Kutsala saygı ve kanunî düzenleme

YORUM | AHMET KURUCAN 

Bir önceki yazımı şu cümlelerimle tamamlamış ve devamını yazacağımı ifade etmiştim: Bu durumda kutsalda birleşip saygı formunda birleşemeyen Müslümanların İslam’a inanmayan dolayısıyla Kur’an’a karşı onu kutsal kabul etmeyen başka inanç mensuplarından bekledikleri saygı formu adına net bir şey koyabilmeleri mümkün müdür?

Mümkün olmadığını yaşadığımız hadiseler zaten bize gösteriyor. Peygamber Efendimizi konu edinen karikatürlere karşı Müslümanların verdikleri tepkide bunu görmedik mi? Selman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabına karşı ölüm fetvası veren Humeyni ve taraftarları bir tarafta bunu kabullenmeyen Müslümanların da tam aksi istikamette cephe teşkil ettiğini yaşamadık mı? Neden aynı tepkiyi vermediler? Zira bir grup Müslümanın hakaret dediği şeyi diğer Müslümanlar din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendiriyordu.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

İşte bu imkansızlık nedeniyle olsa gerek din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğünü temel insan hakları kapsamında ele alıp maddeleştiren uluslararası anlaşmalarda bu özgürlüklerin kısıtlanabileceği alan, ceza hukukunun kapsama alanına girip girmeyeceği ve girdiği takdirde verilecek cezalar ülkelerin iç hukuklarına bırakmıştır.

Mesela 18. ve 19. maddelerinde din ve vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü adına çok geniş bir alan çizen BM İnsan Hakları Sözleşmesi 29 maddede söz konusu özgürlüklerin kısıtlanması adına şunları söyler. “Herkesin, kişiliğinin özgürce ve tam gelişmesine olanak sağlayan tek ortam olan topluluğuna karşı ödevleri vardır. Herkes, hak ve özgürlüklerini kullanırken, ancak başkalarının hak ve özgürlüklerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ile demokratik bir toplumdaki ahlak, kamu düzeni ve genel refahın adil gereklerinin karşılanması amacıyla, yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olabilir. Bu hak ve özgürlükler, hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.”

Aynı husus Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddenin 2. fıkrasında şöyle yerini alır: “Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

Gördüğünüz gibi BM “yasayla belirlenmiş sınırlamalara”, AB sözleşmesi “yasayla öngörülen… formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” diyerek benim üzerinde durduğum hususu çok net bir şekilde belirliyor. Kısıtlama alanlarını ise “demokratik ilkeler ekseninde ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, kamu düzeni, genel ahlak, genel sağlık, özel hayatın mahremiyeti” gibi maddelerle sınırlı tutuyor ve yasamayı ulusal devletlere bırakıyor.

Kutsala saygı konusunda farklı görüşlere sahip olduğumuz kişilerle ayrıldığımız bir başka nokta da din ve dinin kabulü bağlamında dün ve bugün farkı. Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçek şudur ki din, dün hem ferdi hem de toplumsal boyutları itibariyle itikadi, ahlaki, siyasi, ekonomik, kültürel hayatın tam merkezinden yerini alıyordu. Dini kimlik günümüzdeki vatandaşlık kimliği ile eş değer bir pozisyondaydı. Siyasi sistemler dini değerler üzerine kuruluydu. Kabul edelim ki dinler günümüz dünyasında o fonksiyonunu kaybetti. Önemini yitirdi demiyorum ama eski asırlarda olduğu şekliyle artık din özellikle Batı toplumlarında ne kişilerin ne toplumların ne devletlerin hayatlarını, yaşam tarzlarını ve yönetim sistemlerini belirliyor. Etkiliyor ama belirlemiyor. Böyle olunca bir din mensubunun “kutsal, saygı ve kutsala saygı” diye ifade ettiği şey gerçek hayatta bir başka kişi, bir başka toplum ve bir başka devlet için karşılığı olmayan veya çok az olan kavramlar olarak karşımıza çıkıyor ve bu bağlamda söylenilen her şey ancak o dine, o kutsala inanan insanlar nezdinde bir anlam ifade ediyor.

Pekala ne yapacağız? Benim bu konudaki somut teklifim böylesi durumlarda “kutsala saygı konusunda bütün dünya devletlerini bağlayacak anlaşmalar, kanuni düzenlemeler” demek yerine baştan bu yana sözünü ettiğim ne kutsal ne de saygı kavramları üzerinde bütün dünya insanlarının birleşemeyeceği gerçeğini baz alarak dünyadaki tüm insanların güvenliğini nazara veren söylemler geliştirmek, karar alıcıları ve tabii ki toplum fertlerini bu eksende ikna etmek ve başkalarının kutsalı bile olsa yaşam güvenliğini tehdit ettiği için kutsala onların kabul ettiği ortalama ölçüler içinde saygısızlığı gerekirse ceza hukukunda konusu suç teşkil eden eylemler içine koyup cezai yaptırımlar öngörmektir.       

Daha açık ifade edeyim; ortalama 747 milyonluk 47 Avrupa ülkesinde 35 milyon ve büyük çoğunluğu yaşadıkları ülkelerin vatandaşları olmuş Müslüman yaşamaktadır. Aslında bu, İslam’ın aynı zamanda bir Avrupa dini olduğunu tescil eden net bir tablodur. Nitekim Türkçeye yıllar önce çevrilen “İslam ve Avrupa/İnanç Ayrılığı-Yaşam Birliği” adlı kitabın yazarı Ingmar Karlsson’un “İslam bir Avrupa dinidir” cümlesi bu tabloya bakarak söylenilen bir sözdür. Bunun yanında ateistler, deistler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Budistler vb. inanç mensuplarının da söz konusu tabloda yerleri vardır. 

İşte bu tablo içinde “Başkasının kutsalına onun saygısızlık ve hakaret kabul edeceği eksende söylemde bulunma ifade hürriyeti kapsamı içine girer” ya da “Başkasının kutsalına onun duyduğu gibi saygı duyacaksın, ya da -mış gibi yapacaksın” deme yerine, “İstediğin dini inanca mensup olabilirsin. Ama unutma başkaları da aynı hakka sahip. Senin başkasının kutsalına onların hakaret kabul edeceği şekilde söyleyeceğin söylem ve yapacağın eylemler burada, bu ülkede yaşayan hatta bu dünyada yaşayan herkesin can güvenliğini tehlikeye atıyor. Bu türlü söylem ve eylemler yaşama alanımızı daraltıyor. Kamu güvenliği sorunu oluşturuyor. Bunlar her dini grup içinde var olagelen fanatikleri tetikliyor, radikalizme itiyor, terörizme yönlendiriyor” denilmesinin daha makul bir söylem ve kanuni düzenleme yapılacaksa bu düşünceyi merkeze alan bir düzenlemenin daha kabul edilebilir ve uygulanabilir olacağı kanaatindeyim. Bir başka ifade ile kutsala saygı ekseninde bütün dünya insanlığını bağlayacak kanuni bir düzenlemenin yapılabileceği inancını taşımıyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. Yazar saygi konusunu karikatürler ve Avrupalinin özgürlügünü baz alan cok yanlis bir yerden ele almis. Daha dogrusu cambaza bak kismiyla ele aldigi icin gercegi kacirmis. Avrupa Müslümanin saygi beklentisinde cok daha önemli noktalar var. Bu noktalari tespit etmek istiyorsak eger, Müslümanin özgürlügünü baz alan “ayrimcilik” konusuna odaklanmaliyiz.
    Bugün Avrupa´daki calisma hayatinda namaz kilmak, oruc tutmak, helal gidaya okulda, hastanede kolaylikla ulasmak, yüzme derslerini Müslüman kurumlara devretmek, basörtüsüyle ögretmen, hakim olmak, insanlarin nasil bir Islama inanacagi konusunda sürekli müdahil olmamak gibi konular ayrimcilik basligi altinda cok daha güclü bir sekilde savunulmali.

    Öyle savunulmali ki, bir escinseli ayrimciliga ugrattigi anlasilan bir kurum, Müslümani ayrimciliga ugrattiginda da utancindan yerin dibine girsin, ademe mahkum edilsin. Bütün bunlar adanmis Müslüman avukatlar ve tabii analitik zekaya sahip, zamani okuyabilen ilahiyatcilarla olabilecek bi is. Bir Avrupali bu tarz karikatürler benim dünyamda normal diyebilir ama yüzbinlerce insanin onyillardir dini vecibelerini yerine getirememesine normal diyemez. Avrupa toplumu bunun karsiligini bulabilecegimiz bir seviyededir.

    Meseleyi karikatüristler üzerinden okuyarak cambazla ilgilenmek oyuna gelmektir. Akli basinda ortalama hicbir Avrupali siyasi, sanatci veya sokaktaki vatandas Müslümanlarin peygamberine dil uzatmayi aklinin ucundan gecirmez. Dolayisiyla o yönde kanun olsa bile toplumda bir karsiligi olmaz. Bu gibi olaylarin Müslümanlarla Avrupalilarin arasini bozmak isteyenlerin basinin altindan ciktigini artik görmek lazim. Bu karanlik insanlar biliyorlar ki Avrupali icin özgürlük en önemli deger. Müslümanin kutsaliyla bu degeri sürekli ve suni olarak karsi karsiya getiriyorlar ki, Müslümanlar bu topraklara asla tam olarak. yerlesemesin.

    Avrupali kurum ve kuruluslar bu konuda köseye sikismis durumdadir. Cözüm ise Müslümanlarin elinde. Söyle 100 adet ömrünü bu ise adayacak cevval bir hukukcu ve ilahiyatci kadrosu. Bu kadar, ama bu kadar basit! Peki neden olamiyor? Basta cehalet, ihtilaf ve fakirlik.

    Avrupali Müslümanlarin cogu minareli camilerle övünürken, bu isi sirtlanabilecek cemaat Hizmet Hareketi olmaliydi. Olamiyor, cünkü cehaleti yenmek icin analitik düsünce gerekiyor. Belki de basimiza gelen tüm belalarin sebebi de bu: Analitik düsünce fakirligi.

    • Yazidan daha fazla yere basan bir yorum olmus! Yorumu okurken aklima Indiana Jones’un bir serisinde, karsidan karsiya gecmesi gerektigi sahnesi geldi. Amaci ‘holy grail’i bulmak. Inancina gore Rabbine guvenip adim atmasi lazim, ama ortada adim atacak bir yer gozukmuyor, zira adim atacagi yer dipsiz bir cukur(kuyu). Inandigi dinin ogretilerine bir kez daha iman ettikten sonra, hafif gozlerini kapatip adim atiyor ve o anda gizli olan karsiya gecit beliri veriyor. Simdi ne alakasi var diyen birileri cikabilir!

      Efendimiz (sas) ahir zamanda biz muslumanlarin ne hale dusecegini, Allah cc’in bildirmesiyle bizlere haber vermis. Burda bazilarini rahatsiz eden bir kopyala/yapistir yapacagim (yazar yapinca nedense problem olmuyor bazilari icin🧐):
      Hazret-i Sevban -radıyallâhu anh- anlatıyor:

      Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

      “–Yabancı kavimlerin, yiyicilerin birbirlerini sofralarına dâvet ettiği gibi, birbirlerini sizin üzerinize çullanmaya çağıracakları zaman yakındır!” buyurmuşlardı.

      Orada bulunanlardan biri:

      “–O gün sayıca azlığımızdan dolayı mı bu durum başımıza gelecek?” diye sordu.

      Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

      “–Hayır, bilâkis o gün siz çok olacaksınız. Lâkin sizler, bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” buyurdular.

      “–Zaaf da nedir, ey Allâh’ın Resûlü?” denildi.

      “–Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmama duygusu!” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5/4297; Ahmed, V, 278) (https://www.islamveihsan.com/ahir-zaman-muslumanlarinin-zaafi.html/amp)

      Konu butunlugunu saglamak ve hadiseyi toparlamak icin diyanetin mealinden Râd Suresi 11. Ayetin mealini de aktarayim, biiznillah: “ Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.”

      Diyecegim o ki, Raci kardesimin de dedigi gibi Muslumanlarin durumu, haklari vs belli batida. Bizler Allah cc’i razi edecek bir imana sahip ol(a)madiktan, o yonlu bir talep ve niyet tasimadiktan sonra, Allah cc bizleri degistirmeyecek ve Efendimiz (sas)’in haber ettigi zavalli guruh olmaya devam edecegiz.

      Ise en bastan mi baslasak? Mesela, hakikaten ‘Lâ ilahe illAllah’ ne demek? Madem soylemesi bu kadar kolay, ana dili Arapca olan Mekkeliler, niye soylememekte bu kadar direnmisler ilk basta? Hatta, ‘Allah’ lafz-i celili de yabanci olduklari bir kavram degil, zira Efendimiz sas in babasinin adi- Abdullah. Son bir sey: HEnin yanindaki nâsih olacak talebelerine/yol arkadaslarina “Insanlara hastaliklari ve olumu sevdirmeliyiz” diye ogut ve hedef verdigini bizzat, o kisilerden birisinin agzindan duymustum. Yukardaki hadisle ne kadar uyumlu degil mi?(Bu arada belki 2013 yilindaki Alamanca rooortajinda bu gorusunden vazgecmistir-kim bilir😉) Burdan hemen bir kac akli evvel, intihar suikastcisi manasi filan cikarmasin. Burdaki kasit, oyle bir imana sahip olsunlar ki, ahireti gorur gibi inansinlar ve Allah cc ile irtibatlari o derece olsun yani! Film enstantanesinde oldugu gibi, kendi ogretilerimize bir iman edebilsek ve o adimi(leap of faith) atabilsek, sebepler acisindan belki imkansiz gibi olanlari, Allah cc’in yarattigina sahid olacagiz, insallah. Sebepleri bu kadar ilahlastirinca, akillar gozlere inince anlamak zor tabii!

      • Fiili duaya inanan bir topluluguz. Maalesef ki, fiili dua diye yapip ettigimiz islere cogunlukla cevresel sartlar sekil veriyor. Halbuki sartlarin alabildigine sekil verdigi bir hizmete fiili dua demek ne derece dogru? Hak aramak icin Avrupa´da evet gecerli kanunlar var, yani evet incelikleri, püf noktalari da var kullanmamizin gerekli oldugu. Evet Avrupalilardan dostlar kazanmak da gereklidir muhakkak. Fakat sebeplere asiri önem veriyoruz, yapilmasi gerekeni yapip sirtimizi Allah´a dayamiyoruz hissine kapiliyorum cogunlukla.
        Yapilmasi gereken seyler bellidir, gereksiz akrobasiye, sirin görünmeye bence hic gerek yok. Zaten önemli olan hedefledigimiz yolun sonuna varmak degil ki, o yolun üzerinde olmak. Bu mutmain olmak icin tek basina yeterli aslinda. Ama biz hangi seritlerde dolaniyoruz iste onu bilemiyorum. Kutsala sayginin Avrupadaki adresi belli: Farkli olana saygi duymayanlar icin Ayrimcilik Yasasi diye bir sey var. Peki bu yolu yürüyecek bizde kim var? Bu yasalar ciktigindan beri konusmaktan baska hangi adim atilmis? Bunlari da tarihci yazarlarimiz yazsa da ögrensek. Aksine bir argümandir dönüyor: Sen ne yaptin, cok biliyorsan sen yap bidi bidi. Elektrik faturasina isyan eden vatandasa basbakanin sen niye bu konuda bi sey yapmiyorsun demesi gibi bi sey bu.

      • Anlamak zor değil. Hatta bahsettiğin aşamayı geçmiş çok kahramanlar var. Bunlar oturdukları yerden imanlarıyla karar verip okul, yurt , üniversite açma gibi çılgın sayılabilecek işlere karar vermişler. Allah hepsinden razı olsun. Nitekim vücud bulmalarına fırsat verdi Allah. Biz bu karanlık insanların varlığına rağmen mis gibi cennet kokuları arasında yetişmiş bir nesiliz. Şimdi Allah’ın bu nimetlerini andıkça anmak için belki yeri gelmiştir. Moralden düşmek, sırf muhalif olmak için ters düşmek zamanı değil. Ters düşecekseniz bakın camiada başka insanlar bulabilirsiniz. Fıkıh ve hadis alimleri zamanımızda kelaynak kuşu kadar. Kıymetini bilelim. Yorum yazmakta sakınca yoksa da dikkatsiz yazmak, üzmek, kırmak hakkımız değildir diye düşünüyorum. Aman dikkat kardeşlerim!

        • Not: Yukarda “Karanlık insanlar” ifadesinden kastım toplumdaki insanlar. Şimdilerde gerçek yüzü ortaya çıkan tipler. Cemaatteki insanlarla aynı yerde bahsettim. Karışıklığa sebep olmasın.

        • Aman agzimizin tadi bozulmasin diyorsunuz anladim ben sizi. Bu da bir görüs, saygi duyarim da.. Siz de farkli bir görüse saygi duysaniz, akil vermeseniz, itham etmeseniz..

  2. -Yazı için teşekkürler Güzel bir yazı olmuş. Hayatın içinden, düşünen bir dimağın kaleminden çıkmış. Sorunların farkındalık işinde çözüm üretmeniz diğer ortaçağ skolastiğnde boğulmuş ilahiyatçı yazarçizer takımından ne kadar daha değerli olduğunuzu gösteriyor. Tekrar teşekkürler…

  3. Değerli Ahmet Kurucan hocam,

    Meselenin temelindeki sorunlarından biri de “KUTSAL”ın ne olduğu ve Saygı dan ne anlaşıldığı.

    Bir örnekle açıklamam gerekirse,

    Peygamberimizin (s.a.v) şeklinin şemalinin gösterilmesini hoş görmüyoruz biz Müslümanlar olarak. Bunu kimden istiyoruz?

    Bunu Hz. İsayı çarmıha gerilmiş olarak düşünüp, kliselerinde heykellerle, Hz. Meryem ve doğumunu devasa duvarlara resimlerle anlatıyorlar. Dizilerinde, filmlerinde ince uzun burunlu, zayıfça, beyaz tenli hafiften sürmeli gözlü biri olarak gösteriyorlar. Bu müspet diyeceğimiz muhafazakar batı üstelik.

    Muhafazakar Batının, batının tamamını temsil ettiğini söylemekte güç ayrıca. Ateist, deist, agnostik azımsanmayacak bir oran.

    Aslında, tanımlama kümesini muhafazakar batı ve olmayan batı olarak yapmamakta lüzumsuz. Çünkü, iç içe geçmiş,bakış açıları var, farklı farklı.

    Alın en basitinden bir örnek,

    https://sezonlukdizi1.com/south-park/1-sezon-10-bolum.html

    Bu yetişkin çizgifilminde, Hz. İsa ile Şeytanı kavga ettiriyorlar, dalgaya alıyorlar.

    Kendi kutsallarına, (yapımcıları, senaristleri öyle olmasa bile, sunum yaptığı kitle Hristiyan olarak bilinen kitle) bunu yapmayı hoş görüyor.

    Dolayısıyla, SAYGI kavramı üzerinden de bir uzlaşma olamayacağı ortada.

    Eğer Batı da bu konuda bir tartışma varsa onun sınırları da, o da asla hafzalamızın çok dışında.

    Sanatçı olarak bilinen ABD li Andreas Serrano’nun bakınız “ÇİŞLİ İSA HEYKELİ”

    Kendi idrarını yaptığı kabda (temsili) İsa Heykeli var.

    http://www.milliyetsanat.com/haberler/plastik-sanatlar/korsika-da-cisli-isa-tartismasi/4404

    Muhafazakar Hristiyanlar bunu protesto etmiş etmeye de, bu protesto düzeyinde kalmış, Müze de sergilenmeye devam etmiş.

    Genel algı, egemen mantığın ne olduğunu, Batı da Kutsala saygının Kurumsal yapılar tarafından nasıl anlaşıldığını, anlatmak için bu uç örneği verdim.

    Kutsal nedir üzerideki muğlaklık bir tarafa, esas sorun SAYGI nın sınırlarının aynı olmaması İslam Dünyası ile Batı arasında.

    Bu ayrımları da görmezlikten gelmeyelim değerli Hocam.

    Bu iki çarpıcı örneği, South park, çiş isa heykeli, aykırı örnek olarak görebiliriz belki, ama buradan kastım böyle bir noktaya gelmiş bir Batıda “normal” in de bizim anladığımzdan farklı olduğu.

    . Bizim bakışımızla Saygısızlık sandığımız durumlar Batı için, ifade özgürlüğü.

    Kutsala saygı noktasında, bizim istediğimiz anlamda Evrensel Hukuki Düzenleme olamaz, çünkü etik düzeyde Saygının sınırları üzerinde bir tartışma olduğu da açık.

    Birimizin saygı dediğine diğerimiz Sanat, ifade özgürlüğü diyoruz.

    Birkaç örnekle genişleteyim olayı:

    Amerikalı kadın İngilizce hocam, kocasının Amerika da finansçı olduğunu, borsa işleriyle uğraştığını, ve borsa işleriyle uğraşanların o anlık inip çıkmalar döneminde birbirlerine küfrettiğini ve bunun normal olduğunu söylemişti.

    Türkiye de çalışırken eşinin çok zorlandığını, İmkb nin anlık fiyatların inip çıkması anlarında oluşan gerginlik nedeniyle aynı kültürü devam ettirdiğinde, küfür ettiğinde, dayak yemekten zor kurtulduğunu söylemişti.

    Soyunma odalarında, gymlerin duşlarında, çırılçıplak duş yapmayı normal karşılayan bir kültür var.

    Ve son olarak kendi yaşadığım;

    NY de part time çalışırken, iş arkadaşlarından birinin nişanlısı gelmiş tanıştırmış,

    ve nişanlısı gittikten sonra herkes “Congratulations. Your fiance is very sexy.” diye tebrik etmişti.

    İş arkadaşım karşılık olarak çok teşekkür etmişti.

    Şimdi Saygı, kutsal kavramlarını yeniden düşünmemiz gerek bu nedenle.

    Hangi saygı? Onların bildiği saygı mı? Bizim bildiğimiz saygı mı?

    Saygı sahiden her iki tarafta da aynı mı anlaşılıyor, ya da sınırları doğu-batı da aynı mı?

    Kanaatim olmaması. Meselenin özü, yine her zaman ki gibi, aynı olmamak, anlaşılamamak.

    Kendi evimize elektrik sayaçlarını ölçmek giren kişilere ayakkabısını zor çıkarttırıyoruz, bazı arkadaşlarımdan şahit oldum ki, ev sahibi eve geldiğinde aniden refleks olarak ayakkabıyla girdiğinde, lütfen çıkartın dediğinde, onu çıkartmadığnı.

    Sizin ayakkabıyla evinize almak istememeniz karşısındaki şaşkınlık, karşınızdakinin ayakkabımı çıkarmamı neden istiyor ki şaşkınlığından inanın az değil.

    Zaman olursa, yine yazarsanız, çözüme ilişkin fikirlerimi de paylaşmak isterim.

    Teşekkür ederim.

    • Bu konuda size katilamayacagim. Bati, bir Cin degil, Rusya degil. Buralari böylecene benim topragim, burda benim borum öter, saygi nedir, saygisizlik nedir, bunlari ben belirlerim, sen de isine gelirse uyarsin, isine gelmezse iste kapi der. Siz de bu mesaja göre hareket edersiniz.
      Bati ise ikidir. Söylem olarak cogulcudur, saygidan bahsederken kendi yerel saygi anlayisini kastetmez. Bu yüzden de insanlar oralarda kalirlar. Kalirlar da o söylemin karsiligini bulamazlar. Cocuklar olur, torunlar olur, geri de dönemezsiniz ve olan sizin dini yasantinizin kalitesine olur, bir ömür gecer gider.
      Simdi benim Batiya bu böyle olmamali, kendi kendinle celisiyorsun demek icin zeminim var mi? Evet bu zemin verilmis. Ben bu yolda hukuk, medya ve sanat araciligiyla bircok sey yapabilirim. Burasi onlarin ülkesi, onlarin saygi anlayisina göre sekil alicaz demek gibi bir zorunlulugum yok. Cünkü burasi Cin degil. Öyleyse neden, neden, neden, neden

    • Almanyada yasiyorsaniz, bu gibi kisiler icin evde Überzieher bulundurmanizi tavsiye ederim. Al bari bunlari giy diyerek elinizi güclendirebilirsiniz. Insan olanlar giyiyorlar ve giderken cikarip size geri veriyorlar. Kimsenin sizin evinizi camura bulamaya hakki yok sonucta.
      Aslina bakarsaniz bu konu sadece Müslümanlar acisindan degil, Almanlar acisindan da sorun. Bircok tamirci ve benzeri meslekten kisiler is güvenlik ayakkabilarini cikaramayacaklarini söyleyerek Almanlari da cileden cikarabiliyorlar. Tabii bu onlarin bahanesi, ugrasmak istemiyorlar ve bu evrensel bir saygisizlik, sadece bizimle ilgili degil. Tabii elektrikcileri, nakliyat firmalarinin elemanlarini anlamak ve saygi göstermek gerekiyor. Ben sahsen basacaklari yerlerdeki halilari kaldiriyorum veya gazete kagidi seriyorum. Mesele sayac okunmasiysa kolayi var. Sayaci zamaninda siz okuyun ve elektrik sirketinin sitesinde üyelik acarak girin.

  4. Raci Bey,

    Yeni dönebildim. Yorumuma cevap verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Yazarların yorumları okuduğunu tahmin ediyorum, etkileşime geçemiyoruz tabi ötesinde. Yorumcu-yorumcu etkileşimi bu nedenle güzel.

    “Bu konuda size katılamayacağım” şeklinde başladığınız yorumu da keyifle okudum. Malum, gündelik yaşamda, bu gurbet ellerde, bugün hava nasıl, çok güzel, Türk yemekleri harika, dışında çok da fazla derinlikli konuşamadığımız, istesekte o derinlikte dil becerisine sahip olamadığımız için, bir çeşit deşarj olma yeri olarak görüyorum burayı.

    O nedenle keyifle cevap vermek, varsa cevabınızı tekrar yeniden almak, devam ettirmekte beis görmüyorum.

    Raci Bey,

    Elbette, batıyı doğudan ayıran temel yönü de Hukuk. Sizin de belirttiğiniz üzere bu platformlarda haklarımızı savunabiliriz dediniz.

    Malum, Ahmet Kurucan beyin yazısında, tam bir konsensüs olmadığındanKutsala ilişkin yapılan, bahisle, bu nedenle Hukuken de bu konunun tam olarak çözülmesinin mevcut durumda zorluğundan bahsedildi. Nitekim, bende, bir sosyolojik TESPİT yaparak, bunda bir kasıt unsurunun da her zaman olmayabileceğini, özünde bunun bilmemenin, tanımamanın yanında KUTSAL ve SAYGI kavramlarına bakışın, uygulanışın farklı olabileceğini, bazı örneklerle anlattım.

    Batı insanının genel anlamda (Hukuken kısmına birazdan giricem) SAYGI dan anladığını, kendi kutsalına yaptığı saygıdan yola çıkarak, kendi içlerinde yaptıkları deneyimlerden yaptığım tespitlerden yola çıkarak farklı olduğunu söyledim. Elbette, genelleştirmeler zor olsa da, bir kanaat olarak paylaştım.

    “Görüşünüze katılamayacağım” dan kastınızı muğlak gördüm.

    Benim yazdıklarımı özetlersem;

    1)Batı ile Doğu arasında KUTSAL VE SAYGI kavramları bizim anladığımız ölçülerden daha geniş, bazı örnekler verdim bu bağlamda, bu nedenle, aramızdaki sorunun bir “NORMALLERİN FARKLILIĞI” sorunu.

    2) Batı Hukukunu biçimlendiren ana ruhun da, bizden farklı olan kendi “NORMAL” lerine göre şekillendiği hususu.

    Siz de, cevap olarak, başta Hukuku belirterek, Medya, sanat vb yolla mücadele edilmesi gerektiğini söylediniz.

    Bu konuda -sizinle aynı görüşte olduğumu belirterek- ben çözüm için neler yapılmalı, bir yazı olursa bunun için yazarsanız Ahmet bey ben de cevaben kendi görüşlerimi de eklerim diyerek, bitirdim yorumumu. Yani, neler yapılabilir ile ilgili bir görüş sunmadım.

    Dolayısıyla, aramızda “aynı görüşte olmadığımız” durum olarak, geriye, az yukarda 1. ve 2. Madde ile açıkladığım hususlar geliyor.

    Konuya giriş yaparsak;

    Batının bazı konularda, “NORMAL” inin doğunun “NORMAL”i ile aynı olmadığını söyledim. Bunun Hukuk sistemlerine de yansıdığı. Yani sizin kast ettiğiniz, hukuki mücadele yapılırken, ortaya çıkan sonucun bizi şaşırtabileceğini söylüyorum.

    Türk Hukuk sistemi batı ile entegre zaten.
    Cumhuriyetin başında, İdare Hukukumuzu Fransadan, Ceza Hukuku İtalyadan, Ticaret Hukuku Almanyadan aldık. Bugün Avrupa Birliği süreci ile birlikte aslında bunlarında pek anlamı kalmadı, doğruca Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlaşmaya gidildi.

    Yani şu.. Çoğu şeylerimiz aynı zaten. Bu konuda bir tartışmamız genel anlamda yok.

    Ama yükselen yeni alanlar var. Üstelik bu alanlar, Sadece doğu-batı arasında değil, Batının kendi için de de tartışma konusu.

    Örneğin bazı alanlar var ki;
    Telif hakları,
    fikri ve sınai mülkiyet, gibi.. bunlara BEBEK HUKUK diyebiliriz.

    Konuya ilişkili olduğunu düşünerek açmak zorundayım malesef. Lütfen, dikkatinizi vererek okuyun, lüzumsuz bir ayrıntı değil, ana fikirle bütünleştiricem.

    Örneğin, telif hakları yönüyle, “Her hakkı saklıdır”, “Yayın” kelimesi bugün anlamını yitirmiş durumda.
    Bir sinema eserini satın alan yayıncı, artık onu karasal mı uyduplatformunda mı, youtube, instagram vb online uygulamalarda mı, sosyal medya da mı, kendi internet sitesinde mi, otellerin kapalı devre sistemlerinde mi, digital yayın platformlarında mı, digital platformlarda mı netflix vb, cep telefonu benzeri cihazlarda mı, araç tv lerinde mi,…… hangi coğrafi bölgeye yayınlayacağı (asya, avrupa, amerika..), hangi dilde yayın yapacağı…vb pek çok hususu TEK TEK saymak zorunda. Her bir şarta aykırılık teşkil eden durumlarda, Telif Hakları yönüyle cezayla muhataplar.

    Yani, HAK kelimesi bir sinema eserinde dahi TELİF yönüyle irdelediğinizde artık dallanıp budaklanıyor. Artık, gerçekten bir HUKUK DALI, kanun, müktesebat olara karşımıza çıkıyor. Bu konuda, Kıta Avrupası ayrı, Amerika ayrı uygulamalar yapıyor, büyük davalar, tartışmalar sürüp gidiyor.

    Batılı kamu yayıncıları, BBC, ARD vb bu telif haklarındaki bu yeni hak konusunda şaşırmış durumdalar. Çıkış yolu arıyorlar.

    Bir yayınladıkları görüntü de, arka planda yüzü görünen kişi, kendisinden izinsiz yüzünün gösterildiği için dava açabiliyor. Artık, yapımcı, yönetmenin o münhasır hakları kalkmış durumda. Bir oyuncu, yönetmeniye davalıksa, isterse , onu yayınlayan yayıncıdan, kendini o görüntülerden çıkarmasını, buzlamasanı isteyebiliyor.

    Ses sanatçıları, seslendirenler de şimdi gerek ulusal gerek uluslararası birlikler. Eskiden parasını alıp hiçbirşeye karışmazken, bugün seslendirdiğim filmin sadece karasal yayında,şu coğrafya da, ya da sadece tv kanalı için seslendirmiştim, o dönem bu platformlar durumlar yokta, bunu siz uydudan Türkiye dışında Türki Cumhuriyetlere, Avrupaya yayınladınız, digitürk vb platformdan yayınladınız, şehirlerarası yolculukta otobüslerde yayınladınız, uçakta yayınladınız, ben bunların hakkını verdiğimi söylemedim size diyerek dava açabiliyorlar.

    Bu nedenle akla hayale gelmedik davalar açılıyor artık.

    Basit bir örnek;

    Bir fotoğrafçı bir katalog kapağı için fotoğraf çekiyor Mankenleri tekstil firmasının ürünleriyle, bu foto katalog dışında, duvarda panolarda afiş olarak da yayınlanıyor, ve ben bunun için çekmedim, yalnızca bir katalog kapak ücretimdi, onu da verin diyebiliyor, kazanıyor davayı..

    Televizyon programına çağrılan bir konuk sanatçı, parça seslendiriyor ve ardından, o seslendirdiği parçanın bestecisi, güftecisi benden habersiz, falanca kanalda ben besteciydim, iznim alınmadı diye dava açabiliyor ve kazanıyor..

    Bir yazılı eser, Roman,… eskiden yayınevine satılırken, bugün, İPAD lerde, play uygulamalarında, sesli kitaplarda, internet sitelerinde vb pek çok platformdan ulaşılabiliyor ve yayın evi onları bu platformlara satarsa, o Romanın yazarı veya ölmüşse 70 yıl boyunca tüm mirasçıları dava açabiliyorlar ve açıyorlar.Yayın evi yeni baskı yaparsa, o hak sınırsız değil, eğer baskı sayısı belirtmemişseniz bir defalıktır, tekrardan kişiden veya mirasçılarından izin almanız gerekir almadınızca telif hakkı ve 3 katı para cezası ile cezalandırılabiliyor..

    Telif Hakları ve teknolojik gelişmeler iç içe geçmiş durumda gördüğünüz üzere ve daha bebek HUKUK. Eski hukuki düzenlemeler, sürekli güncellenmek zorunda kalıyor. Ve bu alanda sessiz bir devrim var, bir hukuk dalı var.
    Yarın metaverse, google gözlükleri vb çıkacak. Telif Hakları nasıl uygulanacak herkes merak ediyor.

    Gördüğünüz üzere Raci bey, teknolojik gelişmeler HAK kavramını şekilden şekile sokuyor BATI da.

    Sürekli gelişen yenilenen bir süreç bu..
    ————————————————-
    Bunlar, teknolojiyle birlikte oluşan bebek HUKUK dalları.

    Peki ya ifade hürriyeti..

    İfade hürriyeti de böyle.. Zaman içinde çok değişim geçirse içtihat oluştursa bile daha o da bir yönüyle bebek.

    Ve hatta öyle husular var ki çözüm bulunamıyor.

    Nefret Suçu-Nefret söylemi-İfade özgürlüğü.. üçlüsü çıktı mesela artık doktrinsel olarak.

    Nefret Suçları evet artık suç olarak tanımlanıyor bu bir ilerleme, ama somut olaylarda neyin nefret suçu olduğu konusunda bile bile belirsizlik sürüyor.

    Doktrinsel tartışmalar var. Yani bir belirsizlik var. Çünkü bakış açısı değişiyor. Bakınız bu konuda bir makale:

    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/496944

    Makale de, bizim kendi dünyamızdan akademisyenler dahi bu konuyu kabul ediyorlar.

    Bir muğlaklığın, belirsizliğin olduğunu, tartışmanın olduğunu söylüyorlar.

    Nitekim, bende bunun sebebinin ifade hürriyeti bağlamında “Makuliyet” kavramının bizde ayrı batı da zaman zaman ayrı olabileceğini söylüyorum. Bu bir olgu tespitidir. Nitekim birileri de bu olgu tespitini makalesinde belirtmişler.

    Hukuk dediniz hatırlarsanız, yukardaki Telif Hakları üzerinden, yani daha BEBEK HUKUK, dalı üzerinden oluşan devasa değişimi ve ötesi aslında büyük belirsizliği karmaşayı belirttim.

    Batının bu konuda daha da uzun bir hukuki geçmişi olduğunu biliyoruz. Ve dedim ki, elbette, bunun YARGILAMASI artık yapılabiliyorda ulusal boyutu aşarak üstelik demiştim.

    Hukuk dediniz, buyrun size AİHM nin, en üst derece mahkemesinin 4 kararı üzerinden ANNA WEBER in bir analizi. Daha doğrusu AİHM Kararı, Kutsala saygı, Ayrımcılık üzerinden.

    http://ihop.org.tr/wp-content/uploads/2011/04/nefret_soylemi.pdf

    Buyurun yukarıda, burada Batılı hukuk sisteminin Kutsala Saygı üzerinden, komplike bir yargılama mantığını görüceksiniz.

    Küçümsemiyorum bu arada bu yargılamayı, kesinlikle dört başı mağmur bir yargılama, sistematize edilmiş, ama AİHM kararlarındaki gerekçeleri lütfen dikkatlice okuyunuz diyorum.

    İfade özgürlüğünün ne kadar öncelendiğini görünüz.

    Kast unsuru arandığını nefret söyleminde, ayrımcılık suçlarında. Bir gerekçeye bağladığını, eğer o KAST unsuru olmasa doğrudan ifade hürriyeti bağlamında yargılamaya geçeceklerini, 10. Madde kapsamında, kendileri söylüyorlar.

    KAST…

    GÖRDÜNÜZ MÜ.. Kast kelimesinde kilitleniyoruz. Kast nedir? Bilerek isteyerek bir amaca yönelik yapmaktır. Bir insanın kasten yaptığını nereden bilebiliriz. Nitekim, Aihm de yargılamalırnda bu sorunun cevabını aramış. Zorluğunu da söylüyorlar.

    Bizim kast olarak söylediğimiz şeyi, bir başkası kast olarak algılamaz. Nitekim, kendileri de bunu söylüyorlar.

    Peki, bizim doğrudan Saygısızlık gördüğümüz, Kutsalımıza hakaret gördüğümüz şeyi, batı HUKUK sistemi neden didik didik ediyor. Kırk dereden su getiriyor. (Dikkat edin hukuki yargılama diyorum, görüş, yorum, başka mecra değil)

    Çünkü, Batı bunu kendisi içinde böyle yapıyor. Bizim için ölçüsüz şekilde, daha ayrımcı davransa bile bunun tek sebebi ikircikli tavrı değil. Kendi normallerinin farklı olması.

    İfade özgürlüğünü bizden farklı algılıyorlar.

    Bu bir olgudur. Durum tespitidir. Benim açıklamamdan ziyade, o iki çalışma linki zaten bunun ispatıdır. Bu nedenle ben tespit yaptım demiştim. Bu bir olgu, durum tespitir.

    Raci Bey, sonu kapsamlı.. nereden isterseniz oradan devam edebiliriz.

    Sizinle aynı görüşte değilim şeklindeki kanaatinize karşılık, benimkisi bir kanaat değil bir TESPİTE dayanıyor.
    Nitekim, benzer bağlamda 2 link attım. Eğer devam edeceksek, ozaman, bu tespitimin dayandığı bu iki linkteki olgulara yönelik varsa aksi yöndeki görüşlerinize yer verin. Bende o noktadan ilerleyim.

    Cevap verirseniz, uygun vakitte muhakkak ilerleriz. Teşekkür ederim, spontane yazdım, bir solukta yazıyorum, umarım anlam bozuklukları yoktur.

    Allaha emanet olun.

    • Bu yazdiklariniza bir yönüyle katilabilirim elbette. Fakat cizdiginiz tablo, verdiginiz örnekler le bu is sanki cözümsüzmüs gibi bir hava olusturmussunuz. Nitekim yazarin konsensus bulunamadigiyla ilgili fikrini tekrarlayarak var olan duruma (IST-ZUSTAND) isaret ediyorsunuz. Gerci yorumunuzun sonunda cözüme iliskin fikirlerinizden bahsederek beni sasirttiniz.
      Bense kendi yorumumda var olmasi gereken duruma (SOLL-ZUSTAND) dikkat cekiyorum. Cekiyorum cünkü Avrupa sizin de belirttiginiz gibi sadece saygi ve kutsal kavrami bakimindan degil hukuki ve felsefi baglamda da daha genis. Kimi zaman pratikte, kimi zaman teori ve söylemde SOLL-ZUSTAND icin bir mücadele zemininiz var burada. Yani özetle Avrupa „Benim hayat felsefem, hukukum, edebiyatim, sanatim, insana ve onun degerlerine bakisim evrenseldir“ iddiasinda bulunuyor.
      Bu iddia aslinda bir saygi ifadesidir. Saygi cok sevdigim bir kelime. „Respekt“ kelimesinden gidecek olursak, sizi geriye bakmaya tesvik eder, (alisik olmadiginiz) bir seyleri atlamamanizi (Überspringen) ister. Saygi kelimesinden gidecek olursak 1,2,3,4 diye saymaya basladiginizda hicbir rakami gözardi etmemenizi tesvik eder, ucakta ucarken istediginiz kadar 12den 14e atlayin, 13. yolcu vardir ve resmi kayitlarda 13tür. 13Ü atlayamazsiniz. Ama 13 ugursuz bir rakammis, bu espriyi atlamayarak bir kereligine mahsus 12´den 14´e atlamak da bir sayginin tezahürü degil midir bir yerde?
      Aslinda mesele benim saydigimi o saymiyor, onun saydigini ben saymiyorum, anlasamiyoruz, konsensus yok kardesim degil yani. Dogu ve Bati saygidan umursamayi, dikkate almayi, yok kabul etmemeyi anliyor. Benim israrla üzerinde durdugum konu bu. Cünkü bu bana bu SOLL-ZUSTAND´a giden bir yol sunuyor. Dolayisiyla insaniz ve ayniyiz, sayarken de ayniyiz, saymiyorken de.
      Zaten bazi hak ve özgürlükler boslukta kalmissa, bu illa da konsensus olmayisindan degil. Sistemin beslenmemesinden veya birtakim mihraklarin sabotajlarindan ileri gelir. Burada sistemin beslenmemesi ile alakali bir haberi paylasmak isterim:
      Pazar günü Isvicrenin Basel sehrinde halk maymunlarin birtakim insan haklarindan yararlanip yararlanmamasi konusunda oy verecek. Oylamadan evet cikarsa kantonda gecerli anayasaya bir cümle daha ekleyecek ve devlet maymunlarin bedensel ve zihinsel (böyle yaziyor) selameti garanti altina alinacak.
      Bu neyi gösteriyor: Avrupadaki sistem ve halk bunu düsünecek kivama gelmis. Bunda iki etken var: 1) Maymunla insan arasindaki akrabalik (bunu illa evrimle aciklamak zorunda degiliz) ben buradayim diye bagirarak insanlari onu saymaya itti. 2) Bilimadamlarinin calismalari, sinema, roman, hayvan haklari aktivistleri duyarlilik olusturdu.
      Buna Türkiyeden de örnekler verebiliriz: Basörtülüler ve Kürtler uzun süre yok sayildilar ama bir zaman sonra hukukta ve mahseri vicdanda kabul gördüler. Bunda da belki iki etken rol oynadi: 1) Basörtülülerin ve Kürtlerin nüfus icindeki agirligi biz buradayiz, bizi atlayamazsiniz, sayacaksiniz diye bagirdi. 2) Her iki kesimin yazdigi romanlar, cektigi filmler, kanaat önderleri, diyalog faaliyetleri.
      Bugün maymunlar icin olusan EMPATI sürdürülebilir durumda ama basörtülüler ve Kürtler kazandiklari EMPATIyi yüksek oranda kaybettiler, saygi orani düstü, bebek büyümeyi durdurdu. Sebebi de sadece nüfus olarak degil söylem olarak da kendilerini dayatiyor olmalari ve siddetin yaninda olmalari. Yani özetle isler cok farkli yürümüyor.
      Almanyaya gidelim. Bati Almanya Dogunun Almanlarini saydi ve birlesti. Fakat Dogu Almanya eyaletlerinde bebek büyümedi, bu eyaletlerde baska milletlerden insanlar yasayamiyorlar, cünkü baska milletlerle olan kültürel alisveris icin nüfus da yok zemin de yok. Bu eyalette baska milletlerden insanlar agizlariyla kus tutsa saygi göremezler, tipki Cin de, Rusyada oldugu gibi.
      Bati Almanyada bu zemin var. Ama sizin de ifade ettiginiz gibi bircok alanda bebekler daha emekliyor. Zemin var cünkü bi kere Müslüman nüfus var, bunlar anaokulundan itibaren birlikteler. Seküler Müslümanlarin iyi kötü bir sanat, medya kabiliyeti var, isadamlari var, ama kutsallara iliskin beklentileri olan kesimin onyillara varan bir magduriyet gecmisi olmasina ragmen bebek büyümüyor, cünkü bu zamana kadar yasadiklari zorluklar hukuku, sanati, felsefeyi zenginlestirecek vakalar, emsaller olamamis, bir EMPATI gelistirememis, bu vakalar medyaya, bu hisler edebiyata, bu emsaller hukuka malzeme olamamis. Bunda Müslümanlarin kendini anlatamamasi kadar Avrupalinin bir maymuna egildigi kadar, onu fark ettigi kadar Türke, Müslümana egilmemesi, onu fark etmemesi de önemli rol oynuyor. Besleyememisiz sistemi!
      Spor salonlarindaki ciplaklardan bahsetmissiniz. Burda saygi duymasi gereken benim. Onun ciplak olmasi gercegini ben es gecemem, ben olamaz desem de bu var, ve esasen ciplaklik Almanin kutsali da degil. Fakat örtünmek bizim kadinlarimiz icin kutsal görülen bir sey. Benim kizim okulda yüzme dersine gitmeye zorlandiginda, onun o utanc duygusu atlanip hice sayildiginda ben anlarim ki burada EMPATI eksikligi var, koskoca Alman egitim sistemi, doktorlar, psikologlar bunu onyillardir görememis. Ama saygidan anladigimiz sey ayni, biz bunu kendi, doktorlarimizla, egitmenlerimizle, romancilarimizla halledebiliriz.
      Bakiniz Alman doktorlari cocuklarin sünnet olmasina koro halinde karsi ve argümanlari da kuvvetli aslinda. Bu adamlar buna karsi olduklari halde madem öyle cocuklari doktorlar sünnet etsin, bebekleri doktor olmayanlar da sünnet edebilir seklindeki kanuna ses cikaramadilar. Cünkü efendim Yahudiler o empatiyi olusturmayi basardi. Bir de seküler Müslümanlarin cocuklari da sünnet oluyor, orada da bir empati olusmus.
      Yormamak icin daha fazla uzatmak istemiyorum. Meramimi söyle özetleyeyim isterseniz. Bati aslinda kutsala saygisizligi da fikir hürriyetine olan saygisindan ötürü atlamaktadir. Magdurlar kendini ifade etmeyince veya edemeyince ve karanlik birtakim mihraklar da her iki tarafi en deger verdigi yerlerden karsi karsiya getirince böyle bir ilüzyon olusuyor.
      Tabii ki sizin de belirttiginiz o bebeklik, emekleme, yürüme safhalari bircok alanda devam ediyor, cünkü hayat devam ediyor bi kere, günün sonuna gelmedik ki. Örnegin FIKIR HÜRRIYETI konusunda zinde olan Bati, bir diger büyük degeri olan ESITLIK konusunda bircok konuda daha ana rahminde. Zaten ESITLIK kavramiyla Bati yerel olmadigini ilan etmistir. Ve fakat ne yazik ki, bu görkemli sarayi ayakta tutacak Ayrimcilikla Mücadele Yasasi sürekli birilerini daha esit görmektedir. Iste özellikle bu alandaki bebegin artik dünyaya gelmesi icin basta hukukculara ihtiyac var.
      Bazen cetrefilli isler göründügünden cok daha kolaydir. Büyük ihtimal muhacirsiniz ve siz olmasaniz da etrafinizdaki bir sürü muhacir zorluklarla karsilasti. Almanyadaysaniz Flüchtlingsrat diye bir sey duymussunuzdur. Her sehirde göc ve iltica avukatlari bir araya gelerek Flüchtlingsrat kurarlar ve orada fahri hizmet verirler.
      Soruyorum, Hizmet kac sehirde gecen 40-50 yil icinde yetistirdigi avukatlardan mütesekkil Flüchtlingsratlar kurdu veya kac Flüchtlingsrata avukat soktu? Sadece Hizmet mensubu muhacirler icin degil, bütün muhacirler icin? Bunu basaramdiysa neden, bundan sonra nasil olmali?
      Cünkü nihayetinde benim Suriyeli, Sudanli muhacire de saygi duymam icin onlarla bir irtibatimin olmasi gerekir. Yoksa Batili gibi bircok konuda ESIT SAYGI duyma konusunda sorun yasarim. Almana Avusturyaliya, Afganliya onyillardir maklube yedirme zamanindan cikip bir basamak daha cikmaliyiz bence. Bu basamaklar nedir, ne olmalidir, konusulmali ve artik bunlari degerlendirmeye tabi tutmali ve kendi kendine sayginin ölcüleri olarak görmeliyiz bence. Sunlari sunlari yapacagiz demistik, yapmadik, kendi kendimizi atladik, yuh bize, benim ÖZ SAYGIM nerede, ben kendimden gectikten sonra baskasi niye saysin ki, demeliyiz.
      Ne kadar ilginc degil mi, Enes Kanter takim disi kaldi ve Uygurlara bir miktar daha EMPATI duyduk. Saygi dedigimiz sey öyle pismis bi yemek degil ki! Onu biz pisirecegiz. Carki biz döndürecegiz, cark dönmeden konsensus olusmadi demek bana afedersiniz bos bos laf üretmek gibi geliyor.
      Yorumuma uzun uzun cevap yazdiginiz icin ve bu uzun mu uzun yorumu sonuna kadar okudugunuz icin tesekkür ederim. Siz de Allaha emanet olun.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin