Kaşıkçı suikasti sonrası İslam’da irtidat meselesi ve din özgürlüğü tartışması

Konuk Yazar | Aydoğan Vatandaş*

Suudi Asıllı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda Suud Devlet otoritesince öldürülmesini salt bir siyasi cinayet olarak değerlendirmek asıl problemin ne olduğunu anlamamak demektir. Söz konusu siyasi cinayetin işaret ettiği problem, Suud Devletinin en temel insan hakları olan, din, vicdan, ifade ve basın özgürlüğüne saygı duymaması ve bu temel haklara karşı çıkarken dini referanslara dayanma ihtimalidir. Nitekim, bu yaklaşım, Müslümanların yaşadığı ülkelerde devlet otoritelerine egemen olduğu için, bu toplumlarda demokrasi bir türlü yeşerememekte, insanların din, vicdan, ifade özgürlükleri ihlal edilmektedir.

Kaşıkçı olayının ortaya çıkardığı bu en temel problemi tarif ettikten sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki,  Müslüman toplulukların bu konuda kafaları son derece karışıktır.

Bu kafa karışıklığının en temel nedenlerinden biri şudur: İslam’ın en temel kaynağı olan Kuran’ı Kerim ve Peygamber Efendimizin (SAV) icraatında İslam’dan çıkan bir kişiye ölüm cezası icra edilmemişken, İslam siyasi tarihinde nasıl olmuştur da, insanlar mürted oldukları, yani İslam’dan çıkıp başka bir dine girmeleri ya da İslam’ı tümüyle terk ettikleri için ölüm cezasıyla cezalandırılmışlardır? Hemen belirtmek gerekir ki bu uygulama, 1856 yılında İslahat Fermanı ile kaldırılmıştır. Bu kararda, İngiltere’nin yürüttüğü diplomasi çabaları inkar edilemez. Ama sorun şudur: Dönemin Halifesi ve Şeyhülislam’ı söz konusu hüküm bir Kur’an buyruğu olsaydı, bu hükmü kaldırabilirler miydi? Demek ki söz konusu karar Kur’an merkezli bir norma değil siyasi bir karara dayanıyordu. O halde kaldırılan hükmün de Kur’an ve Hadis kaynaklı bir hüküm değil, siyasi bir hüküm olduğunu düşünebiliriz.

Ancak sorunun tarihi pratikle sınırlı olmadığı yaşadığımız dönemde de devam ettiği açıktır. Mesela, Suudi Arabistan hükümeti ateizmi ‘terörizm’ kavramına dahil etmiştir. Yapılan anketlere göre kendisini ateist olarak tanımlayanlar Suudi nüfusun %5’ini oluşturmaktadır ki bu oran, toplum içinde göstermelik olarak dine riayet ederken, gerçek inançlarını ifade etmek için internetin isim saklama özelliğini kullanan çok sayıda teröristin ülke sınırları içinde bulunduğunu ortaya koymaktadır. Nedeni, yakalanmaları durumunda idamla cezalandırılmaları ihtimalidir.

Yine aynı şekilde Türk Hükümeti’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Diyanet İşleri Başkanlığı dünyanın belki de en dindar topluluğu olan Gülen Hareketi mensuplarını ‘inançta, amelde ve ahlakta’ yoldan çıkmış, sapkın bir tarikat olarak tanımlayarak devlet otoritesinin yaptığı sosyal kırıma dini meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.

Hiç şüphesiz, bazı nüanslarla birlikte mürtedin cezası tevbe etmediği takdirde bütün mezheplere göre ölümdür. Bu yaklaşımların temelinde Hz. Peygambere atfedilen ‘dinini değiştireni öldürün’ şeklindeki hadis büyük yer tutmaktadır. Din inkarına ya da dinden dönme yani irtidata yönelik idam cezası, sahihliği onaylanmış ve Hz. Muhammed (sav) tarafından buyurulmuş olan şu hadise dayandırılmaktadır: “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” Fakat bu açıklama, inanç özgürlüğünü garanti altına alan ve Kur’an-ı Kerim’de geçen “Dinde zorlama yoktur.” [2:256] ve “Bundan sonra artık dileyen inansın ve dileyen inkâr etsin“ [18:29] gibi birçok ayetle çelişiyor gözükmektedir. O halde ne yapacağız?

Yüzlerce yıllık İslam tarihi ve geleneğinde pekişen bu kanaat, Hz. Muhammed’in (sav) görevini, değişmeyen hükümler veren dini bir figür olarak kısıtlama tehlikesiyle baş başa bırakır bizi. Hz. Peygamberimizin (sav) görevini bu şekilde kısıtlamak, yaptığı birçok açıklamanın ve eylemin bağlamından farklı bir biçimde ele alınmasına neden olabileceği gibi, İslam’ın tutarsız, toplumsal gelişmelere de uyumsuz görünmesine neden olacaktır.

Allah, Kur’ân-ı Kerim’de din ve vicdan özgürlüğünü kesin olarak teminat altına almışken, salt dinini değiştiren birine hayat hakkı tanımamak Allah’ın muradı olmamalıdır.  “Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. Allah, pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine kor”. (Yunus: 51/99-100).

“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâgutu inkâr edip Allah’a inanırsa muhakkak ki o kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir” (Bakara: 92/256). Dinde ikrah (zorlama) olmadığını belirten bu ayet İslâm’daki din ve vicdan özgürlüğünün en kesin garantilerinden biridir.

“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır” (Hucurat: 105/3). Allah, daima adil olmayı, bir topluluğa karşı duygusal değil, hakkaniyetle işlem yapmayı emretmiştir: “Bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi suç işlemeye itmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” (Maide: 110/2).

Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın kullarını eşit olarak görürken ve değeri mevkiye, soya sopa, servete değil, güzel ahlaka vermişken, salt dinini değiştiren bir insana hayat hakkı tanımamak Allah’ın muradı olmamalıdır.

Peki herhangi bir tutarsızlığa neden olmadan, bu ve benzeri sahih hadislerin gerçekten sahih olmasını sağlayan iletim kuralları kapsamında sahih olduğunu da reddetmeden, Kur’an-ı Kerim ile uzlaştırabilir miyiz?

İslam’ı kucaklayan ve reddeden insanlara Hz. Peygamberimiz’in (sav) nasıl davrandığını, din ve vicdan özgürlüğünü garanti eden Kur’an-ı Kerim ayetlerini göz önünde bulundurursak, din inkârı için idam cezasına hükmeden hadisi yorumlamak için tarihsel bağlamı bilmek şarttır.

Hz. Peygamber’in ‘dinini değiştireni öldürün’ beyanından kastettiği kişilerin kimler olduğu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır. Dr. Ahmet Kurucan bu konuyu şu şekilde açıklamaktadır:

‘Hz. Peygamber’in vefatından çok az önce Dırar Mescidini inşa ettirerek Müslümanları bölmeye çalışan Ebu Amir, yalancı peygamber olarak tarihe geçen Yemenli Esved’ul- Ansi ve Müseylemetü’l-Kezzab, Hz. Peygamber’i yazdıkları şiirlerle hiciv ederek insanları ona karşı kışkırtan ve Müslümanların düşmanlarına fiili destek veren Hint b. Utbe, Abdullah b. Ebu Serh, İkrime b. Ebi Cehil, İbni Hanzal gibi insanlar türemişti. Bu kişilerin farklı yer ve metotlarla yaptıkları eylemler devlet otoritesine başkaldırma ve bununla kamu düzenini bozma ortak paydası etrafında birleşiyordu. Hz. Peygamber de bu kişilere karşı tavır almış, kimine seriyye göndermiş, kimine ölüm fermanı çıkartmış ve bazılarını da ıslah-i hal ettikleri için affetmiştir.

İslam’da düşünce özgürlüğü adlı doktora çalışmasında Dr. Ahmet Kurucan, mürted kavramını ikiye ayırmaktadır. 1-Bir devlet ve toplum düzenini bozma yönünde aktif saldırganlık ve şiddet kullanan mürted. 2-Salt vicdani bir konu olan kişinin istediği dine girme tercihi. Kurucan, İslam tarihinde norm haline gelmiş olan dinden dönme suçuna verilen bu idam cezasının, bu ayrımın tam olarak yapılamaması ve zaman zaman da siyasi otoritelerce bağlamından koparılarak muhaliflerin yok edilmesi amacıyla kullanıldığını ifade etmektedir.

‘Söz konusu hadiselere bütüncül bir bakış açısı bizi şu sonuca ulaştırmaktadır: Hz. Peygamber’in sağlığında cereyan eden bu olayların hiç biri ferdi ve pasif bir irtidad ya da düşmanlık değildir. Tam aksine ortada ciddi, istihbari bilgilerle doğrulanmış ve eylem hazırlığı içinde bulunan veya bilfiil eylem haline geçmiş bir başkaldırı/isyan vardır. İşte Hz. Peygamber’in ‘dinini değiştireni öldürün’ emriyle irade buyurduğu insanlar bunlardır. Nitekim Hz. Peygamber ferdi ve pasif irtidadlarda yani sadece mücerret anlamda inancını değiştiren Müslümanlara hiç bir cezai yaptırım uygulamamıştır.’

‘İslam hukukunda yer alan bütün fıkhi hükümler bir düşünce, bir ictihad olarak ortaya konduğu dönemin sosyal, siyasal, kültürel, dini, ekonomik arka plan şartlarının izi ve etkisini üzerlerinde taşımaktadır. Bu şartlarda bağımsız bir biçimde söz konusu hükümleri değerlendirmeye almak, değişmez ve değiştirilemez kategorisine koymak onlara bir anlamda evrensellik vasfı vermek demektir. Bu bakış açısı insanın tamamıyla yanlış sonuçlara ulaşmasına neden olacaktır.’

‘Sonuç olarak özgürlükler açısından bakıldığında irtidad, aktif ve pasif olma durumuna göre kategorize edilebilir ve tarihteki aktif irtidadların siyasi nitelikli olduğunu söyleyebiliriz. Elbette pasif mürtedi, aktif mürtetten ayrı değerlendirmek gerekmektedir.’

‘Din özgürlüğü Kur’an’ın insanlara vermiş olduğu geri alınamaz haklardan birisidir. Tezimizin önceki bölümlerinde de delilleriyle açıklamaya çalıştığımız üzere herhangi bir dini kabul etme, reddetme kişinin tamamen özgür iradesi ile vereceği bir karardır. Bu noktada yapılacak olan baskıya ilahi iradenin onayı olmadığı gibi, Hz. Peygamber’in uygulamalarında da yeri yoktur. Aksi takdirde serbest iradenin insana verilmesinin, dünyada imtihan edilmenin ve buna bağlı olarak ahiret hayatında cennet ve cehennemle yerini bulan mükâfat ve mücazatın bir anlamı kalmayacaktır. Güç kullanma ile oluşan imanın samimi olmayacağı meydandadır. Gönülden iman etmemiş kişilerin oluşturacağı topluluk ise her zaman için patlamaya hazır bir bomba gibidir. Kaldı ki nasıl baskı karşısında küfrün kabulü İlahi irade nezdinde bir anlam taşımıyorsa, aynı ölçüde imanın da bir değeri olamasa gerektir.’

‘Kur’an’da pasif irtidad ile alakalı ayetlerin hiç birinde dünyevi bir ceza öngörülmemiştir. Dikkat çekilen tek husus irtidadın Allah nezdindeki çirkin yeri ve uhrevi cezasıdır. Zaten aksi bir tutum “dinde zorlama yoktur” mealindeki ve aynı muhtevadaki birçok ayet ile çelişmektedir.’

‘Hadislerde ise aktif ile pasif irtidad çok net biçimde ayrılmış, mücerret din değiştirme hadiselerine karşı dünyevi bir yaptırım uygulanmamış, aktif irtidadda ise farklı bir tutum izlenmiştir. Bu çizgide en çok gündeme gelen Hz. Peygamber’in “Dinini değiştireni öldürün” hadisinde beyan buyurduğu emirdir. Bu emirde kastedilen kişiler salt dini inancını değiştiren ve hayatını yeni dininin gerekleri çizgisinde yasayan kişiler değil, tam aksine Müslümanlara karşı eylem hazırlığı istihbari bilgilerle doğrulanmış veya bilfiil eylem halinde bulunan kişilerdir.’

‘Klasik hukuk kitaplarında yer alan mürted ile alakalı hükümler, dönemin ve özellikle Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde cereyan eden irtidad, bir başka tabirle devlete karşı yapılan toplu isyan hareketleri etrafında şekillenmiştir.’

‘Hicri 3. asırda yaşayan insanlarla günümüzün insanı mürted kavramından farklı vasıflara sahip insanları kastetmektedirler. Bunda da rol oynayan en önemli faktör o günlerdeki hâkim yapının din-toplum ve devlet ilişkisinin iç içe olmasıdır. Hâlbuki modern dönemlerde din- toplum ve devlet arasında bir ayrışma vardır. Aralarındaki ilişki gevşek dokuludur. Bu da kavramlara yüklenen anlamların farklılığını zorunlu kılmaktadır. Bu farklılığı göz önüne almadan eski dönemlerdeki irtidad ile alakalı hükümleri günümüze taşımak, nihai hüküm budur demek meseleyi mihverinden saptırmak anlamını taşır.’

‘İrtidad ile alakalı ayetlerin -isterseniz burada sözünü ettiğimiz irtidadın ‘pasif irtidad’ diye nitelenen sadece din değiştiren ve Müslümanlara karşı hasmane bir tavır takınmayan irtidad olduğunu tekrar belirtelim- hiç birinde dünyevi ve cezai bir yaptırımdan bahsedilmemektedir. Önem verilen tek şey mürted olmanın İlahi İrade nezdindeki çirkin yeri ve uhrevi cezasıdır. Bu göstermektedir ki mürtedlerin sorumluluğu sadece Allah’a karşıdır. Nitekim irtidad suçuna verilecek cezaya bu ayetlerin çizdiği çerçeve içinde yaklaşanlar mürtede dünyevi hiç bir cezanın verilemeyeceğini, aksi bir davranışın dinde zorlama olmadığını belirten ayetlerle çelişki teşkil edeceğini açıkça belirtmişlerdir.’

Dolayısıyla, idam cezasıyla ilgili hadis, tam olarak İslam’a inanmayı bırakmak manasında dini inkâr etme ile ilgili değil, şiddet içeren tövbe ile giderilmeyecek suçlar kapsamındadır.

Diğer taraftan, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Mektubat adlı eserinde ‘mürtede’ hayat hakkı tanınamayacağını ifade etmektedir. ‘Onun için, İslâmiyet nazarında harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa, musalâha etse; dahilde olsa, cizye verse İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünkü vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer.’

Ancak Üstad’ın Mürted algısına bakıldığına daha çok bir terörist tanımı yapıldığı anlaşılmaktadır. Emirdağ Lahikası adlı eserinin 383.sayfasında Mürted adeta bir teröristtir.

‘Bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünkü anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir. Âhir zamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’ân işaret ediyor.’

Yani Üstad’ın Müslüman olarak doğmuş ama daha sonra örneğin Hristiyanlığı seçmiş birine idam cezasını önerip önermediği  belirgin değildir. Üstadın muhayyelesinde Mürtedlerin siyasi ve felsevi bir terim olan Anarşistlerle özdeşleşleştiği ve belki de dönemin siyasi koşulları ele alındığında Komunistleri kastettiği, devlet ve toplum düzenini bozmak isteyen örgütler olduğu değerlendirilebilir. Yine Üstadın mürted/anarşist eşlemesi ahir zamanda yaşanacak distopik bir kıyamet öncesi film sahnesini canlandırmaktadır.

Yanısıra Üstad bir çok eserinde Hristiyanlarla diyaloğa, ABD ve Avrupa ile iyi ilişkiler geliştirmeye atıf yapmakta, yine dönemin siyasi koşulları  bağlamında Komünizme ve ateizme karşı işbirliğine atıf yapmaktadır. Üstad, en iyi müfessir zamandır diyerek yeni yorum ve değerlendirmelere kapıyı kapatmamakta, kendi sözünün evrensel kesin doğrular olduğu iddiasında bulunmamaktadır. Bizlere düşen görev de bu bakımdan Üstadın akaid ve ibadetler dışındaki yorum, değerlendirme ve tahminlerini ‘zaman en iyi müfessirdir’ cümlesinde işaret ettiği gibi yeni bulgu ve değerlendirmelerle birlikte değerlendirme cesareti göstermektir. Nitekim, bu konular ibadetler ve iman esasları gibi çerçevesi konusunda tartışma bulunmayan konular değildir. Hukuksal ve siyasi konulardır.

Bununla birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi Asrın Getirdiği Tereddütler adlı eserinin 4.cildinin 167. Sayfasında “Bir insan Islam dininden irtidat ederse ona murted denir. Ve verilen süre içinde tevbe etmezse öldürülür” demektedir. Ama Hocaefendi irtidadın yapılan akde muhalefet olduğunu vurguluyor, ve öldürme emrinin sistemi muhafaza ile ilgili olduğunu aktarıp, meselenin siyasi ve içtihadi boyutuna dikkatleri çekiyor.  Peki bu ne demek?

Medine’de bulunan en büyük iki kabile İslam’ı kabul etmeden önce uzun süren iç savaşlar görmüş ve bu iç savaşlar ancak kabileleri yerine dine biat etmeye başladıklarında sona erebilmiştir. Bu yeni biat tehlikeye atılmış olsaydı, iç kargaşalar başlayacak ve hayatlar yok olacaktı. Bu nedenle, ilgili hadis ve Hocaefendi’nin bahsettiği biat aynı zamanda politik biata işaret etmekte ve dönemin koşulları gereği belirtilen idam cezası tam olarak İslam’ı bırakıp başka bir dine geçmeye değil, daha ziyade, modern bir terim olarak siyasi ihanete tekabül etmektedir.

Sosyal eleştirmen Jeremy Rifkin, Empatik Medeniyet (The Empathic Civilzation) kitabında insanların sosyal birimlerinin evriminden bahsederken, bu evrimin ilişkilerimizi ve mensubiyetimizi nasıl etkilediğine işaret etmiştir. Erken tarihimizde ilk olarak kan bağı üstün gelirken, zamanla kabilelere biat ettiğimizi, daha sonra dini bağların ortaya çıktığını ve son olarak günümüzde ise milli bağlara odaklanmış durumda olduğumuzu anlatmaktadır. Hz. Muhammed’in (sav) Medine’ye gittikten sonra din veya kabile farklılıkları göz etmeden herkes için resmi toplumsal bir bağ oluşturan Medine Vesikası üzerinde çalışmasıyla birlikte, ilk başlarda Medine’de kabilelere göre edilen biat, yerini dini koşullara göre edilen biate bırakmıştır. Dolayısıyla da dönemin sosyal ve kültürel şartları göz önünde bulundurulduğunda dinden çıkmanın siyasi ihanet olarak algılanmış olması da ihtimal dahilindendir.

İslam hukuku hem dini hem siyasi kanunları kapsayarak evrildiğinden, belirli tarihsel bir hükmün bugün karşılığının olup olmadığının farkındalığına çok ihtiyaç var. Hangi nedenle olursa olsun 1856 İslahat Fermanı dünyanın ulaştığı milli ve uluslararası bağları göz önünde bulundurarak söz konusu hükümde tashihe gitmiştir.

Sonuç olarak, herhangi bir dini kabul etme, reddetme kişinin tamamen özgür iradesi ile vereceği bir karardır. Bu noktada yapılacak olan baskıya ilahi iradenin onayı olmadığı gibi, Hz. Peygamber’in uygulamalarında da yeri yoktur. Günümüzde insanlığın eriştiği hukuk ve insan hakları bilinci, dini tercihlerin tıpkı Kur’an’ın öngördüğü gibi teminat altında olması gereğini ortaya koymaktadır. Bu anlamda din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına alan siyasi yönetimler Kur’an’ın bu yaklaşımını içselleştirmiş yönetimler olarak tanımlanabilir. Bu en temel hakları teminat altına almayıp, şiddete başvurmayan muhalifleri dini tercihleri ne olursa olsun katleden rejimleri adları İslamla anılsa da Kur’an’ın ruhuna en uzak yönetimler olarak değerlendirmek de mümkündür.

*Politurco Genel Yayın Yönetmeni

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Çok önemli ve günümüz konjonktürü dikkate alındığında ısrarla üzerinde durulması gereken bir konu. Ancak çok önemli bir boyutu açıkta kalmış ve izaha muhtaç. “Konunun sosyalleşme ve örgütlenme boyutu”. Bugün ki özgürlük perspektifinden soru; “Peki farklı inancı seçen mürted, yeni inancını ilan ve bu inancını savunmak için örgütlenme faaliyetlerine girebilir mi?” Bunun uzantısı olarak ” fitne, terör, ihanet v.b.nedir? Nerede başlar, nerede biter? Örneğin; silahli mücadeleye girmeyip sadece fikrini neşretmeye çalışan, öldürülecek mürted midir? Ne zaman içtimaî zehir haline dönüşür?” Meramımı zannedersem anlatabildim. Bunların mutlaka tanımlanması ve ölçülerinin konması gerekir. Saygılar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin