Kapitalist Batı mı daha cömert, Müslümanlar mı?

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Artık Erdoğan ailesinin her bireyi millete nasihat hakkını haiz “bilge”, “hikmet sahibi” kişiler. “Bıbıcıım bıbıcıım” diye istiflenmiş haraç paralarını sıfırlama telaşındaki Bilal oğlan bile topluma fazilet dersi veriyor. Beyimiz, Artuklu Üniversitesi ile MEB’in düzenlediği “Kişilik ve Karakter İnşasında Öğretmenin Rolü” konulu çalıştayda konuşmuş. Suudi Arabistan’da, İran’da veya Türkiye’de değil ABD’de yüksek eğitim alan Bilal Erdoğan Batı eğitim sistemini eleştiriyor ve şunları söylüyor: “Batı paradigmasında yetişen çocuk maalesef en düşük bilinç düzeyinde yetişiyor ve bütün motivasyonunu maişet kaygısı oluşturuyor. Kapitalist paradigmanın içinde insanın gerçek anlamda insanı sevmesi de çok zor. Gerçek anlamda topluma, dünyaya faydalı olmak istemesi ve hayatını buna adaması da çok zor. Birçoğu reklam için yapıyor. Ama bizim ümmet ve iman paradigmasında yetişen insanlar gerçekten insanları sevebiliyor.”

Peki gerçekten öyle mi? İslamcıların yönettiği ülkeler veya Müslümanlar toplumlar kapitalist Batıdan daha mı paylaşımcı? Daha mı insancıl, cömert ve yardımsever?

Araştırmalar ve rakamlar maalesef Bilal Erdoğan’ı ve İslamcıları yalanlıyor.

Batı dünyası bize hep “bencil”, “başkası acından ölse yardım etmeyen” kişilerden mürekkep olarak tanıtıldı. Ön kabullerimizin doğru olmadığını buralarda yaşayınca gördük. Elbette Batı bireye önem veriyor, bireyin hak ve özgürlüklerini koruyor. Bireyler de haklarını, özgürlüklerini sonuna kadar savunuyor. Ama Batılıların yardımlaşma duygusunun zayıf olduğu, paylaşmayı bilmedikleri gibi konular tamamen asılsız. Batı münhasıran II. Dünya Savaşı’ndan sonra emek sömürüsüne dayalı vahşi kapitalizmi terk etti. Sosyal adalete, dengeli gelir dağılımına dayalı, insanca yaşamı önceleyen sosyal devlet uygulamalarına geçti. Bugün demokratik Avrupa ülkelerinde devlet vatandaşın barınma, beslenme, eğitim, sağlık.. bütün ihtiyaçlarını geliri olmasa, vergi vermese de karşılıyor. Irkına, dinine, siyasi görüşüne bakmaksızın her insana onuruyla yaşayabileceği imkan oluşturuyor. Bu nedenle başta Müslümanlar olmak üzere, zulümden adaletsizlikten kaçanlar ölümüne batıya  geliyor.

DÜNYA CÖMERTLİK SIRALAMASI

İşin en ilginci sosyal devlete rağmen bu ülkelerin halkları cömert ve paylaşımcı. İstatistikler Batılı halkların Müslüman ülkelere nazaran daha paylaşımcı, cömert olduğunu gösteriyor. CAF (Charities Aid Foundation) tarafından (World Giving Index) ülkelerin cömertlik sıralamasını yapılıyor. Dünya verme endeksi üç temel kritere dayanıyor:

1-   Bilmediğin birilerine yardım (helping a stranger)

2-   Hayır kuruluşlarına, muhtaçlara para bağışı (donating money)

3-   Gönüllü çalışma süresi (volunteering time).

Araştırma ülkelerin miktar olarak verdiklerini değil, nüfuslarına, gelirlerine kıyasla hangi oranda verdiklerini ölçüyor. CAF verme, paylaşma duygusunun yayılması için çabalıyor ve hükümetlere:

1-   Sivil toplum kuruluşlarının, yardım kuruluşlarının adil, tutarlı ve açık şekilde düzenlenmesini

2-   İnsanları vermeye teşvik etmeyi ve bağış yapmayı kolaylaştırmayı

3-   STK’ları, kâr amacı gütmeyen kuruluşları kamusal alanda tanıtmayı, onlara ses olmayı öneriyor.

CAF’ın “Verme Endeksi”ne baktığımızda karşımıza ilk sıralarda “kapitalist” ülkeler çıkıyor. Verilere göre ilk sırada kapitalizmi, bencilliği, bireyselliği sembolize eden ABD var. İkinci sırada nüfusunun yüzde 88’inin Budistlerin oluşturduğu, fakir sayılabilecek Myanmar var. Yeni Zelanda, Avustralya, İrlanda, Kanada, İngiltere, Hollanda, Sri Lanka, Endonezya… şeklinde sıralama devam ediyor. İlk yirmiye 3 Müslüman ülke (Malezya, Endonezya, BAE) girebilirken listede 12 “kapitalist” Batı ülkesi var. Bu arada güya halkçı, emekçi sınıfı koruyan komünist Çin hep son sıralarda. Hindistan, Rusya gibi ülkeler baya bir gerilerde. Müslüman ülkeler para vermekten öte, tanımadığı kimselere yardım etmede ön sıralarda. Bu konuda Libya yüzde 83 ile birinci, yüzde 81 ile Irak ikinci. Maalesef Türkiye dünya cömertlik sıralamasında nüfusun yüzde 20’sinin katkısıyla 144 ülke arasında 131. sırada yer alıyor. Demokratik Batı dünyasında halkın verme oranı yüzde 80’ler civarında. Yani “gavur”, “kapitalist”, “bencil” Batılılar Türkiye vatandaşlarından 4 kat daha cömertler.

Sahip olduğumuz ön kabullerin aksine demokratik dünyada yardım faaliyetleri, bağış yapma, paylaşma çok yaygın. İngiltere’de pek çok şehrin en kıymetli mekanları yardım kuruluşları (charity shop) tarafından işletiliyor. Kanser hastalarından yaşlılara, evsizlerden sahipsiz hayvanları korumaya kadar binlerce çeşit vakıf, yardım kuruluşu var. Bizler çoluk çocuğumuza miras bırakma kaygısı taşırken, bunlar kazandıklarını vakıflara hibe ediyor. Bu ülkelerde devasa rakamlarda bağışlar yapılıyor. 2020 yılında ABD’de koronavirüsün de etkisiyle yardım faaliyetlerinde yüzde 3.8 artış olmuş ve ABD halkının (devletin değil) yaptığı yardım-bağış bütçesi 471 milyar dolara yükselmiş. Türkiye’nin 2020 yılı ihracat rakamı 169.514.000, dış ticaret toplamı 389 milyar USD. Yani ABD’de bir yılda yapılan bağış miktarı Türkiye’nin yıllık ihracatının 3 katını geçiyor. İhracat ve ithalat toplamından daha fazla. Koronavirüs şartları demokratik dünyada insanların empati yapmasına ve daha çok bağışta bulunmasına neden olmuş. Örneğin UK’de 2020 yılının ilk 6 ayında bir önceki yıla göre yapılan bağış 800 milyon artarak 5.4 milyar Sterline  ulaşmış. Almanya’da sadece Christmas döneminde 5 milyar Euro bağış yapılıyor.

Demokratik dünyada bağış-yardım para yardımıyla sınırlı değil. İnternette insanların gayet yeni ama ihtiyacı olmayan malzemeleri ücretsiz veya bir vakfa cüz’i bağışta bulunma karşılığı verdiğini görürsünüz. Kullanmadıkları malzemeleri temizleyip, bakımını yapıp evinin önüne koyarlar ve üzerine “alabilirsiniz” yazarlar. Ayrıca demokratik dünyada gönüllü çalışma, vaktini, sahip olduğun tecrübeyi karşılık beklemeden insanların hizmetine sunma çok yaygın. Maddi imkanlarınız sınırlı ise haftada: “X saatimi ayırabilirim, musluk tamir edebilirim, çocuk bakabilirim, kütüphanede çalışabilirim, yaşlılara bakabilirim…” diye zaman ve emek bağışlayabiliyorsunuz. Gönüllü çalışma demokratik dünyada CV’ye eklenecek değerli bir referans. Okula, işe kabulde pozitif etki oluşturuyor. Ayrıca emekli ve yaşlılar kısmi ve gönüllü çalışmalarla hayatın içinde kalıyor, topluma katkı vermeye devam ediyor. Bu onların ruh ve beden sağlığını zinde tutuyor. Gönüllülük çok yaygın.

Avrupa’da bir kimsenin işyeri yandı ve sigortası yoksa, iflas etmiş borçlarını ödemekte zorlanıyorsa, başına umulmadık felaket gelmiş ise yardım kampanyası (fundraising) başlatıyorsunuz, insanlar para yatırıyorlar. Ama bunlar bizde cami önünde sadaka toplama kabilinden veya isteyeni rencide edecek şekilde yapılmıyor. İhtiyaç sahibinin izzeti korunuyor, minnet altına sokulmuyor. Kurumsallaşmış, güven temin etmiş çok sayıda kuruluş var. Yardımseverler düzenli veya düzensiz bu kuruluşlara yardım ediyorlar.

Gerçekler İslamcıların, ulusalcıların hikayelerinden çok farklı! Bize “kapitalist ve bencil” olarak tanıtılan demokratik Batı dünyasında insanlar Bilal’in dediği gibi maişet derdi yaşamıyor. Gelecek kaygısı taşımıyor. Aksine insani çabalar, paylaşma, yardımlaşma dünyanın geri kalanına kıyasla hem çok önde, hem de şeffaf ve güvenilir yöntemlerle çalışıyor.

***

Kaynaklar:

https://www.statista.com/statistics/283427/united-kingdom-uk-charities-with-highest-charitable-spending/

https://www.statista.com/statistics/292936/giving-to-charity-in-england-by-age/

https://www.gov.uk/government/organisations/charity-commission

https://theconversation.com/americans-gave-a-record-471-billion-to-charity-in-2020-amid-concerns-about-the-coronavirus-pandemic-job-losses-and-racial-justice-161489

https://www.cafonline.org/about-us/publications/2020-publications/uk-giving-2020

https://www.birgun.net/haber/bilal-erdogan-bati-paradigmasiyla-yetisenin-ulkesine-faydasi-olmuyor-366493

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. Çok teşekkürler çok faydalı bir yazı Mahmut bey. Şöyle bşr yazı okumuştum, insanı en mutlu eden en iyi gelen şey öyle ev araba falan değil, karşılıksız birine yardım yapmakmış.Ruha terapi gibi zannedersem.

  2. Mahmut bey, maalesef bu düsüncelerinize katilamayacagim. Vahsi kapitalizm her zamankinden daha vahsi. Sadece biz enjeksiyonu yedigimiz icin pek hissetmiyoruz. Bugün Amerikanin 5-10 isadami bir araya gelse Afrikayi satin alabilecek gücte. Buna ne Batinin sistemi ses cikariyor ne de halklari. Bu durumda dünya bagis endeksini kim takar Allah askina. Bi tarafta insanin insanin kurdu oldugu cografyalar, bi tarafta denizde kum misali parasi olan toplumlar. Böyle kiyaslama mi olur?

    Mahmut bey, bir Ingiliz IKEA´dan bi dolap alsa, evde kendi kurar, 150 Euro daha verip kurdurtmaz. Ama saatte 250 Euro kazaniyorsa kurdurtur. Peki ya bir Ingilize saatte 1 Euro verseler, kullanmadigi esyayi sokaga birakip isteyen alsin yazar mi üstüne? Facebooktan, Instagram´dan satmanin yoluna bakar. Hatta bu Ingiliz daha iyi kazanmak icin calistigi isyerindeki insanlarin ayagini kaydirmaya calisir, rüsvet verir, torpil arar.

    Güzel fikirler her zaman iyidir, paylasilmalidir, ama kapitalizm güzellemesine gercekten ihtiyac yok. Su an pazarlama sirketleri insanlarin rüyalarina reklam koyma üzerinde calismalar yapiyor bilimadamlari ile el ele. Bu bir komplo teorisi degil, gercek.

    Ve nasil Dogu toplumlarinda din büyük bir istismar unsuru ise, Batida da bilim büyük bir istismar unsuru. Sistem acisindan da, toplum acisindan da bilim dendi miydi akan sular durur cünkü. Türkiyede fakir insanlar, korkan insanlar, ideolojik kör insanlar, avantaci insanlar susuyorsa, Batida egitimli, gözü tok oldugu icin görgülü zannettigimiz yiginlar da bi seylere susuyorlar. Maaslari düsürün, asgari ücreti düsürün, issizlik parasini, cocuk parasini, ev yardimini kaldirin, o zaman göreyim görgülü Bati toplumunu ve bagislarini.

    Sunu da unutmamanizi rica edicem: Türkiyede bir topluluk vardi. Bagislarla dünya capinda bir destan yazmislardi. HE´nin hakkini ödeyemeyiz tabii, ama bu topluluk gökten inen bir melek toplulugu degildi, hepsinin TC kimligi var. O toplulugu ortaya cikaran da Türkiyedir.

    • Bence o Topluluğu ortaya çıkaran Türkiye değil, nasıl ki sahabeyi ortaya çıkaran arabistan olmadığı gibi, Allah’ın izni ile hemide “Zayıfmı biri onu kardeşleri yerdi” dediğimiz bir Toplumdan Hz Muhammed (as) O muâlla mübeccel topluluğu çıkardı ise, aynı bunun gibi bu hakkını kimse inkar edemez H.Efendinin, oda menfaatperest özkardeşini düzovada kazıklayan bir Toplumdan isâr ruhlu güzide bir topluluk çıkardı Allahın izniyle!..
      Ve maalesef bugün haramzadeler hem o güzide topluluğa⁷ kıydılar hem de bütün bi milletin ve ülkenin istikbaline kıydılar!…
      Edenler bin beterini bulsunlar!…

      • AKPliler de aynen kendilerini böyle güzide topluluk olarak görüyorlar. Onlara da dis gücler kiymis. Türk toplumu bize yüzünü döndüyse tümden hatali degil.

  3. Hocam, batı insanı da samimiyete samimiyetle cevap veriyor. Anlatacaklarım küçük bir köyden, genellemeye dahil olur mu bilmem, ama kısaca anlatayım.

    Geçen sene komşularımıza peynirli kek ikram etmişti eşim, birer dilim paket yapıp dağıtmıştım.

    O ikram ettiğim komşularımdan biri yaşlı bir amca ve eşi, ki onunla dinler hakkında da konuşurduk anlaşabildiğimiz ölçü de, İncilin tahrif olmadan orjinal haline bizim de inandığımızı, Hz İsayı peygamber olarak gördüğümüzü, İslam ilahiyatçılarınca İncilin yüzde 10-15 gibi kısmının İslam inancıyla da örtüştüğünü bu nedenle tahrif olmayan kısımlarının halen var olduğunun düşünüldüğü gibi, empoze etmeden birbirimize bu konularda sohbet etmiştik.

    İşte o amca marketlerde bulunmayan özel sıkım meyve sularını, alkolsüz çikolata dolu güzel bir paketi hediye etti, içinde de paketin güzel bir tebrik kartı vardı.

    Eşimle beni temsilen sanırım, bir dalda iki kuş resimli tebrik kartının ardına İncil den Hikmetle ilgili alıntı yapmıştı.

    Alıntı şu:

    “Hikmeti bulan adama ayırt etmeyi öğrenen insana ne mutlu!
    Çünkü hikmet kazanmak gümüş kazanmaktan iyidir. Hikmet altından daha yararlı, mercanlardan daha değerlidir; zevk aldığın diğer şeylerden hiçbiri ona denk olmaz.”

    Özdeyişler 3:13-15

    Altına da Almanca şu satırları eklemiş:

    Es ist schön, daß wir so nette Nachbarn haben und wir wünschen, daß so gesund durch die Pandemie kommen.

    Mit Freundlichen Grüßen”

    Başka bir komşumuz tek yaşayan bir Alman teyze diyelim, bazen balkonda mangal yaparken çağırdığımız, sohbet ettiğimiz olurdu. Doğum gününü kutlamaya bizi de çağırmış, mütevazi pastasının yanında, bize özel pasta, içecek ikram etmişti ki, ortamda ki 5 6 kişi de sadece pasta yediler, alkolsüz bir ortamdı. Doğum günleri özeldir, bizi de yakın hissedip yakını olarak çağırdığını o içtenliğini hissettik.

    Ve hatta, bir Alman komşumuz bir başka komşumuz için,belki yabancılara karşı ön yargılı olabilir, harekete yansıtmaz ama yine de böyle bir his hissederseniz lütfen önemsemeyin dediği işte o komşumuza da peynirli kekten vermiştik.

    O komşumuzun birgün arabası bozulunca markete götürmüştüm. Ne göreyim, akşam bize marketteki vegetarisch pizzalardan yapıp getirmiş, götürdüğümüzde bile bu ayrıntıyı düşünmüş.Teşekkür ederim genç adam dedi.

    Diyeceğim şu, aynı dili ve kültürel geçmişi yaşamasakta, bu yaşadığım çevre için yorumum şu, bu insanlar, samimiyete samimiyetle cevap veriyorlar. Sanki ilk adımı karşıdan bekliyorlar gibi, eğer o iyi niyetini gösterirseniz, onu karşılıksız bırakmıyorlar.

    Cömertlik bağlamında da şunu fark ettim ki, Hocam, Almanya da fakir yok. Almanya da fakirlik kavramı yok. Yani Almanya da zekat vermek istesen zekat düşecek kimse yok, çünkü sistem buna izin vermiyor. Socialamt, agentur zaten finanse ediyor, işin yoksa buluyor, mesleğin yoksa edindiriyor.

    Bizde biri zorda kalınca yakını eşi dostu yardım eder çünkü devletten gelmeyeceğini biliriz, buralarda iş eşe dosta bırakılmıyor, devlet doğrudan yardım ediyor, bunu bildikleri için zaten, insanlar cömertlik konusunda vekil olarak devleti tayin etmişler.

    Bakın geçen NRW deki sel felaketi için, devlet, sırf ordaki insanların zararlarını tazmin işlerini takip etmek için, o işe özel, 65 kişilik personel alımı ilanına gidiyor.

    Türk toplumuna dönersek, kritik yapmadan önce, bir vakıayı, durum tespitini yapmak istiyorum.

    Bizde fakir olur, yetim olur, dul olur, etraftaki 1. derece yakınları onlara bakmayı üstlenirken, zekat gibi, kurban gibi müesseselerle zaman zaman o insanlarda desteklenir daha dış çevreyle, çoğunlukla yetersiz olur. Psikolojik gelişim açısından, o ailelerde yetişen çoçukların boynu başkalarına göre hep eğik olur. Veren el de kutsandığı için, en ufak yardım ettikleri tarafından hoşuna gitmeyen durumla karşılaşsa, bunu içerler, nankörlükle vb şeylerle suçlar karşısındakini.

    Kısaca, Türk toplumunda, biri somuta yansıyan bir bağımlılık biri de psikolojik yansıması olan bağımlılık gelişiyor bu sistemle.

    Maddi bağımlılık, ALAN El sistem tarafından üretildiği için VEREN ELE ihtiyaç duyulması, bu nedenle ortalıkta gözükmeyen devletin sürekli veren eli teşvik etmesi, kutması, onurlandırması.

    İşte bu durum, bahsettiğim 2. bağımlılık, asıl tehlikeli psikolojik bağımlılığa da yol veriyor. Veren el, ki genelde verdiğiyle tanışıklık-aynı ortamı paylaşma ilişkisinde olduğu için bir çeşit teşekkür edilme, takdir edilme pozisyonunda bulabiliyor. Bu duyguyu yaşamasa da, ALAN EL tarafından hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında, geçmişteki tüm yaptıklarını kredi, borç alarak düşünüyor olmalı ki, psikolojik olarak kendini haklı hissedip, nankörlük olarak addedebiliyor.

    Alan el de, sürekli veren ele karşı eğik durumda.

    Evet dinimizde, VEREN EL, ALAN EL den üstün, ama bunun illa az nce bahsettiğim ikinci bağımlılık, duygusal bağımlılığı barındırması gerekmiyor ki.

    Üniversite de bir arkadaşım küçük bir işletmenin burs verdiğini duymuş, oraya burs başvurusunda bulunmuş. Burs veren hayırsever bizzat burs mülakatlarını kendisi yapmış, arkadaşı seçmiş, her ay gelip benden alacaksın demiş, arkadaşımın aktardığı şu. O başvuru dahil, adamın kapısına gidip, burs için geldim deyip, o verdiği zarfı almak o kadar çok rahatsız ediyor ki, oradakeyken herkes bana bakıyormuş gibi geliyor.

    Şeytan ayrıntı da gizlidir, bir hayır işinde ALAN EL bunu hissediyorsa, VEREN EL aceba o ortamlarda ne hissediyor.

    İşte hocam, bizim alıştığımız bu olduğu için, Türk insanını, Müslüman dünyasını cömert, batı insanını ise değil olarak kabul ediyoruz.

    Fakirin varlığını baştan kabul edip, ona yardımı diğer insanlara bırakıyoruz, dini bir vecibe olarak.

    Bu böyle olmak zorunda mı?

    Batı bunu çok güzel çözmüşe benziyor, vergisini yüzde 40 larda alıyor, sağlam sıkı tutuyor, yardım etmek isteyenlerde doğrudan kişiye değil Kuruma bağışını yapıyor, Kurumlarda bunu gerekli özenle yapıyorlar.

    Kimsenin onuru kırılmıyor, renci de olmuyor.
    Yüz yüze bile gelinmiyor, yazıyla yürüyor.

    Ve yukarıda demiştim, sosyal devletin uygulandığı batı da zaten, fakir yok, fakir üretilmiyor diye.

    Ama ola ki, işsizlik vb geçiş dönemlerinde bir ihtiyacınız var, bunu devlet üstleniyor.

    Gençken çok duyardım etrafta konu komşuda, zekatını verdiğin kişiyi göreceksin, onun yüzüne ben bunu sana zekat olarak veriyorum diyeceksin diye dolaşır dururdu. Şimdi empati yapınca, ne kadar renci edici bir durum, İslam durumunda fakir olmak, yüzüne gelenin bunu söylemesi.

    Şeytan ayrıntı da gizli deyince, aklıma nerden geldi bilmiyorum o kelime (velev ki) sanırım onu sık sık kullanan insan şeytanından, ama olsun söyleyim;

    Hocam, velevki fakir oldu insan,

    doğu fakiri mi olmak istersiniz,
    batı fakiri mi,

    Ben batı da fakir olmayı doğu da fakir olmaya tercih ederim.

    Batının fakirine devlet yardım edip, utandırmıyor, birilerine duygusal minnet durumunda bırakmıyor, rencide etmiyorken,

    doğunun fakiri tüm mahallece bilinip, yardım edenlerin önünde edilgen hale getiriliyor,

    ben batının fakiri olmak isterim.

    Nitekim, buna fakir de denmiyor, sistem fakir üretmiyor çünkü, geçiş dönemlerindeki ihtiyaçlar olarak bakılıyor.

    CÖMERTLİK müessesesi kısaca hocam, batı da devlete toplum tarafından havale edilmiş durumda.

    Eğer biri yatalak ise, onun psikolojisi için, yakınları baksın denip, yakınlarına ağız büktürmeyecek nitelikte maaş bile bağlanıyor.

    Özürlü çoçuğu olanlarla konuşabilirsiniz bunu, anne birde bunun üzerine, ilaç vb dışında bakım parası alıyor.

    Doğu insanı, batıyı küçümsemeyi, oryantalist bakışı o kadar da küçümsememeli. Sıra, doğu insanında, empati için.

    Bu insanların bakışıyla, müslüman toplumun sosyal müesseselerinden biri, işte bu övündüğümüz cömertlik müessesi, fakire yardım etme müessesesi, aslında, bu bakış açısıyla batıya göre daha ilkel. Dikkat edin dinimizin ilkesi değil, bunun müesseseleşmiş hali. Çok geçmiş yıllarda belki yaşandığı dönem itibariyle en şağlıklı yöntem buydu bu hedef. Ama bugün, insanları yüz yüze, karşı karşıya getirmeden, aralarında duygusal bir bağımlılık, alanın kendini kötü, verenin kendini daha iyi hissettiği ortamı oluşturmamalıyız. Bu insanlarda o nedenle geri kalmışlık olarak görüyorlar.

    Burada diğer tartışma, devletin konumlanması. Düşünsenize, Türkiye de devlet, ki zaman zaman düşmanı oluyor halkının, ama düşmanı olmadığı zaman da da, asla bir anne baba rolünü üstlenmedi. Aradan tabir caizse sıvıştı. Hiç orada değilmiş gibi davrandı.

    Batı da devlet ise sosyal sorunlarda en baş aktör olarak, anne, baba olarak, ele alıyor. Hangi anne baba evladını başkasına muhtaç eder, onun onurunun rencide edilmesine razı olur. Batı da da devlet aynen öyle, kimsenin kimseye eyvallahının olmamasının bir sebebi de bu aslında.

    Batı da insanların birbirine işi hiçbir zaman düşmüyor. Gelişim psikologlarında muhakkak duyarsınız, davranış kalıplarını belirleyen temel güdüler vardır. Muhtaç edilmeye alıştırılarak yetişiyor toplumun büyük kısmı. Talep etmeye de alıştırılıyor bir başkasından. Ardından da, VEREN aranıyor, teşvik ediliyor.

    Çocukluğumda okuduğum okulu yaptıran kişinin çocukları da o okulda okurdu, öğretmenler dahil herkes onlara iyi davranırdı, öğrenciler onlarla polemiğe düşmek istemez, onlarda da bir çeşit rahat davranma durumunu görürdük, sebebi yetişkinlerde, öğretmenlerde, hayırsever babaya saygıydı belki, ama öğrenciye yansıyan duygu o değildi. Bir çeşit kast oluşuyordu.

    İşte, toplumda VEREN EL ve veren elin zürriyeti, Alan al ve ondan geleln zürriyet arasında duygusal bir konumlanma var, kimin hangi duyguyu hissetmesi gerektiği belirlenmese de, küçüklükten bu duyguyu fark ediyorlar.

    Bizim toplumumuzda bu inkar edilse de böyle ve ilginç ki ikircikliyiz, aslında Hindistan da bu durum daha açık net olarak görünüyor. En azından Hindistanlılar, kast sistemini kabul ediyorlar, bunu inkar etmeden yaşamlarına devam ediyorlar.

    Bizim toplumlarında ise, fakirliğin üretilmesi ve zenginliğin kutsanması, fakir ile zengini buluşturma üzerinden işleyen mekanizma ile farklı bir kast oluşturuyoruz.

    Bu nedenle değerli hocam, Batı mı Cömert, Doğu mu derseniz, meselenin bu yönünü de ıskalamamız gerektiğini düşünüyorum.

    • “İncil tahrif oldu, bozuk bir kitap…” demek acaba başkasının kutsal kitabını, dini duygularını rencide edici bir ifade midir?
      Kafama takıldı da, bir sorayım dedim.

  4. Bilaloglanin dedikleri aslinda ümmet ve iman paradigmasina kadar dogru. O sözler o söyledi diye yanlis olacak gibi bi düz mantiga düsmemek lazim. Sorun, okudugu metni kendisinin yazmamis olmasi, kendine bakacakken Batiya cakmasi. Bizse Batiya öykünüp kendimize cakarak yol alacagimizi düsünüyoruz. Bunu beyaz Türkler bundan 150 sene önce yapti, geldikleri nokta ortada.
    Eger sirati mustakim varsa sagimizda ve solumuzda birbirinden farkli iki yanlis var demekir. Eger Bati sirati mustakimse biz bu zamana kadar hangi yolda yürüdük merak ediyor. Yok beraber yürüdügümüz yollari kastetmiyorum.

    • Bilaloğlanın dedikleri bence doğru değil. Hayatta karşılığı olmayan masaldan başka bir şey değil.
      Bizim sorunumuz Batılılaşmamız değil, Batılılaşamamız, sekülerleşememiz.
      Atalarımız doğru yönü seçmişlerdi, ama bizim nesil devamını getiremedi. Bütün gücü dinci-faşist bir kliğe verdi. Şimdi de yozlaşan çıkarcı toplum kendi pisliği içinde debelenip duruyor.
      Ucu bize dokunmasa aslında seyretmesi – ders verici özelliği itibariyle – keyifli bile olabilirdi.

      • Yukaridaki bi yorumumda Batiyla ilgili bazi gercek masallar yazdim. Onu da okuduktan sonra bu yorumu yazdiysaniz size daha fazla diyecek bi seyim kalmaz.

  5. Kendi paradigmasını sevgi batının paradigmasını para yaptı. Kendini anlatabilirdi ama hep bir başkası yani kötü üzerinden anlatma isteği var. Böylece kötüyü gösterince kendini yüceltmiş oluyor. Kötü karakter olarak da bayağı büyük bir lokma seçmiş. Bir çırpıda batıyı paracı yaptı. O zaman kendisi paracı olmuyor, sevgi oluyor. Sevgi mi para mı diye sorduğunuzda kendisi sevgiyi seçiyor batı parayı. Üstünlük burada ahlaki değerlerden kurulmaya çalışılıyor. “Onlar para peşinde koşarken benim için paranın hiç anlamı yok. Lokmamı bölüşür yerim” ütopyasını kendisi gerçekleştirmiş. Sanki tarihe ışınlanmış gibi. Türklerin batı karşısındaki üstün konumunu günümüze getirmiş. Sanki tarih kitabında yazanları gerçekleştirmiş gibi. Batı gibi büyük lokmayı kötüleyerek kendi değerini daha çok arttırdığını düşünmektedir. İlginçtir kendisi batı paradigmasında yetişmiş biri. Bu bana zengin türk ve kürt çocuklarını hatırlatıyor. Çocukları batıda okurken kendileri batı karşıtı siyaset yapıyorlar. Ortadoğu liderlerin çocukları batı paradigmasında okuduktan sonra gelip babasının tahtına oturuyor. Demek ki batının paradigmasından hiç etkilenmiyorlar. Üstünler batı paradigmasıyla yetişirken fakirlerin çocuklarını açtıkları yurtlarda ümmet paradigmasıyla yetiştirirken onlara batı paradigmanın kötülüğünü anlatmaya çalışıyor. Siz diyor yurt köşelerinde sevgiyle büyüyeceksiniz demek istiyor. Herkese konumuna göre kendini iyi hissedeceği bir hikaye bulunur. Yurtlarda yetişenler kendilerini kim bilir ne kadar şanslı hissetmektedir. Para yok ama bol bol sevgi var. Tam bilale göre.

    • Zaten Islamcilik da modern bir olgudur, kendine bir öteki olusturur ve onun üzerinden tarif eder. O yüzden de Islamcilarin tepkileri de modern olmustur. Su an Bati kendini Islam üzerinden, Islamcilar da Bati üzerinden tarif ediyor, tam da olmasi gerektigi gibi. Tek sorun su: Bilaloglan da babasi da Islamci falan degil.

  6. Bu yazı bana Bediüzzaman´ın Doğu/İslam medeniyeti ile Batı medeniyeti kıyaslamasını hatırlattı.
    Buna benzer başka bir yaklaşımla da biz kendimizi ruh/gönül insanı, Batılıları ise ruhsuz/mekanik insanlar olarak görürdük. Batılılar mutlu değildi. Mutlu olabilmek için bizdeki hakikatlere ihtiyaçları vardı…
    Yıllarca gözlemlerimize odaklanmak yerine kafamızdaki ezberleri destekleyici algılar peşinde koştuk. Sonuç?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin