Kan tüccarları [Alper Ender Fırat, yazdı]

Mermilerin namluya sürülme sesi, O’nun bir hayli irkilmesine neden olmuştu. Arabanın içindeydi korumaları vardı, olayı bütün dünya canlı yayında izliyordu ama o ses bir hayli irkilmesine neden olmuştu. Silahın soğuk sesi Fatma Betül Sayan’ı bir hayli tedirgin etmişti.

Oysa başkalarını savaşmaya gönderirken, Sur’da, Cizre’de, Şırnak’ta küçücük bebelerin başına bomba yağdırırken öylesine rahatlardı ki. Gencecik Mehmetlerden can isterken şeker ister gibi huzur içindeydiler.

Uzatılan her mikrofona, buldukları her fırsatta ‘şehitler ölmez vatan bölünmez’ ile başlayan cümleler eden, toprağın şehide ihtiyacı olduğunu bangır bangır bağıran iktidarın bir üyesinin, silahla en fazla muhatap olduğu bu zaman dilimi onun için unutulmaz bir an olarak hafızasına yerleşmişti.

Oysa onlar şehitliği, ölmeyi, kanı hep başkaları için düşlemişlerdi. Bu dünyada sıvasız, kerpiçten evlere mahkum ettikleri ailelerin çocuklarının şehit olmasını sağlayarak en azından ahiretlerinin kurtulmasını, sonsuz cennete gitmelerini sağlıyorlardı. Kendilerinin hesap edemedikleri malları mülkleri, servetleri ve iktidarları olduğu için ölmek onlardan uzak durması gereken bir şeydi. Öyle ki o korkunç anın(!) yani silahın namluya sürülme sesini duyma anının ödülü olarak ona Avrupa’yı tir tir titreten kadın ödülü verilmişti.

Öyle ya yeryüzü cennetini yaşarken böyle bir şeyle muhatap olmanın bedeli olarak ne verseniz azdı. Ölmek, şehit olmak, toprağa düşmek, onların yeryüzü cenneti devam etsin diye başkalarını yapması gereken bir eylemdi.

Geçtiğimiz günlerde CHP’nin Eskişehir mitinginde Kılıçdaroğlu’nun kürsüye çıkardığı bir şehit babası vardı. Evlat ve kardeş yitirmiş bu baba tam konuşacaktı ki, mitingi canlı veren NTV, CNN Türk ve Habertürk apar topar canlı yayını kestiler. Öyle ya bir şehit babasının CHP mitinginde ne işi olabilirdi. Şehit babası dediğin evladını toprağa verdikten sonra, yumruk gibi uzatılan mikrofona açlıktan çıkaramadığı sesiyle ‘vatan sağ olsun, büyüklerimiz sağ olsun demeliydi. Öyle ya askerlik yan gelip yatma yeri değildi.

Bu konuda aykırı bir söze, bir imaya, bir farklı görüşe yer vermek, hele de evladını toprağa vermiş bir babayı konuşturup 7 Haziran seçimlerinden sonra binlerce vatan evladının kaybıyla sonuçlanmış ‘şehitler’ konseptini tartışmaya açmak kimin haddiydi. İktidar sahipleri; gencecik bedenlerin taze kanlarına ihtiyaç duymuşsa, açlıkla terbiye edilmiş anaların, babaların buna söyleyeceği bir şey olabilir miydi? Onların iktidara ihtiyaçları vardı, onların ve embesil çocuklarının yeryüzü cennetinde yaşayabilmesi için çok harama, çok hırsızlığa, ihaleye, rüşvete ihtiyaçları vardı.

Öyleyse bütün televizyonlarda, haber bültenlerinden, televizyon dizilerinde, gazete ve köşe yazılarında 7/24 ölümün kutsallığı anlatılmalıydı. Aykırı tek bir sesin çıkmasına bile müsaade edilmeden. Ne de olsa kendi çocukları yüzlerce korumayla gezebiliyor, hiçbir emek harcamadan aksırıncaya, tıksırıncaya kadar haram yiyebiliyorlardı.

Onların duyabileceği en tehlikeli şey ‘mermiyi namluya sürme sesiydi. Onlar binlerce vatan evladını toprağa göndermede hiç tereddüt etmezken merminin namluya sürülme sesini duymak onları bir anda Avrupa fatihi yapabiliyordu. Bu sayede 28 yaşındaki kız kardeşinin bir belediyeden milyonlarca liralık ihale kazanması sorgulanmaz hale gelebiliyordu.

Benim başörtülü bacıma namlu sesi dinlettiler…

Ver mehteri, ver mehteri, ver ver…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin