MOBESE skandalı ABD’de olsaydı?

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Yazıya bir film tavsiyesi ile başlayayım. 

Eğer hala izlememişseniz ‘Başkanın bütün adamları (All the President’s Men) filmini mutlaka izleyin. 37. ABD Başkanı Richard Nixon’ın başkanlığını düşüren Watergate Skandalı’nı anlatan film Washington’un en bilinen gazetecilerinden Bob Woodward’ın kitabından uyarlama. 

Peki nereden çıktı bu film ve ABD’nin en tartışmalı başkanı Nixon’ın icraatlarına gönderme yapmak? 

Aslında cevabı basit. 

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Geçtiğimiz hafta yaşanan kar fırtınası ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçi Dominick Chilcott ile balık yemeye gitmesi bana bu filmi hatırlattı. 

Erdoğan rejimi, İstanbul kar esareti yaşarken İmamoğlu’nun balık lokantasında olması üzerinde kampanya yaptı ama buradaki esas skandal MOBESE görüntülerinin hükümet medyasınca kullanılmasıydı.

İMAMOĞLU’NUN HATASI İKTİDARIN SUÇU

İmamoğlu’nun şehir kara teslim olmuşken büyükelçi ile yemeğe gitmesi siyaseten büyük bir hata. İmamoğlu’na mutlaka bir faturası olacaktır. 

Ancak iktidarın yaptığı suç. 

Çünkü güvenlik amacıyla kurulan kamera takip sistemlerini siyasi rakipleri takip için de kullanılıyorsunuz. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ekibi rakip siyasi partinin belediye başkanını takip ediyor, görüntüleri yandaş medyaya servis ediyor. 

Özü itibariyle Nixon’ı istifaya götüren skandal ile Mobese skandalı arasında bir fark yok. 

Erdoğan rejimi hem onbinlerce kişilik trol ordusu hem de medyadaki hakimiyeti sayesinde skandalın bu boyutunu gözden kaçırdı. ‘Rejimin muhalefeti’ ise böyle bir skandalı bile ‘fetö sosu’na bulayıp kullanmayı tercih etti. 

Düşünün; iktidarın polisleri sizin belediye başkanınızı izliyor, dinliyor ve bunları medyaya servis ediyor,  siz ortalığı yıkmak yerine rejimin diliyle ‘ee …bunlar fetö taktiği’ diyerek Saray’a hizmet ediyorsunuz !

Konumuz muhalefet olmadığı için bu bahsi burada bırakıp ABD’ye dönelim. 

Peki böyle bir skandal ABD’de olsa ne olurdu?  Kesinlikle ‘çok şey olurdu’ 

Bu noktada önümüzde yaşanmış tecrübeler var. 

Mesela Watergate Skandalı. ABD Başkanı Richard Nixon siyasi rakibi Demokrat Parti’nin merkezine dinleyici yerleştirtmeye çalışırken yakalanmıştı. Daha sonra ortaya çıkan ses kayıtlarına göre Başkan Nixon olayın örtbas edilmesi için FBI’e baskı yapıyor ve adaleti engellemek için tüm gücünü kullanıyor.

Türkiye’de konu yargıya bile intikal etmedi ancak Nixon azledileceğine emin olduğu için istifa etti. Üstelik yakın ekibinden bir düzine isim uzun yıllar hapis yatmak zorunda kaldı. 

Bu noktada yaygın fakat hatalı bir kanıyı düzeltmekte fayda var. 

Eğer hangi ABD başkanı Erdoğan’a daha çok benziyor diye bir soru sorsanız ezici çoğunluk Donald Trump diyecektir.  

Doğrudur, Trump ile Erdoğan arasında büyük benzerlikler var fakat sorunun cevabı bana göre Richard Nixon’dır. Çünkü Nixon ile Erdoğan arasındaki benzerlikler ‘yok artık’ dedirtecek türden. ‘Karakter’den ‘icraaatlara’ inanılmaz bir uyum var. 

Mesela Nixon’un biyografisini yazan herkes Nixon’un ‘seçim kazanmak için yapmayacağı şey, yıkmayacağı hiçbir düzen olmadığı’ konusunda hemfikir. 

‘Her siyasetçi böyledir’ diyen olacaktır fakat kazın ayağı öyle değil.

Çünkü tıpkı Tayyip Erdoğan gibi Nixon’da adının karıştığı skandalları örtmek için FBI, CIA ve Amerikan Vergi Dairesi IRS’in tüm imkanlarını kullanıp muhaliflerini, gazetecileri ve aktivistleri baskı altına aldı

Nixon’da tıpkı Erdoğan gibi ‘muhalefet’ kavramına alerjikti. 

Sıradan bir muhalefeti bile ‘düşmanlık’ olarak tanımladı ve tüm stratejisini ‘düşmanları yok etme’ üzerine kurdu. 

“BEN YAPTIYSAM KANUNİDİR”

Nixon’a göre medya ‘düşman’dı ve mutlaka ezilmeli, Saray’a bağlanmalıydı.

Öyle ki Watergate Skandalı’nın ortaya dökülmesi sonrası Washington Post’a çok kızan Nixon, Washington Post grubunun televizyon lisansını iptal etmeye bile çalıştı

Neyse ki ABD’de RTÜK tarzı emir eri bir kurum olmadığı için bunda başarılı olamadı. 

Nixon öyle bir özgüvene sahipti ki tıpkı  Erdoğan gibi ‘halktan aldığı yetkiyle herşeyi yapabileceğine’ inanıyordu. Hatta 1977’deki bir röportajında “Başkan olarak bir şeyi yapmışsam o artık yasadışı değildir” bile demişti. 

Nixon korkunç bir egoya sahip olan, kimseye güvenmeyen ve farklı her görüşü ‘düşman’ olarak tanımlayan bir başkandı. Güç ve kontrol bağımlısıydı, paranoyakça saplantıları vardı

Haksız olmayı ise asla kabul etmiyordu. 

Yakın ekibini tıpkı Tayyip Erdoğan gibi hukuk dışı işleri sorgusuz sualsiz yapacak, kapa propaganda emirlerini yerine getirecek kişilerden seçiyordu. Nixon perdenin önünde nazik ve efendi gözükürken ses kayıtlarının yayınlanmasıyla birlikte gerçekte küfürbaz, kaba ve paranoyak olduğu ortaya çıkmıştı.

ABD muhafazakar orta sınıfı kolaylıkla maniple edebilen, girdiği her seçimi kazanan ve ‘sessiz Amerikalıların sesi olma’ iddiasındaki Nixon siyasi muhaliflerine karşı ‘sessiz çoğunluğu meydanlara dökmekle’ tehdit etmişti. 

Hatta Beyaz Saray’da eylem planları bile hazırlatmıştı. 

Danışman deyince, Nixon’un da çok danışmanı vardı ve onların tek işi ‘Başkanı memnun etmek’ti.

Öyle ki Nixon politik ihtiyaçlarına göre filtrelenmiş yazıları okumasıyla meşhurdu. Tıpkı Tayyip Erdoğan gibi Nixon’da sadece kendi lehine yazılar yazan gazetecileri seviyordu. Başkan Nixon sevmediği muhabirleri attırmak için medya patronlarına baskı yapmayı bile ihmal etmemişti

Neyse ki ABD Nixon’un akredite ve ambargo planlarını hayata geçirmesine imkan tanımamıştı. 

Fakat Nixon’un muhalif gazetecilerin telefonlarını dinlettiği, FBI’a takip ettirdiği de sonradan ortaya çıkmıştı. Nasıl ki Erdoğan’ın ‘sırküpü’ varsa Nixon’un da sıradışı bir FBI başkanı olmuştu. 

Özetle Nixon ile Erdoğan arasındaki kafa ve icraat benzerlikleri şaşırtıcı derecede fazla. Bu yüzden Erdoğan’ın da Nixon gibi siyasi rakiplerinin devlet imkanları ile izletip-dinletip kumpas kurması şaşırtıcı değil. 

Asıl sürpriz hatta şaşırtıcı olan medya ve muhalefetin MOBESE skandalı üzerine gitmek yerine rejim diliyle ‘fetö sakızını’ çiğnemesi. 

Nixon ABD tarihinin en tartışmalı, bugün pek de iyi anılmayan başkanlarından. Bu sonuç ise medyanın, sivil toplumun ve muhalefetin mücadelesi ile oldu. Demem o ki Erdoğan’ın tarihe nasıl geçeceği, neyi ne kadar başarabileceği kendinden ve partisinden çok medyanın, muhalefetin ve sivil toplumun takınacağı tavra bağlı

Bunun ilk adımı da ‘rejimin dilini’ reddetmekten geçiyor. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin