‘Karanlık odak’ söylemi Soylu’yu neden rahatsız etti?

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu beraberinde İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile Hrant Dink Vakfı’nı ziyaret edip Rakel Dink ile görüştükten sonra çıkışta kısa bir açıklama yaptı.

Kılıçdaroğlu cinayetin tetikçisinin hapiste olduğunu fakat gerçek katillerin ortaya çıkartılamadığını söyleyerek “Derin karanlığı aydınlatmak zorundayız” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması başta Nedim Şener olmak üzere Ergenekon cephesini ve AKP kurmaylarını rahatsız etti. Özellikle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu CHP liderini “FETÖ’yü aklamakla” suçladı.

Ergenekon-Erdoğan ittifakının bileşenleri dünden beri CHP liderini linç etmekle meşguller. “Nasıl olur da Dink’in gerçek katillerinin bulunamadığı iddia edilebilirmiş. Mahkeme kararını sorgulamak CHP liderinin ne haddineymiş…”

Nedim Şener ve Süleyman Soylu’ya göre mahkeme son sözü söylemiş ve bu saatten sonra aksi bir görüş beyan eden herkes “hain-terörist” sayılmalı.

Seçim sürecinde olduğumuz için bu tip kampanyalarla sık sık karşılaşacağız. Kampanya diyorum çünkü Kılıçdaroğlu’na gösterilen tepki ve kullanılan argümanlar planlı bir çabanın yansıması.

‘HRANT İÇİN ADALET İÇİN’ DEYİP KARARTANLAR

Süleyman Soylu’nun Twitter hesabından paylaştığı ve Aktroller eliyle yayılan Nedim Şener’ler aracılığıyla da ekranlardan aktarılan söylemlere göre Dink cinayetindeki gerçek failleri sorgulamak “FETÖ’ye hizmet etmek”.

Maalesef tekmili birden ekranlarda tek kale maç yaptıkları, kendi kendilerine çalıp söyledikleri için kimse “Ne alaka?” diye soramıyor.

Oysa tüm iddialarını çürütmek iki dakikalık iş.

Asgari zekaya ve anlama kapasitesine sahip birisi Dink suikastine Ergenekon Operasyonlarına zemin hazırlamak için Cemaat tarafından göz yumulduğu tezine güler geçer.

Çünkü böyle bir tezi ortaya atar ve savunursanız adı derin devletle özdeşleşen Veli Küçük gibi isimleri, Dink’i afişe etme işini itinayla yapan Hürriyet Gazetesini, Dink’i valiliğe çağırıp tehdit eden MİT yöneticisi Özel Yılmaz’ı filan tümden kumpasın parçası yaparsınız.

Bu argümanın aptallığını açacağım ancak bu noktada şunun altını bir daha çizeyim:

Dink cinayetini istismar eden, aydınlatıyorum derken aslında gerçek failleri saklayan biri varsa o da Nedim Şener’in bizatihi kendisi. Hem yazdığı kitaplar hem de ekranlarda anlattığı senaryolar irtibatta olduğu kliği gizlemeye yönelik çabadan başka bir şey değil.

Hatta diyebilirim ki Hrant Dink yaşasa Nedim Şener’i sopayla kovalardı.

Neyse biz bıkmadan usanmadan anlatmaya tekrar etmeye devam edelim.

BİR DEVLET CİNAYETİ

Bilmeyenler için söyleyeyim: Erdoğan rejimine göre ben de bu cinayetin faillerinden biriyim. Hatta dün Süleyman Soylu’nun sosyal medya hesabından paylaştığı görsellerde benim de adım var.

Hani bilmeyenler olabilir, dosyaya dahil olmam Hrant Dink cinayetindeki “devlet elini” anlattığım Bi Ermeni Var: Hrant Dink Cinayeti’nin Şifreleri adlı kitabımdan dolayı.

Bu yüzden müebbet hapis istemiyle yargılanıyorum.

Kitapta Dink’in hedef yapılıp afişe edilme ve infazına giden süreçte devletin rolünü delilleriyle ortaya koymuştum.

Gelin görün ki cinayetin organizatörü, uygulayıcısı ve sonrasında ustaca üzerini örten kişiler sanık bile değil, bu konuyu gündeme taşıyan gazeteciler müebbetle yargılanıyor.

Durum o kadar absürt ki, Dink cinayetini en iyi bilen, konuyu en yakından takip eden isim olan oğlu Arat Dink bir yazısında “O kadar dosya okudum. Ercan Gün’ün suçunun ne olduğunu hala anlamış değilim. Yaptığı, bana gazetecilikmiş gibi geliyor” demişti.

Arat Dink aynı yazıda “Bu tarihi kararda adaletin terazisi, bildiğimiz yerçekimi kuralları dışında, başka bazı çekim kuvvetleriyle de çalışmış gibi gözüküyor” demişti.

Mealen diyordu ki: Dink cinayetini siyasi emellerinize alet edip istismar ettiniz, ancak biz bunu kabul etmiyoruz. Nitekim Agos’un “Bu dava Paralel’e sığmaz’ manşeti de bu düşüncenin en yalın yansımasıydı.

ERDOĞAN-ERGENEKON İTTİFAKININ SONUCU

Malum olduğu üzere 17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası hırsızlar ve katiller kol kola girip Türkiye’yi kapkara bir sürecin içine soktular.

Erdoğan koltuğunu korumak için Ergenekon ile anlaşıp katilleri, işkencecileri cezaevinden çıkarttı, devletin kritik kurumlarını bu kadrolara teslim etti.

İşte o işbirliğinin sonucu olarak tüm davalar alt üst edilip “FETÖ” çuvalının içine atıldı.

Mesela bugün CHP lideri Kılıçdaroğlu’na ayar vermekten geri durmayan Nedim Şener, 23 Mayıs 2012’de İstanbul Üniversitesi’nde katıldığı bir panelde Dink’in MİT, Jandarma ve Ergenekon sanıklarının bulunduğu “bir konsorsiyum” tarafından öldürüldüğünü söylerken “Bazılarını tatmin edeceğim diye Dink’i Gülen öldürttü diyemem” ifadesini kullanmıştı. Ancak Ergenekon-Erdoğan anlaşması sonrası bu tezinin tersine MİT, Jandarma ve Ergenekon sanıklarının hepsini temize çıkartıp bütün faturayı ilgisiz insanlara yıktı.

En fazla ‘ihmal’ tartışmasına konu olabilecek insanları fail olarak sundu. Savcılar Can Tuncay ve Gökalp Kökçü tam da Saray’ın işaret ettiği çizgide iddianameler yazdılar.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi de mizansen bir yargılamayla gerçek failleri karartıp olayı Cemaat’e yamadı.

Dediğim gibi, kitap yazdım, yazı dizileri yaptım, YouTube programları hazırladım. Dileyen herkesle Dink cinayetini her platformda tartışabilirim.

Hatta Nedim Şener’e sayısız defa çağrı yaptım. Ancak o hep arkamdan atıp tutmayı tercih etti. Ekranlarda darağaçları kurup seçtiği kişileri infaz etmeyi sürdürdü.

SOYLU NEDEN TOPA GİRDİ?

Şener’in durumu malum.

Platonik aşık gibi baktığı her yerde Cemaat’i görüyor. Saray’a yaranmak için her gün ekranlarda kendini paralıyor ama bir türlü de Erdoğan’ın gözüne giremedi.

Şener’e küçük bir hatırlatma yapayım: Ağzınla kuş tutsan Erdoğan’a yaranamayacaksın çünkü Erdoğan gördüğün göreceğin en kindar adamdır. Senin ailesi ve özellikle çocuklarıyla ilgili yaptığın haberleri asla unutmadı.

Peki Soylu neden topa girdi?

Birinci ve en güçlü neden seçim sathı mailinde olmamız. Soylu da kendini Erdoğan sonrası dönemin lider adayı olarak konumlandırıyor. Sedat Peker darbelerine rağmen hâlâ şansı olduğunu düşünüyor.

Dink cinayeti ise “FETÖ” çuvalının önemli yapı taşlarından. Eğer bu davada soru işaretleri oluşur, kamuoyu onların işaret ettiği kararlara şüpheyle yaklaşırsa benzeri durum yarın diğer Cemaat davalarında yaşanabilir diye en üst perdeden Kılıçdaroğlu’na dalıyorlar.

Bir başka ifadeyle Dink davasını bir nevi baraj olarak görüyorlar. Tekmili birden defansa gelmeleri de ondan.

Ancak bu konuyu çok yakından takip eden birisi olarak söyleyeyim, rejimin en zayıf davası da bu. Hatta AKP yargısı bile bu kararı bozacaktır. İçeriği geçtim usul hataları bile evlere şenlik.

EN SAÇMA ARGÜMAN

Gelelim Nedim Şener ve mahkemenin (Saray’ın) argümanına.

Yani “Cemaatçi polisler 2007’de Ergenekon operasyonunu başlatabilmek için Dink cinayetine göz yumdular” tezine.

Deli saçması diyebileceğimiz bu argüman mahkeme ve medyadaki uzantıları tarafından yıllardır tekrar ediliyor.

Oysa ki bırakın dosyayı bileni, az buçuk televizyon haberleri seyreden biri bile bu argümana “hadi oradan” der. Çünkü böyle bir akıl yürütmeden hareket ederseniz (dikkat edin delilden filan bahsetmiyoruz) karşımıza absürt bir tablo çıkıyor.

Nasıl mı?

Buyurun kısaca özetleyeyim…

Yani onların dediği gibi “Dink cinayetini Cemaat’in silahlı eylemi” varsayacağım.

Bi Ermeni Var’da yayınladığım (tabi ki gizli belge yayınlamaktan yargılandığım) MGK belgelerine göre daha AKP’nin iktidara geldiği günlerde Ankara’da pişirilen bir misyonerlik senaryosu var.

Çok sayıda gizli yazışmaya konu olan “Din değiştiren binlerce Türk genci!” ve “Parsel parsel satılan vatan toprakları!” söz konusu.

Bu tarihler önemli çünkü Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya Zirve Yayınevi cinayetlerine giden sürecin başlama vuruşu bu dönemin MGK toplantılarında yapıldı.

Eğer savcının mantığından hareket edersek o evraklarda (17 Kasım 2003) imzası olan dönemin MGK Genel Sekreteri Org. Şükrü Sarıışık’ın, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün ve MGK üyelerinin ve tabi ki dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de Cemaat’in adamı olması gerekir.

Daha 2002’de Agos’u mercek altına alan Genelkurmay Psikolojik Harp Dairesi personelinin de “Cemaatçi” olması gerekir.

Zira 2002 tarihli “Agos yazışmaları” var.

Misyonerlik balonunun şişirilmesinde rol alan ve Genelkurmay’da “misyonerlik semineri” veren Sevgi Erenerol da…

6 Şubat 2004’te Agos’ta çıkan haberi 15 gün sonra manşetine taşıyarak konuyu Türkiye gündemine getiren Hürriyet ve gazetenin o zamanki yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de…

Agos’un Sabiha Gökçen ile ilgili 1915 sonrası evlat edinilmiş bir Ermeni olduğuna dair haberi sonrası harekete geçen ve çok sert bir açıklama yayınlayan Genelkurmay Başkanlığı da…

Dink ile ilgili ilk şikâyet dilekçesini veren Mehmet Soykan isimli vatandaş da, bu şikâyeti hemen işleme koyup 301’den dava açan dönemin Şişli Cumhuriyet Savcısı da…

Dink aleyhine şikayet kampanyası organize eden Büyük Hukukçular Derneği ve mahkemeye gidip “Hain!” diye bağıran Kemal Kerinçsiz’ler de,

Adı JİTEM ve Susurluk ile özdeşleşen, Dink’in afişe edilmesi sürecinde adliyede boy gösteren Veli Küçük de…

Dink’in “Türklüğe hakaret ettiğine” karar veren dönemin Yargıtay 9. Dairesi üyeleri de…

“Hrant’ın Hırlayışı” diye yazılar kaleme alan ve günlerce Dink’i manşetlerden düşürmeyen gazeteler de…

Hatta Aralık 2006’daki duruşmada mahkeme önüne gelip “Hrant Dink. Taşnak, Hınçak ve Asala seninle gurur duyuyor” pankartı açan Ülkücü-İşçi Partili protestocular da “Cemaatçi” sayılmalı.

Çünkü bu saydıklarım Dink cinayetine uzanan yolun kilometre taşlarıydı.

MİT’Çİ ÖZEL YILMAZ’I NE YAPACAĞIZ?

Devam edelim:

Dink cinayetinin en kritik anlarından birisi 24 Şubat 2004’tü.

Dönemin Vali Yardımcısı Ergun Güngör, Dink’i makamına çağırmış ve “usulünce” uyarmıştı. Yanında MİT’çi Özel Yılmaz vardı.

Dönemin MİT İstanbul Bölge Başkan Yardımcısı olan ve Bedrettin Dalan’a “Kaç!” uyarısı yaptığı iddiaları da basına yansıyan Özel Yılmaz’a o talimatın dönemin MİT müsteşarından geldiği ortaya çıkmıştı. (Özel Yılmaz sonradan İzmir Bölge Başkanlığı’na atanarak ‘terfi’ ettirildi…)

Savcının mantığından hareket edersek, yani Dink cinayeti Cemaat’in bir organizasyonu ise dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un, dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun, dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in de Cemaat’in Dink cinayetinde görevli elemanları olması gerekir.

ALİ ÖZ ‘JANDARMA İMAMI’ OLMALI!

Atlayarak devam edelim…

Karadeniz bölgesinde 2004-2007 yılları arasında çok sayıda provokasyon yaşandı. Özellikle de Trabzon’da.

Milliyetçiliği ve tez canlılığı ile bilinen Karadeniz insanının “kanının kaynaması” için özel çaba sarf edildiği açıktı. (Bi Ermeni Var’da kronolojisi var, meraklısı bakabilir.)

Tetikçiyi besleyen atmosferin oluşturulması için Karadeniz medyasında defalarca misyonerlik üzerine manşetler atan tüm gazetecilerin de bu mantıkla “Cemaatçi” olması gerekir.

Özellikle de her gün misyonerlik hakkında konferans veren, elindeki medya ile 7/24 “Gülen Cemaati’nin Türk gençlerini Hıristiyanlaştırdığını” anlatan Haydar Baş ve Cemaati’nin de “gizli Cemaatçi” olması gerekir.

Zira hem Dink hem Rahip Santaro hem de Malatya Zirve cinayetlerinin failleri ifadelerinde medyadaki “misyonerlik ve satılan vatan toprakları haberlerinden etkilendiklerini” anlatmışlardı.

Gelelim Trabzon Jandarması’na…

Savcının mantığından hareket edersek cinayet ihbarını alan ve sümenaltı eden dönemin Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün (Bi Ermeni Var’da ilk kez gün yüzüne çıkan bir fotoğraf vardı. Dink’i tehdit eden Veli Küçük, net bilgi almasına rağmen olayın üzerini kapatan Ali Öz’ü makamında ziyaret etmiş ve hatıra fotoğrafı çektirmişti) emrinde ve Pelitli gibi küçük bir beldede 5 istihbarat elemanı çalıştıran Yüzbaşı Metin Yıldız da…

Dönemin başbakanı Erdoğan’ın 16 Haziran 2004’teki Trabzon seferine bomba ihbarı yapan, daha sonra McDonalds’ı bombalayan, kilisede papaz döven ve Dink cinayeti için silah ve tetikçi bulan Yasin Hayal de (Yasin Hayal’in suç kaydını GBT’ye işlemeyen jandarma görevlisi de)…

İstihbarat elemanlarından Dink cinayetine dair tüm istihbaratı almasına rağmen gereğini yapmayan, hatta Yasin Hayal’e silah temin etmesi için para veren jandarma istihbaratçıları Okan Şimşek ve Veysel Şahin de…

En kritik isimlerden biri olan Coşkun İğci de…

Cinayetteki ‘esas abi’ Erhan Tuncel de…

Soruşturmayı yürüten ve Jandarma ile Erhan Tuncel etrafında şekillenen ilişkileri ‘normal’ olarak kayda geçen Jandarma müfettişi Albay İsa Öztürk de…

Tetikçi Ogün Samast İstanbul’a gittiğinde nasıl bir tesadüfse (ifadesinde tesadüfen orada olduğunu, mahkûm götürdüğünü söylemişti) orada olan ve cinayetten sonra adını değiştiren jandarma asayiş başçavuşu Satılmış Şahin de…

“Cemaatçi” olmak zorunda.

Tetikçi Ogün Samast ise tartışmasız “tetikçi imamı” sayılmalı.

ENGİN DİNÇ HARİÇ HEPSİ CEMAATÇİYMİŞ!

Kafanız karışmış olabilir ama biraz sabredin.

Madem savcının ve Nedim Şener’in mantık yürütmesinden hareket ediyoruz Dink cinayetinin en kritik ayağına gelelim: Emniyet.

Dink cinayetinin hazırlığının yapıldığı dönemde Trabzon Emniyeti İstihbarat Daire Başkanı olan Engin Dinç hariç herkes “Cemaatçi” sayılıyor.

Emniyet muhbiri ve cinayetin kilit ismi Erhan Tuncel ile kendi makamında görüşen, sırtını sıvazlayan Engin Dinç kısa zamana kadar emniyet istihbaratın başındaydı.

Mahkemeye ‘tanık’ olarak bile gelmesi olay oldu.

Altında çalışan personeli Muhittin Zenit tutuklu. Amiri pozisyonundaki Ramazan Akyürek de.

Dinç dışındaki herkes sanık.

Dink’in öldürüleceğine dair meşhur rapora rağmen gereğini yapmayan dönemin İstanbul İstihbarat Müdürü Ahmet İlhan Güler de “Cemaatçi” sayılmalı çünkü “Cemaat’in en önemli silahlı eylemine, somut istihbarata rağmen gereğini yapıp Dink’e koruma çıkarmayarak katkı sağlamış (!) oldu.

HANEFİ AVCI DA ‘CEMAATÇİ’ SAYILIR

Aynı mantıktan hareket edince dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve “Dink cinayeti Ogün ve Yasin’den ibaret, ardında başka bir şey yok” diyen Hanefi Avcı da Cemaat’in adamı oluyor.

Dönemin İstanbul Terör Müdürü Selim Kutkan’ı da (bu isme dair kulislerde çok çarpıcı bilgiler vardı) “Cemaatçi polisler” listesine almak lazım çünkü Ogün Samast’a dair en net görüntülerin olduğu iddia edilen Akbank kamera kayıtlarının onun döneminde “kaybolduğu” iddia edilmişti.

Cinayeti soruşturan ve organizatörlere dair hiçbir şey bulamayıp, MİT’e tek soru dahi sormayan, Jandarma ile ilgili şüpheleri göz ardı eden Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerinin de Cemaatçi olması gerekir.

Aradan geçen bunca zamana rağmen soruşturmada ilgili yerlere bakmayan, “ihmal tartışması” etrafında dönüp duran savcılar-hâkimler de tümden Cemaatçi olmalı ki cinayetteki asıl faillere bakmadılar.

Liste böyle uzayıp gidiyor. Kaldı ki herkesi de yazmadım.

Fakat özü şu: Dink cinayeti, Ankara’da MGK’ya kadar uzanan, İstanbul ve Trabzon’da pişirilen bir “milli mutabakat cinayeti” idi.

Sırf siyasi niyetlerle ayan beyan ortada olan zincirin halkalarını görmezden gelip işi Erdoğan’ın direktifi doğrultusunda “Cemaat’in ilk silahlı eylemi” olarak tanımlarsanız saydığım tüm bu isimlerin Cemaatçi ve “Cemaatin gelecek planlarını hayata geçirmeye programlanmış kişiler” olduğunu varsaymanız gerekir ki böyle bir denklem olasılık hesabı olarak imkânsıza eşittir.

Agos’un 11 Aralık 2014’te yazdığı gibi:

“Hrant Dink cinayeti, iktidar tarafından, Cemaat’e karşı kullanılabilecek bir silah olarak görülüyor. Memleketin en büyük adalet sınavlarından birinin araçsallaştırıldığı çirkin bir plan bu.”

Özetle her şeyin ayan beyan ortada olduğu bir dosyada kimin ne iddia ettiğine bakın gerçek failleri çok rahat görebilirsiniz!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Hrant üzerinden cemaat vurulmak isteniyor. Plan deşifre olunca bu sefer ortada ceset kaldı. Cesedi nasıl kaldırabiliriz deyince akıllarına şöyle bir plan geldi. Hem cemaati ortadan kaldırmak istiyoruz hem ceseti. O zaman ceseti cemaat öldürdü dersek hem cemaatten kurtulmuş oluruz hem de cesedin katili cemaat olmuş olur. Birini öldürüyorsun sonra suçu düşmanına atıyorsun. Hem ceza almaktan kurtuluyorsun hem düşmanından kurtuluyorsun. Bu nasıl kıvraklıktır? Önce suçu cemaate atmak için bir suç işliyorsun sonra plan deşifre olunca senin başını ağrıtacak olan cinayeti düşmanın olan cemaate yıkıyorsun. Hem cinayetle yargılanacaklar hemde düşmanlarından kurtulacaklar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin