Küllerden doğacak ABD-İran yakınlaşması

YÜKSEL DURGUT | YORUM

Ortadoğu’nun jeopolitik gerilimlerini şekillendiren ABD-İran ilişkileri, son 40 yılda devrimler, nükleer krizler ve diplomatik kırılmalarla dolu bir yolculuk geçirdi. Bu ilişki, bir yandan küresel hegemonik güç ile devrimci bir ideoloji arasındaki çatışmayı yansıtırken, diğer yandan bölgesel dengelerin nasıl yeniden şekillendiğine dair kritik ipuçları sunuyor.

İki ülke arasındaki kopuş, 1979 İslam Devrimi’nin ardından yaşanan rehine kriziyle derinleşti. ABD destekli Şah rejiminin devrilmesi ve Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin işgali, Washington’ın İran’ı terör destekçisi olarak damgalamasına, Tahran’ın ise ABD’yi egemenliğine tehdit olarak görmesine yol açtı. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin Irak ve Afganistan müdahaleleri gibi anlarda stratejik diyalog kapıları aralansa da, tarafların birbirine duyduğu düşmanlık kalıcı bir iş birliğini engelledi.

Obama döneminde, ABD’nin Ortadoğu politikasında köklü bir değişim yaşandı. Irak ve Afganistan’daki stratejik yorgunluk ve yaptırımların sınırlarını gören Obama yönetimi, İran’la tarihi bir uzlaşma arayışına girdi. 2015’te imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA), İran’ın nükleer programını kısıtlaması karşılığında yaptırımların kademeli kaldırılmasını öngörüyordu. Anlaşma, İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokunu %98 azaltmasını, santrifüjlerin üçte ikisini sökmesini ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) sıkı denetimlerini kabul etmesini sağladı.

JCPOA, nükleer silahlanma riskini bertaraf ederken, Tahran’ın küresel piyasalara yeniden entegrasyonunun da yolunu açtı. Ancak anlaşma, ABD’nin iç siyasetinde bir kurban oldu. Trump yönetimi, 2018’de tek taraflı olarak JCPOA’dan çekildi. Bu, uluslararası hukuk ve diplomasi açısından sorunlu olduğu kadar, ABD’nin müttefikleri nezdindeki güvenilirliğini de sarstı.

Trump’ın maksimum baskı politikası, İran ekonomisini derinden yaralarken, ülkede ılımlıların siyaseten marjinalleşmesine neden oldu. Tahran, yaptırımlara Hürmüz Boğazı’ndaki gerilimleri tırmandırarak, Hizbullah ve bölgesel milislerle bağlarını güçlendirerek yanıt verdi. ABD’nin rejim değişikliği hedefi ise tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Aksine, İran’ın Rusya ve Çin’le stratejik ortaklığını pekiştirdi.

Bugün, taraflar Umman’ın arabuluculuğuyla Roma’da dolaylı müzakerelere devam ediyor. İran, uranyum zenginleştirme hakkında taviz vermezken, yaptırımların hafifletilmesini talep ediyor. ABD ise nükleer programın kontrolsüz büyümesinden endişe duyuyor. Bölgede Körfez ülkelerinin İsrail’le normalleşme adımları atması ve İran’ın Doğu’ya yönelimi, denklemi karmaşıklaştırıyor.

Yeni bir anlaşmanın şansı, hem Tahran hem Washington’daki siyasi iradeye bağlı. ABD için bu, diplomaside inandırıcılığın tazelenmesi ve Ortadoğu’da gerilimin azalması anlamına gelirken; İran için ekonomik rahatlama ve bölgesel meşruiyet fırsatı doğurabilir. Ancak tarafların, Obama dönemindeki “çok taraflılık” ruhuna dönmesi ve güven tesis etmesi gerekiyor.

Yaptırımların ve tehditlerin kalıcı çözümler üretemediğini bizlere tarih gösterdi. Ortadoğu’nun karmaşık coğrafyasındaki barış arayışı ancak diyalog ve kolektif akılla korunabilir. JCPOA’nın küllerinden doğacak uzlaşı ise yalnızca nükleer krizi değil, bölgenin geleceğini de şekillendirecektir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin