Kaynama noktası

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Meşhur “Kabağın sahibi var” menkıbesini bilirsiniz. 

İnanmak en azından bunu gerektirir; tıpkı Uhud yenilgisi sonrası kayaların üzerine tırmanıp, perişan olmuş haliyle haykıran Zeyd gibi:

“Bizim şehidimiz cennete siz cehenneme gideceksiniz, bizim sahibimiz Allah!”

Aslında Medine kapısına dayanan Ebü Süfyan’ın sorduğu “Sizi kim kurtaracak?” sorusunun da cevabını çok önceden vermişti Zeyd B. Harise (RA). 

Dünkü yazıda esas soruda kalmıştık:

Tamam da bardağı taşıran son damlayı nasıl bileceğiz?

Yani, Gayretullah Eşiği var farz edelim, o eşiği nasıl bileceğiz?

Pek çok İslam alimi bunu bilmenin imkansızlığından bahsediyor. 

Hatta şöyle bir menkıbe (muhtemelen yaşanmamıştır fakat) anlatılıyor: 

Hac yolculuğu yapan bir kervanın önünü eşkıyalar keser ve kervandakilerin üzerlerindeki bütün kıymetli mallarını alırlar. Kervanın içinde ehlullahtan bir zat vardır. Yalnız olarak hac yolculuğuna çıkmış fakat sonra o da bu kervana katılmıştır. Eşkıyaların reisi onu emniyet ve güven vaat edici görünce doğru söyleyeceğini düşünerek yanına gider, “Başka kimsenin üzerinde bir malı kaldı mı?” diye sorar. O da, “Kervancı başının sırtında çok kıymetli bürümcük bir gömleği var.” der. Onlar, bunu da alırlar.

İyilik yapıp kervanına aldığı bir zatın böyle yapması kervancı başına çok dokunur ama hüsn-ü zan ettiği bu zata bir şey de demek istemez. Kısa bir müddet sonra devletin muhafızları eşkıyaların hepsini yakalar ve kimin nesi çalınmışsa gelip alması için etrafa haber salarlar. Kervandakiler de gider ve çalınan eşyalarını geri alırlar. O zaman kervancı başı bu zata niye gömleğini onlara haber verdiğini sorar. O da şöyle cevap verir: “Bu zalimlerin yaptıklarına baktım. Gayretullaha dokunmasına dört parmak kalmıştı. Zulümleri biraz daha artıp Gayretullaha dokunması için böyle yaptım.” der.

Sürecin başlangıç noktası sayılabilecek 17/25 döneminde, “Bu süreç ne zaman bitecek?” gibi bir soruya verilen “4 parmak kaldı” cevabı aslında buraya bir gönderme. 

Ama biz insanlar fıtraten meselenin sathi boyutuna hemen takıldığımız için, “4 nedir?” sorusunun peşine düşmüşüz. 

Hatta o kadar çoğalmış ve ısrarcı olmuş ki sorular “Yıl değil” cevabı bile alınmış!

Aslında “4 kaldı” cevabının iki boyutu var bence. 

İlki kesinlikle Gayretullah Eşiği’ne gönderme yapılıyor. 

Yani deniliyor ki, “Gayretullah eşiğine gelindiği zaman bu süreç bitecek!”

İkincisi ve yine benim son derece kişisel yorumum Hz. Bediüzzaman’ın 4 gün vurgusunu Kur’an-ı Kerim’in “süreç” yani “Dehr” kavramı perspektifinde ele alıp “Süfyan’ın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.” göndermesi gayet açıktır. 

Elbette “bence”dir bu. 

Yani şu, bahsedilen 4 bir kere eşit uzunlukta ya da büyüklükte 4 birim değil. 

Aralarındaki ilişki, sürece dair eşikler ile kırılma noktalarıyla belirlenir. 

Ve elbette bu belirleme süreç yaşanırken değil, sonrasında yapılır. 

Sultan Fatih’in İstanbul’u fethetmesi yıllar yıllar sonra bir çağın kapanıp, diğer çağın açılma noktası olarak tespit edilmiştir. 

Meseleyi ne daha çok derinleştirmek, ne de daha karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getirmek niyetinde değilim elbette. 

Ancak meramımın mantık sütunlarını doğru oturtmazsam hem siz okumaktan sıkılırsınız, hem ben boşu boşuna bu kadar vakit ve enerji tüketmiş olurum. 

Akif’in muhteşem “Kır Ağası” ya da “Çarıkçı Emmi” şiirini bilir misiniz?

Hemen okumanızı salık veririm. 

Hatta bu şiirin de içinde olduğu Safahat’tan Hikayeler projesini TRT’ye teklif etmiştik de, süreçten sonra hırsızlar onu da çalıp çekmişler. 

Diyanet TV’ye mi ne?

Haram zıkkım olsun. 

Neyse, bu hesabı illa ki ileriki zamanlarda sorarız. 

Çarıkçı Emmi şiiri özetle (nesir halinde) şöyledir. 

Bir kır ağası vardır. 

İnancı ve iradesi zayıf bir kır ağası, ramazan sıcaklara gelince oruç tutmak istemez ve seferi olmaya karar verir. 

Bir dolu adamıyla sefere çıkar. 

Herifçioğlu üç öğün yemeğin üzerine bir de sahur yer utanmadan. 

Yine böyle bir sahur sonrasında yattığı uykusundan kan ter içinde uyanır. 

“Bana hemen bir rüya yorumcusu bulun” diye yeri göğü inletir. 

“Aman efenim” derler “bu saatte, bu dağ başında nereden bulacağız tevilciyi?” 

“Şu köye gidin sorun!” diye eliyle bir iki cılız ışığın yandığı küçük köyü gösterir. 

Çaresiz, sabahın o saatinde köye gidip muhtarı uyandırırlar. 

“Fesuphanallah” der muhtar ve “Şu aşağı evde bir Çarıkçı Emmi var, o yorumlar ama pek aksidir, bu saatte uyandırırsanız, korkarım ki sizi kovar!”

Aynen öyle olur, eli boş gelen adamlarını öfkeyle gerisingeri yollar Kır Ağası. 

“Gerekirse silah zoruyla alın gelen” der kan ter içinde. 

Rüyadan tekrar uyandırılan çarıkçı Emmi adeta barut gibidir, “Sabahı bekleyemedi mi teres?” diye çıkışır ama zorla alıp götürürler mahmur ihtiyarı. 

Kır Ağası gereksiz nezaket gösterirken de tersler, “Uzatma da anlat, ne menem şey gördün rüyanda?”

Başlar anlatmaya Kır Ağası ama, anlattıkça daha da kararır sanki rüya. 

“–Yemek yiyip yatıverdim, tamam yarıydı gece,

Bir öyle hayvana bindim ki, seçmedim iyice.

– Peki, o bindiğin at mıydı, anlasak, neydi?

– Bilir miyim? Yalınız dört ayaklı bir şeydi…

Katır mı desem? Eşek mi desem?

Öküz mü desem? İnek mi desem?

Al at mı desem? İdiç mi desem?

Koyun mu desem? Çepiç mi desem?”

Çarıkçı Emmi nasıl bir belaya çattığını kavramaya başlamıştır ve “Eeee sonra” diye gaz verir. 

Kır Ağası sırasıyla bir mekan tarif eder, iniş mi, yokuş mu, geliş mi gidiş mi, uzun mu kısa mı, belli olmayan bir yol…

“La Havle” çeker Çarıkçı Emmi, “Güzel, devam et” der sonra. 

“Karşımdan biri geliyor ama seçemedim kimdi” diye yine belirsizlik dolu bir sahne anlatır ağa, “Babam mı, anam mı, hasım mı, hısım mı, şudur mu, budur mu…”

Çarıkçı Emmi muazzam zekasıyla koyar noktayı:

“Tamam efendi tamam, buldum senin düşünün manasını…”

Herkes merakla bakarken söyler: 

“Sen buluyorsun belânı Allah’tan…

Bu: elde bir; yalınız pek seçilmiyor ne zaman…

Bugün mü desem, yarın mı desem?

Uzak mı desem, yakın mı desem?

Yazın mı desem, güzün mü desem?

Güzün mü desem, yazın mı desem?..”

Akif muhteşem gücüyle hem hikâye hem de nazımın şahikasını gösterdiği şiirin sonunda bir de ana fikir çıkarır: 

“Bugün millet de,

Aynı meslekte, o fıtratte, o mahiyette.

Tanımaz bindiği mahlûku, sürer kör körüne;

Tanımaz gittiği yer hangi taraf, gördüğü ne?

Fikri yok, duygusu yok, sanki yürür bir kötürüm;

Bu da sağlıksa eğer bence müreccahtır ölüm.”

Hırsızların projemizi çalıp yaptıkları dizinin bahse konu bölümü:

Biliyorum, başka yere daldık, detaydan ana meseleyi blurlaştırdık gibi. 

Evet, Gayretullah Eşiği’ni kimse bilemez. 

Hatta pek çok alim, bu eşiğin bazen ahirette olabileceğini de söylemiştir. 

Misal:

“Fakat biz, bardağı taşıran son damlanın hangisi olduğunu, işlenen günahların ne zaman Gayretullaha dokunacağını ve zalimlerin ne zaman cezalandırılacağını bilemeyiz. Her ne kadar sapkınlık ve dalâlet yolunda olanlara bir süreliğine mühlet verilse de Gayretullaha dokunduğu zaman işledikleri cürümlerin cezasını çekeceklerdir.” Dedikten sonra, şahsen benim ümitlerimi biraz kıran şu ifadeyi de önemle eklemişler: 

“Bu ceza, bazen bela ve musibetlere maruz kalma şeklinde gelebileceği gibi bazen de asi ve zalimlerin ölüm anında imanlarının ellerinden alınmasını netice verebilir. Fakat cezanın her zaman için bu dünyada geleceğini beklemek de doğru değildir. Hususiyle küfrün cezası çok ağır olduğu için ahirete kalacaktır.”

İnsan içinden “eee, biz de gördüğümüz bu kadar zulümle mi kalacağız?” diyesi geliyor değil mi?

Hadi biraz daha haddimi aşıp bu meseleye dair kafa yormamın neticelerinden bahsedeyim biraz. 

Elhak Gayretullah Eşiği’nin neresi olduğunu peygamberler de dahil, kimse bilemez… 

Öyle olmasa “Müminler şüpheye düştü, hatta peygamberler bile” demezdi. 

Tam bu noktada uzaklık ve yakınlığın ne kadar izafi olduğunu vurgulamak gerekiyor. Çünkü müminler “Meta Nasrullah” diye sorduklarında Allah, “Yakında!” diye cevaplıyor. 

Yani?

Yakın nedir?

Hz. İsa Havarileri ve ümmeti için “yakın” 300 yıl sürmüştü. 

Ninova Halkı için peygamberin balığın karnından çıkış süresi kadardı yakın. 

 Son tahlilde şunu söylemeliyim. 

Evet, Gayretullah Eşiği bilinmez. 

Ancak emareleri vardır. 

Ve ne yazık ki bu emareler negatiftir, acı vericidir. 

Zalimin zulm hanesine yazılır ama bir yandan da istiap haddi dolmaya başlar. 

Suyun kaynama emareleri gibi düşünün. 

Önce ses, ardından sıcaklık ve nihayetinde fokurdama. 

Ana meselemize dönecek olursak. 

Kesin olan şu bence: 

Bir; seçimle birlikte 4. aşamaya geçmiş bulunacağız. 

İki; bu aşamada zalim başlarda çıldırır gibi olacaktır ama sonrasında durumu kurtarmayı tercih edecektir. 

Üç; görüyorsunuz işte Muharrem İnce gibi, zalimden kaçarken yakalanacağımız doluların sayısı az buz değil. 

Dört; Eğer bugün zalime çelme takılıp düşürülmezse, sendeler ama tekrar dikilip daha amansız ve gaddar olmaya başlar. Sonra öyle bir geri gelir ki, uzun yıllar boyu zulmü devam eder. 

Elbette tüm bunlar, zalimin zulmüne karşı durmak, bunu elden geldiğince engellemeye çalışmak, herkese anlatmak, mazluma destek olmaz anlamına gelmez. 

Ama Gayretullah Eşiği hakikatini ıskalayarak da süreci okumak tek gözle bakmak demektir. 

Zor ve uzun oldu ama bitti Elhamdülillah.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Bu güzel yazı için teşekkürler.
    Okurken bir soru geldi aklıma: Uhud kayaların üzerinden “Bizim şehidimiz cennete siz cehenneme gideceksiniz, bizim sahibimiz Allah!” diye haykıran Zeyd’e (RA): “Ya Zeyt, meseleyi kategorileştirmemek lazım. Kimin Cennete gidip gitmeyeceğini yalnız Allah bilir” diyen birileri çıkmamış mı?
    Bu soru size değil, Kurucan Abimize. Kendi sayfasında yazılan eleştirileri -kendi bilmiyor olabilir- silenler var; sizin aracılığınızla soruyla birlikte bilgilerine…

    • Tr724’deki sayfasında değil, youtube’daki sayfasında. Benim -inşallah- etik dışı değerlendirme olasılığı olmayan eleştirler sorularımı, defalarca sildiler.
      İşin ilginç yanı, birilerinin mesajlarının hemen altında “repy” mesajı var diye görüp tıkladığınızda açılmıyorsa, okuyamıyorsanız bu zaten yapılan işin rengini açığa veriyor aslında…
      Tr724’ün en sevdiğim yönlerinden biri okuyucuların yorumuna “gayet açık” olması… Gördüğüm kadarıyla hakaret içermeyen yorumlar çekinmeden yayınlanılıyor.
      Bu arada Mahmut Abi, sizin yukarıdaki güzel makalenin altına bu yorumları yazdım ama hakkınızı helal edin. Gerçekten soru, geceyarısı yazını okurken geldi aklıma…

  2. Işid meselesi hallolmadan bitmez. Büyük bir Işid sorunu varken olayların normalleşmesini beklememek gerek. Önce Işid çökertilecek sonra düzelme başlayacak. Işid çökertilmedikçe Hukuk vesayetten kurtulmaz. Işid Devleti çökertti ve vesayetini kurdu. Şu anda Devlet yerinde Işid vesayeti var. Din adamlarını susturmuştur. Müslümanlığın temsilcisidir. Sesini yükselteni ölümle tehdit ediyor. Cemaat Işidin önündeki en büyük engeldi. Müslümanları kendisine biat ettirdi. Konuşanın kafasını uçuruyor. Bunu köprüde kendisine direnen askerlere gösterdi. Hakimiyetin kendinde olduğunu gösterdi. Orduyu dağıttı. Hukuku rehin aldı. Yani problem çok büyük. Seçim bile PKK ve Işid arasında geçiyor.

    Sular ısınmaya başladı. Işid kazanırsa müslümanlar büyük bir tuzağa düşürülecek. Işid bu tuzağı daha önce Orduya kurmuştu. Saldırı tehditi ile askerleri sokağa çekmişti. Sonra sivillere askerleri darbeci göstermişti. Sivillerin içinde Işid vardı. Aynı tuzağı bu sefer PKK ya karşı kullanacak. Sivillerin arasına karışıp katliam yapacak. Nasıl köprüde katliam yaptığında siviller sesini çıkarmayarak sürece ortak olmuşlardı aynı şekilde sürüler arasındaki teröristler yine katliam yapacaklar. Muhtemelen kafa kesip direklere asarlar.

    Bu süreç yaşanmadan bitmez. Çünkü Işidin kökünü kurutmak gerekecek. Işidin Türkiye eyaleti sorumluları, islamcılar, bütün tarikatlar, cemaatler Muhaberat Rejiminde hesap verecekler. Terörle yargılanacaklar. Müslümanın adı Işid, terörist olacak. İşte ondan sonra düzelme beklenmeli. Yani irtica bu sefer gerçek olarak müslümanlara dayatılacak. Müslümanlar Işid vesayeti nedeniyle korkudan seslerini çıkaramadılar. Ama tuzak ya bu korku olarak gösterilmeyecek, teröre, irticaya destek olarak gösterilecek. Suçları Devleti yıkmak olacak. Yani suç çok büyük. Müslümanlar nerede bu Devlet demiş olsalardı Devleti yıkan Işid ile birlikte görünmeyeceklerdi. Ama hiç itiraz etmediler ki. Işid Orduya tuzak kurduğunda Devlet düğünde eğleniyorken yani ortada görünmezken Işid olaylar başlar başlamaz daha ilk dakikalarda sahaya inmişti. Halbuki asker Işid tehditi var diye inmişti. Aslında haklıydı da. Işid sokaklarda hakimiyeti sağlamış, Türk kadınlarına sarkıyordu. Köprüde Devlet karısını teskin etmeye gitmişken oradaydı ve askerlerin kafasını kesiyordu. Işid Orduya tuzak kurmuştu. Orduyu dağıtıp hakim güç konumuna yükselmişti. Hukuku rehin aldığından kimse kendilerini sorgulayamıyordu. Bunun hesabı islamcılar, tarikatlar, cemaatlere sorulmadan sürecin biteceğini düşünmüyorum. Çünkü Devleti çökertmişlerdi, Hukuku rehin almışlardı. Anayasayı rafa kaldırmışlardı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin