Kökünden sökülen ağaçlar gibiyiz

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Cansız, ruhsuz eşyalar dahi ait oldukları ortamdan koparılınca hasar görüyorlar. Onun için “üç göç bir yangına bedeldir” demişler. Bir iklime ve toprağa alışmış ağacı alır başka bir toprağa taşırsanız yeni yerine yabancılık çekiyor. Şimdilerde ağaçları köküyle taşımaya çalışsalar da tutma ve sağlıklı kalma oranı yüksek değil. Taşınan ağaçların yaprakları soluyor, dalları düşüyor, bir süre boynu bükük kalıyor. Özel bakım, itina istiyorlar.

İnsanı taşımak, ağacı taşımaktan kolay gibi görünüyor, ama değil. Ağacın toprağa tutunan köklerine mukabil, zaman içinde insanın mekana, coğrafyaya, çevreye dair yığınla bağı oluşuyor. Kanırtarak bir ağacı köklemek nasıl ağaca hasar veriyorsa, insanı aniden ve zorla ait olduğu çevreden koparmak bedeninde ve ruhunda yaralar oluşturuyor. Toprağından koparılan insanın da yeni ortama tutunması, alışması uzun zaman alıyor. Zira insan duygusal bir varlık. Onu yetiştiği ortamdan, sevdiklerinden koparmanın fizyolojik etkileri yanında ağır psikolojik sonuçları da oluyor. Gurbet uzadıkça hasarın etkileri görünür hale geliyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Sanırım Sevgi Akarçeşme’nin bir tweet’inde görmüştüm, mealen, “Emekli olmak için erken, ama hayata yeniden başlamak için geç yaştayız,” diyordu. Erdoğan’ın otoriterleşerek kendi rejimini kurmaya yönelmesi, biat etmeyenlere devletin bütün unsurlarıyla baskı uygulaması nedeniyle milyonlarca insanın hayatı alt üst oldu. Kimisi kendi ülkesinde parya muamelesi görüyor, kimisi yabancı ülkelerde hayat kurmaya çalışıyor. Yaşanan bunca travmanın ardından herkes kendisi ve ailesi için yeni bir başlangıç yapmak, yeniden hayata tutunmak zorunda. Zira insanları evlerinden, işlerinden, şehirlerinden, ülkelerinden, dostlarından ettiler. Yıllarca çabalayıp tutundukları köklerinden, bağlarından kopardılar. Eğitimini, diplomalarını, imkanlarını, birikimini, sermayesini kullanamaz hale getirdiler.

Türkiye’de hepimizin bir düzeni, stabil hayatı vardı. Kimiz ticaretle erbabıydı, kimimiz öğretmen, kimimiz akademisyen. Pek çoğumuz mesleğinin zirvesindeydi. Çevresine yararlı oluyor, ülkesine katma değer üretiyordu. İnsanlar en velud ve üretken oldukları, insanlığa, ülkeye en faydalı olacakları çağda mesleklerinden, işlerinden edildiler. Kemale ermiş kişilerin, meyveye durmuş ağaçların gövdesine baltalarla vurdular. İnsanların hayatları bölündü, yarına dair umutları söndürüldü. Hani kullanışlı, düzgün, sağlam bir tahtayı ortadan kırarsınız ve işe yaramaz hale getirisiniz ya, pek çok insanın hayatı aynen öyle oldu.

Yurt dışına, demokratik bir ülkeye çıkabilenler şanslı kabul ediliyorlar. Ama bu sürece 40 yaş üstü yakalananların işi hiç de kolay değil. Sıfırdan yeni bir hayata başlamak için çoğunun yeterli enerjisi yok. Ticaret erbabının mallarına çöküldüğü için sermayelerini yitirmiş durumdalar. Yurt dışında tekrar en dipten iş kurmak zorundalar. Meslekler, ünvanlar, tecrübeler yeni ülkede geçerli olmayabiliyor. Denklik, sertifika, dil barajı.. derken yeniden yoğun bir koşturmaca gerekiyor. Ülkesinden yaralı ayrılmış, travmatik insanların çoğunda zorlu, yeni bir serüvene girecek cesaret, umut, enerji olmayabiliyor. Eski tecrübeyi buralarda kullanabilir hale gelmek zaman alıyor. Kırk, elli yaşından sonra dil öğrenmek insanı zorluyor ve sık sık yılgınlık içine giriyorsunuz. Her şeye rağmen azimle mücadele eden, başaran ve çevresine örnek olanlar az değil. Ama genç yaşlarda yelkenleri suya indirenler de var.

En meyveli, en verimli çağında kamyona yüklenip başka iklimlere, topraklara taşınan ağaçlar gibiyiz. Hayatımız bölündü, kökümüz bir tarafta kaldı, dallarımız başka tarafta. Kırık tahtalar gibiyiz. Tam ve bütün iken bir boşluğu kapatıyor, bir işe yarıyorduk. Hınçla ve hışımla kırıldık, parçalandık ve bir kenara atıldık. Ömrümüzün, tecrübemizin, eğitimimizin öncesini tam kullanamıyoruz; sonrasını ise öngöremiyor, tasarlayamıyoruz. Kırkında, ellisinde tekrar yirmili yaşları yaşıyoruz. Hayata yeniden ve dipten başlamak durumundayız. Yeni bir meslek seçmek, yeni bir hayat kurmak, yeniden ev kurmak zorundayız. Aile bireyleri ülkelere, kıtalara dağılmış olanlar var. Dört bir yana dağılmış aile bireylerini mümkün olduğunca bir araya toplamakla meşguller. Bütün bu travmalar, zorluklar, sıkıntılar yanında yeni ülkelerimize, oralardaki kültüre, dile alışmak, yeni çevre edinmek, yeni dostlar kazanmak durumundayız. İTÜ mühendislik mezunu, sanayici-esnaf, yaşı 70’i aşmış bir abimizle muhabbet ediyorum, “Hocam bu süreçte çoluk çocuğumdan, ülkemden, sevdiklerimden ayrı kaldığım 8. yıla girdim. Bu arada 8 ülke 17 ev değiştirdim,” diyor. Cadı avı nedeniyle işlerine çökülmüş, hesapları bloke edilmiş. Eşinden, çocuklarından, torunlarından uzak gurbette tek başına yaşamaya mecbur kalmış.

Hepimiz için türlü zorluklar var ama hayat devam ediyor. Eylemsizlik, kendini salmak insanı çabuk çürütüyor. Yaşadığımız travmaya, zorluklara rağmen mücadeleyi bırakmayacağız. Yaşadıklarımıza, yaşımıza aldırmadan, yeni ülkelerde, yeni şartlarda, hayata yeniden tutunmak için çabalayacağız. Zira Bediüzzaman şunları söylüyor: “Sükunet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf ademdir, şerri mahzdır. … İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir ve yeis, mâni-i herkemâldir.”

Hayatlarımız ortadan bölünse, köklerimizden sökülüp başka topraklara göçmek zorunda kalsak da öğrenmeye, üretmeye, meyve vermeye devam edeceğiz. Zira biliyoruz ki ağaçlar canlı kaldıkça meyve verirler, oysa insanlar meyve verdikçe canlı kalırlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Çok karamsar gördüm sizi Mahmut bey. Hayatın her döneminde insanlar göçmek zorunda kalmışlar, muhtemelen de gittikleri yerlerde bizim gibi karşılanmadılar. İnsanı bu kadar muazzam yetenek ve üstün donanımla yaratan Allah’ın, bunun da devasını yarattığına hiç şüphem yok. Yeter ki son paragrafınızda belirttiğiniz gibi, yeis yerine azim ve inanca sarılıp, bize bahşedilen potansiyeli harekete geçirelim. Saygılarımla

  2. BAŞINIZA GELENİN BİN KATI BAŞIMIZA GELDİ….

    Yanımda istatiski bilgi olmasada tahminimce cezaevlerindeki kürtler (siyasi) ve yurtdışındaki kürtler (siyasi) cemaat mensublarından çok daha fazladır.
    İşkence ile yada başka şekilde öldürülen cemaat mensublarının 10.000 katı kürt son 100 yılda öldürüldü.
    Biliyorum bunca zülme maruz kaldığınız halde birçoğunuz şimdi hemen öne atlayacak ve AMA SÖYLEDİKLERİN PKK LIYDI diyeceksiniz…
    Değil
    Vallahi değil..
    Zalimlerin gözünde her kürt pkk lıdır… Yani haksızlığa karşı öldürme yoluna başvurandır.
    Kendimi biliyorum benim pkk ile zerre kadar alakam hayatım boyunca olmadı.
    90 lı yıllarda ve 28 şubatda tam tamına üç defa MİT tarafından en sakıncalı kürt gibi takibata tabi tutuldum. En son takibatda kelimenin tam manası ile
    huzurum
    maddiyatım
    statüm
    tümü ile sıfırlandı.
    Tam üç yıl avare avare gezdim.
    En son beş meteliksiz kaldım.
    Her şey ama her şey çooooook gerilerde kaldı..
    Hatırlamıyorum bile.
    Vallahi geçiyor…
    Vicdanlı kalın her şey geçer ve huzur gelir vicdanınıza konur..
    Kürt Türk bütün zalimlere karşıyım.
    Zülme uğrasamda zalimin yanında yer almam..
    Vaktiyle o kadar ısrar etmeme rağmen HİZMET in içindeki kafatascılar, maddiyatperestler yüzünden kurumlarının kapısından içeri dahi beni almadılar…
    Halbuki amacım Allah için bir araya gelmekti…
    15 Temmuz`da hizmetin içindeki bu kafatasçı öğretmenin yardım için yanına gittim, baktım adam tam bir
    Hüseyin Gülerce
    yada
    Latif Erdoğan olmuş.
    Yazık dedim, meğer 20 yıldır Hizmetin içinde olan bu öğretmenden daha çok Hizmet ehliymişim…
    Bence Hizmetden bu kadar nefretin bir sebebide bu tür makyavelist hizmetçilerdi..
    Şu an bütün bu zülümlere rağmen hala hizmetin içinde kalanlar gerçek mücahidlerdir..

  3. Mahmut Hocam, yurt disina cikabilenler ortadan ikiye bolunmus tahtalar. Lakin kalanlar, cikamayanlar, parasi olmayanlar talaş haline getirilmiş tahtalar. Turkıye’de kalanlar, hapiste veya evinde, maddi, manevi ve ekonomik sıkıntılar altında evliya mertebesindeler. Sonu bellı olmayan zulüm, acaba bu gece evim basılacak mı korkusu, geçim sıkıntısı ve çevre baskısı dayanılacak şeyler değil. Hani en büyük veli sahabenin atının burnundaki toz olamaz ya, siz işte Türkiye’de zulüm altındakıleri öyle düşünün ve bu bahsettiğiniz dertlerinizi unutun.

  4. Yaş ne olursa olsun, sağlık yerinde olduğunca “Yaşadığımız travmaya, zorluklara rağmen mücadeleyi bırakmayacağız.” Üretmiyorsam, katkı sağlamıyorsam insan olarak hayatta kalmamın gereği ne?
    Nazi toplama kamplarında hayatta kalarak kurtulan insanlar sonrasında insanlığa katkı sunabildiyse ben de yapabilirim.

    Ve bir gün kader imkan verirde zalimden hesap sormadan dönüp gidersem, o zaman yazıklar olsun bana.

  5. Hocam,

    Çok güzel noktalara değindiniz. Yazı bütünü içinde hemen hemen herşeyi anlatıyor. Ben içlerinden bir tanesini öne çıkararak paylaşmak istiyorum.

    Mesele, karnı doyurmak, bir işe, uğraşa sahip olmakta değil. Belirttiğiniz üzere insan bir ağaç gibi, maddi yaşama yansıyan yanının ötesinde onun bir zihin dünyası var.

    Entelektüel hazzı yaşamış insanlardık. Daha üniversite yıllarında romanlarla tanışmış, onların fantastik büyülü dünyalarına dalmıştık. Doğusu batısı klasikleriyle elimizden geçmiş, yurdumun köklerinin eserlerini elimizden geçirmiştik. Bunlar dilimize, sohbetlerimize, ilişkilerimizi bile belirleyici olmuşlardı.

    Bir çeşit entelektüel hedonizmdi yaşadığımız ruh halimiz. Kamu da aldığımız normalin az üzeri geçimlik maaşımızın da tesiri, geriye bir tek şey, bir yandan okurken hemen hemen her disiplinden, türden şeyleri, tesi kendi mesleklerimizde de ilerlemiştik.

    Daha mesleklerimize girmeden önce, hazırlanırken dahi, koca koca kitapları, roman değil, makale değil, bildiğiniz akademik kitapları, altını çize çize kaçar defa elimizden geçirmiş, adeta ezbere anlatır hale gelmiştik.

    Geçen gün biryerde konu oldu, buraların kıymetini bilme ile ilgili bir sohbette dayanamadım ve söz aldım.

    Bakın dedim, yerli abilerimize, mealen,özetle;

    Daha 24 yaşında gençken hukukun her dalından, anayasa, idare, iyuk, ceza, cmuk, borçlar, medeni, ticaret, icra iflas… her biriyle ilgili yaklaşık 800 er sayfalık kalın kalın akademik kitapları en az 5 defa altını çize çize analiz ede ede hatmettim.

    Mikro iktisat, makro iktisat, uluslararası iktisat, para, banka, teorileri vb alanlarda ki yaklaşık 10 dal bunlar, her biriyle ilgili yin eyaklaşık 700-800 er sayfalık kitabı, elimden en az 5 defa geçirdim. Bazılarını, mübalağam yok, 10 defa bitirmişimdir, gözümü yumsam ezbere adeta sayfalarını gzüme getire getire anlatabilirim.

    Maliyesi, muhasebesi, işletmesine girmiyorum bile..

    Kısaca bilimim, sosyal bilimlere dair ne varsa, yerden şu tavanı delecek, üst katın tavanına rahatlıkla ulaşacak, onbinlerce sayfa akademik bilgiyi, daha o gencecik yaşta öğrendim.

    Mesleklerimize gittik, idari, mali, ekonomi, finans başta olmak üzere, ülkemi ülke yapan o en temel yazılı müktesabatını ne kadar elden geçirdiğimi bilmiyorum bile eğitimlerimiz sürecinde. Ardından onca yıl, bu birikimi kullanarak yaptığım denetimlerden elde ettiğim deneyimler.

    Dili, mantığı kıvrakça kullanma, mantıksal tahlil yapma üzerine geçen bir ömür.

    Bu bizim Entelektüel Hedonizmimizde. Meyve verme çağımıza gelmiştikte artık.

    Şimdi buralara geldik, bugün hava nasıl dışında, Almanca konuşamıyorum. Hayatın der dalına dair birikmiş birikimi, müktesabatı aktaramıyorum. Türkçe konuşulan ortamlarda da meşrebin aynı değilse ki çok zor, anlayan yok eden yok.

    Kaybettiğimiz bu. Ve bu gösterilmiyor, görülmüyor, biz bile fark etmiyoruz da.

    Entelektüel haz-hedonizm aşamasındayken, Maslow un bahsettiği o en son kendini gerçekleştirme aşamasındayken, mağara devri insanının az gelişmişi tarzında, tarzanca dilimizde, basit basit şeyleri konuşmak zorunda kalıyoruz.

    Bu bir entelektüelin cehennemidir. Vasat ben dahi böyle hissediyorsak, yetişmiş, erişmiş insanların halini siz düşünün.

    demiştim…Anlamadıklarından da eminim belki kibir sandılar ama birisinin gerçeği ufatan ufaktan söylemesi gerekirdi. Gerçek bu.

    Kaybettiğimiz bu. Bunun ikamesi yok. Bu birikimi yerine bir başka dilde koyamayız.

    Sanırım, kökü kesilen ağaçlar bir başka yere bu nedenle adapta olamıyor. Çünkü beslendiği besinler, geldiği toprağa ilişkin.

    Hürmetle..

    • Satırlarınızdan derin bir hüzün okudum. Lütfen moralinizi bozmayın, koca koca hukuk, ekonomi kitaplarını hatmetmiş siz, bir dilin üstünden eminim kolayca gelebilirsiniz. Ama ümitsizliğiniz beyninizin öğrenme kapasitesini bloke ediyor.silkinin ve sadece ileriye bakın, yepyeni hedefler koyun kendinize. Hedefler insanı hayata bağlar.unutmayın,kalbinizdeki her duyguyu her halinizi gören, bilen,yöneten bir sonsuz merhamet sahibi var. Bilinmeyenleri ona havale edip elinizde olanlarla ne yapmak istediğinize odaklanın yeter. Allahu teala sadakatimizi test etmek için bizi çok potalardan geçirdi geçirecek.
      Kolay gelsin, Allahım muvaffak etsin

  6. Mahmut bey çok teşekkürler gerçekten hepimizin yaşadığı ama dile getiremediğimiz travmalarımızı ifade etmişsiniz,bir nevi dertleşme gibi ,inanın yalnız olmadığımızı hissetmek çok teselli edici bir duygu,Allah razı olsn.Bunca yaşananların yanında birde ruh ve akıl sağlığını hatta imani itikadını kaybetmiş genç evlatlarıyla harap olan aileler ,ana-babalar ,ah hocm sadece köklerinden sökülmekle kalsaydık telafisi olmasa da zamanla alışabilirdi belki ama diğer durum ifadesi bile yürekler yakıyor ,birbirimiz için çok dua edelim .🤲

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin