Kötülükler benden, iyilikler Allah’tan

YORUM | SÜLEYMAN SARGIN

İnsanın başına gelen her musibet büyük ölçüde onun hatalarındandır. “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir.” (Şûrâ Sûresi, 30) âyet-i kerimesi bize bu hakikati hatırlatıyor. Başka bir âyette de aynı manaya yönelik şöyle bir işaret var: “İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya, işte onları, işlemiş oldukları bir kısım hatalarından dolayı şeytan zelleye uğratmıştır.” (Âl-i İmrân, 155)

İnsana gelen her iyilik Allah’tan, fenalık ise kendindendir. Çünkü bütün ilâhi ikazlara ve iyiliğe yönelik teşviklere rağmen fenalıkları isteyen, insanın nefsidir. Şu halde her insan, derecesine göre kalbinden geçen, hayalini kirleten veya zihnini meşgul edip duygularına günah aşılayan bir kısım düşünce ve tavırlardan ötürü bile hesaba çekilebilir.

İlk dönem sûfilerinden Hâris Muhâsibî, insanların kulluk adına derecelerini ve o derecelere göre oluşan günah çeşitlerini sıralarken şöyle bir tasnif yapar:

Bazı kimseler vardır ki bunlar, dilleriyle ifade etmeden sadece akıllarından bile bir fenalık geçirseler, “Büyük günah işledim” endişesine kapılarak hemen Allah’a yönelerek tevbe ederler. Cenâb-ı Hak, bu seviyeye işaret sadedinde şöyle buyurur: “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah onlardan ötürü sizi hesaba çekecektir.”(Bakara, 284) Bu âyet, Muhâsibî’nin, birinci derecede saydığı insanlarla ilgilidir.

Bu âyet nazil olduğunda sahabe-i kiram büyük endişeye kapıldılar. Muhtemelen kalblerini yokladılar ve ara sıra da olsa kalblerinden bazı olumsuz şeylerin geçtiğini gördüler. Korku ve ürperti içinde, bitkin bir vaziyette Allah Resûlü’nün huzuruna gelip diz çöktüler: “Ey Allah’ın Resûlü, namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüzün yeteceği amellerle mükellefiyete ‘Eyvallah!’ ama bu âyette anlatılan şeylere güç yetirmek zor” dediler. Zira “Her birimiz, kendi gönlünde öyle şeyler hissediyor ki, insan bunlardan hiçbirinin kalbinde bulunmasını arzu etmez” diye insanın elinde olmadan içinden geçen duygu, düşünce ve hayallerden söz ettiler.

Bunun üzerine Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara: “Siz şimdi sizden önceki Kitap Ehli gibi, ‘İşittik ve karşı koyduk mu demek istiyorsunuz? İşittik ve itaat ettik ey Rabbimiz, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır.’ deyiniz!” buyurdu. Bunu hep birlikte okumaya başladılar, okudukça başkalaştılar ve gönülleri yatıştı. Ardından da onları tamamen rahatlatan şu âyet-i kerime nazil oldu: “Allah, hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şeyle yükümlü tutmaz” (Bakara Sûresi, 286).

Kalblerden geçenler, insanın emri ve iradesi altına girmediği için Allah, bundan dolayı insanı sorumlu tutmayacaktır. Bu, herkes için geçerli bir kuraldır. Bu âyetin, daha önceki âyeti neshettiği söylenir ama Kur’an’da mevcudiyeti bizi ciddi bir temkine ve teyakkuza sevk etmelidir.

Kötülüğe niyetlenip vaz geçenler

Muhâsibî’nin bahsettiği ikinci mertebede birkaç basamak vardır: a- İnsan, bir fenalık yapmaya veya bir iyiliği terk etmeye karar verir. Sonra pişmanlık duyup “Bunu yapmamalıyım. Bu edepsizliktir” deyip daha başlamadan vazgeçer. İşte bu, kendine göre yükselmiş bir ruhun, seviyeli bir kalbin mertebesidir.

b- Bunun bir mertebe aşağısında ise şöyle bir seviye vardır: Bir kişi, mesela hırsızlık yapmak veya harama bakmak gibi bir günahı işlemeyi düşünür ve yola koyulur. O yolda, aklına koyduğu haram fiili işlemek üzere giderken “Rabbim bu ayakları bu iş için yaratmadı” diyerek vazgeçer ve geri döner. Hadis-i şerifin ifadesiyle: “Bir kimse, bir kötülüğe karar verir ve sonra vazgeçerse, Allah bu yürekli tavrından ötürü ona bir sevap yazar.” Bu, Allah’ın bir lütfudur ve bu da ayrı bir derecedir.

c- Öyleleri de vardır ki, niyet ettikleri kötü fiil için harekete geçer, o yolda ilerler, hedeflerine ulaşınca da tam işleyecekken vazgeçerler. Allah Resûlü, mağarada kalan üç kişinin durumunu anlatırken, onların yaptıkları iyi amelleri birer vesile yapıp, mağaranın ağzının açılmasını talep edenler arasında, zina ile yüz yüze geldiği an vazgeçip geri duran bir kişiden de bahseder. Bu kişi, o kötü fiili işlemeye ramak kala bundan vazgeçmiş ve onun bu fiili, önemli bir amel kabul edilerek mağaranın önünü tıkayan taşın açılmasına vesile olmuştur. Bu da günahtan dönme seviyesinde ayrı bir mertebedir.

d- Bir diğer mertebe, sanki bizim halimizi anlatıyor: Kişi, bir günah işler veya Allah’ın bir emrini yerine getirmez. Ama ardından hemen tevbeye koşar. Daha sonra kalkar, bir süre sonra tekrar düşer, yine doğrulur ve Rabbin kapısına koşar. İşte bu da ayrı bir merhaledir. Bunun hâli tıpkı karda-buzda yürüyen veya uçurumun kenarında koşuya kalkan birisinin hâline benzer ki, çok defa ayağının altından toprak kayar ve düşecek hâle gelir. Muhâsibî’ye göre böyle birinin durumu endişe vericidir. Eğer inayet-i ilâhiye imdadına yetişmezse, yetişip elinden tutarak onu hakiki insanlık seviyesine çıkarmazsa böyle birinin, -Allah korusun- yolun bir yerinde yıkılıp gitmesi mukadderdir.

Kendi içinde farklı merhalelerden oluşan ikinci grubun ardından bir de üçüncü bir grup vardır. Onlar, kendilerini tamamen fenalığa, kötülüğe, fesada, zulme ve günaha kilitlemiş, gırtlaklarına kadar pisliğin içine batmışlardır. Başlarını o çamur deryasından dışarıya çıkarmadan hep fenalık üzere devam edip giderler.

Her günah insanı Allah’tan uzaklaştırır

Bunların hepsi Hak’tan uzaklaşmaya sebep olmaları açısından da birer cinayettir. Bahsi geçen mertebeler içinde en son mertebedekilerin haricinde olanların başlarına gelen belâ ve musibetler, geçmişteki günahlarına bir nevi kefarettir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Elinize batan bir diken bile, bir günahı siler, sizi bir derece de yükseltir.” buyuruyor. Dolayısıyla her musibet, aynı zamanda bir günahın düşürülmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın bir mükâfatının da başlangıcı sayılır.

Hz. Âdem’in cennette yaşadığı zellenin ardından gönlünde duyduğu pişmanlık ve o pişmanlıktan hasıl olan gözyaşları, onun peygamberlikle şereflendirilmesi, tekrar Cennet’e girmesi ve Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) dede olması gibi çok büyük hayırları netice vermiştir.

Bizler için de aynı şeyler mukadderdir. Başımıza gelen her musibeti, elimizle işlediğimiz bir kötülüğün neticesi saymalı ve kararmaya yüz tutmuş ufkumuzun açılmasına da bir vesile olarak görmeliyiz. Bunun için önce Rabbimize tevbe ile yönelmeli, sonra da bu tevbeyi gelecek nimetler adına hamd ile taçlandırmalıyız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin