RÖPORTAJ | SEVİNÇ ÖZARSLAN
Zeynep Öztürk, 1980 darbesinde ağabeyi, 15 Temmuz’dan sonra ise eşi bahane edilerek zulme uğrayan bir kadın, bir anne. 1980’de İskenderun’un bir köyünde öğretmenlik yapan ağabeyi hakkında arama kararı çıkınca, önce ailesini gözaltına aldılar. Elazığ Terörle Mücadele 1. Şube’ye götürülen Zeynep Öztürk o zaman 16 yaşındaydı. Sabaha kadar başlarında bir polisle, avukatsız bir şekilde sorguya çekildi. Yalnız değildi. Annesi, babası, abisinin eşi, hepsi birlikteydi ama konuşmaları yasaktı. Sonra abisini gözaltına alıp Diyarbakır Cezaevinde 40 gün işkenceden geçirdiler. Diğer abisinin de 13 yaşındayken gözaltına alınması hayatının en büyük travmalarından biri.
Öztürk, 15 Temmuz’dan sonra ise eşi nedeniyle birçok haksızlığa uğradı. Marmara Üniversitesi’nden ihraç edilen ekonomist Prof. Dr. İbrahim Öztürk ile 32 yıldır evli olan Zeynep Öztürk, eşi Almanya’ya göç etmek zorunda kaldığı için kendisine yurt dışı yasağı konuldu. Aylarca oğluyla birlikte pasaport alabilmek için uğraştı.
“Bize bu süreçte, ‘Siz ne yaşadınız ki deyip, acılarımızı hafife alanlar oldu. Çoğu insan bizi anlamadı. Kürt, Alevi olmama rağmen o camiadan da pek destek gördüğümü söyleyemem. 50 yıl sonra geriye dönüp baktığımda hayatım hep etiketlerle, damgalarla geçmiş.” diyen Öztürk, yaşadıklarını TR724’e anlattı.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Masterımı da orada yaptım. 1994’e kadar üniversitedeydim. 1992’den itibaren FEM Dershanesi Çemberlitaş şubesinde kayıt büroda çalışmaya başladım. Sonra formasyon alarak felsefe öğretmeni oldum. Temmuz 1996’ya kadar FEM’de çalıştım. Oğlum doğunca dershaneden ayrıldım. Sonra eşimin doktora eğitimi nedeniyle bir yıllığına Japonya’ya gittik. Tam dönme sürecinde 28 Şubat başlamıştı.
28 Şubat mağduru musunuz aynı zamanda?
Okulu bitirmiştim ben ama iş hayatında sıkıntılar yaşadık. Biz eğitim fakültesi mezunu olmadığımız için öğretmen olarak çalışmamız zaten pek kabul görmüyordu. Dershaneler üzerinde de baskı olunca çalışmamız engellendi. Ben ve benim gibi bütün öğretmenler işsiz kaldılar. 28 Şubat’ın ağır baskısı, dershaneleri kapatmanın ağır sonucu olarak yaptılar bunları.
Daha sonra hiç çalışmadınız mı?
4 yıl çalışmadım. Oğlumu büyüttüm. Daha sonra Şefkat Vakfı’nın Gaziosmanpaşa’daki kız koleji Şefkat Koleji’nde çalışmaya başladım. Prof. Nevzat Yalçıntaş’ın eşinin öncülüğünde kurulmuş bir vakıftı. Üç yıl üniversiteye hazırlık öğrencilerine danışmanlık yaptım. O süreçte de yine okullarda baskı vardı. Mesela beni sigortalı çalıştıramadılar. Aynı kolejde Bilal Erdoğan’ın kayınvalidesi Reyyan Uzuner de görev yapıyordu. Birlikte çalıştık. İkinci oğlum doğunca işten ayrıldım.
Siz hem 1980 darbesi dönemini, hem 15 Temmuz’u yaşamış, ailevi ilişkileri ve etnik kökeni nedeniyle hukuksuzlardan etkilenmiş kadınlardan birisiniz. 1980 darbesinden başlayalım, neler yaşadığınızı merak ediyoruz.
1980 darbesinden sonra babam Almanya’dan Türkiye’ye dönüş yaptı. 1985 yılıydı. Almanya’ya işçi olarak gitmişti. Babamın geldiği akşam bizim evi TOMA’larla bastılar. O yıllarda Elazığ’da yaşıyorduk. Biz normalde Tunceliliyiz ama annemler çocuklar okusun diye Elazığ’da ev yaptırmışlar. Ben kendimi bildim bileli Elazığ’da büyüdüm.
Eviniz babanız Almanya’dan geldiği için mi basıldı? Niye basıldı anlamadım?
Biz de anlayamadık, çok şaşırdık. Hatta hepimiz yer yataklarında, döşeklerde yatıyorduk. O döşeklere ayaklarıyla vurarak bizi kaldırdılar. Tabi çoluk çocuk fırladık ayağa. Beni, abimin eşini, annemi, babamı, bir de Almanya’da babamla birlikte çalışan abimi Elazığ Terörle Mücadele 1. Şube’ye götürdüler.
Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldüğünüzde kaç yaşındaydınız?
Lise 1’e gidiyordum. 15-16 demek ki. Kız çocukları davasında da 14-15 yaşındaki çocukları alıp götürdüler ya şimdi… Aynı onu gibi. Bizi birbirimizle konuşturmuyorlardı. Hepimizi tek tek sorguya almaya başladılar. Bana sıra gelince neden burada olduğumuzu sordum. Görevli, ‘Baban yolsuzluk, sahtekarlık yapmış’ dedi. ‘E babamı getirseydiniz o zaman, bizi niye getirdiniz’ dedim. ‘Bazı soruları size de sormamız lazım’ dedi. ‘Babam bütün dünyayı önüne yığsanız ne sahtekarlık, ne hırsızlık, ne yolsuzluk yapar, öyle bir baba değil. Babamla ilgisi olduğunu düşünmüyorum, biz 1. Şube’deyiz, burası terörle mücadele şubesi, niye mali şubede değiliz o zaman.’ dedim.
Lise 1 öğrencisinden beklenmeyecek cevaplar.
Zaten görevli polis de şaşırdı. ‘Sana bunları kim öğretti’ dedi. Kimsenin öğretmesine gerek yoktu. Biz Tunceliliyiz. Sürekli diken üstünde yaşıyoruz. Abimler sol görüşlü. Köyümüzden abim ve yaşıtları hapse girdi. Çoğu öğretmen okulundan mezun gençlerdi. Dayımın çocukları da gözaltına alındı. Sırf düşüncelerinden dolayı insanlar tutuklandı, işkence gördüler.
Sizi niye gözaltına almışlar?
Abimle alakalı olarak gözaltına alındığımızı biliyorum ama neresinden, nasıl bir alaka kurdular kestiremiyordum. Abimle ilgili sorular sormaya başladılar. Benim de çocukluktan itibaren tuttuğum bir günlüğüm vardı. Evde arama yaparken onu bulmuşlar. O yüzden gözaltına almışlar. Günlüğüme, ‘Bugün babam geldi, 16 yıldan sonra dünyanın en büyük sevincini yaşıyorum, 1 hafta 10 gün daha yengem ve yeğenlerim de bizde kalacak, ona da çok seviniyorum, abim de İskenderun’a köyüne gitti. Yeni kayıtları yapıp dönecek’ diye not almışım. Abimle ilgili yazdıklarım doğru mu diye, bunu araştırıyorlar. Bizi 24 saat avukatsız sorguya çektiler. Hepimiz aynı odada oturuyoruz ama başımıza bir adam diktiler. Kimse kimseyle konuşamıyor. Öyle sabahladık. Sonra bir şey demeden bizi serbest bıraktılar.
Madem abinizi arıyorlar, adresi belli, neden oraya gitmemişler ki…
Aynı gece köyü de basmışlar. Abim o dönemde İskenderun’da bir köyde öğretmenlik yapıyordu. Pijamalarıyla köyün ortasına getirmişler. Bütün köy ahalisine bu terörist diye gösterip, Diyarbakır’a götürmüşler.
İşkencelerin yapıldığı Diyarbakır Cezaevine mi?
Evet tabi. Abim orada 40 gün işkence gördü ve o 40 boyunca biz abimin nerede olduğunu bulamadık. Hanefi Avcı’nın görev yerinin o dönemde, o bölge olduğunu sonradan öğrendik. Emniyet müdürüydü sanırım. İşkencelerin kararını veren kişi aynı zamanda.
“BİZİM SESLERİMİZİ KASEDE ALIP, ABİME DİNLETTİLER”
Biz gözaltındayken seslerimizi kasete almışlar. Diyarbakır Cezaevinde abime dinletiyorlar. Abim diyor ki, “Eyvah annem burda, eyvah babam burada, eyvah kardeşim burada.” Bizim sesimizle abimi tehdit etmişler. Eve gelince, “Sesinizi kasede alabileceklerini düşünemedim.” demişti. Milli Gençlik Vakfı’nda bir kitap okuma grubumuz vardı, bu olayı anlattığımda “Hadi canım abartıyorsun” demişlerdi.
Abinizin tam olarak aranma sebebi ne, niye gözaltına aldılar?
Kürt, Alevi, solcu, düşünceleri… Ve bir öğrenciye Türkçe öğrettiği için. Şaka değil gerçek bu. Abim Şanlıurfa Siverek’te bir süre öğretmenlik yaptı. 16-17 yaşında bir erkek öğrencisi varmış. Bir- iki yıl okula devam etmiş. Abim ona okuma yazmayı öğretmiş. Sonra bu çocuk 18 yaşında evleniyor ve evlendikten sonra taksicilik yapmaya başlıyor.
Evlendikten bir hafta sonra PKK taksisini gasp ediyor. Çocuğun elini, ayağını bağlıyorlar, bagaja koyuyorlar, onunla gidip bir kahvehane tarıyorlar ve sonra da arabayı ve çocuğu sınırda bırakıyorlar. Jandarma arabayı buluyor. Çocuğun eli ayağı bağlı. Onu da getiriyorlar Diyarbakır Cezaevine ve ‘Sen de onlarla beraberdin, oyun yapıyorsun’ diye çocuğa işkence yapıyorlar.
Çocuk “Annem, babam, karım benimleydi” deyip herkesi söylüyor, inandıramıyor. Sonra “Sana okuma yazmayı kim öğretti?” diye soruyorlar. “Bir hocamız vardı, o öğretti”, “Nereliydi hocanız”, “Tuncelili.” Diyaloglar aynen böyle. Sırf bundan dolayı abimi alıyorlar. Şimdi de insanları dini sohbet verdi diye tutukluyorlar. Arada hiç fark yok.
Ve 40 gün abimin nerede olduğunu bilemedik. Rahmetli dayım, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki hapishaneleri şehir şehir dolaştı. En son Diyarbakır’da olduğunu öğrendik, 2 gün sonra abim zaten geldi eve. Mahkemeye bile çıkarmamışlar, öyle bırakmışlar.
Ne tür işkenceler yapmışlar, hiç anlattı mı abiniz?
Filistin askısına asmışlar. Kaburgaları mideye battığı için yıllardır mide problemi çeker hala. Bir gün yıkamak için abimden çoraplarını istedim. Pantolonunu sıyırdı: Bütün bacağı sigara izmaritleriyle yakılmıştı. Yıllarca öğretmenlik yaptı. İki yıl önce emekli oldu. Küçük abimi de gözaltına aldılar. Hayatımın bir travması da odur.
“13 YAŞINDAKİ KÜÇÜK ABİMİN GÖZALTINA ALINDIĞI AN HAYATIMIN TRAVMASIDIR”
Onu neden aldılar?
İsim benzerliği nedeniyle aldılar. Kendisi o zaman 13 yaşındaydı. Annem bırakmamak için beline yapıştı. Jandarmalar abimi götürürken annem yerlerde süründü. O sahne gözümün önünden hiç gitmez. Hayatımın en büyük travmasıdır.
15 Temmuz’da neredeydiniz, o süreci nasıl yaşadınız?
Çengelköy’deki evimizdeydik. Eşim arkadaşlarıyla Beylerbeyi’nde yemekteydi. Köprüye yakın bir yerdeydi. Köprüye çıkmak istemişler ama polis izin vermemiş. Ne olduğu henüz belli olmadığı saatler. Biz de olayları anlamaya çalışıyoruz.
Ben aslında 1980 darbesini Doğu’da yaşamış biri olarak, darbenin nasıl yapıldığını çocukken görmüş olmama rağmen çok iyi biliyorum. O günü çok iyi hatırlıyorum. Silah sesleri, hoparlörden sokağa çıkmama yasakları, denetimler… Korkundan sabaha kadar koltukların altına girdik. 15 Temmuz’da halkın sokakta olduğu, askerin neden sokağa çıktığını bilmediği bir saatte darbe olmaz. Geçmişten de bildiğim için devlet yeni bir kurban seçti kendine. Bu sefer ki kurban da cemaat oldu.
SOKAK SOKAK DOLAŞIP KİTAPLARIMIZI ÇÖPE ATTIK
OHAL ilan edilince eşim hemen ihraç edildi. Hakkında yakalama kararı çıkarıldı. O yüzden Eylül 2016’da Türkiye’den ayrıldı. Biz çocuklarla İstanbul’da kaldık. Tekrar bir araya gelene kadar zorlu bir süreç yaşadık.
Kitaplarımızı maalesef yok etmek zorunda kaldık. Bazılarını ağlaya ağlaya çöpe attım. Sırf onların istemediği yayınevi tarafından basıldığı için gecenin bir yarısı arabaya yükleyip kameraların olmadığı sokaklarda çöpe attık. Ve ben her kitabı atışımda ağladım. Düşünsenize Risale, Kuran-ı Kerim, çocuk kitapları atıyorsun. Canımdan can koparılmış gibiydi. Doğu Ergil’in Fethullah Gülen ile ilgili yazdığı bir kitap vardı. Onu bile aldılar.
Üsküdar’da dershanede çalışırken oranın müdürü ve müdiresi benim arkadaşımdı. Trafik kazasında vefat ettiler. Onlarla ilgili bir yazı yazmıştım. Gazeteci olarak yazdığım ve matbaada basılmış tek yazıydı. Onu bile delil diye almışlardı. Ondan sonra da zaten her hafta düzenli olarak gelip eşimi sordular.
“PASAPORT ALABİLMEK İÇİN ÇOK UĞRAŞTIK”
İbrahim bey Almanya’ya gittikten sonra bizim de pasaportlarımız iptal edildi. Yurt dışına çıkış yasağı konuldu. Yeniden pasaport alabilmek için çok uğraştık. O süreç o kadar ilginç bir süreç ki, her yerde cadı avı vardı. En küçük bir şeyden herkes tutuklanıyordu. Pasaport almaya gitmeye bile çekindik, tutuklanırız diye.
Ama öyle oturarak korkarak olmuyor, mecburen gittik. Bizden önce genç bir kız vardı. ‘Pasaportuma şerh koyulmuş. Neden konulduğunu öğrenmek istiyorum, bir de şerhin kaldırılmasını istiyorum’ dedi. ‘Kocan nerede’ diye sert bir şekilde sordular. Kız ‘Yurt dışında’ deyince, ‘Kocan kaçmış, sen de utanmadan gelip pasaport istiyorsun, defol git’ dedi. Benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Kızcağız ağlaya ağlaya gitti. Bize sıra gelince korkudan ‘Eşim Türkiye’de’ demek zorunda kaldım. ‘Kocanı getirirsen şerh kalkar’ dedi. ‘Kocamı ben bulamıyorum, gidin siz bulun getirin’ dedim. OHAL Komisyonuna şikayetini bildirmemi söylediler.
“SENDEN TUNCELİLİ Mİ OLUR”
OHAL Komisyonu o zaman yeni kurulmuştu, İstanbul Valiliğin oradaydı, gittik, bir dilekçe yazdık, bekliyoruz. Bir adam geldi, dilekçemi aldı, şöyle bir baktı. Orada tabi nereli olduğum yazıyor. ‘Senden Tuncelili mi olur’ dedi. ‘Niye beğenemediniz mi’ dedim. ‘Tunceliler böyle olmaz ki’… ‘Siz fetö fetö diyorsunuz da, benim bildiğim Tuncelilerden fetö olmaz.’ ‘Ooo biz neler gördük, Nokta dergisinde ne fetöcüler çıktı sen biliyor musun’, ‘Bilmiyorum, fetöcü ne demek onu da bilmiyorum’ dedim. Aldılar dilekçemi. Üç hafta sonra yurt dışı yasağını kaldırdılar.
O zaman 12 yaşında olan küçük oğluma pasaport alma sürecinde de çok acı şeyler yaşadık. Babanın vekâleti gerektiği için pasaport alamıyordum. Uluslararası noter tasdikli vekaletnameyi İstanbul’daki bütün pasaport şubelerinde denedik ama her gittiğimiz şube çocuğumun yanında bize terörist muamelesi yaptılar. Oğlum her seferinde büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor ve bana “Anne biz ne yapmış olabiliriz ki böyle davranıyorlar” diye ağlıyordu.
“SİZ KİMİN KOCASINA TERÖRİST DİYORSUNUZ”
Beykoz Pasaport Şube’de bizi dışarı çıkardılar. Görevli polis, “Kocası terörist, bir de utanmadan gelmiş pasaport istiyor.” dedi. Girdim içeri. “Siz kimin kocasına terörist diyorsunuz” diye tepki gösterdim. Adam çok şaşırdı, öyle bir tepki beklemiyordu. “Yok Zeynep hanım size söylemiyoruz” dedi. “Ben şu an burdayım, kocamın üzerinden bana pasaport vermiyorsunuz ve söylediğin sözü çocuğum duyuyor, orada ağlıyor, siz böyle bağırdığınız için. Siz ne hakimsiniz ne savcısınız, burada bizi yargılıyorsunuz…” dedim.
En son Kandıra’daki Pasaport Şube o vekâleti kabul edince oğlum şok yaşadı, eli ayağı titriyordu, merdivende neredeyse düşüyordu. Merdivenlere oturduk ve birbirimize sarılarak dakikalarca ağladık. Yürümeye bile mecalimiz kalmamıştı. Bunların hepsini yaşadık. Sonra oğlumu uçağa bindirdim gönderdim. Sonra da ben çıktım. 18 Mart 2018’di.
Şu anda Almanya’da ne yapıyorsunuz?
Down sendromlu ya da otistik gibi hastalıkları olan özel çocukların okuduğu bir okulda öğretmen yardımcısı olarak çalışıyorum. 3,5 yıl oldu. Almanca sınavlarını geçtim. 8 ayda C1’e kadar geldim. Doktor ya da resmi bir dairedeki işimi hallediyorum artık.
Kürt Alevi bir kadın olarak, yakın çevrenizdeki Kürtler size sahip çıktı mı? Daha doğrusu sizi anladı mı, yoksa rövanşist tavırla mı karşılaştınız?
Bir dönem İnsan Hakları Derneği’nin başkanlığını yapan Akın Birdal ve eşiyle çok yakın arkadaştık. Bizi çok iyi tanırlar. Bu süreçte Akın beyin insan haklarıyla ilgili bir şey dememesi beni çok üzdü. Bu kadar suskun kalmalarını anlamakta çok zorluk çekiyorum. 5-6 yıllık komşuluğumuz vardı. Hatta evimizi onlara sattık diye sorun yaşadık. Teröristlere ev sattınız dediler. Bu diyen komşularla tartıştık. Akın bey bunlara da şahit oldu. Ona rağmen ses çıkarmadı, bir tweet dahi atmadı. İnsanın çok zoruna gidiyor. Herkesin hakkını savunurken sizi görmek istemiyorlar. Bu direkt soykırıma giriyor. Kürtlerin, solcuların Alevilerin, derin devletin Erdoğan’la arasında o kadar garip bir anlaşma var ki, herkes size karşı.
Bazı KHK’lılar, özellikle Barış Akademisyenleri’nin bir kısmı da aynı hukuksuzluğu yaşamalarına rağmen ‘Biz onlardan farklıyız’ diyorlar. Kendilerini ayırıyorlar.
Barış Akademisyenleri’nden bir kadınla Berlin’de aramızda şöyle bir diyalog geçti. Eşim Humbold bursuyla Almanya’ya geldi. Onlar her sene bursiyerlerini Berlin’de ağırlıyorlar. Barış Akademisyenleri’ne burs vermişler, onlar da geliyor. Konferanslar bitince bir kokteyl veriyorlar. Yan masada Barış Akademisyenleri’nden bir grup yüksek sesle konuşuyorlardı. Biz de seslerini duyuyoruz. Bir kadın, ‘Bizim davalarımızı fetöcülerin davalarına benzettiler, avukatlarımız bile davaya ulaşamıyor, neden suçlandığımıza dair bir sebep göstermiyorlar, dosyalara erişim yasağı koydular.” dedi. Yüksek sesle konuştukları için ben de cevap verdim. ‘Kusura bakmayın ama sizin o fetöcü dediğiniz akademisyenler de aynı durumda. Benim eşimin de avukatı dosyasına ulaşamıyor” dedim. “Siz bizimle niye kıyaslıyorsunuz ki, siz ne çektiniz ki, Kürtlere, Alevilere, Cumartesi Annelerine haksızlık yapılırken siz hep karşıdan baktınız… Acı mı yarıştırıyorsunuz, siz darbe yaptınız, şimdi onu mu konuşacağız” dedi. Kürt bir kadındı.
“HAKSIZLIK YAŞADIĞIN HALDE DİĞER MAĞDURLARLA EMPATİ KURAMIYORSAN SORUN VAR DEMEKTİR”
“Siz öyle bir şeye çarptınız ki söylediklerinizin hepsini yutacak hala gelirsiniz. Ben Alevi Kürdüm. Abim Diyarbakır Cezaevinde işkence gördü. Biz bunların hepsini yaşadık. Sizden daha çok yaşadık. Yaşınız daha genç. Ne olduğunu bilmiyorsunuz. Şimdi aynı şeyi cemaat yaşıyor.” dedim. Kürtlerin bazı eleştirilerini normal karşılayabilirim ama şu var; onlar yıllardır haksızlık yaşadılar. “Siz yaşadınız, yaşıyorsunuz, bu halde bile adaletsiz davranıyorsunuz, şimdi kime kızılmalı sizce?” dedim. Orada birkaç arkadaşı “Hanımefendi haklı” dedi. İnsanın yaşamadığı bir şeyin empatisini kurması çok zor. Evet insanın adalet duygusu olmalı. Bir haksızlık karşısında susmamalı ama insan yaşamadığı zaman çok kolay değil o empatiyi kurmak. Asıl yaşadıktan sonra empati kuramıyorsanız sorun var demektir.
Zlimler için yaşasın cehennem!
yani cemaat bunca zülümden sonra Kürtlerin mağduriyetini anlar mı, anladı mı?
Bence anladılar…
Zeynep hanıma ve Sevinç hanıma bu röportaj için çok teşekkür ederim
Bu ülkede cümle haksızlıklara ses çıkarmamak üçkağıtçılığa inanmak,mensup olmak dışında hiçbirşey makbul değil.
Ülkeyi kimliksiz ve kişiliksizlerle doldurdular.