İyiler ve kötüler

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bu seçimler Türkiye’nin en kritik seçimler, evet. Fakat bazılarının lanse ettiği şekilde, iyilerle kötülerin arasında tercih yapılmayacak. İzah etmeye çalışayım. 

Öncelikle şunu tespit ederek başlamalı. Kim kazanırsa kazansın, ister Erdoğan, ister Kılıçdaroğlu, rejim devam edecek. Umudunuzu kırmak istemiyorum. Fakat bu seçimler rejimin bitirilmesi sonucunu içermiyor. Muhalefet de rejimin diskurunu kullanıyor. Rejimin 15 Temmuz söylemi, yapay olarak fabrike edilmiş “FETÖ” kategorisi, Kürt sorununa yönelik bakış açısı, Yunanistan’ın egemenliğini tanımayan ve Lausanne Antlaşması’nın Yunanistan’ın egemenlik haklarıyla ilintili olan maddelerini sulandırma yaklaşımı, Kıbrıs’ın egemenliğini tanımayan ve Türkiye işgalini meşru gören pozisyon gibi birçok politika değişmeyecek. Batı’yı öteki olarak algılayan, AB ve NATO dışı ideolojik dış politika seçimlerinde bulunmaya meyilli, devleti idealize eden bir anlayışa sahip, üniter ve merkeziyetçi devlette ısrar eden, Türk üstünlükçü ve etnik-homojenleştirici 100 yıllık politikaları sorgulamayan, klasik diyebileceğimiz Türkiye siyasetinin olağan patolojik parametreleri değişmeyecek. 

Şimdi bu yazıyı okuyanların bile “ne var bunda?” dediğini duyar gibiyim. Çok şey var. Birçokları Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakını inanılmaz derecede idealize ediyor. Erdoğan gidince her şey güllük gülistanlık olacak zannediyor. Oysa Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sorunları Erdoğan’la başlamadı. Dahası, Türkiye tarihinin hiçbir döneminde tam bir hukuk devleti olamadı. Eğer köklü bir iyileşme (ıslahat) olacaksa, çok temel bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. İttihatçılar tarafından yapay olarak yaratılmış, gerçeklerle bağdaşmayan bir resmi tarih tezi üzerine oturtulmuş Türk kimliğinden başlayarak, ademi merkeziyetçiliğe ve federalizme yelken açacak değişimleri talep eden, Kürt realitesini iki toplumluluğun anayasaya geçecek şekilde tanındığı ve benimsendiği, temel insan hak ve özgürlüklerinin anayasanın temelini oluşturduğu, çoğulculuğun ve bunun garantisi olacak seküler bir devletin esas alındığı, sınırlarını kabul eden ve komşularının egemenlik haklarını sorgulamayan, eşitliklerin ve bireysel özgürlüklerin uygulamada sağlandığı bir Türkiye, bu seçimlerden sonra kurulmayacak. 

Bu seçimlerden sonra “FETÖ” ile irtibatlı-iltisaklı denilerek kriminalize edilen insanlar, kara listeye alındıkları hızla, hiçbir bürokratik veya yasal prosedür olmaksızın iade-i itibara tabi tutulmayacaklar. KHK’lara “buyurun yarın göreve başlayın” denmeyecek. Hapishanedeki bebekler ve çocuklar 15 Mayıs sabahı anneleriyle beraber rutubetli cezaevi hücrelerinden özgürlüğün gün ışığına çıkarılmayacaklar. Kapatılan gazeteler ve televizyon kanalları ya da üniversiteler ve diğer eğitim kurumları açılmayacak. 

Evleri uzaktan ağır silahlarla bombalanmış Kürtlere tazminat ödemeyecekler. Onlardan özür dilemeyecekler. “Ne mutlu Türküm” yazdıkları dağlarından taşlarından bu sloganları silmeyecekler. Çocuklara zorla Türkçe öğretmekten, okullarda onları asimile edici müfredatları uygulamaktan vazgeçmeyecekler. Mahkemelerde Türkçe bilmeyen insanlara tercüman sağlamamak, mecliste konuşan Kürt vekillere “tanımlanmayan bir dilde konuştu” diyerek tutanak tutmak gibi arkaik politikalar son bulmayacak. Milli iradeye adice müdahale edip içeri tıktıkları Selahattin Demirtaş, 10 Kürt vekil, yüzlerce Kürt yerel yönetici 15 Mayıs sabahı özgürlüklerine kavuşup, kendilerinden gasp edilen siyasi koltuklarına geri dönmeyecekler. 

Seçimlerin galibi Kılıçdaroğlu da olsa, yargı – sevgili Said Sefa’nın dediği gibi – hemen bağımsız ve tarafsız hale gelmeyecek. Ne Anayasa Mahkemesi, ne diğer yüksek yargı organları, ne diğer mahkemeler, seçimlerin ertesinde sanki Erdoğan dönemi hiç yaşanmamış gibi bağımsız-tarafsız dört dörtlük yargı kurumları haline dönüşmeyecekler. Polisin ve istihbaratın devletin organları değil, rejimin sopası olma durumu seçimlerden sonra son bulmayacak. İşkence, kötü muamele, adam kaçırmalar, devletin genel özgürlük karşıtı pozisyonu, devletin resmi tarihi, endoktrine ettiği resmi etno-ırkçı kimliği, diyanetinden hariciyesine, maliyesinden askeriyesine, son 7 yılda gerçekleşen erozyon ve yozlaşma, 15 Mayıs’ta bir anda tamir edilmeyecek. 

Bu yazdıklarım, iyilerle kötülerin birbirinden çok bariz ve anlaşılır şekilde ayrılabildiği bir ortamda olmadığımızı vurguluyor. Oy kullanmak elbette gerekli. Ama bu kullanılan oydan beklentileri dengelemek lazım düşüncesindeyim. Kılıçdaroğlu’nun seçimlerin kazananı olması, elbette olumlu bir şeydir. Çünkü dönüşüm için bir umut doğacaktır. Fakat bu umudu abartmamak gerekiyor. Normalleşmeye doğru bir hareket başlarsa ve bu uzun soluklu olursa – ki bu konuda ciddi şüphelerim var – bu durumda bile en az 10 yıllık bir süre zarfında 2016 öncesi duruma geri dönülebilir. 2016 öncesi durumun da çok matah bir durum olmadığı sanırım ülkeyi takip eden makul okurun gözünden kaçacak detay değildir. 

Bir diğer risk, Erdoğan gittikten sonra Millet İttifakı’nın kendi içinde güç mücadelesine başlaması olasılığıdır. Özellikle İyi Parti, elde edeceği vekil sayısına oranla bu konuda ilk ciddi vaka olmaya namzettir. 

Diğer bir sorun, Erdoğan ve çetesine ne olacağı meselesidir. Millet İttifakı, devri sabık yaratmama gibi bir tutum içerisine girerse kimse şaşırmamalıdır. AKP ve MHP tabanını küstürmemek gibi oy hesabı güden bir pozisyon beni hiç de şaşırtmaz. Böylece Erdoğan’a ve suç ortaklarına iktidarı teslim etme ödülü olarak bir tür dokunulmazlık zırhı verilebilir. 

Diğer bir konu, yukarıda vurguladığım “FETÖ” meselesine ilişkin. Bu jargon ve bununla bağlantılı devlet refleksi, hem toplumda ciddi karşılığı olan, hem devlet içerisinde inanılmaz derecede konsolide olmuş, hem de bununla doğru orantılı olarak devletin resmi tarihinin bir parçası haline gelmiş durumdadır. Diğer bir ifadeyle, ben “FETÖ” jargonunun terk edileceğini sanmıyorum. “Böyle bir örgüt yokmuş, bu tamamen Erdoğan ve adamlarının uydurmasıymış” gibi bir pozisyona girmeyecekler. Yoksa elbette terimin içinin boşluğunu biliyorlar. Fakat Türk devlet geleneğinde, akabinde özür dilenmesini gerektirecek hiçbir özeleştiri yapılmaz. Örnek, Ermeni Soykırımı meselesidir. “FETÖ” kavramı, unutulmamalıdır ki içinde CHP ve İYİ Parti’nin de olduğu “Yenikapı” ittifakının mihenk taşıdır. Dolayısıyla geri adım atılması, CHP’ye de, İYİP’e de olumsuz yansır. Kaldı ki dediğim gibi toplumda bu kavram iyice oturdu ve bir değişiklik yapma girişiminin karşı tarafa (bu değişimin karşısında yer alacak herhangi bir siyasi partiye) büyük bir avantaja sağlama durumu söz konusu olacaktır. Hiçbir siyasi parti böyle bir riske girmek istemez. Kılıçdaroğlu diyelim ki çok hakkaniyetli ve basiretli hareket etti ve “FETÖ” kavramını ortadan kaldırmaya yönelik hazırlığa başladı. Siz zannediyor musunuz ki CHP ve diğer partiler buna müsaade eder? Ayrıca Kılıçdaroğlu da böyle bir siyasi intihara bilerek girişmez. 

Bu seçimler, iyilerle kötülerin arasında tercih yapılacak bir seçim değildir. Bazıları demokrasi perisi sihirli değneğiyle dokunursa 15 Mayıs’ta Türkiye bir anda değişir, dönüşür, düzelir zannediyor. Bakın, uyarıyorum, umut iyi bir şeydir, ama gerçekçilik ve rasyonel akıl çok daha iyidir. 

15 Mayıs sonrası KHK’lıların bir kısmının hakları iade edilir. Bir kısım düzelmeler olur. Kısmi bir yargı reformu yapılabilir. Kısmen basın görece özgürleşebilir. Bunların olması yıllar alacak olsa da, evet, bunları olumlu şeylerdir. Fakat Türkiye’de Batı standartlarında bir hukuk devleti ve demokrasi kurmak, jenerasyonlar boyu mücadeleyi ve sürekli aynı istikamette kararlı bir ilerlemeyi gerektiriyor. Argo değimiyle, ne kadar ekmek, o kadar köfte! 

Yazının sonunda, bu analizin tümüyle “eğer Kılıçdaroğlu seçimin kazananı ilan edilirse” önermesi üzerine kurulduğunu hatırlatmak isterim. Rejimin seçimi başarıyla çalma ihtimali en az yüzde elli, an itibarıyla. Yani seçimde daha fazla oy almakla seçimin galibi ilan edilmek arasında koskoca, otoriterleşmesini neredeyse tümüyle tamamlamış, ceberut ve hırsız bir rejim var. 

Yapılması gereken, her şeye karşın 14 Mayıs günü sandıklara gidip oy kullanmaktır. Gerisini birlikte yaşayarak göreceğiz. Seçim analizlerimi bu hafta yoğun olarak devam ettireceğim ve sizlerle buradan paylaşacağım. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. …devleti idealize eden bir anlayışa sahip, üniter ve merkeziyetçi devlette ısrar eden, Türk üstünlükçü ve etnik-homojenleştirici 100 yıllık politikaları sorgulamayan,…
    İşte Çamangillerin en büyük sıkıntısı;Türkler. Türkiye’yi Yugoslavya’laştırmak en büyük hedef. Bu nihai hedefe varabilmek için her şeyi yapıyorlar.
    Almanya, Abd gibi sözde müttefik, gerçekte düşman istihbarat kurumları ile işbirliği, maddi destek bunların en başında.
    Bize demokrasi aşığı gibi gösterilen Amerikan ve Alman medya kurumlarının büyük kısmı devlet istihbarat ağına bağlı faaliyet yürütüyor.
    M.E.Çaman gibilerinin bir yerlerinden sürekli “Soykırım” uydurmaları boşuna değil, bir amacı var. Türk devlet idaresini umutsuzluğa sürüklemek, Türk halkının moralini bozmak, umutlarını kırmak bunların başında.
    Sanki bütün dünya güllük, gülistanlıkmış, ekonomik kriz sadece Türkiye’de yaşanıyormuş gibi sahtekarlık yapıyorlar.
    Türk halkı bir noktaya gelecek; ne olacaksa olsun, federalizm mi gelecek, otonomi mi ne gelecekse gelsin diyecek. Toplum; anadilde eğitim, Suriye’de oldu-bitti yi kabul etme noktasına çekilecek.
    M.E.Çaman, Çaman gibi yüzlercesi, belki binlercesi hep aynı amacın peşinde; Türk devleti yıkılmalı, yıkılamıyorsa küçük parçalara bölünmeli.

  2. Bilgim olmasa da sanki uluslararası sistem ile yeni Türk rejimi yani İsrailin kardeşi Türk Devleti çakışacak gibi. Bir yandan Çin, Rusya, bir yandan Araplar ve İranın barışması, bir yandan Ukrayna Rusya savaşı, Çin Tayvan meselesi, nükleer tehdit, ABD Çin savaş riski gibi faktörler sanki Türkiyeyi çekip çeviren şebekenin ki bunlar istediği kadar yurt dışı bağlantılı olsun, dünya ile çatışmacı pozisyonda yakalanması sebep oldu gibi. Türkleri kandırmak için neden alındığı hala belli olmayan S400 alarak, F35 projesinden çıkmayı göze alıp hava kuvvetlerini bitirmeyi göze alarak Türkiyeyi NATO ile çatıştırmaya çalışıyorlar. Nato sesini çıkarttığında “bakın görüyormusunuz bizim iç işlerimize karışıyor” diyerek Natoyu Türkiye gözünde düşmanlaştırmaya çalışıyorlar. Kılıçdaroğlu Batıya gidince ki çok nadir kırk yılda bir gider, buda onun batıdan kaçtığının göstergesi, batıdan yanayız yalanını söyler, Türkiyeye gelince faşist devletin çöplüğünde borusunu öttürür.

    Uluslararası sistem üstün Türklerin karanlık yahudi Türk melezi sistemi ile çakışmaktadır. Hep İsrailin ikiz kardeşi Türkiyenin istediği olacak değil ya. Belki Türkiyeye farklı bir rol oynatmak isteyecekler. Hep rolü yahudi oynatacak değil ya. Türkiye yahudinin hakkını gözetmek, yahudi uçaklarını Konyada uçurtmak, Kudüsü başkentleri olarak tanımak, Kürdistandan aldığı petrolü İsraile kaçak olarak ucuza satmak yerine Filistine çok güçlü ses çıkartabilirdi ve müslümanları yanına çekebilirdi. Belki yahudiler ve üstün Türkler bu ilişkiden memnun olabilirler ama uluslararası sistemde insanlar burunlarından soluyorlar ve belki yahudi devletinden daha önemli sorunları olabilir. Yani Türkiyeye yahudi ve üstün Türklerin kendi çıkarları için şekillendirdikleri Türkiye yerine daha farklı roller biçmek istiyor olabilirler. İşte açıklanamayan S400 yahudi üstün Türkün dünyaya kurdukları bir tuzaktır. 80 milyon Türkten bir tane Türk bile S400 ün neden alındığını bilmiyor. Batı vermedi lazımdı aldık diyorlar. Nato sesini çıkartsa bak bize karışıyorlar diyerek Natoyu düşmanlaştırıyor Yahudi Türk İngiliz ittifakı. Nato sesini çıkartmasa bu sefer Türkiye Natoya uymayan bir eylem yapmasına sessiz kalmış olacak. Bu oyunu Çin Rusya oynamıyor. Bu oyunu İsrail, yanlarına kattıkları Gürcü yada Gürcü yahudisi ile üstün Türkler, Rusya yahudileri ve Putin, İngilizler oynuyor. Ama bir de burnundan soluyanlar var. Onlar da belki yahudi lobisini atlatıp gerçekçi dünya politikalarını uygulayamamaktan rahatsız oluyorlardır.

    Üzgünüm ama İngilizler boğazlar ve İstanbuldan Vahdettini alarak neden çekildiler? Sakın M Kemalden çok korktukları için demeyin. M Kemal Suriye-Irak cephesinde İngilizlere kaybedip geri çekildi. Hatta onun geri çekilmesine yanındaki diğer ordu şaşırmıştı. Çünkü M Kemalin ansızın çekilmesi ile (savaşın sonlarında) yandaki diğer kolordu da savunmasız kalmıştı. Şimdi Yunanı zor yenen hatta İngilterenin yardımları olmasaydı belki de yenemeyecek olan M Kemalden İngilizler korktu ve İstanbulu Vahdettini şutlayarak Üstün Türklere bıraktı. Zaten sonra İngilizin şapkası arkadan geldi.

    Şimdi dünyanın derdi İngiliz-yahudi-üstün Türkün derdinden daha büyük. Yok neymiş ne batıymış ne doğuymuş. Yani Türkü dünyanın ortasında açık cezaevinde yaramazlık yapmasınkar diye tutacaklar bunun adı da ne doğu ne batı olacakmış. Yemlerini verecekler, yaramazlık yapanı muhaberat kulağını çekecek ve bunu utanmadan dünyanın ortasında yapmaya kalkıyorlar.

    Bunlar gerçek bilgi değildir sadece yorum.

  3. Kaleme aldığın konular doğru değil, hiç bir ideoloji tepsi de kimseye ikram edilmez Başta 1- Koşturacaksın, 2- Birlik olmaya çalışacaksın ve 3 – Tatlı dille izah etmeye ikna edecek İnsan oğiu gerisi herşey olmaya gebe..

  4. 80 milyon Türk bir araya gelse hatta bunları onla çarpsak, bütün dünya Türklerini de üzerine katsak adamlar kendi Devletleri Türkiyenin neden S400 aldığını açıklayamıyor. Tarihteki bütün Türkleri yardıma çağırsak bile ağızlarından tek kelime çıkmamaktadır. Peki fail kim? Türkiye. Türkiye kimin Devleti? Türklerin. Peki o zaman neden bu basit soruya Türkler kendi Devletleri adına cevap veremiyor? Acaba çok gizli bir sır mı? Bunu sadece birkaç Türk mü biliyor? NATO da insan gibi soruyor. NATO dan çıkmak mı istiyorsunuz? diyor. O zaman neden bu gizli bir sır oluyor Türklere? Demek ki Türkler NATO dan çıkmak istiyor. Türkler neden bu bilgiyi gizleme gereği duyuyor. Bütün Türkler sanki sırayla valla ben bilmiyorum dedikleri gerçek NATO dan çıkma isteği ise bunu neden gizliyorlar? NATO dan çıkma isteği ayıp birşey mi? Türk demeli ki “ben çok düşündüm taşındım, şu şu şu gerekçeler nedeniyle NATO dan çıkmaya karar verdim.” Bunu demekten Türk neden korkuyor? Gerekçeler içinde muhtemel ki Türkün yüksek çıkarı var. O zaman bu yüksek çıkarlarını dillendirmekten Türk neden korkuyor? Gerekçelerini sıralamak yerine Türk kendini NATO dan kovdurmaya çalışıyor resmen. Hani kovulmadım istifa ettim muhabbetin tam tersini istiyor. Popoma bir tekme vursun da NATO dan ayrılayım diyor. Sonra Türkler Türklere diyecek ki gördünüz mü bizi NATO dan kovdular, bizi istemiyorlar. Ama konu o değildi ki. Konu Türkün yüksek çıkarı değilmiydi? Yani çıkarımız gereği çıkmıyormuyuz? Meseleyi neden küçük Emraha bağlamaya çalışıyorlar da adam gibi çıkıp gitmiyor Türkler? Türkler ne yapmaya çalışıyor? Gerekçelerini Türk Türke neden anlatmıyor da illa kovulmayı bekliyor?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin