Ama, işin ehli olması gerekiyordu. Yani, o konuları çok iyi bilen biri. Etrafımda samimi olan onca insan aklıma geldi, ama yüzeysel, asgari bilgi dışında o konuda çok iyi bilgisi olan yoktu.

    Samimiyetin dili elbette ayrı. Gönüller için bilim, bilgi, ilerleme, çağa uygun olmama tali de olabilir.
    Yan komşumuza Cenabı Hakkı anlatmak için gönül dili yeter, bir kek, pasta sıcak çay yeterde diyebilirsiniz.

    Ama değerli hocam, gerçek öyle değil.

    Komşusuyla, kek, pasta çay içerek birşeyleri paylaşmak durumunda olan insanların aslında daha vizyonlu olarak daha öte konuları paylaşma imkanlarını yok etmişsek işte bu can yakıcı.

    Konu derin.. dallanıp budaklanıyorda.

    Ama meramım şu..

    Nasıl bir insan hedefliyoruz, bunun için ne anlatıyoruz, dilimizden ne çıkıyor, hangi kavramları kullanıyoruz, bunun yansıması nasıl oluyor, nasıl algılanıyor?

    İşte bu nokta kritik nokta.. İslam dünyası bu noktada tam başarılı değil. Bu başarısızlığının en büyük sebebi de, ihtimal onu samimice anlatmak isteyenler.

    Yiğidi öldürdün, hakkı nerede peki, diyebilirsiniz.

    Asla, ahiret endeksli satırlar değil bunlar. Samimiyetin mükafatını Allah verir. Yapılan emeklerin de getirdiği nokta bu.

    Örnekle meramımı ifade edeyim.

    Eskiden daktilo vardı çok iş görüyordu, sonra elektronik daktilo çıktı. Ve o alanda gelişmeler üzerine çalışılıyordu. Bir baktık, Bilgisayar var. Daktilo alanında ilerlemenin, geliştirmenin aslında bir zaman için geçerli, ilerici bişey olduğunu, ama Bilgisayarla birlikte bunun anlamsızlığını grdük.

    O o zamanlar için ilerici birşeydi, bugün gerileten birşey.

    Bunu anlamak ilk aşama.

    Bunu ikrar edip, kabul ettikten sonra ise asıl noktaya geliyoruz. Düşünülecek noktaya..

    İlk başta bir kitaptan yaptığım alıntıya sanırım şu an yeniden yer verme vakti..

    “İnternetin icadı telgrafın sürekli geliştirilmesi sonucu değildir. Hakeza elektrik de mumun sürekli geliştirilmesi sonucu bulunmamıştır. Bu yüzden ihtiyacımız olan, bütün klasik bilgi ve deneyimlerimizi yerle bir edecek yıkıcı ve yok edici bir akıl, nefes kesecek bir hamle ve tanımlanamayacak bir sonuç…”

    • Sanirim yapay zeka ögrene ögrene bir gün “Ben kimim”, “Nereden geliyor, nereye gidiyorum” sorularini da sormaya baslayacak ve kuvvetle ihtimal cevabi insandan önce bulacak. Insanoglunun hüsranda olmasi madem süphe götürmeyen bi durumdur, o halde neden en sorulmasi gereken sorulari sorsun, en can alici meselelere kafayi yorsun. Bunu Müslümani, Hiristiyani, ateisti yok, en iyi puani alan bile bir diger soruya odaklanmada yan ciziyor.

  4. Aklima takilanlar:
    Irticalen kendi kendini gaza getirerek önünü arkasini düsünmeden konusmak demek ve bu birkac kez olmus. Öyle ki bugün Hocaefendiyi elestirel olarak taniyan bütün yabanci gazetecilerin, ilahiyatcilarin hafizasinda su an o versiyon güncelligini koruyor. Acaba yeni görüslere yer veren yayinlar neden ilgili kitleye ulasamiyor veya neden bir kitabin icinde bir sahifede bir paragrafta unutulmaya yüz tutacak sekilde bulunduruluyor. Hocaefendi, irtidatla alakali anlatacaklarim var dese dünyanin en önemli gazetecileri röportaj icin siraya girer, girmesi gerekir.

    Geçmiş dönemlerde İslam Hukukçularının verdiği hükümleri itikadi ve siyasi olarak ayırt etmek icap ederse, siyasi hükümleri sadece bu zamana göre degil o zamana göre de analiz etmek gerekmez mi? Nitekim bugün de Islam hukukcusu olarak kabul edilen bircok kisi de meselelere siyasi acidan bakiyor.

    Tabii Hocaefendinin anlatimindan su da anlasilabilir: Zamanin Islam hukukculari Islamin bekasi adina siyaset yaptilar, onu Islami kullanan sultanlardan ve din degistirenlerden korumak icin siyasi hükümler verdiler. Peki biz neden bunun farkina diyaloga gectigimiz gayrimüslimler sorgulayinca fark ettik? Veya neden Islamin bekasi adina bugün siyasi hüküm verenleri canhiras elestiriyoruz?

    Sayet siyasi olarak verilen dini hükümlerin yanlis oldugu noktasina geldiysek, siyaseten verilmis baska ne gibi hükümler var? Hayir o zaman icin bu dogruydu diyeceksek, bu zaman icin dogru olmadigini neye göre anliyoruz veya bu zaman da din icin siyasi hükümlerde bulunulabilir diyenleri yerden yere vurmaya hakkimiz var mi? Yani biz daha kendimiz bu konuyu tam cözememisiz ki.

    Özellikle su sorunun cevabini merak ediyorum: Bugün dini bir konuda siyasi bir hüküm vermek mümkün müdür, mümkünse bu hükmü verecek olan hukukcularin hangi kriterleri yerine getirmesi gerekir?

  5. Durum, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali oldu. Esas olan yön. Benim üzüldüğüm şey, yönü İslam Dünyasının.

    Mürtedin katli kavramı üzerinden düşünüp duruyoruz. Çıkamıyoruz, şu cendereden. Aşamıyoruz.

    Bu arada dünya;

    internet of the things, yapay zekanın yapay zekayla geliştirilmesi, biomekanik, biomekanikdijital, biogenetikdijital… tüm varyasyonlarıyla yazılımın, bionun, mekaniğin ve enformatiğin ürünlerini sunuyor.

    Yapay organ tartışması geçti, kendi organlarını başka organizma da geliştirip yedek parça olarak takma devrininin etik ilkelerini tartışıyor, kendimizin bire bir klonumuz ve bunun etiği tartışılıyor…

    Güneşten 1 milyon kata daha sıcak, yapay güneş yapılıp bunun devriminin arefesindeyiz.

    vs VS VS..

    Alıp başını giden bir dünyayı gözümüzün önünde izliyoruz, ama malesef, entelijansiyamızın bahtına bu konuları tartışmak düşüyor.

    Bu kısır döngüyü aşamıyoruz. Bu patinajdan kurtulamıyoruz.

    Enerjimizi bir solukta, hiç çözülemeyecek konulara ama asla karşımıza çıkmayacak konulara veriyoruz.

    Eleştirip Ahmet Hocaya değil, bu anlayışı yıkamayışımıza.

    Bu satırları okuyanlardan çıkmaz kolay kolay da, bu tarz düşünenleri de endişeyle okuyup, bunun dilinin altında birşey var demeye getirip, korkuyla savunmaya geçiyorlar.

    Koca bir çağ başlıyor, çağ atlatılıyor…

    Biz Ömer bin Abdulazizden örnek verip, 2 sene de çözeriz şımarıklığındayız.

    En vizyoneri Hizmet ise, onunda düştüğü hal bu.. İlahiyatçısı yukarıdaki konulara odaklanacakken en azından etik yönüyle, yahut onların gerçekliğinde din nasıl olur olmalı nasıl yaşanır ve yaşatılıra odaklanacaklarken, hizmet ilahiyatçıları da mecburen dönüp dolaşıp ayaklarına dolanan bu konulara cevap vermek zorunda kalıyorlar. Çünkü insanlar bu noktadalar daha.

    Mürtedin katli olsa ne olur olmasa ne olur, şairin dediği gibi,

    “Oğlum Mernuş
    Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun …”

    Tartıştıkları konuların bir anlamı da yok. Eğitimlileri sürülmüş batı kapılarında, eğitimsizleri bir avuç dolar için euro için avrupa kapılarında bir millet ve koca dünya.

    Mülteci kampı demek müslüman kampı demek, Somalili ,Etiyoplasına dokunsan müslüman çıkıyor, Türküne kürdüne dokunsan müslüman..

    Kısır döngünün içindeyiz. TEUFELKRİSE diyorlar Almanlar. Öyle. bir çeşit şeytan döngü.

    İlerletmiyor da, bizim nesli de böyle heba ettiler.

    Ahmet Kurucan Hocam gibilerden isteğim şu, artık madem kalemi elinize aldınız, neyse şu tartışılan konular artık bir elden çıkartın..

    Değiştirin demiyorum, ne ise koyun ortaya ama bu konular bitsin.

    Çağın trenini kaçırmış bir nesliz.

    Ömrümün 3 yılını Almanca öğrenmeye 3 yılını da ingilizceye verdim.

    Dedelerimizin tembelliğinin sonucu bu ömrümüzün 6 yılı demek.

    1 milyon genç yapsa bunu 6 milyon yıl demek bu.

    Farabiden, İbni Sinadan dem vurup hava atmasını biliyoruzda, bu teufel krizinden çıkmasını bilmiyoruz.

    Bunu dert edinen yok.

    Hizmet entelijansiyası da ne yapsın, mecburen dönüyor dolaşıyor ayağına dolalndırılan konulara gelip cevap vermekle enerjisini tüketiyor.

    Gözümün ömründe bir neslin, buna hizmet insanı da değil zulm sebebiyle, yıllarının çöpe gittiğini gözlemliyorum.

    Müslüman eline Kuranı ve sünnetini alsın, ama bu köhne varoşu terk etsin istiyorum.

    Bir varoş mahallenin içinde işi gücü dedikodu, bahçesinde geçimlik üretimiyle derdi dışında derdi olmayan şeklinde benzetiyorum bizim İslam dünyası mahallesini.

    Alıp Kuranı ve Sünneti, bu mahalleyi komple terk etmemiz gerekiyor. Yeni sitelere, yeni yaşama, yeni anlayışa yönelmemiz gerekiyor.

    Biliyorum bu mahalle, varoş mahallede sakin olmak dahi, Beyefendiyi “Lan Ahmet” yapıyor, bir Hanımefendiyi “kız Ayşe” yapıyor.

    Yeniden yepyeniden bir çığır açısı anlayış gerek derken bir yanı da bu olmalı.

    Terk etmeli zihnen o mahalleyi ve onun içindeki tartışmaları. Bu gününe yansıyan, önüne çıkan ayağına dolaşan şeyleri de böylece kısa sürede çözüp atmalı.

    Mercedes firmasının 1 saat çalışmasının Çorumda üretilen tüm patatesten daha fazla değer ürettiği bir zamandayız.

    Bir yazılımın, kodların, ele avuca gelmez, dokunmayacağın zihin ürünü kodlardan oluşan yazılımların Türkiye bütçesi kadar değer ürettiği bir devirdeyiz.

    Bu tartışmalar, değer üretecek insanlarımızı da etkiliyor. Birilerinin entelektüeli olabiliriz, birileri bakınca çok şükür ki onlar var diyebilir bize bakınca, ama bize bakınca ben riski görüyorum.

    İçinde bulunduğumuz mahallenin iyisiyiz kabul, ama çağın vasatıyız bu kısır döngülerin içinde, bu bizi yavaşlatıyor.

    Bir lokma bir hırkalar, mala mülke tamahlar, bir toplu iğnenin hesabını sabaha kadar veremedi denen nasihatlar.. güzel güzelde kardeşim.. bunlar senin neslinin o körpe beyinlerinde ne çağrıştırıyor düşündün mü.

    Alabildiğine yarışın olduğu dünyada, senin övündüklerini bile vasata çevirdiğini görmüyor musun. Elbette tek sebep bu değil. Ama sebep değilde diyemeyiz asla.Kat a.

    Şunu gözlemliyorum:

    Bugün İslam dünyasında anlatılan DİN uygulansın, (dikkat ediniz anlatılan din) Müslümanlar cennete gidebilir, zira elinde tesbih, ibadet, oruç vb bayağı yükleniliyor bu konulara..

    Lakin şunda bu dünyada geri kalacaklar.

    İlahiyat dünyasına da kızıyorum.

    Bu tehlikeyi görün. Yazdıklarınıza, çizdiklerinize nasihet ettiğiniz şeylere dikkat edin, bunlar magma dan çıkan alev gibi hemen kuruyor ve kalıp olarak tutuyor insanları.

    Neden, ilme bilime teşvik yok. Dikkat edersen ilim ve bilim dedim. Bu bile ayrı.

    Çocukluğumuzun dindarlaşan gençleri, İlahiyata seçerdi. Seçmeyecek çocuk dindarlaştıkça aceba bunu mu seçsem derdi.

    “Allah sevdiği kuluna kendini anlattırır” sözünü duyan bir insan Mars misyonunda görev almak ister mi.

    Hangi zihin, hangi mantalite o sözün önünde durabilir.

    O nedenle diyorum, bu hadisleri, anlatımları aktarırken, Allahı anlatmanın da içerisine girmeden anlatmayın bari.

    O satırları okuyan ilahiyata gidiyor, düz memur olup, ahiretime bakayım kardşim diyor.

    Hizmet içinde bile, bizim amacımız Allahı anlatmak, bu uokul üniversite araç deyip, ortalama asgari biri oluyor.

    Hayat bu mu? Hayır, hayat bu değil. O hayat, seni öyle evirip çeviriyor ki, şunu nasihat ediyor.

    Bilimde, sanatta, edebiyatta, akademide olmadan asla ama asla Allahı tam anlatamazsın.

    Yön bu. Bu yönde gitmeleri gerekir.

    Ya konuşmamalılar, ya da konuştuklarının neye algı oluşturduğunu bilmeliler.

    Yoksa, tamam amenna, ahireti kurtardın.. Ama bu dünyayı kaybettin be kardeşim.

    Eleştirim bu noktaya bu nedenle..

    Yeni bir insan İNŞA edilmeli..
    Bu insanın inşasını çok özenle seçmeliyiz. Tüm dünyaya çekinmeden de duyurmalıyız.

    İki kanat deyip başlatığımız o çıktığmız yol çok güzel.. Ama bu günümüzde kısmen lafta, sözde.

    Meramım bu sevgili Gargamelin iftar davetinde şirin izdihamı..

    Şu varoştan çıkamadık bir türlü. Kenar mahalle konularını aşamıyoruz.

    Tekerlek hep aynı yerde dönüp duruyor.

    Zaman geçiyor, çağ geçiyor..

    Ve Treni kaçırıp gidiyoruz..

    Bugün Allahı sevdirmenin yolu, bilimden, ilerlemeden geçiyor. Bugünün modern dervişleri, mollaları bunlar olmak zorunda. Bu bir zorunluluk.

    • Yorumlarınız benim de uzun süredir kafamı yorup, insanlara anlatmaya çalıştığım şeyler. Başta bu tr7/24 platformunu eleştiriyorum. Hicret etmiş hizmet insanları olarak hala çok boş şeylerle vakit kaybetmediyoruz, daha da acısı ne kaybettiğimizin farkında değiliz. Hala tek gündemimiz Tiran şunu yaptı, bunu yaptı, yok artık vs. Artık şaşıracak, tartışacak bişey kalmadı. Dünya gündemine geçelim, sadece bilim değil, kültür, spor, sanat dallarında okuyalım konuşalım. Dediğiniz gibi komşuya kek götürünce onlarla konuşacak ortak konularımız olsun. Bu geriliğin bir zararı da çocuklarımız bence. Şu an yetişen nesil batı okullarında, kültürü, sanatı, sporu, bilimi özümsüyor. Ama ailelere soruyorum, 30 yaşlarında genç bir baba bile çocuğu ile oturup 1 saat muhabbet edemiyor. Ortak alanları yok ki, tamamen bağlantı kopmuş. Sen o çocuğa ne verebilirsin ki.
      Bu sebeple bu platformda ya da hicret edenlere yönelik yeni bir sitede daha fazla dünya haberleri, gelişmeleir, dünya sporlarını (F1, NBA, golf vs), sanat gelişmelerini aktaran yazılar olmalı diye düşünüyorum.

      Ayrıca kaleminiz gayet kuvvetli, yazdığınız bir yer veya sosyal medya varsa paylaşırsanız takip etmek isterim. Ufuk açan ve derdi hizmet olan insan sayısına binaen bulunca kaçırmak istemiyorum 🙂

      • Yok maalesef. Maalesef diyorum cunku, heybemde birikmis cok konularim var. Nefsimi karistirma korkusuyla da israrci olmadim. Bir defa tr724 e dolayli yazmak istedige iliskin mail attim donen olmadi.

        Onemli degil boyle de ifade ediyorum kendini. Eski yorumlarimda karsilasmissaniz eger, burayi Erzurumda 90 lardaki kitlama sekerli cay icilen 45 watlik los lambali kahvehanelere benzetiyorum.

        Bircesit kaybedenler klubuyuz. Ruh halim Gruba yaklasirken modunda, satirlarimsa cozum bulma, farkina vardirma, dikkat cekmeye yonelik. Curmum olmadigi icin ates olmada da israrci degilim o nedenle. Ama hatirli boyle insanlarin altina yorumumla katilip belki onlarda fundem olustururum umidindeyim.

        Aşk aglattirir, dert konusturur derler. O topraklara derinden aşık, dertlerine içimden kederleniyorum kendi çapimda.

        Benimkisi bir dertlesmek surada. Tesekkur ederim iltifatiniz icin bu nedenle, demek ki duyan goren oluyormus.hurmetle..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin