İrtica histerisi!

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Geçen hafta Antalya’da elim bir cinayet işlendi. Bilgisayar mühendisliği öğrencisi 18 yaşındaki Mehmet Sami Tuğrul kaldığı yurtta, psikiyatrik tedavi gören, tedavisini ihmal eden, aşçı İhsan Güney tarafından başı kesilerek öldürüldü. Katilin cinayet sonrası “Deccali öldürdüm!” diye bağırdığı ifade ediliyor.  

Oğlunun çok iyi bir evlat, çalışkan bir öğrenci olduğunu ifade eden baba, her dindar insanın yapacağı üzere ölümü tevekkülle karşıladı. Öğrencinin kaldığı yurdu suçlamadı ve gayet dengeli, aklı selim bir açıklama yaptı: “Kendisinin kaldığı, konakladığı eller, emin ellerdi. Biz bundan eminiz. Daha önce defaatle kardeşlerimizden, değişik kişilerden bu emanet yuvasına koyduklarımızdan hep randıman aldık. Biz o konuda asla yanlış fikre asla katılmıyoruz. Sadece bizim buradan çıkaracağımız bir ders var. Bu hastalıklı şahıs maalesef son zamanlarda kontrollerinin dışına çıktığı için böyle insanları işe alıp yerleştirirken adeta pimi çekilmiş birer bomba gibi toplumun, halkın içine koyarken devlet büyüklerimizin bir daha, bir daha düşünmesini istiyorum. Buradan dersler çıkarılmalı, ibretler çıkarılmalı, aynı hatalar tekrar edilmemeli.”

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Ardından gözyaşları içinde oğlunu defnetti. Yürek yakan, her kesimde olabilecek bir vakaydı. Ama sekülerliği din olarak topluma dayatma çabasındaki kesimler eski alışkanlıkları gereği buradan irtica haberi çıkarmakta gecikmediler ve konuyu, dine ve dini gruplara düşmanlığa evirdiler. İrtica konusunda tecrübeli medya, cinayete, bir gencin hayatına, acılı aileye değil “cemaat” “tarikat” meselesine odaklandı. Bu olaydan din ve maneviyat düşmanlığı üretmeye çalıştı. Sosyal medyada Ergenekoncu, Kemalist hesaplar “Cemaat tarikat yurtları kapatılmalı, hepsi devlete devredilmeli” diye kampanya başlattı. Aileyi ve yurdun ilişkili olduğu toplumsal kesimi linç eden dil kullandılar.

Bu kampanyayı başlatanlara bakınca sanırsınız ki devlet yurtları gül gibi, tertemiz ve ahlak timsali. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki devletin kontrolündeki yurtlarda bu tür cinayetler, kavgalar, suç teşkil eden olaylar bahsi geçen yurtlarla karşılaştırılmayacak kadar yüksek. Sadece AKP döneminde değil, yıllardır bu ülkede kimsesiz, öksüz yetim çocukların kaldığı yetiştirme yurtları, denetimsizlikten ve gerekli şeffaflığın, hassasiyetin olmamasından dolayı adeta suçlu üreten merkezler halindedir. Buralardaki kız çocukları başta yurt yöneticileri olmak üzere her tür cinsel taciz ve tecavüze maruz kalır ve fuhuş sektörüne eleman gönderir. Erkek çocukları ise mafya yapılarına, suç örgütlerine malzeme olur. Zira devlete emanet edilmiş bu çocukların arayanı, soranı, takip edeni yoktur. Kamuoyunda bu tür kurumları denetleme ve takip bilinci olmadığı, devlet memurları “Adam sende!” dediği için maalesef özellikle korunmaya muhtaç çocuklar için devlet yurtları istismar merkezleridir.

Bu vakada veya başka vakalarda meseleye “tarikatlar, cemaatler” diye toptancı ve karalayıcı dille yaklaşmak ne ahlakidir ne de hukuki. Ama kendisini devletin sahibi sanan kibirli Kemalistler ve dine, dindara tepeden bakan laikçiler tekrar irtica histerisine girdiler. Bu kesimler Cumhuriyet dönemi boyunca sıradan olaylardan din düşmanlığı ürettiler ve AKP’nin ebeliğini yaptılar. Yıllarca “irtica” söylemiyle hukuksuz denetimlere ve baskıya maruz kalan cemaat ve tarikat yapıları ise linç edilmemek için bu tür olayları kamuoyundan kaçırma, örtme eğiliminde oldular. Devlete ve kurumlarına karşı korku-kaygı arası bir çekiniklik içinde olageldiler.

İslam hukukunda, evrensel hukukta ve Türk hukuk sisteminde suçun şahsiliği ilkesi vardır. Suç teşkil eden eylem ile kimin illiyet bağı varsa ona bakılır. Eğer psikiyatrik hasta olduğu ve tehlikeli olabileceği bilindiği halde veya ihmal edilerek bu kişi çalıştırılıyorsa elbette sorumlu kişiler soruşturulur. Ama yurdun resmiyeti yoksa bunun cinayetle ilişkilendirilmesi iyi niyetli değildir. Kaçak olması ayrı bir bahsin konusudur. Lakin cinayetten dolayı yurdun tüm personelini, öğrencilerini, dahası benzer bütün yurtları, bütün dindarları karalamak, itham etmek,  “Kapatılmalı, hepsi devlete devredilmeli!” diye kampanyalar başlatmak irtica nöbetlerinin hortlamasından başka bir şey değildir.

Türkiye’de devlet öteden bu tarafa çok kirliydi, karanlık noktaları vardı. AKP döneminde kirlenmişliğe bir de yüzsüzlük, aymazlık eklendi. Antalya’da meydana gelen olaydan hareketle tarikat yurtları kapatılmalı, devlete devredilmeli söylemi tamamen ideolojiktir ve husumet içermektedir. Sadece bugün değil, Kemalistlerin hakim olduğu uzun yıllar boyu devlet karanlıktı, denetimsizdi, kirliydi. Bunların mantığıyla zulüm dağıtan mahkemelerden, işkence yapan emniyete, TSK’ya kadar bütün kurumlar kapatılmalı, devlet feshedilmeli. Sekreteriyle yakalanan Baykal nedeniyle CHP, Tansu Çiller’i bile kekleyen Parsadan nedeniyle Atatürkçü Düşünce Derneği kapatılmalı. Mesele devlet, cemaat meselesi değil. Şeffaf, hesap veren, denetlenebilir, yasalara uygun çalışan özel ve kamusal kurumlar oluşturmak. Kimden gelirse gelsin cinayetlere, istismarlara tepki vermek, takipçisi olmak.  

Ama kibirli Kemalistlerin ve laikçi elitlerin derdi temiz toplum, hesap veren kurumlar ve şeffaf devlet değil. Onlar fırsatını bulunca içindekileri kusma çabasındalar. Temelden dine ve dindara karşılar. Dindarın eğitimlisine, başarılısına ve ahlaklısına asla tahammülleri yok! Bu ülkede dünya çapında başarılara imza atmış 1200 okul, 17 üniversite, binlerce yurt bir gecede kapatıldı. Dünya genelinde hizmet veren bu kurumlarda 40 yılı aşkın yüz kızartıcı hiçbir vaka yaşanmadı. Ama kibirli Kemalistler ve laikçiler bu okullara hep husumetle yaklaştılar. Erdoğan tarafından bir gecede kapatılınca kendi yapamadıklarını yaptı diye adeta zil takıp oynadılar. Hiçbirisinden çokça istismar ettikleri “eğitim” lafını duymadık

En acısı yıllarca medyasıyla, kurumlarıyla dindarları savunan, destek olan Hizmet’in linç edilmesine cemaatlerden, dini gruplardan bir tepki gelmemesiydi. Şimdilerde cemaatlerin tarikatların dayandığı kirli Erdoğan rejimi tuğla tuğla çöküyor. Laikçilerin Kemalistlerin irtica nöbetleri depreşiyor. Umarım Erdoğan sonrası hukukun üstünlüğüne, temel haklara dayalı bir yönetim kurulur da, zulme sukut eden dindarlar bunların insafına muhtaç kalmazlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. “Umarım Erdoğan sonrası hukukun üstünlüğüne, temel haklara dayalı bir yönetim kurulur da, zulme sukut eden dindarlar bunların insafına muhtaç kalmazlar.”

    Umudunuza destek vermeyi çok isterdim lâkin etme bulma dünyası diye bir dünyada yaşıyoruz, olacak olacağına varacaktır!…

  2. Hocam,

    Akp nin kapatma davası dönemini hatırlayınız. Ne şer görünmüştü. Bu zulmleri görünce, ozaman kapatılsa ne olurdu aceba diye geçirmiyor değilim içimden.

    Akp kapatılmamalı kararını verince AYM ona sevinmiştik. Babamızın oğlu değillerdi ama vicdani olarak sevinmiştik. Şimdi düşünüyorum, sevinilecek bir şey yokmuş ortada.

    Diyeceğim o ki, Erdoğan giderse diyoruz sürekli, ve gideceği de ortada, bu yazdıklarınızdan yola çıkarak, diyorum ki, bu elitist kesim kenarda bekleyen Ergenekon zihniyeti, fırsatı ele geçirirse, bir süre de onlar, geçmiş hınçlarını bastırmak, güçlülüklerine haklıyız algısını da katmak için kimbilir ne yaparlar.

    Bu yazınızdan birkaç gün önce dedim, hapisten çıksınlar insanlar elbette, ama öyle şeyler oldu ki, iyi deyince kötüye çıkıyor, bu nedenle eşime söyledim, kimbilir Erdoğanın bir kere daha seçilmesi daha iyi olur.

    Bu Ergenekon zihniyetinin yönlendirdiği kitleler, gerçeği görene kadar, bu hizipçilikte, şer yapmak için güvendikleri kolları kanatları tam kırılana kadar sanki bu adam biraz daha durmalı mı?

    Sesli düşünmüştüm sadece. Paylaymak istedim. Yalnız değilmişim anlaşılan. O nedenle, Rabbim vatanı milleti bu iki kirli zihniyetin elinden kurtar en makul dua ve yol. Biri gidip, diğeri gelme ihtimali var çünkü.

  3. Kemalist kimliğin en büyük sorunu asıl olmamalarıdır. Müslüman kimliğin karşıtı olarak konumlanmıştır. Anti müslüman olarak konumlamıştır kendini. Bu bir adamın zihin dünyasında müslüman karşıtlığına denk gelmektedir. Kendi dünyasındaki müslüman karşıtlığını bir kimlik olarak yutturmaktadır. Gerçek bir kimlik olmadığından kemalistin davranışlarının çok tutuk, kısıtlı, sorunlu, tutarsız, tuhaf olduğu görülür. Mesela var oluşun kanıtı olan sevgiyi göremezsiniz. En çok sevdiklerini sandıkları insanı bile sevemezler. Sevgi gösterileri “ben seviyorum” şeklinde değildir. Yine karşıt olarak konumlandıkları müslümanlığa sövmek onların sevgi gösterisi olmaktadır. Bu kimliği kuranlar insana ait bazı parçaları yerleştirmediler. O yüzden kemalist olmaya çalışanlarda sevgi eksik olmaktadır. Bu kimliği kuranlar o yüzden kemalist insana yani anti müslümana sen atatürkü seviyormusun diye sormaz. Çünkü kemalist kimlik zaten atatürkü sevmek zorundadır. Bu soruya müslümanlar muhatap olmaktadır. Çünkü müslümanın sevip sevmeme seçeneği vardır. Yani müslümanın bir iradesi vardır. Hayatta seçme hakkı vardır. Kemalistlerin seçme hakkı yoktur. Varlığa eremiyorlar. Çünkü gerçek bir kimlik değil. Müslüman kimliğine karşı konumlandırılmıştır. Müslümanın tersidir. O yüzden varlığa ermek için müslümana sövmek zorundadır. Ne kadar müslümana karşı olursa o kadar var olmaktadır. O yüzden kemalistler müslümana bağımlıdır. Hem var olmak için bu gereklidir hem de müslüman olmadığını yani kemalist olduğunu kanıtlamak için. Kendilerini sürekli kanıtlamak zorundadırlar. O yüzden her fırsatta her ortamda bunu göstermeye çalışırlar. Bağlılıklarını göstermek için de müslümana söverler. Kemalistlerin düzenli olarak müslümana sövmesi istenmektedir. Bu ne kadar kemalizme bağlı olduğunun kanıtı olmaktadır. Şimdi kendilerini kanıtlamak ve aferini kapmak için müslümana saldırmak zorunda olan kemalistlerden insan hakları bekleyemezsiniz. Onlar en ileri noktadadırlar. En yükseklerdedirler aynı zamanda. Ama müslümanlar ve kemalistlerin ataları geridir, yobazdır, medeni değildir, karanlıktır, irticadır, haindir. Ama kendileri aydınlanmıştır. Çünkü ilericiler, aydınlar, çağdaşlar. Yani ortada gerçek bir kimlik var birde onun karşısında sahte kimlik. Gerçek kimliğini bırakıp yani karanlığı bırakıp aydınlığa geçince yada gericiliği bırakıp ilericiliğe geçince kemalist kimliğe kavuşuyorsun. Yani kemalist kimliği teşvik etmek için gerçek kimliği aşağılıyorsun, kemalist kimliği yüceltiyorsun. Kemalist kimliğe müslümanları geçirmek için teşvik edilmektedir. Bu teşvik de çocuk kandırır gibidir. Kemalistlerin neden müslümanları sürekli aşağıladıkların nedeni ortaya çıkmaktadır. Dinsel bir ritüel olduğu için, varlıkları müslümana sövmeye bağlı olduğu için, imanlarını tazelemeleri gerektiği için böyledir. Müslümanların iman tazeleme ritüelleri gibi onların da ibadetleri var. O yüzden ayağa kalktıklarında her fırsatta ilk müslümana söverler. Yine müslümana sövmüşler. Çünkü sövmekten başka mekanizmaları yok. Çünkü müslümanın karşıtı olarak konumlandılar. Müslümanana bağımlı bir ilişkileri var. Ve müslümanı varlıklarını devam ettirmek için kullanmak zorundalar. Müslümanlık baskı ve teşvik yöntemiyle terk edildiğinde muhtemelen proje başka evreye geçecek. Bu projede asıl müslüman kimliğin içi boşaltılmaktadır. Yani kemalizm sadece ara basamaktır. Zaten bir basamak yukarı çektiler. Dikkat edilirse kemalizmden bahsedilmiyor. Proje sahte müslüman kimliği şeklinde devam etti. En sonda iş türklüğe dokunmaya başlayacak gibi. Türkleri dünyadan koparacakları bir rejim ile yola devam edecekler. Kemalistler bu gerçeği hala farkedemedi. Hala geri geleceklerini sanıyorlar. Ama çoktan tasfiye olduklarını fark edemediler. Kendi kurumların içi boşaltılırken oh olsun diyorlardı. Kemalizm sonlandırılırken oh olsun diyorlardı. Bu kadar kemalist değerlere bağlılar işte. Kendi kurumların yok edilmesini bırakın fark etmeyi oh olsun bile dediler. Kemalistler ne kadar gerçek insani kimlik olmadıklarını gösterdiler. Sadece intikamdan ibaret olduklarını gördük. Hiç varlık emaresi göstermediler malum süreçte. Bu beklenen bir tepkiydi çünkü yukarıda dediğim gibi bu kimlik kavga üzerine programlandığı için sevgi, merhamet gibi yapıcı değerleri barındırmaları imkansızdı. Kemalist kimliği kabul edenler silahlarını donanırlar, sevgi ve merhameti bırakırlar. Normal bir kimlik olmadığından o kimliği giymeye çalışanda sevgisizlik baş gösteriyor. Atatürkü seviyorum demek bile güç oluyor. İntikam, nefret bünyeyi işgal ediyor. Bu kadar nefret, intikam barındıran bir insan ne kadar sevebilir ki? Zaten kemalist misyonu yapmak için sevgiyi elinden alıyorlar. Sevgi, merhamet olursa beklenen misyon yerine getirilemez.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin