‘Kök kazıma’da 27 Mayıs örneği

YORUM | İDRİS GÜRSOY

27 Mayıs 1960’ta ordu içinden bir cunta yönetime el koydu. Otuz sekiz kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi üyelerinin beşi general, sekizi albay, yedisi yarbay, onu binbaşı ve sekizi yüzbaşı idi.

Komite, geçici bir anayasa ile yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağladı. Demokratları yargılamak için (doğal hakim ilkesine aykırı) özel mahkeme kuruldu. Yassıada, bir cezaevi hâline getirildi.

Yassıada’da görev yapacaklarla ilgili bütün tayin yetkileri Milli Birlik Komitesi’ndeydi. DP düşmanı hâkim ve savcılar özenle seçildi. Mahkeme Başkanlığına Salim Başol, Başsavcılığa Ömer Altay Egesel getirildi. İdamların infazı için 65 yaş haddi kaldırıldı. Ölüm cezası yolları hızla açıldı. Herhangi bir vatandaşın mahkeme kararı olmadan bir ay süreyle tutuklu kalabileceğine dair kanun çıkarıldı.

Heybeliada’daki bir otel kiralanıp lojman yapıldı. Bölgeye giriş ve çıkışlar yasaklandı. Atatürk’ün yatı Yassıada Komutanı Tarık Güryay’ın emrine verildi, mahkemelerde görev yapanlar ve subaylara moral geceleri düzenlendi. Komite üyeleri sık sık hakim ve savcılarla buluştu. Soruşturma kurulu, Komitenin bir karargâhı olan Dolmabahçe’deki irtibat bürosundan emir alıyordu. Bu büronun başında ise Namık Kemal Ersin vardı.

Yassıada duruşmalarının başlamasından birkaç ay sonra idamların yapılacağı İmralı Adası’nda hazırlıklar başladı. Zeytin fidanı için çukur açılıyor diye mezar kazıldı. Cephane için sandık diyerek tabut yapıldı. Kale direği diye darağaçları kuruldu. Mahkeme sürerken İstanbul Emniyet Müdürü Nevzat Emrealp’tan cellat ve bir hayli de darağacı istendi.

En az 50 kişinin idamı bekleniyordu. Komite’nin iki üyesi (Mucip Ataklı ve Suphi Gürsoytrak) Mahkeme Başkanı Salim Başol’u çağırarak, “Karar günü geldiğinde 50’den az idam kararı verirseniz biz gayrimeşru duruma düşeriz,” dediler.

Sanıklar tutukluluk döneminde kendilerine sağlanması gereken evrensel temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakıldı. Haklarında soruşturma açılan kişiler ortada kesinleşmiş hüküm yokken suçlu ilan edilmişti. İddialara cevap veremediler. Savunmaları engellendi. Yakınlarıyla ve avukatlarıyla görüşmeleri kısıtlandı.

Mahkeme Başkanı Başol’un bir duruşmada dediği gibi, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” hukuku işliyordu. Adnan Menderes’i eleştiren Demokrat Partililer salıverildi. Aynı kanuna imza atmış bazı vekiller idamla yargılanırken bazıları hakkında iddianame bile hazırlanmadı! DP’lilerin tanık olarak dinlenmesini istediği İsmet İnönü ve Vehbi Koç gibi kişiler duruşmalara çağrılmadı. Bebek davası ve benzeri davalarla DP’liler aşağılandı.

DP’li 402 milletvekilinin sorgulanması bir ay içinde yapıldı. Savunmaları, sık sık kesildi. Avukatlar takibe alındı, bazıları tutuklandı. Kararlar, gerekçeleri hariç olarak sanıklara okundu. Menderes, idam kararı okunurken mahkeme salonunda yoktu.

Duruşmaları Albay Tarık Güryay makam masasından izledi. Hoşuna gitmeyen savunmalara müdahale etti. Güryay, İzmir Milletvekili, general kızı ve Orgeneral Tekin Arıburun’un eşi Perihan Arıburun’u mahkemedeki savunmasından dolayı saçlarından sürükleyerek dövdü.

15 Eylül’de yargılama bitti. 14 idam kararı çıkarken, 348 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Komite, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun ölüm cezası kararlarını aynı gün onadı. İnfazlar İmralı’da gerçekleştirildi. Menderes gündüz vakti asıldı! Avukatlar İmralı’ya götürülmedi.

İdam cezaları, anayasayı ihlalden verilmişti. TCK’nın 146. maddesi Anayasanın tağyir, ilgasına “cebren teşebbüs etme” unsurunu taşıyordu. Oysa “cebir” unsuru meydana gelmemişti. Mahkeme buna, “manevi cebir” diyerek kendince içtihatta bulundu. Bu suretle suçlamayı yaptı. 146. maddedeki unsurlar oluşmadığı için Ceza Kanunu’na göre suç olmayan fiilden dolayı Menderes, Polatkan ve Zorlu asılarak öldürülmüş oldu.

Devleti ele geçiren çetenin tek cinayeti “idamlar” değildi.

27 Mayıs, devlet ve toplumda yer eden Demokrat düşüncenin kökünü kazımak istedi.

Darbe bildirisi sabaha karşı okunurken Ankara, İstanbul’da gözaltılar başlamıştı. Fişlemeler önceden yapılmıştı. İl, ilçe, bucak ve nahiye başkanları ile muhtarlar ve küçük yörelerde özellikle DP’li bilinen eşraftan kim varsa (Mithat Perin 70 bine yakın kişi olduğunu iddia ediyor) gözaltına alındı.

Demokrat parti kurucu ve yöneticilerinin mallarına, bankalardaki paralarına ve özel kasalarına el kondu. Bir anda avukat tutacak paraları bile kalmamıştı.

Davutpaşa ve çeşitli cezaevlerinde masum insanlar bir ihbar yüzünden aylarca, neyle suçlandığını bilmeden gözaltında tutuldu. Büyük bir kısmı işkenceye maruz kaldı, fiilî, sözlü saldırıya, dipçik darbelerine, hakaretlere uğradılar.

İçişleri Bakanı Namık Gedik, çöp kamyonuna bindirilip Harp Okulu’na götürüldü. Gedik gözaltındayken şüpheli bir şekilde öldü. “Harp Okulu penceresinden atlayarak intihar etti” açıklamasına kimse inanmadı. Genel kanaat, işkencede hayatını kaybeden Gedik’in pencereden atıldığı şeklindeydi. Cinayete intihar süsü verilmişti. Nitekim, Gedik’in otopsisi yapılmadı, cesedi ailesine gösterilmedi. Yassıada’daki işkence ve kötü muameleden dolayı (asker, bürokrat, milletvekili) 7 kişi hayatını kaybetti.

PSİKOLOJİK HAREKAT

27 Mayıs, halka karşı psikolojik harekatı başarı ile uyguladı. PTT, Radyo ve Anadolu Ajansı etkin kullanıldı. Psikolojik harp eğitimi almış subaylar bu kurumlarda görevlendirildi. Onların hazırladığı tek elden çıkan ‘bilgi notları’  Anadolu Ajansı vasıtasıyla servis ediliyordu. Darbeye destek mitingleri ve gösteriler düzenlendi. Yarışmalar açıldı. Anıtlar yaptırıldı. “Devrim şehidi” adı verilen kişilerin cenazeleri dev mitinglere dönüştürüldü. 27 Mayıs bayram ilan edildi. Darbeye sadakat, yemin metinlerine girdi. Ders kitapları değiştirildi.

Demokratları, halkın gözünden düşürmek için bütün propaganda teknikleri kullanıldı. İsimlerin önüne, “kuyruklar, düşükler” gibi sıfatlar takıldı. “Harp okulunu imha planı ortaya çıktı”, “Öğrenciler kıyma makinalarında kıyıldı” gibi yalan haberler gazete sayfalarını süsledi. Örneğin 4 Haziran 1960 tarihli, Hürriyet gazetesinin birinci sayfasındaki haberler şöyleydi: “Hürriyet şehidi gençlerimiz hakkında dün Milli Birlik Komitesi açıklama yaptı”, “Cesetlerin makinada kıyılıp toz haline getirildiği ihbar edildi”, Halktan aramalar için yardım isteniyor”… “Düşükler Yassıada’da” filmi bütün sinemalarda gösterildi. Afişlerde, “Prodüksiyon: MBK İrtibat Bürosu” diye yazıyordu üstelik.

FİŞLEME VE İHRAÇ

Milli Birlik Komitesi, üniversiteler, yargı ve özellikle TSK’da büyük bir tasfiyeye girişti. Bir gecede 275’i general, 5 bine yakın subay emekliye sevk edildi. 147 öğretim üyesi üniversitelerden atıldı. Darbe rejiminin ilk 7 ayı içinde 94’ü Yargıtay ve Danıştay üyesi olmak üzere toplam 614 yargı mensubu re’sen emekliye sevk edildi. 241 üyesi olan Yargıtay’ın 66 üyesi,

54 üyesi olan Danıştay’ın 28 üyesi, 3123 kişilik yerel mahkeme hâkim ve savcı kadrosundan 520’si doğrudan emekliye sevk edildi. Emniyette 400 polis emekli edilirken, 600 polisin yeri değiştirildi. Tasfiye edilenlerin ortak noktası darbe karşıtı ve demokrat düşünceye sahip olmalarıydı.

27 Mayıs darbesine üniversiteler, basın ve barolar destek verdi. İstanbul ve Ankara üniversitesinden Profesörler, geçici anayasayı hazırladı. Basın, işkence ve cinayetleri görmedi, hatta bu muameleleri alkışladı. Darbecilerin dilini kullandı. Baro, Demokratları savunmak için avukatlara izin vermedi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. 27 Mayıs’da Menderes Hükümetine karşı darbe ile, 15 Temmuz’da Hizmet Hareketine karşı yapılan darbe karşılaştırnasında kullanılacak ders kitabı materyallerinin biri olacak kadar güzel bir özet; elinize sağlık…

  2. 1960’da Turkiye’nin nüfusu 27 milyon 500 bin kadar, yani bugünkünün 1/3’üzere kadar. Bugünkü zulmü 3 ile çarpın. Aradaki fark 60 zulmüneden kaç kat daha ağır bir zulüm yapıldığını koyar ortaya.
    Birilerinı için “Allah’In lütfu” olan şey, gerçekte millet için “asrın musibetiydi”…

  3. Bir küçük katkı da benden.
    O dönemdeki gazeteler Ankara’da milli kütüphanedeki arşivlerde duruyor. Biri tarafa benim gördüğümü görecek. (30 yılı geçti, gazeteyi ve tarihi hatırlamıyorum ama haber -hatırımda kaldığı kadarıyla- şöyleydi): “Menderes’ı ziyaret eden bir grup ona “La İlahe illallah, (haşa) Menderes Rasülullah” denilmesi teklif ettiler. Menderes “şimdilik kalsın” diyerek reddetti.

  4. Bu yazinin devami varmi? Sanki ortadan kesilmis gibi duruyor, darbeciler kök kazima hedefine ulastimi,darbecilerin sonu ne oldu ve bu sürece hesap soruldumu?

  5. İçişleri Bakanı Namık Gedik, Said Nurs-i’nin naaşının çöp arabasıyla alınmasını ifâde eden bir beyanda bulunmuş muydu?

    27 Mayıs ve 15 Temmuz Devlet bürokrasisinin reset edilmesi için uygulanmış çok zalim operasyonlar. Canavara merhamet edersen dönüp dişinin kirasını ister; anlayamadığımız konulardan biri de bu…
    Toprakla örtüp, kürekle düzelttikten sonra yola devam etmeli.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin