Mission Impossible 

YORUM | YÜKSEL DURGUT

Bundan 20 yıl önce 20 Mart 2003 sabahı “Irak’a özgürlük operasyonu” adı altında ABD ve müttefik ülkelerden  yüzbinlerce asker Irak topraklarına ayak basmıştı. 11 Eylül terör saldırılarının hemen ardından, George W. Bush yönetiminin bu korkunç trajediyi Irak’a karşı askeri bir operasyon için argüman olarak kullanmasının üzerinden 20 yıl geçti. 

Amerikalıların neredeyse üçte ikisi, uluslarının Saddam Hüseyin’i devirme girişiminin arifesinde, bunun New York’un ikiz kulelerinin yıkılması için gerekli bir intikam olduğuna zaten ikna olmuştu. Bazı kaynaklar, Bağdat’taki rejim değişikliğinin 11 Eylül’den çok önce Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve yeni muhafazakarları için bir takıntı haline geldiğini zaten dile getiriyordu. 

Irak ile ağırlıklı olarak Suudi teröristler ve onların Afganistan ve Pakistan merkezli sponsorları arasındaki bağlantıyı tespit etmekle görevli istihbarat teşkilatlarının bu operasyonun “Mission Impossible” bir görev olduğunu zaten biliyorlardı. Yani ‘İmkânsız bir görev.’ 

ABD, Irak’a saldırı düzenleyebilmek için sadece İkiz Kulelere gerçekleştirilen saldırıları sebep göstermekle kalmadı. Başka bir bahane daha üretildi. “Saddam’ın nükleer silahları var ve elindeki kitle imha silahlarını (WMD) El Kaide ile paylaşması mümkün olabilir” denilerek bir senaryo kaleme alındı. 

ABD ve İngiliz istihbarat teşkilatları, hükümetlerinin baskısı altında, zorlamayla ve bugüne kadar kanıtlanmayan saçmalıklarla dolu dosyalarını derlemek için yıllar sonra şüpheli gördükleri kaynakların bilgilerine itibar ettiler. Saddam Hüseyin aslında 1991 Körfez savaşından sonra tüm buna benzer programları durdurmuştu. Ancak kitle silahlarını imha ettiğini düşman komşu ülkelerinin bilmesini istemiyordu.

Kariyerine, 1980 yılında Irak’ın Osirak Nükleer Santrali’ni denetleyerek başlayan, 1981-1997 yılları arasında merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun başkanlığını yürüten Hans Blix, Körfez Savaşı ve Irak Savaşı öncesinde gündeme gelen bir isimdi. 

Hans Blix ve BM gözlemcileri, kitle imha silahlarının zekice gizlendiği için değil, var olmadıkları için bulamadılar. Blix 2004 yılında, İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye verdiği bir mülakatla dünyanın gündemine oturmuştu. Blix, BBC’ye kitle imha silahlarıyla ilgili yaptığı açıklamada, Saddam Hüseyin rejimine yöneltilen suçlamaların ABD ve İngiltere tarafından dramatize edildiğini, 8 Kasım 2002 tarihli 1441 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının meşru bir zemin oluşturmadığını dile getirmişti.

Irak işgalinin baş mimarlarından Amerikalı asker ve Dışişleri Bakanı Colin Powell, 11 Eylül olaylarından sonra oluşturulan koalisyonun istikrarının korunması için diğer ülkelerle ilişkilerin yürütülmesi gibi ağır bir görevi üstlendi. Önceleri Irak lideri Saddam Hüseyin rejiminin askeri yöntemlerle yıkılmasına karşı çıkan Powell, daha sonra Bush yönetiminin baskılarına uymak zorunda kaldı. Irak Savaşı öncesinde ABD’nin öncülük ettiği çok-uluslu koalisyona destek için başrol oynadı. 5 Şubat 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’ın kitle imha silahlarını ispatlayabilmek için bir sunum yaptı. Ancak 11 Eylül’ün ardından Bush yönetimiyle ters düştü.

Powell itibarını zedeleyen BM performansına rağmen ABD, Saddam’ın güçlerinin nükleer, kimyasal veya biyolojik kitle imha silahlarıyla işgalci kuvvetleri geri püskürtebileceğinden şüphelenseydi, 4 yıllık görevi boyunca devam ettirdiği saldırganlığını sürdürür müydü?

Siyasetin neler yaptırdığını dünya Powell’in ikna kabiliyeti sayesinde gördü ve inandı. Tahmin edilebileceği gibi, bırakın bombaların oluşturduğu mantar bulutunu bir yana, işgalden sonra bütün ülke talan edildiği halde istedikleri ağır silahlar bulunamamıştı. Atarsak ya tutar diyerek yürütülen akıl oyunları, bir tiranı halkın gözünde ölümünden yıllar sonra kutsallaştırdı. 

Savaşın başlamasıyla birlikte vicdan muhasebesine girenler, asıl sorunun işgalcilerin Saddam’ı devirmesinin ardından Irak’ın geleceğiyle ilgili tutarlı bir plan geliştirememesine bağlıyor. Ülke paramparça olduktan sonra taşların hepsinin yerine oturacağı şeklindeki beklentiler müttefik askerlerinin ülkeyi terk etmesinden sonra boşa çıkmış oldu. 

Ancak çok daha büyük sorun, Saddam’a atfedilen saldırganlık suçuydu. Saddam’ın kitle imha silahları yalnızca bir fantezi olmaktan öteydi ve BM’nin onaylamadığı bir askeri harekatın hedefine oturmuştu. 

Saddam’ın diktatörlüğü ve halkına uyguladığı zulüm bile işgal kuvvetleri için bir tartışma konusu olmadı. Ne de olsa, 2003’te ona karşı olan aynı güçler, yıllar önce İran’a kafa tutmasına alkış tutmuş ve hatta destek vermişti. Körfez devletleri, Irak’ın Kuveyt’i fethinden önce ve sonra da tehdit ettiğini belirtmişti. Artık kimsenin çıkarlarına hizmet etmeyen bu yanlış kararları düzeltmeye çalışmak bölgesel sonuçları da beraberinden getirdi.

Irak’ın yer altı kaynaklarının boşaltılmasının ardından, Batı özellikle yozlaşmış yerel müttefikleri kendi safına çekmek için çaba gösterdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Yerel piyonların birçoğunun İran’la yakın müttefik olması, suikasta kurban giden Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani’nin devasa portrelerinin bugün neden Bağdat sokaklarında dalgalandığını anlamamıza daha kolay yardımcı oluyor. 

Ebu Gureyb ve özellikle Basra’daki Bucca Kampı, Irak’taki El Kaide’nin daha sonra Suriye’nin yok edilmesinde kilit rol oynayan ve hatta NATO’nun müdahalesi sayesinde Muammer Kaddafi’nin düşüşünden sonra Libya’ya doğru ilerleyen İslam Devletine dönüşmesine katkıda bulundu.

Washington’daki savaş çığırtkanları sayesinde bugün neredeyse Ortadoğu’nun tamamı kanlı bir karmaşa içinde. Dost olarak bilinen Batılı silah tüccarlarının yardımı ve yataklığı olmadan Suudi-BAE ortak girişimiyle savaşın tonu Yemen’e kadar uzanıyor. Şimdilerde ise Afrika’nın kuzeyinde bir diğer ülke olan Sudan, İslam dünyasının en kutsal günlerinde yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan bir iç savaşa soyundu.

21. yüzyılın ilk büyük yangınlarını ateşleyen çokuluslu şirketlerin baş suçlusunu bulmak zor değil. Bazı Amerikalılar, Vietnam sendromunda olduğu gibi, şimdi de ‘Mission Impossible’ olarak gördükleri Irak sendromunun yasını tutuyorlar. Geçmişte akıtılan kanlara göz yaşı döküyorlar. Tarih bu konularda hiç yalan söylememiştir. Şimdiki vekalet savaşlarının ateşinin sıçradığı yer alışılmışın dışında Avrupa’nın kapılarına dayandı. Ama senaryo yine tanıdık.

İşte bu yüzden de Wikileaks’in kurucusu Julian Assange bir cadı avının kurbanı. 175 yıl hapis cezasına çarptırılan Assange’in suçlarından birisi de Irak savaş dosyalarını yayınlamasından kaynaklanıyor. 

Hala dumanı üzerinde tüten Irak savaşı, bu yüzyılda emperyalizmin şablonunu oluşturdu. Vladimir Putin’in Uluslararası Ceza Mahkemesinin sanık sandalyesinde oturmasının mümkün olmadığı gibi George W. Bush, Tony Blair ve bu kanlı savaşların mimarlarının da yanındaki boş sandalyelerde yerlerini almaları pek mümkün görünmüyor. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin