Kayyım Cumhuriyeti

Diyarbakır'da kayyım protestosuna polis müdahale etti... Foto: Reuters
Diyarbakır'da kayyım protestosuna polis müdahale etti... Foto: Reuters

YORUM | EKREM DUMANLI

Daha birkaç ay önce Diyarbakır’da, Mardin’de, Van’da seçim kazanmış belediye başkanları, İçişleri Bakanlığı’nın tasarrufu ile bir anda görevlerinden uzaklaştırıldı.

Nerde kaldı “Milli irade”!

Ortada bir yargılama yok, somut bir suçlama yok müdafaa hakkı yok…

Peki nasıl oluyor da milyonlarca insanın verdiği oy bir lahzada tuzla buz ediliyor?

Tek adam rejiminin, tek parti diktatörlüğünün sürekli sığındığı sistem: Kayyım ataması.

Birine mi kızdılar, birilerini yok etmek mi istiyorlar, birilerinin malına mı göz koydular; anında kayyım ataması yapıyorlar.

Kayyım uygulaması tarihte de bir zülüm aracıydı. Birinin canına, malına kast ettiklerinde bir müsadere kararı çıkarır insanların ocağını söndürürlerdi. İnsanların göz nuru, alın teri, keyfî bir kararla yok edilirdi.

Ak Parti ‘devlet terörü’nün önüne geçeceği vaadi ile kurulmuştu. Devlet küçülecek birey hakları genişleyecekti. Batı demokrasilerinde olduğu gibi bireyin hakları devletin kutsanmış; hatta tanrısallaştırılmış kavramlarından daha önemli hale gelecekti. Hal böyle olunca birey haklarını garanti altına alan demokratik devlet modeli devletin bir zulüm çarkına dönüşmesine mani olacaktı.

Heyhat!

Kayyım zulmü kısa vadede nasıl başladı diye sorsam belki Türkiye’de pek çok insan hatırlamayacak. Oysa 17 Aralık 2013’te yolsuzluk ve rüşvetten suçüstü yakalanan Erdoğan ve yakınları hakkında ‘gereğini yapmak’ yerine, bunun sorumlusu olarak gördüğü Cemaat’i bitirmek için kayyım sopasını kullanmayı tercih etmişti AKP iktidarı.

Kayyım, kamuoyunun o kadar yabancı olduğu bir kavramdı ki önce bir şaşkınlık yaşandı. Hatta o dönemde ‘kayyım’ diye mi yazılır ‘kayyum’ diye mi tartışmasına şahit olduk.

Neydi kayyım? 

Özellikle 2015 yılından itibaren gündemimize giren kayyım uygulaması, Cemaat’e yakınlığıyla bilinen şirketlere el koymak şeklinde tezahür etti. Herhangi bir yargılama yapılmaksızın, karşı tarafın savunması alınmaksızın bir savcı talep etti, bir Sulh Ceza Hâkimi karar verdi ve bir gecede şirketlere el konuldu. Görünürde bir savcı ve bir hakim tarafından verilen bu kararlar aslında Reis’in talimatlarının yerine getirilmesinden başka bir şey değildi. Hakim ve savcı cübbesi giyen bazı insanlar da utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan, insanların malına mülküne alın terine el koyuyordu.

Diyarbakır'da kayyım protestosuna polis müdahale etti... Foto: Reuters
Diyarbakır’da kayyım protestosuna polis müdahale etti… Foto: Reuters

Erdoğan iktidarı ilk geniş çaplı kayyım operasyonunu başarılı iş adamı Akın İpek üzerinde denedi.

Önce dolandırıcılıktan sabıkalı bir bilirkişiye düzmece rapor hazırlattılar, ardından iktidarın yandaşı bir Sulh Ceza Hakiminin karıyla alın teriyle kazanılan malvarlığına haramiler gibi çöktüler.

Bunun adı resmen gasptı. Devlet zırhına bürünmüş, hangi tecrübeye sahip olduğu, hangi mahareti olduğu bilinmeyen kayyımlar aracılığıyla milyarlarca liralık malvarlıklarına el konulup talan edildi.

15 Temmuz sonrasında işler iyice çığırından çıktı. Hizmet hareketi ile irtibatlı gördükleri herkesin ve her kurumun malına mülküne kayyım adını verdikleri haramileri gönderdiler.

Ak Parti iktidara gelmek için mustazaflar kavramına sığındı, mazlumları yanına aldı, zalimlerin karşısına dikildi, birey haklarını geliştireceğini iddia etti. Maalesef zaman içinde “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” kuralı bir kere daha işledi. Bundan sonra öyle azıttı ki; sadece muhaliflerinin mallarına el koymakla yetinmedi, bir dönem kutsadıkları milli iradeye kayyım atamaya başladı.

Ve gelinen son nokta: Diyarbakır, Mardin, Van gibi sandıktan ezici çoğunlukla çıkan HDP adaylarının belediye başkanları, bir yargı kararı olmaksızın İçişleri Bakanının hukuksuz tasarrufuyla görevden alınıyor, yerlerine iktidar bürokratları konuluyor.

Daha birkaç ay önce seçilmiş belediye başkanlarının suçu ne? İçişleri Bakanı sıfatını taşıyan, siyasi kariyerinde bir uçtan öbür uca zıplamayı, o saftan bu safa geçerken keskin ifadeler kullanmayı marifet zanneden zata göre ‘teröre destek’ vereceklermiş. Anlaşılan o ki ortada somut suç yok. Herhangi bir bilgi ve belge de yok. Eğer olsaydı birkaç ay önce seçime girmelerine müsaade edilmezdi, mahkemeye gidilirdi, ifadeleri alınırdı, savunmalar yapılırdı ve herkesin saygı duyacağı bir karar verilirdi.

İşte tam da bu noktada ‘kayyım formülü’ devreye giriyor. Çünkü belediyelere kayyım için bir yargı süreci işletmeye ihtiyaç yok. İçişleri Bakanlığından gönderilen bir emir, milli irade ile göreve gelmiş başkanları alaşağı edip, yerlerine vasıfsız çapsız iktidar bürokratları atanıyor.

Tabii ki sandıktan çıkan sonucu hazmedemeyen tek adam rejiminin bundan daha farklı bir şey yapması beklenemezdi. Buna rağmen halk, kendi iradesini yok sayan bu despotluğa karşı çıkıyor.

Haksız da değil.

Sonuçta HDP kanunlara uygun olarak kurulmuş, seçimlere girme hakkı olan bir parti. Daha birkaç ay önce seçimlere girme hakkı olan, aday gösterebilen, adayları seçim kazanabilen bir partiye terör suçlaması yapılması, devlet gücünü hunharca kullanan tek adam rejiminin ne kadar riyakar ve sahtekar olduğunu ortaya çıkarıyor.

Bu bir sürpriz mi? Tabii ki hayır.

Cemaatle irtibatlı görülen insanların bir anda terör suçlamasıyla karşı karşıya kalmasına, mallarının mülklerinin müsadere edilmesine, insanların keyfi bir şekilde tutuklanıp hapse atılmasına bugüne kadar sessiz kalanlar, şimdi kayyım atamanın ne kadar zalimce olduğunu söylemek durumunda kalıyor.

Bu da bir aşama.

Nedense bizim topraklarımızda zülüm başa gelmeden zalime zalim denemiyor. Masanın altından kafasını çıkaramayan, çadırını aralayıp dışarıya bakamayan, baksa bile göremeyen insanlar, kendi otağları dağıtıldığında ancak mevzuyu anlayabiliyor. Dün meseleyi AKP-Cemaat tartışması olarak basite indirgeyen, insan hakları ihlallerini keyifle seyredip ‘Bırakın birbirlerini yesinler’ diyenler tehlikenin adım be adım kendilerine yaklaştığını görüyorlar.

Evet gerçeği görmek lazım. Kayyım zulmünün HDP belediyeleriyle sınırlı kalacağını sananlar yine büyük bir hatanın içine düşmüş durumda.

Bugün Diyarbakır, Van, Mardin belediyelerini işgal eden, yarın Ankara, İstanbul, Adana veya İzmir belediyelerini gasp etmeyeceğini kim garanti edebilir!

Tekrar başa dönelim. Eğer kayyım uygulaması ilk ortaya çıktığında topyekûn herkes ‘Yahu bu asırlar öncesinde kalmış vahşi ve zalim bir uygulamadır; devletin gelişigüzel terör suçlaması yapması ve insanların mallarına mülklerine el koyması ancak ve ancak faşizmde görülür!’ diyebilseydi bugün bu acılar hiç yaşanmamış olacaktı.

Bari bugün insanlar “Bu uygulama evrensel hukuka da aykırıdır Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na da” diyebilse! Hiç olmazsa bugün kayım rezaletinin nereye kadar dayanabileceği görülebilirse ve topyekûn bütün kitleler demokrasiye insan haklarına mal ve can güvenliğine sahip çıkabilse.

Aksi halde yarın bütün partiler, sivil oluşumlar terör suçlamasıyla karşı karşıya kalacak ve hiç kimse canından, malından ve özgürlüğünden emin olamayacak.

Zaten Türkiye Kayyım Cumhuriyeti olmaya doğru savrulmuş gidiyor. Bu uygulamaya demokratik direnişle cevap vermeyenlerin ne demokrasiden ne de insanlıktan nasibi yoktur…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin