İtiraf

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Can Dündar hakkında “casusluk” ve “terörizme destek” suçlamaları esas alınarak 27 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Kısacası, yıllarca “MİT tırları silah ve mühimmat taşımıyordu, yardım malzemesi taşıyordu” diyen rejim, Can Dündar’ın MİT tırları haberinin gerçek olduğunu kabul etmiş oldu. Yani Türkiye başka bir ülkeye, Suriye’ye gizlice savaş malzemesi göndermişti. Dündar doğruyu söylemişti. Haber gerçekti, devlet ise başından beri yalan söylüyordu. Sonunda suçunu itiraf etti!

Rejimi suçüstü yakalayan gazetecilik devletin hedefidir. Bu rejim böyle işliyor. Haberin gerçekliği tescil edilmiş; ne çare ki artık Türkiye’de bunu yazabilecek bir basın organı veya gazeteci kalmadı. Türk gizli servisi, yolsuzluğa bulaşmış, İslamcı bir iktidarın oyuncağı ve enstrümanı haline getirilip, komşu bir ülkenin iç işlerine doğrudan müdahale etti. Bunu doğrudan siyasi iradenin, Erdoğan’ın talimatıyla yaptı. Bu yapılırken, usturuplu bir biçimde bıraktıkları izleri yok etmeye çalıştılar. Ve bunda maalesef başarılı oldular. Tırları durduran jandarma komutanı ve sorumlular, polisler, sürece bakan savcılar ve yargıçlar, haberi yapan gazeteciler bertaraf edildi. Mahkeme kararı hem tırların durdurulmasını, hem devletin yediği naneleri, hem de bunun haberini haklı buldu. Yani Dündar’ı mahkûm edeceğiz diye, kendi foyalarını meydana çıkardılar. Tüm dünyaya nasıl bir devlet olduklarını gösterdiler.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Bu gerçeklere karşın, rejimin propaganda aygıtını yöneten Fahrettin Altun, “Muhataplarımızdan bağımsız Türk yargısına saygı duyarak, Can Dündar’ı ülkemize iade etmelerini bekliyoruz” diyor. Yani Almanya’ya mahkeme kararının gereğini yapın diyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırmaya çalışıyor. Oysa Dündar’ın haberi doğru, ve dünyanın neresinde olursa olsun bir gazetecinin görevi bu tür sansasyonel ve önemli bir haberi yayınlamaktır. Şimdi Almanya’nın Dündar’ı Türkiye’ye iade edeceğini mi düşünüyorlar? Elbette ki hayır! Altun’un sözlerinin esas muhatabı Türkiye iç kamuoyudur. Rejim kendi iç döngüsüne uygun mesaj veriyor. İçeride istedikleri ortamı kurmuş durumdalar. Kendilerini eleştirebilecek hiç kimse kalmadı. İstibdat rejimi sayesinde istedikleri evcil basını – havuzu – yarattılar. Ne Almanya’nın gerçeklerin farkında olması, ne dünyada rezil olmaları, ne de ileride bir uluslararası merci önünde hesap vermek durumunda kalmak onları endişelendiriyor. Açıkçası kısa dönem günü kurtarabilmek dışında yapabildikleri fazla bir şey kalmadı. Geriye sayım devam ediyor.

Erdoğan sözünü tuttu. “Ben onu bırakmam öyle!” tehdidinin gereğini yaptı. Can Dündar ve eşi Dilek Dündar’a hayatı dar etti, onları ülkelerinden kopardı, pasaportlarını iptal etti, mallarına mülklerine el koydu, korkunç hapis cezalarına çarptırdı! Can Dündar gibi yüzlerce gazeteci var ve hepsi de onunla aynı kaderi paylaşıyor. Ahmet Altan, Hidayet Karaca, Mehmet Baransu, Mümtazer Türköne, Sedat Laçiner ve yüzlerce başka gazeteci, Can Dündar ile aynı kaderi paylaşmak durumunda kaldı. Kanunsuzlar, kendi kanunsuzluklarını gizleyebilmek için, insanların gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatıyor. Mahkeme kararı, bunu net olarak ortaya koyuyor. İnanılmaz bir vodvil oynanırken, Türkiye kamuoyu halen rejimin hipnozunda, olağan yaşamlarına devam eden insanların günlük öyküleriyle uğraşıyor. Magazinsel haberler, her şey normalmiş gibi yapanlar, parasının derdine düşenler, sofrasına ekmek derdinde olup siyasetle falan ilgilenmemeyi seçenler… Rejim bu ortamda konsolide oldu. Özgürlük alanı daralırken, bu özgürlük alanın kendileri için hiçbir önemi olmadığına inanan milyonlar, Can Dündar’ın sorunlarıyla da, diğer mağdurların sorunlarıyla da ilgilenmedi.

“Başkan babanızın ülkesindesiniz! Gözlerinizi kapayın ve vazifenizi yapın. Türkiye büyük ülkedir. Devlet güçlüdür. Siz kimsiniz! Bindiğiniz araba nedir? Cebinizde ne kadar para var?” Halk tüm bunların bal gibi de farkında. Kimse elini taşın altına koymuyor. Neden koysunlar? Özgürlük çok soyut bir kavram! Özgürlüğü yiyemezsiniz. Ama verilen makarnaları haşlar, azık edersiniz. Veya dağıtılan kömürü yakar, ısınırsınız. Bu tür rejimlerin halklarını fakir fukara tutmalarının tek nedeni, efektif olmayan ekonomi politikleri değil. İstemli ve bilinçli olarak devam ettirilen bir döngü var. Fukaralık sadakati besler. Açlık itaate hizmet eder. Yokluk güce tapmayı arttırır. Bal tutanın parmağını yalamasının doğal kabul edildiği siyasi kültürde, bunlar olağandır. Başkan babanız ve başınızdaki “devlet büyükleri” size ne zaman ne yapmanız gerektiğini söylüyor. Kulaklarınızı açın ve duyun. Gözlerinizi açın ve görün. Ama ağzınızı açmayın. Söz gümüşse sükût altındır. Bilirsiniz, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. İnanmayan Can Dündar’a sorabilir!

Tüm bunlar, itirafın hiçbir önemi olmadığını ispat ediyor. Hatta Erdoğan çıksa, 15 Temmuz’u ya da 17 Aralık’ı tüm detaylarıyla, olduğu gibi anlatsa da hiçbir şey olmaz! Tapelerin gerçek olduğu öğrenilse, ya da 15 Temmuz’daki şaibeler ayrıntılı olarak ortaya konsa, zannediyor musunuz ki halkın gözleri açılacak? Daha açık sormalı: Zannediyor musunuz ki, halk olanı biteni bilmiyor?

Devlet itiraf etti. Bu önemli. Fakat bunun pratikte rejim bakımından hiçbir önemi yok. Önemli olan şey, düşünen ve doğruları yazıp çizen insanların hapiste tutulmaya devam etmeleri ya da yurtdışında kalmalarının sağlanması. Önemli olan rejimin iç döngüsü. Yalan imparatorluğuna halkı razı ettiler. Halkın doğruya olan inancını sıfırladılar. Ve inanın, bu diğer “sıfırlama hadisesinden” çok daha fazla zarar verdi ülkeye ve hala vermeye devam ediyor!

Sürekli boy vererek derinliği ölçmeye çalışıyoruz. Ve her bir yeni ölçüm, bir öncekinden daha derin bir sonuç veriyor. Biz umutla, en derin yere ulaştığımızı düşünsek de, her yeni derinlik sonrası ayrı bir umutsuzluğu yaşıyor, hayal kırıklığına uğruyoruz. Daha ne kadar derinleşebilir ki! Ama derinleşiyor. Sonra yeniden derinleşiyor. İnsanların artık verilen cezalara daha az şaşırdığına, yaşanan garabetten daha az rahatsız olduğuna, çok daha ender sürprize uğradığına tanık oluyoruz. İtiraflar da bu kanıksamanın önüne geçemiyor. Mahkeme heyeti MİT tırları mevzuunun ifşa edilmesi konusunda sanırım bundan dolayı bu kadar rahat hareket etti. Bir ihtimal, kendi yaşam süreleri içerisinde normalleşmenin gerçekleşmeyeceğinden eminler. Rejimin kalıcılığına olan inanç, rejimin biraz daha otoriterleşmesiyle sonuçlanıyor. Her bir otoriterleşme, ülkenin normalleşmesini biraz daha öteliyor. Türkiye’dekiler biraz daha suskunlaşıyor. Ve yurtdışındakiler bulundukları ülkelerde daha da kalıcılaşıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Bu tarz akıcı ve anlaşılabilir yazıları kardeşlerime göndermek istiyorum, ama kendileri sistemin istediği gibi; fakir, suskun, boyun eğmiş vatandaş rolünü o kadar benimsemişler ki, bana anın da ” ağzımın payını ” verirler!
    Hiç bir şey anlatamıyor olmak…

  2. Mehmet bey, halk verilen makarnayı yer, kömürü yakar ısınır gibi söylemler toplumu sadece aşağılamaktır. Toplumsal yanlışlara karşı toplumun okuyan, düşünen, olayları yorumlama yetisi olan kesiminin tepki göstermesini bekleriz. Halkın çoğunluğu bu sesi duyup bu sese ortak olur yanlışa karşı durur. Yoksa insanların çoğunluğu bariz yanlışı görse bile kalabalıklara uyum sağlamak için ya sessiz kalır ya da yanlışı destekler. Yanlışa karşı duran birilerini gördüğü zaman cesaret bulur, yanlışın karşısına o zaman geçer. Makarnaya muhtaç dediğiniz insanın yanlışla doğruyla alakası yoktur, yakacak bulamayan insan bu kış mevsiminde sadece ısınmayı düşünür. Asıl kınanması gereken bir dönem HSK seçimlerinde hükümetin vaatlerine kanıp hükümet adaylarını destekleyen hakim-savcılar, maaşını düşünüp iktidar borazanı olan köşe yazarları, üniversitede kadrosunu düşünüp sessiz kalan akademisyenler vb. kişilerdir ve bu insanları sadece makarna ve kömürle peyleyemezsiniz. İktidara asıl payanda olanlar iktidar nimetlerine doymak bilmeden saldıranlardır. Bir kısım insanımız da nimetinden faydalanmasa da gazabından korkan, cesurların başına gelenleri görüp (örneklerini hepimizin bildiği) sessizliğe bürünmeyi seçenlerdir. Bir ülkenin aydını, akademisyeni, bürokrasisi demokrasinin, toplumsal kazanımların koruyucusudur. Bunların aldandığı satın alındığı yerde halka hakaret etmek, makarna-kömür edebiyatı yapmak sadece toplumdan kopuşu hızlandırır, toplumsal antipatiyi artırır. Yazınınızın asıl konusu bu olmasa da düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim, yanlış ve kırıcı bir söz söyledi isem affedin. Sizi ve tüm cesur aydınları kutluyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin