İşleneceği herkes tarafından bilinen cinayet

KONUK YAZAR | GÖKHAN BOZKUŞ

Birçoğumuz okumayı özellikle de roman okumayı sevmeyiz. Hatta bazılarımız “Bir yazarın hayal dünyasında uydurduğu bir kurguyu ne diye okuyacağım, çok saçma!” diyerek mazeretler üretiriz. Oysa yazılan o kurgunun dünyanın bir yerinde cereyan eden bir gerçekliğin yazar yoluyla kağıda yansıması olarak görebilsek ve hikayeyi çevremizle bütünleştirebilsek fark edeceğiz ki anlatılanlar bize hiç uzak değil. Tıpkı aşağıdaki cinayet gibi. Hepimiz bu cinayete şahidiz. Hem de onlarcasına,yüzlercesine..

Gabriel Garcia Marquez denilince aklımıza dünyaca meşhur eseri Yüzyıllık Yalnızlık gelecektir.

Ben bu yazımda onun “Kırmızı Pazartesi” isimli hacmi küçük derinliği büyük eseri üzerinde duracağım. Romanda kim olduğunu bilmediğimiz bir anlatıcı, yanına okuru da alarak zifiri karanlık o dehlizlerde elinde bir el feneriyle dolanıyor ve Santiago Nasar’ın göz göre göre ölüme gidişini aydınlatmaya çabalıyordu. Bir korku tünelini andıran bu dehlizde el fenerinden yayılan ışık huzmesi kimin yüzünü aydınlatıyorsa o kişi Nasar’ın öldürülmesi ile ilgili bildiği veya duyduğu şeyleri anlatıyor ve bir anlamda kendini aklamaya çalışıyordu: “Ellerinden silahı almıştım.”, “Şaka yapıyorlar sandım.”, “Birileri elbet engel olur diye düşündüm.”, “Gerçekten yapabileceklerini hiç düşünmemiştim.”… Sarı ışığa boğulmuş yüzlerden bu cümleler dökülüyordu roman boyunca ve bir gazeteci gibi olayları yorumsuz aktaran anlatıcımıza inat fenerin sarı ışığı bir şeyler söylemeye çalışıyor gibiydi.

Ortada bir cinayet var ve herkes bu cinayetin kim tarafından işleneceğini önceden biliyor. Ama hiçkimse engel olmak için çaba sarf etmiyor, güler geçiyor inanmıyorlar, nasıl olsa biri engel olacaktır diye düşünüyorlar… Marquez sosyolojik bir tespit yapar: Toplum halinde yaşayan bireyler felaketi önlemek için çaba harcamazlar. Sembolik önlemler alarak, görmezden gelerek, “Yok canım olmaz öyle şey!” diyerek gerçeği ıskalarlar.

Bireyler bir araya gelerek toplumu oluştururlar; ama toplum bir kez oluştuktan sonra tek tek bireylerden ayrı bir olgu gibi davranır. Birey topluluk içindeyken şöyle düşünür: Nasıl olsa biri bu felaketi önler. Topluluk, insan ruhunu tembelleştirir ve sorumluluğu başkasına atmasına, en azından ertelemesine olanak sağlar. Buradan romanın en derinindeki yere, merkezine varırız: Birey, toplumun başına gelen bir felaketten kendini sorumlu tutmaz. Küçük tefek önlemleri, “Elimden geleni yaptım.” diyerek kendini temize çıkartma delilleri olarak ortaya koyar. Kendini suçlamaz, ta ki gerçek bütün soğukluğu ve sertliği ile karşısına çıkana kadar; ama artık iş işten geçmiştir. Santiago Nasar bir hiç uğruna cinayete kurban gitmiş ve komşuları bu cinayete engel olabilecekken seyirci kalmayı tercih etmişlerdir.

Kaç Santiago Nasar katledildi gözlerimizin önünde ve biz kaç defa sadece seyirci kalmayı tercih ettik soralım kendimize…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin