İntihar edene rahmet dilemek

YORUM | AHMET KURUCAN 

Enes Kara’nın intiharı üzerine yazdığım ‘din seçiminde hürriyet’ bağlamındaki yazıya tahmin ettiğim gibi bir takım itirazlar ihtiva eden okuyucu yorumları aldım. Bu yazıda onlara kısa kısa cevap vermek istiyorum. Ama ona başlamadan önce bir başka intihar vakıası için birkaç cümle etmek isterim.

16 yaşında, babası KHK’lı Bahadır Odabaşı’nın intihar haberi ile sarsıldı Türkiye. Öyle sarsıldı ki önce KHK’lı oğlu olduğu için bu intiharı görmezden gelen siyasetçiler dahil tatlı su muhalifleri bile bunun hakkında bir şeyler demek zorunda hissettiler kendilerini. Enes ve Bahadır, bu iki intihar vakıasına karşı alınan tavırlar bir kez daha gösterdi ki Türkiye toplumu hiçbir zaman “biz olamamış”, birbirlerine düşman kabileler ve mahalleler halinde yaşamaya devam ediyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

100 yıllık Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşadıklarından hiç ders almamış, büyük çoğunluğunun öykündüğü Batı Medeniyeti ve toplumlarına bu gözle hiç bakmamış ve hepsinden önemlisi inandıklarını söylediği İslam dininin temel haklar ve özgürlükler bağlamındaki değerlerine hiç ama hiç inanmamışlar. Söylenecek çok şey var ama bu konuda söyleneceklerin en güzelini, en içlisini, en candanını Mehmet Efe Çaman “Cadı Avı Çocukları” başlığı ile yazdı. Hissiyatımı en ince detaylarına kadar ifade eden o enfes yazıyı hararetle okumanızı tavsiye ederek bitiriyorum. Allah Bahadır Odabaşı’na rahmet eylesin, başta mazlum mağdur ve masum babası olmak üzere kederli ailesine baş sağlığı diliyorum. 16 yaşındaki bir çocuğu intihara sürükleyen süreçte rolü ve katkısı olan siyasete de, hukuku da lanet okuyor ve sorumlularının da bir gün tarafsız hukuk önünde yargılanacakları umudunu taşıyarak Allah’ın Kahhar ve Cebbar isimlerinin tecellilerine havale ediyorum.

Enes Kara’nın intiharı ile alakalı yazdığım yazıya gelen okuyucu yorumlarına cevaplarım maddeler halinde şöyle:

1: “Dinde zorlama yoktur” (2/256) ayetinin nüzul sebebindeki kişilerin daha önceden Müslüman olmadığını söylüyor bir okuyucu ve “Yanılıyorsam düzeltin,” diyor. Hayır yanılmıyorsunuz. İki ayrı rivayette yer alan ve ayetin nüzul sebebi olarak gösterilen ister Yahudiliği tercih eden kişiler isterse Hıristiyan olan iki kişinin daha önceden Müslüman olmadığını biliyoruz. Müslüman olduktan sonra Hıristiyan ya da Yahudi olsalardı durum değişecek miydi? Hayır, değişmeyecekti. “Nasıl bu kadar emin olabilirsiniz?” diyebilirsiniz. Çünkü ilerleyen dönemlerde sayıları az da olsa Müslüman iken dinini değiştirenler olmuş ve hiçbir cezai yaptırıma maruz kalmamışlar. Zira İslam’ın genel ve âmir hükmü odur ki din tercihinde özgür irade esastır.

2: “Müslüman anne babanın çocuğuna rüşde ermeden önce dini eğitim vermesi gerektiği konusuna değinmemeniz büyük eksiklik,” diye bir başka yorum var. Haklı olabilirsiniz. Belki bir cümle ile bile olsa anne babanın çocuğuna rüşde ermeden önceki dönemlerde dini telkinde bulunması, mensup olduğu dini öğretmesi hatta bunun ebeveynin çocukları üzerindeki hakkı kategorisinde değerlendirildiğini vurgulayabilirdim. Aklıma gelmedi. Çünkü ele aldığım konu din eğitimi ve öğretimi bağlamında anne-baba çocuk ilişkisi değildi. Benim o yazıda hareket noktam üniversite 3. sınıf öğrencisi yetişkin bir insan olan merhum Enes Kara’nın intihar videosunda belirttiği “3 yıldır Müslüman değilim” dedikten sonra aile baskısı ile alakalı anlattıkları idi.

3: Bir başka yorum intihar etmiş bir insana “merhum” demem ve Allah’tan rahmet dilemem. Bu itirazın altında yatan mantık anlaşılabilir. Şöyle demek istiyor okuyucu: “İntihar haram, haramı bilerek işleyen insan kafir olur, zira haramı helal saymıştır, fıkıh kitaplarında da cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına gömülmez diye içtihatlar var. Kaldı ki zaten Enes, Müslüman olmadığını söylüyor, öyleyse nasıl rahmet dilersiniz?”

Allah’ın rahmetinin sadece Müslümanlara has olduğu ezberine dayalı bir çıkarım bu. Nereden biliyorsunuz? “Kur’an ayetleri” diyecek olursanız, şu soruma cevap isterim; evet, Kur’an’da müşrik ve kafirlerin ahirette Allah’ın azabına düçâr olacaklarına dair bir çok beyan var ama hangi müşrikler ve hangi kafirler? Kur’an ayetlerinin hepsi nazil olduğu toplumda belli hadiselere bağlı olarak indiğine göre o tehdide muhatap olan kafir ve müşrikler kimlerdir, ne yapmışlardır da bu ayetlere muhatap olmuşlardır?

Somut bir örnek üzerinden ifade edeyim; Ebu Talip de müşrikti, Ebu Leheb de. Her ikisi de Allah Resulünün amcası ve her ikisi de Müslüman değil. Bununla beraber Ebu Talip yeğenini korumak ve kollamak için göğsünü Mekke müşriklerine karşı siper ediyor, Ebu Leheb ise yeğenini ortadan kaldırmak isteyen müşriklerle işbirliği içinde hareket ediyordu. Eylemdeki bu farklılığın ahirette hiçbir karşılığı olmayacak mı? Olmayacağını kim söylüyor? Atom ağırlığı miktarı dahi olsa her bir amelin karşılığı olacağını ve zayi edilmeyeceğini söyleyen adaletinden kuşku duymadığımız mutlak adalet sahibi Allah değil mi? Bu karşılığın ne olacağı ve nasıl tezahür edeceği konusunda ne diyebilir ve dediğiniz şey hususunda ne kadar emin olabilirsiniz?

Günümüze gelelim. Batı ülkelerinin bir çoğunda hiçbir dine inanmadığını deklare eden yani literatürdeki ifadesiyle kafir ve müşrik olan nice insanlar Müslüman ülkelerdeki zulümden kaçan Müslümanlara ellerinden gelen yardımı yapmıyorlar mı? Hem de sistemik olarak yapıyorlar. Çıkardıkları kanunlarla, uluslararası anlaşmalarla kendilerini bağlamışlar. Bütçelerinden pay ayırmışlar. Ev veriyor, dil öğretiyor, meslek öğretiyor, ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar maddi yardım yapıyor ve hepsinin üzerinde sizi kendi ülkesinin vatandaşı yapıyor. Pekala bunlara ne diyeceğiz? Bir tarafta kendi Müslüman vatandaşına her türlü zulmü, işkenceyi, eziyeti, baskıyı yapan Müslüman idareciler ve memurlar öbür tarafta mazlum Müslümana bağrını açan kafir ve müşrik idareciler ve halk. Allah’ın rahmeti liyakatla kazanılıyor derseniz bu liyakata kim sahip olmalı sizce? Kaldı ki nihai hükmü ahirette verecek olan da O değil mi? Öyleyse!

Bu sözlerimle imanı hafife aldığım anlaşılmasın. Din zaten iman demektir. Yüce yaratıcıya iman, peygamberliğe ve peygamberlere iman, ahirete iman vs. Ama bu demek değildir ki amelin/davranışın hiçbir önemi yoktur. Ben sosyolojinin teolojiye etkisi olarak gördüğüm ve kelamda yerini alan “Amel imandan bir cüzdür veya değildir” tartışmalarının ötesinde iman ile amel arasında zorunlu bir ilişki olduğuna inanıyorum. Bu sebeple Kur’an’daki kafir ve müşriklerle alakalı ayetleri değerlendirirken önce nüzul toplumu içindeki özgün manalarının bilinmesi ve bunun için de “Hangi müşrikler, hangi kafirler?” sorusunun ilgili ayetlere sorulmasının şart olduğunu söylüyorum.

Evet, Müslüman olmayan ama evrensel insani ve ahlaki değerlere sahip olan kişilerin ahiretteki durumu adına her bir fert için nihai hükmün Allah tarafından verileceğini söylemek Kur’an’ın ruhuna aykırı değildir. Zira bu insanların her birerlerinin gerek Allah ile olan irtibatları gerekse toplumsal alandaki insani ilişkilerde sergilediği söylem ve eylemlerine bakarak Allah’ın vereceği hükümle belli olacaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın nüzul dönemindeki inanç ve davranışlarına bağlı olarak inen ayetlere, söylenen hadislere ve Hz. Peygamber pratiklerine bakarak İslam haricindeki bir dine inanma veya inançsızlık çizgisinde aynı ortak paydada buluşuyorlar diye genellemeler yapma rasyonel bir çıkarım olmadığı gibi aynı zamanda Allah adına da hüküm verme manasını taşır.

Bağlamından bağımsız Kur’an okumaları bizi yanlış yerlere sürükler. Hiç kimse unutmamalı, cennet ne Müslümanların, ne Yahudilerin, ne Hıristiyanların, ne Mecusilerin, ne Brahmanların, ne de Şintoistlerin tekeli altındadır. Biz Allah’ın kullarıyız. Onun rahmetini dağıtan, O’nun namına hüküm veren insanlar değiliz. İman veya imansızlık başka bir ifadeyle kimin mümin kimin kafir olduğu meselesi başta olmak üzere her türlü meselede yargılama hakkı sadece ve sadece Allah’a aittir. Haddi aşmamak, sınırı geçmemek lazım. Madem bu mevzu üzerinde bu kadar yoğun tartışmalar var, o zaman Yahudilerle içine düştükleri anlaşmazlık karşısında Allah’ın Hz. İsa’ya söylediği şu beyan bizim rehberimiz olmalı “Sizin aranızda anlaşmazlığa düştüğünüz hususlarda hükmü ben vereceğim” (3/55).

Bu faslı bitirirken bir de Hocaefendi’nin Fasıldan Fasıla eserinde Rahman ve Rahim Sıfatları başlığı ile yazı diline taşınan sohbetinden kısa bir pasaj sunayım: “… Evet, dünyada bu denli geniş olan Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, ahirette de herkes için çok önemli bir nokta-yı istinattır. Allah’ın (c.c.) orada kimlere rahmet edip merhametiyle kucaklayacağını bilemeyiz. Bunun, sadece iman ve amel eden kullara has olduğunu söyleyip dünyada insanlara karşı bir cehennem zebanisi gibi davranmak doğru değildir. Aksine, onlara karşı cennet hâzinleri gibi yumuşak edalı olup, yarım kelimeyle dahi olsa bir kurtuluş yolunun olabileceğini hatırlatmak gerekir. Unutmayalım ki, bazen mükellefiyetlerin tam-tekmil edası bile, insanın kurtuluşuna yetmeyebilir… Rahmet hepimiz için çok önemli bir kaynaktır. Rahmetten mahrum kalan, her şeyden mahrum kalır. Her insan, rahmeti kendisi açısından yorumlayıp, ona ehil olup olmadığının muhasebesini yapabilir ancak başkaları hakkında bu türlü yorumlara girmesi, kesinlikle doğru değildir.”

Son sözüm şu ayet olsun: “Ey Müminler! Siz her şeyden önce kendi sorumluluklarınızı yerine getirmeye, kendinizi düzeltmeye bakın. Siz hidayette ve doğru yolda olduğunuz müddetçe dalalette olanların dalaleti size zarar veremez. Unutmayın sonunda varacağınız yer Allah’ın huzurudur. İşte o zaman Allah size yaptıklarınızı tek tek bildirecek ve hak ettiğiniz karşılığı verecektir” (5/105).

İşte bu düşüncelere sahip bir insan olarak psikolojik bir bunalım içinde hayatına iradi olarak son vermiş olan Enes’e rahmet diledim Allah’tan. Şimdi de Bahadır’a diliyorum. Hepsi bu. Nihai karar Allah’a ait. Kul O’nun, cennet O’nun, cehennem O’nun ve hüküm O’nun.

Bir yazı daha kaleme alacağım mevcut sorularla alakalı nasipse.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

29 YORUMLAR

  1. Amerikalilar’in double down dedikleri bir kavram var! Tam bir ‘double down’ yapmissiniz. Simdi yazdiklariniza tek tek cevap vereceğim biiznillah.
    1- Bahadir Odabasi ve Enes Kara’nin durumu bir degil, zira Bahadir’in icinde bulunduğu ruhi bunalımın akletme yetisini elinden alıp almadigini bilemiyoruz; inshallah imanla gitmiştir ve Allah cc rahmetiyle muamele eder. Daha önceki vefat ise, olumun kendi uzuculugunun ötesinde tartistigimiz mevzuya bakan yönüyle, kendi our iradesiyle inanmamayı seçmiş ve de intihar etmiş birisiyle alakalı. Islamda murted ile alakali hukumler oyle sizin dediginiz gibi degil, siz de cok iyi biliyorsunuz. Fakat Enes icin murted denir mi o da ayri bir konu, belki hic musluman olmamis, gercek manada hic iman etmemis ki- soylediklerinden oyle anlasiliyor. “Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.” (Nahl, 16/106) Ama gel de simdi “hangisinden bahsediyor biz bilemeyiz” deyip, hokus pokus yapmaniza gerek yok. Allah cc, nerde gadaplandigini, nerde rahmetiyle kullarini kusatacagini bilememis de sen mi biliyorsun? Boyle onemli mevzulari da yuce kitabinda acikca bahsetmeyecek de senin gibilerin yorumuna mi birakacakti! Bu ne kustahlik! “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir).” (Maide, 5/54) “İnandıktan sonra kâfir olan bir toplumu, Allah hiç yola getirir mi? Üstelik onlar o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuşlar ve kendilerine açık belgeler de gelmiştir. Allah zalimler topluluğunu yola getirmez. Onlar var ya, onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Sürekli o lanet içinde kalırlar. Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz. Olup bitenden sonra tövbe edip durumunu düzeltmiş olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.”(Âl-i İmran, 3/86-89)”Allah’a ve Resûlü’ne (mü’minlere) harp açanların, yeryüzünde (yol kesmek suretiyle) fesadcılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvari kesilmesi, yahud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Ahirette ise onlara (başkaca) pek büyük bir azab da vardır…” (Maide, 5/33)
    Peki halife-i rasidin nasil yapmis, nasil anlamis bu murted meselesini:
    Mürtede had uygulanmadan önce, tövbe edip İslâm’a dönmesi telkin edilir. Fakat bunun ne şekilde uygulanacağı hakkında ihtilaf vardır. Alimlerin çoğunluğunun görüşüne göre, üç defa tövbe etmesi istendikten sonra öldürülür.
    Hz. Ömer (r.a), irtidad edenin üç gün hapsedilip tövbe etmeye çağrılması ve bu zaman zarfında yiyecek olarak suçluya ekmek verilmesi gerektiğini bildirmiştir.
    Her ne olursa olsun cezayı vermek devlet idaresinin görevidir. Onlardan başkası bu cezayı veremez. Hz. Ali (r.a), bu müddeti bir ay olarak uygulamıştır. (sorularlarisale.com)

    Evet, bunlar bu dinin gercekleri, hem de inkar edilemeyecek gercekleri. Iman etmemis insanlara bu mevzularla yaklasilmaz elbette. Cunku ancak ahireti, bu dunya hayatini yasadigi gibi en azindan aklen gorebilenler icin bir mana ifade bu kurallar. Muslumanlar, onune gelene ‘kafir’ deyip kafa koparan caniler degildir(onlara ISIS deniyor- bir hadiste cehennem kopekleri deniyor onlar ve onlar gibiler icin). Boyle anlamak isteyenin kendi ahmakligidir. Modern devletlerin kanunlarinda yok mu eger sunu sunu yaparsan cezasi, idam, elektrikli sandalye, kursuna dizme, ya da 3-4 tane muebbet hapis cezasi, zindanlar. Bu tip kurallarin olmasi o devleti hemen canî yapmadigi gibi, bu ayetler uzerinden ne bu dini ne de muslumanlari elestirmek hakperestliktir. Bunlari yokmus gibi gosteremeye calismak da ‘ezikligin’ bir gostergesidir, eger bilgi noksanligindan kaynaklanmiyorsa.
    2-“Cocuk terbiyesi”nin motivasyonunu su ayet olarak goruyorum- benim yorumum:
    “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (Tahrim 6).
    Bu konuda Hocaefendinin enfes makalesi surda, isteyen bir zahmet okusun: https://www.herkul.org/kirik-testi/cocuk-terbiyesinde-denge/
    Sadece kisa bir alinti: “İnsanın, “Keşke, bu mesele İslam’ın vazettiği denge çerçevesinde götürülseydi!..” diyesi geliyor. Ne var ki, çoklarının böyle bir derdi bulunmuyor.. “Acaba bu mevzuda İslam ne diyor?” sorusuna cevap arayan bir avuç insan var ya da yok. Çocuklarımızı yetiştirme mevzuunda irşad ekseni diyebileceğimiz bir çizgimiz mevcut değil. Yeni nesilleri nasıl yetiştirmemiz ve onlara nasıl davranmamız gerektiğini ortaya koyacak çalışmaları hakkıyla yapmamışız. Dolayısıyla, geleceğimiz saydığımız çocuklarımızı sadece geleneğe emanet etmişiz; daha sonra da gelenekteki yanlışlıkları düzeltebilme sevdasıyla yüzümüzü Batı’ya çevirmişiz. Neticede, vatan evladını geçmişten tevarüs ettiğimiz her şeye tavır alırcasına ve özümüze ait bütün değerleri inkar edercesine bir serazadlık ve bir çakırkeyflik duygusuyla başbaşa bırakmışız. Onların laubali ve söz dinlemez hale gelmelerine göz yummuşuz. Şimdi, çocuklar küçükken başka, büyüdükleri zaman daha başka şeyleri dayatıyorlar. Öyle ki, anne-baba belli bir yaştan sonra çocuğunun sigarasına, uyuşturucu kullanmasına, akşamları eve geç gelmesine ve hatta geceleri sokakta geçirmesine dahi karışamıyor; oğluna veya kızına bir cümle söylese on katıyla karşılığını alıyor. Nesillerin gönlünden artık haya sıyrılıp gitmiş gibi.. gelenekle tevarüs ettiğimiz iffet perdesi de bugün paramparça olmuş vaziyette.. ve her yanda yüzsüzlük hâkim…

    Evet, keşke kendi çocuklarını severken dahi hafif bir mahcubiyet duygusuna kapılan ecdadın torunları o mahcubiyeti ve sevgiyi İslam’ın bu konudaki prensipleriyle dengeleselerdi.. dengelese ve daha rahat olma sevdasıyla sonunda yırtıklığa düşmeselerdi.” Simdi ara ara kampa gittiginde, “hocam be sizin gibi dusunmuyorum. ahanda, cocuklari kendi ‘hur’ iradelerine birakmaliyiz, ister ateist, ister deist olsun, ister dinsizle evlensin, ben onlari ‘kurban bayraminda’ ziyaretime bekliyorum” Mutlaka de, n’olur!

    3- “İnsanlar! Allah’ın vâdi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o çok hilekâr şeytan da Allah’ın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın.” (Fatır, 35/5) Bu ayet tum insanlara hitap ettigi gibi sana da bana da hitab ediyor! Aklini basina al! Biz elbette Allah cc’in kimi sahis sahis nereye koyacagini bilemeyiz; ama Allah cc cehennemliklerin ve cennetliklerin de genel olculerini acikca vermis ki, uzerinde deneyip kendine yakisani al diye. Simdi birisi acikca bir elbiseyi alip giymisse, en azindan Allah’a olan saygindan bir sey demessin. “Insallah bunlari inanarak soylememistir, insallah ben yaniliyorumdur, ama kimseyi de Allah’a karsi temize cikaracak degilim, zira Rabbim en dogrusunu bilir” deyip haddini bilirsin. Zira ayetler soyle diyor: Maide suresi
    35-Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda mücahede edin ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.

    36 – Kâfirler, kıyamet günü cezaları olan azaptan kurtulmaları için, dünyada olan her şeyi, bir misli fazlasıyla verseler dahi kendilerinden kabul edilmez. Onlara can yakıcı bir azap vardır. [10,54; 13,18; 39,47; 70,11-14]

    37 – Onlar ateşten çıkmak isterler ama oradan çıkacak değiller. Onlara devamlı bir azap vardır.

    oncesi ve sonrasi ayetlerle bir butunluk icinde okunabilir. Kaynak da ne biliyor musun Herkul.org (http://www.ortakhatim.com/mukabele/MEAL/5.html)

    Ahmet Kurucan! Allah’in cc ayetlerini, Efendimizin sas’in hadislerini eger anlamakta zorlaniyorsan, bak herkese nasip olmayacak bir nimet var elinde. arada gittiginde acikca Hocaefendiye sor! Zira ona bu mevzular defalarca sorulmus, kendisi de defalarca yazmis, konusmus. En azindan nereye bakman gerektigini soyler. Senin gibi bir adamin kimseye sirin gozukme, dini oldugundan baska gostermeye calismana gerek yok! Dini sevdirmek baska, ozunu tahrif etmek baska. Bizden onceki kavimlerin dustugu vartaya dusmeyelim. Sirtinda akrep var diyen de bil ki senin dusmanin degil!

  2. Sayin yazar… neden diyalektik yapiyorsunuz?

    Allah’in (azze ve velle) rahmetini, O’nu (C.C.) inkar eden birine dilemenin, caiz olup olmadigini anlamak, Sokratik akil yurutme yontemine mi kaldi?

    “Ebu Talip de musrikti, Ebu Leheb de…. Eylemdeki bu farkliligin ahirette hicbir karsiligi olmayacak mi? Olmayacagini kim soyluyor?……adaletinden kusku duymadigimiz mutlak adalet sahibi Allah degil mi?” seklinde diyalektik yaptiginizi gormek beni gercekten hayretler icinde birakiyor…derdim eskiden olsa, ama demiyorum artik.

    Oncelikle, hicbir karsiliginin olmayacagini soyleyen yok zaten. Olacagini, bizzat Efendimiz’den (SAV) ogreniyoruz.

    Ebu Talib’in, Efendimiz’i (SAV) koruyup kollamasinin ona bir fayda verip vermedigini, amcasi Hz. Abbas sordugunda, Efendimiz (SAV) soyle buyuruyorlar:

    “Evet, verdi. Ben onu cehennemin derin dalgaları içinde buldum da kendisini sığ bir yere çıkardım.”

    “Umulur ki, kıyamet gününde benim şefaatim ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur. Topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.”

    “Cehennemliklerin azap itibari ile en ehveni Ebû Talib’dir. O dahi iki ayakkabı giyecek, onlardan beyni kaynayacaktır.”

    Sahih-i Muslim’de rivayet edilen bu hadis-i serifler sizin icin yeterli bir referans olmadi mi? Yoksa, hadis-i serifleri basli basina supheli (hasa) kaynaklar olarak mi goruyorsunuz? (Bu zaten sizin hakkinizda ayrica ele alinmasi gereken bir soru)

    Diyalektiginize devamla, “Günümüze gelelim. Batı ülkelerinin bir çoğunda hiçbir dine inanmadığını deklare eden yani literatürdeki ifadesiyle kafir ve müşrik olan nice insanlar Müslüman ülkelerdeki zulümden kaçan Müslümanlara ellerinden gelen yardımı yapmıyorlar mı?” diye soruyorsunuz.

    Aslinda, yukaridaki hadis-i serifler, goren gozler, duyan kulaklar ve anlayan akillar icin bu soruyu ayrica ele almayi gereksiz kiliyor. Yine de, sizin yonteminizle bu sorunuza cevap arayalim.

    Iki insan var goruyorsunuz. Ikisi de sabahlara kadar yalvar yakar secde edip, gozyasi dokup, dualar ediyorlar.

    Derken yaklasiyorsunuz, bir de bakiyorsunuz ki, biri Allah’a yalvariyor, digeri onundeki Buda heykeline, ya da Hz. Isa oldugunu sandigi, carmaga gerilmis figure yapiyor tazarru ve niyazini.

    Uzatmaya gerek var mi? Anlamis olmaniz lazim.

    Bahsettiginiz kisiler yaptiklari iyilikleri, ahirette kurtuluslarina vesile olsun niyetiyle yapmiyorlar. Dunyevi beklentiler ve sebeplerle yapiyorlar. Daha dogrusu, Allah (azze ve celle) onlara yaptiriyor sizin iyilik olarak tanimladiginiz fiilleri. Allah, onlarin elinde yaratiyor rahmetinin tecellilerini. Icraat sahibi O (C.C.).

    O bahsettiginiz, “hicbir dine inanmadigini deklare eden yani literaturdeki ifadesiyle kafir ve musrik olan nice insanlar”, o isleri yaparken, bu dunyadaki faydalarindan baska birseyi umit etmiyorlar. Hal boyleyken, siz (artik neye guveniyorsaniz) bu kisileri, inanmadiklari Allah’in (C.C.) rahmetine layik goruyor, ve cennetinde yer rezervasyonu yapiyorsunuz.

    Diger taraftan, yardim eden gayr-i muslimler arasinda, inandiklari Tanri’nin rizasini kazanmak icin yapanlar da vardir. Ama bu, onlarin cennetle mukafatlandirilacaklarini soyleyebilmeniz icin yeterli bir delil degil. Ebu Talib’in durumu baska bir izaha hacet birakmiyor.

    Sayin yazar…hasil-i kelam… yazinizda cok sey var tutuldugunda elde kalacak…

    Son olarak sunu da sormadan edemeyecegim:

    “Bu sozlerimle imani hafife aldigim anlasilmasin.” dedikten sonra, “Din zaten iman demektir. Yuce yaraticiya iman, peygamberlige iman ve peygamberlere imsan, ahirete iman vs.” cumlesini nasil kurdunuz?

    Cok samimi soruyorum. Egleniyor musunuz bizimle?

    • Yorumunuzda bazı katılmadığım noktalar var. Demişsiniz ki: ‘Bahsettiginiz kisiler yaptiklari iyilikleri, ahirette kurtuluslarina vesile olsun niyetiyle yapmiyorlar. Dunyevi beklentiler ve sebeplerle yapiyorlar.’ Bu biraz niyet okuma ve suizan olmuş bence. Evet, bu insanlar Allah’a inanmadıkları için zaten onların bir iyiliği Allah rızası için yaptığını düşünmemiz saflık olur. Gerçi siz ‘ahirette kurtuluşlarına vesile olsun diye yapmıyorlar’ diyerek sanki bir müslüman iyi amelleri ahiret için yapmalı gibi bir imada bulunmuşsunuz. Benim bildiğim tüm iyi ameller, ihlas ile, yani Allah rızası için yapılmalı. Ahiretteki kurtuluş dahi asıl bir amaç olmamalı. Neyse, bu konuyu geçersek, Batı’daki inanmayanların bir iyilik yapması, ille de dünyevi beklentiden olmayabilir. İyilik yapma isteği ve yardımseverlik Allah’ın insan fıtratına koyduğu bir duygudur. Yani bir insan müşrik olsun, müslüman olsun, fıtrata konan bir duyguyla da iyilik yapabilir. Yani iyilik yapmaktan zevk aldığı için, insanlara faydalı olmaktan zevk aldığı için… Aksi takdirde müslüman olmayan herkesi sadece dünyevi beklentiyle iyilik yapan çıkarcı insanlar olarak görmemiz gerekir. Böyle bir şey de gerçekçi değil. Ha, Allah rızası için yapmadıklarından diğer dünyada bir karşılık alamayabilirler, orası ayrı mesele.

      Yazınızdaki katılmadığım başka bir nokta da inanmayan kimsenin cennete gidemeyeceği imasıdır. ‘Gayrimüslimlerin durumu’ ile alakalı olarak İmam Gazali Hazretleri, kendi zamanının gayrimüslimlerine atıfta bulunarak şöyle bir fikir öne sürmektedir:

      “İnancıma göre, inşâallah Allah Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hristiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm’ın daveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır:

      a. Hazret-i Muhammed’in (sav) ismini hiç duymamış olanlar.

      b. Hz. Peygamber (sav)’in ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu’cizeleri duymuş olanlar. Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir, kâfir ve mülhidlerdir.

      c. Bu iki derece arasında bulunan grupdur. Hz. Peygamber (sav)’in ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hz. Peygamber (sav)’i tâ küçüklüklerinden beri “İsmi Muhammed olan -hâşâ!- yalancının biri peygamberlik iddiasında bulunmuştur.” şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın Adı el-Mukaffa’ olan yalancının biri Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia etmiş ve yalancı olarak peygamberliği ile meydan okumuştur sözünü duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grubda olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber (asv)’in ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez.”[İmam-ı Gazali, İslâm’da Müsamaha (Tercüme: Süleyman Uludağ), s. 60-61.]

      Aynı kitabın 71-73. sayfalarında ise İmam Gazali insanları ahiretteki durumları bağlamında üç kısıma ayırıp özetle şöyle söylüyor:

      Birinci kısım: Peygamberimizin ismini duymamış, kendilerine İslâm tebliğinin ulaşmamış olduğu kimseler. Bunlar ehl-i necat olacaklardır. İkinci kısım: kendilerine İslâmiyet tebliğ edilmiş olanlar. Bunlar İslâm’ı kabul etmezlerse cehennemlik olurlar. Üçüncü kısım: İslâm’ın kendilerine yanlış tanıtıldığı kimselerdir. İmam Gazali “Kanaatime göre bunların durumu birinci gurupta olanların durumu gibidir.” der

      Ebu Talib ilk alıntıdaki bu üç zümreye de girmiyor, ikinci alıntıdaki ikinci grupa giriyor çünkü o Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından bizzat tebliği aldı, O’nu kendi sıfatlarıyla tanıdı, hatta O’nun yüksek sıfatlarını bildi, takdir etti. Ona rağmen ‘atalarımın dininden dönemem’ dedi. İmam Gazali o ikinci alıntıda bu tarz insanların kesin cehennemlik olduğunu söylüyor. Ama günümüzde Batı’daki birçok gayrimüslim İmam Gazali’nin ilk alıntıda bahsettiği üç gruptan birine girebilir. Girmeyebilir de, bunu bilemeyiz, yani her birey bazından bu değişir. O yüzden her bireyin durumu farklıdır ve hesabını Allah’a verecektir. Ama yine de Ebu Talib örneğinden yola çıkarak günümüzdeki gayrimüslimler hakkında ‘cehennemliktir’ tarzı bir yorum yapamayız. İmam Gazali, kendi zamanındakiler için yapmamış örneğin. Hatta tam tersine Allah’ın rahmetini ummuş. Yani necat ehli olup olmama kriteri Peygamberimiz’e (s.a.v) ne kadar yardım ettiği ve iyi davrandığı değil, tebliği düzgün bir şekilde alıp almadığıdır. Ebu Talib tebliği en güzel bir şekilde aldı ama iman etmedi. Batı’daki gayrimüslimlerin ise tebliği alıp almadığı meçhul ve Peygamberimiz’i nasıl tanıdığı ortada. Üstelik İmam Gazali bunları söylerken o zamanki müslümanlık dünyası çok daha ilerideydi günümüze göre. İnsanlar tebliğ aşkıyla doluydu, müslümanlık dünyası şimdiki gibi paramparça değildi. O zamanın gayrimüslimleri için bile İmam Gazali’nin bu yorumu yapılabiliyorsa, müslüman olarak örnek alınacak sadece bir avuç insanın bulunduğu günümüzde, üstelik o kadar kara propoganda varken, bugünün gayrimüslimleri için hayli hayli yapılabilir diye düşünüyorum.

      • Oncelikle, dikkatli bir okuyucu oldugunuz icin Allah’a (azze ve celle) hamd, sizi de tebrik ederim.

        “İyilik yapma isteği ve yardımseverlik Allah’ın insan fıtratına koyduğu bir duygudur. Yani bir insan müşrik olsun, müslüman olsun, fıtrata konan bir duyguyla da iyilik yapabilir. Yani iyilik yapmaktan zevk aldığı için, insanlara faydalı olmaktan zevk aldığı için…”

        Aynen katiliyorum. Bu zevk de, dunyevi bir beklentidir.

        Muslumanlar icin, bu zevk, maksat olmamali. Maksat, Allah’in (azze ve celle) rizasini kazanmak olmali.

        Ve dahi, Allah’in (azze ve celle) rahmetinin tecellilerine mazhargah oldugu icin, o tecellilerde istihdam edildigi icin, Allah’a (azze ve celle) hamd etmeli.

  3. Bu güzel yazı için teşekkür ediyorum. Son dönemlerde ilahiyatçılara karşı bir antipatim gelişmişti. Ama Ahmet Kurucan hoca bunlara dahil değil. Bu gibi konularda kestirip atmaması, eski ezberleri tekrarlamaması, bugünün verilerini esas alarak çözümler geliştirmeye çalışması kendisine bahis konusu meselelerde soruları olan insanlara ulaşma imkanı sunuyor. Aksi halde davransa bu tür insanları ikna edemeyecek, ama köprüleri de atmış olacaktı.
    Bazıları intihar eden bu gençlerimiz hakkında nasıl bu kadar katı davranabilir? Onları Allah´ın rahmetinden uzak görür? Hatta ebedi cehennemlik sayar? İntihar tabii ki çok kötü bir şeydir. Ama kim durup dururken intihar eder? Hangi intihar eden kişi Allah´ın verdiği cana saygı duymadığı için kendine kıymıştır? Mutlaka çok bunalmıştır, başka yol bulamamıştır, çevresi içinde bulunduğu zor durumu anlayamamıştır, yardım elini uzatamamıştır…
    Klasik anlayışa bakılırsa, bu gençlere dünyayı cehennem kılan düzenin sorumluları, bu düzen adına siyasetin köpeği olmayı seçen yargı mensupları cami yapan dinci bir itidarın hizmetinde oldukları için er veya geç cennetlik, bu çocuklar ebedi cehennemlik, öyle mi? Müslüman bir aileye doğduğumuz için bizler kurtulmuşuz, başka dinden ailelere doğanlar ise cehennemlik! Ee, onlar da akıllarıyla İslam´ı bulsalar imiş, öyle diyorlar. Bugünkü Müslüman ahali akıllarıyla neyi buldu ki, başkasından bu kadar rezil bir tablo çizen insanların temsil ettiği bir dinin hakikatini bulmalarını bekliyorsunuz? Adamlar gözlerinin önündeki zulmü görmüyor, belki de görüyor ve meşrulaştırıyor, günlük hayatlarında akıllarından yararlanmıyor, sonra akılları ile bilimde başı çeken dünyaya aklını neden kullanmıyorsun, benim doğrularımı bulmuyorsun diyor.
    Ne kadar saçma!

  4. Bilmiyorlar Allah’im, bilselerdi yapmazlardi..

    Efendimiz aleyhiselam’in muhattaplari, karsisindakinin buyuklugunu kabul ettikleri halde kibir, inat, gurur gibi hasletlerden dolayi dusmanliklarina devam etmisler. O mursid-i ekmel, narin ve kirmayan bir insan olmasina ragmen bazilari menfaatleri geregi, bazilari korku, cehalet nedeni ile karsi durmuslar. Efendimiz aleyhiselam de onlar icin didinip durmus. Boyle kamil bir hatibe, muhattaplari ne kotulukler yapmislar O sav iyiliklerni istemis.
    Gunumuzde prototip hatipler olsa da, insallah mevcudtur, cogunluk Muhammedi ruhdan bihaber..
    Gunumuzun, hadiselerin sinemize pas olarak biraktigi havanin, o Muhammedi ruhu tasiyan gonul erlerinin himmetine muhtaciz. En azindan o gonul eri olmaya talip yigitlere.. gozlerimiz ufukta onlari beklemekte..

    Hatirlayamiyorum iman etmemis yakinlarindan biri galiba vefat edince, men edilinceye kadar onun icin Rabbimden istekte bulunacam diyor.
    Uhud sonrasi disleri kirilmis Efendimizin aleyhiselam..
    Nazil olan ayet ne diyor:

    Onlarin isinden hicbirsey sana ait degil.. Allah dilerse onlari bagislar dilerse zalim olduklari icin azap eder.. (Ali Imran 128)

    Karsinizdan kilic cekmis gayzla bilenenlere karsi Rabbimiz, onarin isinden birseyin bize ait olmadigini soyler..
    Yani Rabbleri benim diyor..

  5. Nihai kararın Allah’a ait olmadığını kim söyledi ki?
    Ödül vereceğim diyen birinin ödülünden vazgeçmesi (haşa) büyüklüğe yakışmaz ama ceza vereceğini söyleyen biri cazadan vazgeçse kim ne diyebilir.
    Mesele Rabbimizin ahirette nasıl muamele edeceğinden değil, kulun burada hangi ölçülere göre düşüneceğinden, inanacağından, O’nun verdiği akıl, kalp, vicdan… göz, burun, dil, kulak… nasıl kullanıldığında çıkıyor.
    Allah, bu konu ilişkili ölçüleri bize bildirdi mi? Bildirdi. Hrıstiyan insan kardeşlerim “İsa Allah’ın oğludur” ya da “O da Allah’tır” derlerse kafir olurlar, öyle mi? “Evet”
    Hadi çıkıp da “kimin kafir olup olmadığına Ahirette Allah karar verir” deyin bakalım.
    Soru burada, insalar arasında, insanların aklına göre soruluyor ve cevabın da Allah’ın verdiği ölçülere uygun olması bekleniyor.
    Allah dilerse her kulu için ona ait bir evren -dünya demiyorum, 50 sene önce 35 milyar, dün 185 milyar ışık yılı çapında denilen kainatı kastediyorum- yaratabilir ki bu O’nun (CC) için hiç de zor değildir.
    Mesele O’nun dediği ölçülerin dışına çıkıp “inanmıyorum” diyen birine “Allah’ım Siz böyle buyurmuştunuz ama lütfen bu işten vazgeçin, bu kulunuzu da Cennetinize kabul buyurun” deme cesaretinizden geçiyor…

    • Sayin Kurucan, szce “intihar eden ateiste rahmet okumak?” sorusunu, “intihar edene rahmet okumak” seklinde sormak durustce bir yaklasim sayilir mi?

  6. Bir önceki yazınıza yorum yapan Ömer Ofluoğlu beyefendinin de hatırlattığı gibi Bediüzaman Hazretleri:
    “Hem İslâmiyet, sair dinlere kıyas edilmez. Bir Müslüman İslâmiyet’ten çıksa ve dinini terketse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez; belki Cenab-ı Hakk’ı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şey’i tanımaz; belki kendinde kemalâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için İslâmiyet nazarında, harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa musalaha etse, dâhilde olsa cizye verse; İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünki vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer” (Mektubat)

    “Çünki mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usûlde “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse, hakk-ı hayatı var” diye usûl-i Şeriatın bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür. Fakat fâsık merdud-üş şehadettir, çünki haindir.” (Lem’alar)
    buyuruyor. Siz bu ölçüleri hatalı mı buluyorsunuz?

    Hocaefendi’nin:
    “… Evet, dünyada bu denli geniş olan Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, ahirette de herkes için çok önemli bir nokta-yı istinattır. Allah’ın (c.c.) orada kimlere rahmet edip merhametiyle kucaklayacağını bilemeyiz. Bunun, sadece iman ve amel eden kullara has olduğunu söyleyip dünyada insanlara karşı bir cehennem zebanisi gibi davranmak doğru değildir. Aksine, onlara karşı cennet hâzinleri gibi yumuşak edalı olup, yarım kelimeyle dahi olsa bir kurtuluş yolunun olabileceğini hatırlatmak gerekir. Unutmayalım ki, bazen mükellefiyetlerin tam-tekmil edası bile, insanın kurtuluşuna yetmeyebilir… Rahmet hepimiz için çok önemli bir kaynaktır. Rahmetten mahrum kalan, her şeyden mahrum kalır. Her insan, rahmeti kendisi açısından yorumlayıp, ona ehil olup olmadığının muhasebesini yapabilir ancak başkaları hakkında bu türlü yorumlara girmesi, kesinlikle doğru değildir.” (Fasıldan Fasıla)
    demesini gösterip, yine:
    “Dinde zorlama yoktur” ayetini izah eder misiniz diye sorulan soruya aynen şöyle dediğiyle ilgili: “Bu kabil dinin caydırıcı bazı hükümleri, hiçbir zaman dinde zorlama değildir ve sayılmamalıdır da. Bu gibi hükümler, serbest iradeleriyle dine girenlere aittir ki, onlar da zaten bu hükümleri kabul etmekle İslâm’a girmişlerdir. Meselâ, bir insan, İslâm dininden irtidat ederse ona mürted denir ve verilen süre içinde tevbe etmezse öldürülür. Bu tamamen daha önce yapılmış bir akde muhâlefetin cezasıdır. Ve tamamen sistemin muhafazasıyla alâkalıdır. Devlet, belli bir sistemle idare edilir. Her ferdin hevesi esas alınacak olursa devlet idaresinden söz etmek mümkün olmaz. O’nun içindir ki bütün Müslümanların hukukunu muhafaza bakımından, İslâm, mürtede hayat hakkı tanımamıştır” ( Asrin Getirdigi Tereddutler-4 s.198) demesini görmezden mi geliyorsunuz?
    Oysa ikisini de söyleyen Hocaefendi.
    Bakın biz Hocaefendinin söylediklerinin birbiriyle çelişmediğini düşünüyor ve biri bu dünyaya ait ölçü, diğeri ötelerde Rabbimizin lütuflarının enginliğiyle ilgili bir beklenti ifadesidir şeklinde anlıyoruz. Oysa sizin söylediğiniz, ateist olduğunu söyleyen bir gencin intiharının arkasından rahmet dilemek Hocaefendinin söylediği bir şey de değildir. Eğer öyleyse kendilerinin de konuyla ilgili izahını bekleriz.

  7. Birileri, Üstadlarından aldıkları derse uygun olarak, kendilerine zulmedenlerle ilgili, gün gelip, doğruyu görüp hakikata dönecekleri hakkında ümidini korur, kendi hakkını helal ederken, birileri çıkıp “ben helal etmiyorum” diyebiliyor ki bu en doğal hakkı.
    Eğer kendileriyle ilgili haklarını helal etmeyenler kalkıp, kendi oğluna ya da kızına “İslami dinini tercih etmezsen, namazını kılmazsan, orucunu tutmazsan sana hakkımı helal etmem, emdiğin sütü haram ederim” demesinin “psikolojik şiddet” olduğunu, bunu İslam dininin kabul etmeyeceğini, bunun ahlaki de, hukuki de olmadığını -hem de yaş, akıl seviyesi, eğitim durumu vs herhangi bir sınırlama getirmeden- savunsalar ne denir? Bence makul ve mantıklı bir ifade değildi. Yorumculardan Saniye habının sorusunu yerinde buluyorum…

  8. Türkiye’de mağdur olmuş ve yurtdışına son birkaç yılda çıkmış, yediği yemeğin Batılıların vergileriyle olmasının acısını hisseden, fıkhi konularda yeterince bilgi sahibi olmayan ve kafası karışmış gençlerden birkısmına anlattıklarınız cazip gelebilir. Eğer bu arkadaşlar, Google’a girip biraz araştırsalar ve İslam alimlerinin kafir olarak ölen birinin ardından (“kimin kafir olduğunu ancak Allah bilir!” deyip magalata yapan çıkmasın) rahmet dilemenin küfür olduğu konusundaki hükümlerin açık olduğunu, ihtilafın “bütün müslümanlara rahmet dilemek” konusunda olup, bu konuyla ilgili Hanefi fukahasının bunun haram olmayacağıyla ilgili açıklamalarını okusalar kafaları iyice karışabilir…
    https://sorularlaislamiyet.com/tum-muminler-ve-kafirler-icin-hayir-duada-bulunmanin-sakincasi-var-midir-gayri-muslimin-arkasindan (Hadi bu bizim değil, kardeşlerimizin diyecekler çıkabilir. İşte aşağıdaki de bizim…)
    http://hikmet.net/sorucevap/soru/gayri-muslime-taziye-yapilir-mi/

  9. Hizmet aleyhinde yazılıp çizilenlerin, daha çok içe yönelik çatışmalar yaşattığı açıktır. Tabii ki o tarlayı da, ayrıkotları yetişsin diye ekip biçenler olacaktır; o başka mesele. Sizin gibi sadece Hizmet camiasına değil, dini konularla ilgilenen herkese yazıp konuşanların, Türkiye’de seçim sathı mailine girildiği şu dönemde, dini hassasiyetleri konusunda hassas olduğunu düşünen AKP seçmeninin, kendi partisinden kopuşlarını değil, tam tersine sahip çıkmalarını kolaylaştıracağını düşünüyorum.
    Sizin gibi içerden birkaç kişi daha çıkıp, “İslam alimleri yanılıyor. Sizin bildikleriniz, size öğretilenler yanlış. Sadece Müsümanlar değil, Hristiyan ya da Yahudiler de, Hinduist, Brahmanist, Şamanist hatta Ateist ve Agnostikler de Cennete gidebilirler. Kimin Cennete gideceğini yalnız Allah bilir” derse, benim teyzemin, dayımın, halamın diyeceği belli: “Eee gızım sizin kim olduğunuz şincik eyice ortaya çıktı gari. Biz demiyomuyduk gızım sizi kandırırlar deyi. Dönün artık gari…”

  10. Yahu arkadaşım buraya yorum yazacaksınız kısa not duseceksiniz. Yazarla etkileşime gireceksiniz. Nedir bu makale yazar gibi, herkes ne çok biliyor. Sayın yazar elinize sağlık. Kimse kolayca boşuna canına kıymaz bir intihar vakıası olduysa ister iman sahibi ister ateist. Herkes korksun Allah hesabı en yakından sormaya başlayabilir. Ben intihar eden birini duyduğumda çok üzülür ve Allahın rahmetini umarım o kişiye kendimde ürperirim. Sorumlu hissederim.

  11. Ahmet Hocam Allah sizden ebeden razı olsun… Sizlerin sayılarınızı arttırsın, zihin açıklığı, güç versin… Cenab-ı Allah, sizlere görülmedik yanlarını keşfettirsin, gelecek nesillerinde önünü açacak nice yazılar yazdırsın, duyulmadık bakış açılarıyla hayatınıza renk ve heyecan katsın ve onun ruhunu, bu zamanın insanlarına duyurmayı nasip eylesin….

    Çevresi yerli/yapancı dinle çokta işi olmayanlarla dolu biriyim ve bu yazılarınızdan feyzler alıp, doğrudan sizin ve diğer abilerin düşsel iz düşümleriyle anladıklarıyla, ön yargılarından öteye geçip onlara dinden bahsedebiliyorum ve bağzılarındaki bu bakış açılarını duyma mutluluğunu gözlerinde, davranışlarında görüyorum. Umarım daha çok insana ulaşırız. Cenab-ı Allah siz gibilerinden ve Büyüğümüzden Rahmetini ve zihin açıklığını, zihin iştahını esirgemesin. Allah top yekün yardımcınız olsun. Maşallah!!!

  12. Önceleri Müslümanların dünyaya verecekleri şeyleri olduğuna, yüce/üstün değerleri olduğuna, insanı-vicdani yönlerinin güçlü olduğuna inanırdım. Şimdi yukarıdaki yorumların çoğunu okuyunca bu noktadaki şüphelerim artıyor.
    Konu şu: Bir genç bunalıma girmiş, kendisini ailesine anlatamamış, okulu çıkmaza girmiş, bir çıkış yolu bulamamış, canına kıymış. Bizler de bu genç için Allah´tan rahmet dilenir mi dilenmez mi diye tartışıyoruz… Allah rahmet etsin demek neden yanlış olsun? Allah ona da rahmet gösterse, cennetine koysa bir şeyimiz mi eksilir? İlla onu cehennemde yaktırmadan rahat edemeyecek miyiz?
    Yukarıdaki yorumlardan Mehmet K., Batı´da Müslümanlara iyilik yapanların bu iyilikleri ahirette kurtuluşa vesile olsun diye yapmadıklarını, dünyevi beklentilerle yaptıklarını söylüyor. Herhalde tek tek kalplerini açtı baktı ki böyle iddialı konuşabiliyor. Sonra da diyor ki, zaten onlara o iyilikleri yaptıran Allah. Yani: Asıl kaynağı bilin, bu iyilikleri bu insanlardan görmeyin demeye getiriyor.
    Eee, bu mantıkla o zaman kötülükleri de Allah yaptırıyor olmalı. O zaman biz niye Erdoğan´a kızıyoruz ki? Neden mala mülke çökenlere, çocukları hapse atanlara, siyasetin köpeği hakim-savcılara kızıyoruz ki? Yaptıran Allah değil mi?
    Bazı yorumcular Said Nursi/Bediüzzaman ve Fethullah Gülen/Hocaefendi´nin konuyla ilgili yaklaşımlarından alıntılar sunmuşlar. Bunlara göre İslam´dan çıkanın hükmü ölümdür. Peki, bu yaklaşımlar hatalı olamaz mı? Eğer bu böyle ise, o zaman daha düne kadar bizim hoşgörü, diyalog, AB değerleri filan dememiz tamamen taktiksel hareketlerdi herhalde. Eğer İslami cemaatler bu anlayış ile toplumda gücü ellerine geçirseler ve kafalarındakini uygulama fırsatı bulsalar varacakları nokta demek ki fikir özgürlüğü ortamı olmayacak, inanç noktasında farklı bir noktaya varan veya inandığını söyleyenlerin kafasını kesmek olacak.
    O zaman çıkın bunu açıkça söyleyin. Neden takiyye yapıyorsunuz? Bunu yapın ki, peşinizdeki insanlar da neye destek verdiklerini bilsinler. Kimin otobüsüne bindiklerinden ve aracın hangi yöne gittiğinden haberleri olsun.
    Bu klasik yaklaşımda ısrar edenlere bir de şunu sormak istiyorum: Madem tek Müslümanlar kurtulacak, öbürleri cehennemlik, hatta ebedi cehennemlik, o zaman neden Batılı ülkelere kaçılıyor ki? Neden özgürlükçü yazarlardan, insan hakları aktivistlerinden medet umuluyor? Mesela Hüseyin Gülerce´ye kızılırken Ahmet Altan´a sempati duyuluyor? Sizin inancınıza göre Hüseyin Gülerce inançlı, er geç yine cennette yerini alacak, yine onunla beraber olacaksınız, Ahmet Altan ise belki ebedi cehennemlik. Üç günlük dünya hayatındaki sıkıntılar inanmayanlara yan yana durmayı veya inançsızların ülkelerine sığınmayı, oralardan medet ummayı haklı çıkarır mı?

    • Altini cizdiginiz icin tesekkur ederim. Aynen oyle:

      “Yukarıdaki yorumlardan Mehmet K., Batı´da Müslümanlara iyilik yapanların bu iyilikleri ahirette kurtuluşa vesile olsun diye yapmadıklarını, dünyevi beklentilerle yaptıklarını söylüyor. Herhalde tek tek kalplerini açtı baktı ki böyle iddialı konuşabiliyor. Sonra da diyor ki, zaten onlara o iyilikleri yaptıran Allah. Yani: Asıl kaynağı bilin, bu iyilikleri bu insanlardan görmeyin demeye getiriyor.”

      Aslinda cok kolay, anlamak.

      yazar, spesifik olarak, “hicbir dine inanmadigini deklare eden yani literaturdeki ifadesiyle kafir ve musrik olan nice insanlar” diyor, Bati’da Muslumanlara iyilik yapanlar konusunu ele alirken.

      Hepsinin kalplerini acip bakmaya gerek var mi, yaptiklarini “ahirette kurtulusa vesile olsun diye yapmadiklarini” anlamak icin.

      “Ahiret”, “kurtulus”… bunlar, ahirete, hesap gunune, Allah’a (azze ve celle) iman eden insanlarin hesaba katacagi kavramlar.

    • Nasil ki, hasta olunca doktora basvurursun kendi kendine “bence doktor soyle yapmasa da boyle yapsa olmaz mi?” diye yapsan, hatta bunu bor de hasta bir yakinin uzerinde denesen ne kadar ahmakca olacagini elbette anlarsin. Oyle de bu dini mevzularda senin benim heva heves ve kit bilgiye dayali yorumlarimiz tehlikeli olacagindan bilenlere danisilir- doktor misali. Bazen 2. bir fikre ihtiyac duyabilirsin, baska baska da sorarsin. Amma velakin, dinin sahibi Allah cc bir konuda hukum vâz ettikten sonra, ‘soyle yapsa ne sakincasi var’ demek, hasa, Allah cc’i uzak bir akrabin oglu saniyorsun gibi anlasiliyor. Yukarda Recep Ayhan bir link paylasmis. Cogu bakmamistir, cunku cogunun derdi gercegi ogrenmek degil; kendi fikrine destek verecek bir otorite bulup ona sarilmak- isine o geliyor cunku. O linkten aktariyorum- icinde ayet, hadis ve din alimlerinin yorumu var. isteyen daha uzunca ordan okuyabilir:
      Rasulüllah Efendimiz (asm) küfür üzere ölen bir yakını için

      “Eğer Allah yasaklamazsa ona mağfiret dileyeceğim.”(bk. Kurtubî, Tevbe, 113. ayetin tefsiri)
      deyince şu âyet-i kerime nazil oldu:

      “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba dahi olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve mü’minlere yaraşmaz.” (Tevbe, 9/113)
      Münafıklardan Abdullah b. Ubey b. Selül’ün cenaze namazını Rasulüllah Efendimiz (asm) kıldırmıştı.(Kurtubî, VNI/218) (O münafıkları tanıdığı halde, siyaseten davranışta onları mü’minlerden ayırmıyordu). Bu konuda da şu âyeti kerime geldi:

      “Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Rasulünü inkâr ettiler….” (Tevbe, 9/84)
      Şu âyetin de aynı konu ile alâkalı olarak geldiği söylenir:

      “Onlara ister bağışlanma dile, ister dileme, farketmez. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Rasulünü inkâr etmesinden ötürüdür. Allah fasıklar güruhuna hidayet vermez.” (Tevbe, 9/80)
      Bu naslar karşısında, özellikle Malikî Imam Karafi meseleyi bütün detayı ile ele almış ve özet olarak:

      “Kafirin bağışlanması için dua etmek küfürdür (dua eden kâfir olur). Çünkü, Kur’ân-ı Kerim birçok âyetle müşrikleri Allah’ın bağışlamayacağını, kâfirlerin cehennemde ebedî kalacağını kesinkes haber verdikten sonra böyle bir şey istemek, Allah’ı yalanlamak ve sanki, ‘Ya Rab! Sen öyle diyorsun ama bağışlaşan daha iyi edersin.’ demek olur. Bu da küfürdür. Tüm mü’minlerin bağışlanmasını istemek de haramdır. Çünkü günahkâr mü’minlerin cehennemde, bir süre için de olsa, kalacakları sahih hadislerle bildirilmektedir.” (Bu konuda geniş bilgi için bk. Karafi, el-Furük, IV/259 vd.)
      Bu görüş Hanefilerce biraz ağır bulunur ve “kâfirin bağışlanması için dua etmek küfürdür, tüm mü’minlerin bütün günahlarının bağışlanması için dua etmek caizdir.

      Birisi yukarida ‘fetret devri’ insanlarinin durumundan bahsetmis. Yani, kendisine, kendi anlayacagi dilde ve tonda hakikat anlatilmamissa bu insanlar icin ‘ehli fetret’ denmis ve yanilmiyorsam sadece Imam Eşari bu insanlar icin ‘Allah’in rahmetinden cok umitli konusmus’. Ustad hazretleri de buna dayanarak risalelerde bununla akali bu gorusu desteklemis. Amenna, bizim derdimiz insanlari cehenneme sokmak olmadigi gibi, hasa, sanki Allah cc cennetin anahtarlirini bize vermis gibi, Kur’an’da acik ayetleri hice sayarak, kustahlik ederek zorla insanlari cennete sokmaya calismak da degil. Ortada buyuk bir hata var ve onu tartisiyoruz.

      Ayrica, batida yasayan bir insan olarak, bize dusen; surekli Allah cc’dan bu insanlardan hidayet murad ettiklerine hidayet nasip etmesi ve bu iste bizleri vesile kilmasi. Bu vesilelik icin fiili, kavli talepte bulunmak. Ama hidayet sadece Allah’in elindedir. O, kulun kendi cuz-i iradesiyle bi yonde bir talebi varsa, insallah kalbinde iman nurunu yakar. Insanlarla, iyi gecinmek, onlara guzel temsilde bulunmak birer duadir be bizim vazifemiz bu. Ama “ya adamlara birsey anlatmayalim, nasil olsa fetret ehliler. Simdi anlatip da bosu bosuna baslarini bir suru zorluga sokmayalim” mi diyecegiz? Peki o zaman, Allah cc bize hesap sormayacak mi, “ bu kullarim benim varligindan, isim, sifat ve fiiliyatimdan habersiz yasayip, bana ait isleri, doktora, ilaca, patrona, inege, havaya, suya verip surekli şirk islediler. Hakaret ustune hakaret ettiler azametime, izzetime. Siz de guya beni seven kullarimdiniz. Ne bir hareket, bir dua, hatta ne de bir uzuntu, itiraz! Haydin buyrun cehenneme” dese ne diyecegiz. Mesele uzun ama arif olana cok laf abes.

      Bir baska mevzu da iyilik ve kotulugu kimin yaptigi. Yaratma noktasinda hayir da şer de Allah cc in yaratmasiyladir. Allah yaratmazsa kul istese de şerri yaratamaz, çünku kudreti yok. Zaten ceza, yaratmadan dolayi degil, o kotulugu talep etme noktasindan kazanilir. Imanin sartlarindan biridir zaten (hani amentu billahi….diye okuruz ya ezberden). Şerrin yaratilmasi şer değil belki kesb edilmesi şerdir diye anlatmis Ustad hazretleri uzun uzun risalede. Cunku Allah’in cc yarattigi hersey ya kendisi itibariyle ya da sonucu itibariyle guzeldir- buna seytanin yaratilmasi dahil. Acin risalede var- internetten de bulabilirsiniz.

      Asil sorun bizlerin herseyi bu dunya hayati ve su anda bizi kusatan guya akilcilik akimi. Ahireti hesaba katinca akilcilik gibi gozuken hersey tam bir aptallik ama onu gormek de nasip meselesi! Vesselam.

      • Abdullah bey,
        kısaca işi uzmanına soralım diyorsunuz. Kolumuz kırılırsa doktora gittiğimiz gibi dini konuları da ilahiyatçılara sormayı öneriyorsunuz.
        Dediğiniz ilk bakışta akla yatkın duruyor. Ama biraz düşününce meselenin o kadar basit olmadığını görüyoruz. Neden?
        1. Kolumuz kırılınca doktora gideriz. Doktorun ne yaptığını bilir, sonucu bizzat yaşayarak görürüz. Peki ama dini konularda güvenilir ilahiyatçıyı nasıl bulacaksınız? Bunun öyle basit bir kriteri yok ki.
        2. Doktor sadece kolumuzla ilgilenir, ne düşündüğümüzmle, kimlerle arkadaş olduğumuzla vs. ilgilenmez. Ama dini konular bizim hayatımızın tamamını, neleri sevdiğimizi, neleri yediğimizi, hangi ümitleri beslediğimizi, kimlere güvendiğimizi, kimlerle arkadaş olduğumuzu, kiminle evlendiğimizi, kısaca her şeyimizi ilgilendiriyor. Dolayısı ile, dini konularda kendi aklını kullanma, ilahiyatçılara güven sözü biraz havada kalıyor.
        3. Dini konularda bizim kıt bilgimizle yapacağımızı yorumlarımız tehlikeli olabilir diyorsunuz. Neden? Ben samimi bir şekilde anlamaya çalışırken yanılırsam kendimi tehlikeye atmış olacağım, üç kuruş menfaati için dinini satan hacı-hoca-ilahiyatçı takımı, zulme ses çıkarmayan uzun sakallılar vs. kurtulmuş olacak, öyle mi? Bunu kabul etmek zor.
        Ayrıca birçok ilahiyatçının İslam´ı ne kadar anladığı da şüphe götürür. Çoğu ezberci, aklını kullanmaktan aciz. Eğer onlar İslam´ı anlasaydı, İslam dünyası bu vaziyette olur muydüu? Eğer İslam hakikat ise, İslam dünyası bu halde olmamalı, eğer İslam hakikat ve İslam dünyası bu halde ise, o zaman demek ki bu din anlaşılamadı. Öyle değil mi?
        4. Bana göre hayatın her alanını ilgilendiren dini konularda aklını kullanmamak asıl tehlikeli olan. Neden? Sizi manipüle ediyorlar, suistimal ediyorlar çünkü. Geçen Youtube´da Menzil tarikatı ile ilgili bir videoda müritlerin nasıl kendini köpek davranışına benzettiğini görmüştüm. İşte, eğer dini konularda aklımızı kullanmayalım, kendimizi dini bir lidere körü körüne teslim edelim derseniz, kendinizi bir şeyhin ardından emekleyerek köpek gibi havlar vaziyette bulmanız da mümkün. Bu tehlikenin önüne nasıl geçileceğine dair bir fikriniz var mı?
        5. Bütün bu tartışmalar intihar eden iki gencimiz üzerine başladı. Biz istesek de istemesek de insanlar düşünüyor, bazı şeyleri çözmeye çalışıyor. Eğer bu insanlara şefkatli davranılırsa hem daha yaşanılır bir toplum olacak, hem de bu insanlarla iletişim kanalları işler vaziyette kalacaktır. Yok, kestirip atalım derseniz yarın daha büyük patlamalar olacak gibi geliyor bana.

        • Dini konularda bir ‘din adami’nin sozune guvenilip guvenilmeyecegi ‘kitap ve sunnete uygun’ gorusleriyle olur. Bu dinin temel esasidir. Herkes bu iki temel kaynaga bakip fikir yurutecek, yeni kurallar koyacak seviyede butuncul bir ilme sahip olamaz. O yuzden Allah cc secme kullarini, yani gercek alimlerini, Allah Rasulu (sas)’in gercek vârislerini, farkli zamanlarda gonderir ki, insanlara rehber olsun. Yarim doktor ve yarim imamin nelere sebep oldugu Turkcemizde atasozudur. Tabii, yarim doktorun, yarim oldugunu anlamak icin az cok anatomiden anlamak gerektigi ya da verdigi tavsiyenin kotu sonuclara sebep oldugunu gorunce ondan hemen vazgecildigi gibi, yarim hocanin da tavsiyelerinin yanlis oldugunu anlayacak kadar dinin temel dusturlarina vâkif olmak gerekir. Bizim cemaatimiz icinde bulunan insanlarin bu cag icin rehber edindigi, kendilerine Allah cc’in lutfu olarak bir ilim ve istikamet verildigini dusundugu iki isim var, Hocaefendi ve Bediuzzaman. Bu iksinin eserlerinde herhangi bir hukumlerinde kitap, sunnetle celisen bir hukumleri var mi? Hem Ustad’a hem de Hocaefendiye bazi hukumlerinden dolayi bazi itirazlar olmus, her ikisi de nokta-i nazarlarini, hangi ayet ve hadise nasil dayandiklarini aciklamis ve ilmen karsisindakileri susturmuslar. Kendi kit bilgi ve anlayisiyla yol bulacagini sanan, Hz. Nuh (as) oglu gibi “ Ben yuzme biliyorum, su karsi tepelere yuzer kurtulurum” diyen, kendine cok guvenen oglunun durumuna duser, hafizanallah. Halbuki bizler, aciz, fakir, noksan ve kusurlu varliklariz. Surekli O’nun cc bizleri istikamete ulastirmasini ve orda sabit kilmasini dilemek durumundayiz.

          Surekli bir ‘Islam aleminin durumuna bakip, bu din dogruysa boyle olmamaliydi, demek ki yanlis’ genel lakirdisi nerdeyse yuzyuldir devam ediyor. Demek ki, bizler tam musluman degiliz. Allah cc’ şirk kosmadan duramayan, dini diyaneti bilmeyen, bilenlerin cogunun da isine geleni soyledigi, yasadigi veya yasamadigi topluluklariz genel itibariyle. Bizim bu halimiz, dinin ûlviyetine zarar vermez. Sadece eline elmas mucevher gecmis bir aptalin onu cam kesmek icin kullanmasina benzer durumumuz. Bir de baskalarini tiksindirdigi icin onlarin da vebalini alir. Belki diger insanlar kendilerine hakiki bir mesaj ulasmadigi icin ‘ehli fetret’ten yirtar, Allahu âlem, ama biz o aptalligimizla ebedi cukuru boylayabiliriz.

          Ben ‘guya akilcilik’ demistim, yoksa Kur’an’da surekli ‘akletmez misiniz?’ diye uyarilan insanlariz. Bu akletme isini sadece ‘dunya hayati’ icin degil asil yurdu olan ‘ahiret hayati’ninda isin icine katarak akletme fiiliyatini biiznillah yaparsa o zaman akilcilik gibi gozuken, pesinden kostugu cogu akimin, fikir trendlerinin, ne kadar bos oldugunu gorur.
          Insan bir cam parcasi hukmundeki, kiyas-i ilahi olarak verilmis nefsini yere calip kirmadan, gercegi biraz zor gorur. Ustad(Hocaefendinin tabiriyle ‘asrin beyin yapicisi’) bunu dort kelimede toplamis ‘acz, fakr, noksan, kusur’. Hocaefendinin de vaaz ve eserlerinde bunlar şerh edilmis. Baska cemaatlerin, tarikatlerin yanlislari, anlayislari beni baglamaz. Baskalarinin hatalarini kendine ozur olarak kabul etmek, bastan yenilgiyi kabullenmis, nefsini temize cikarmak isteyen suclu psikolojisinden baskasi degil. ‘Hirsizlik yapma! Ama bak o da yapiyor’ Iyi o zaman! Cehennemin kapasitesinin sinirli oldugunu, bizleri icine almayacaginin garantisini kim soyledi? ‘Hepimizi de iceri atamaz ya!’ diye mi dusunuyoruz aceba.

    • 👍👍👍🙏
      Her ne hikmetse bi şekilde taassup genlerimize işlemiş,
      Yukardaki yorumları okuyunca bilhassa Ahmet Kurucan hocaya yapılan (sanki şer-i hükümleri ve nas’ları eğip büküyormuş gibi) eleştiriler bana vakti zamanında kaplancıların her önüne geleni “Allahın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin taa kendileridir” gibi ayetlerle dövmeye kalkışmalarını hatırlattı

  13. Enes Kara Allaha inanmıyorum demiyor. Tavrıyla adeta sizin inandığınız müslümanlığı reddediyorum diyor.Bazı yorumcuların ayetlerden alıntıladığı kafirler için azap sözleri Allaha, be resulullaha açıkça düşmanlık edenler için.Bence bahadır bu kapsama girmez.Ailesinin be kaldığı yurdun dine dayandırarak uyguladıkları baskıya başkaldırmış.Muhtemelen ruhi bir bunalımla yaptı. Allah aşkına çocuğun yüzünden akan masumiyete ve hüzne odaklanın, sadece merhamet edesiniz gelir. O kadar edepli ve seviyeli konuşmuşki kimseye kötü bir kelime kullanmadan bağırıp çağırmadan konuşmasını noktalıyor. Daha yakıcı olanı ise, harçlığından biriktirdiği üç kuruşla annesine fırın alınmasını vasiyet ediyor.
    Sayın yorumcular, bu videoyu bırakanlar sizin oğlunuz, bananız yada kardeşiniz olsaydı bu kadar sert yorum yapabilirmiydiniz. Eminim em azından Rabbim onu merhametiyle kucaklasın derdiniz.
    Herkese saygılar sevgiler

    • “Basiniz sagolsun. Allah cc sizlere sabir versin derdim.” Bir arkadisimizi, bir yakinimizi teselli ederken, illâ Allah cc’a karsi su-i edepte bulunmaya gerek yok.

      Simdi bu ‘sevgi pitircigi’ arkadaslara sunu soracagim. Sizlere, bizlere bu kadar eziyet ettigini dusundugunuz tum bu ‘reyizciler’i zirvesinden zirvasina hepsini affedeceksiniz, merhamet edeceksiniz dense yuzde kaciniz buna razi gelirsiniz, samimi olarak cevap verin! Allah cc’in izzet ve azametine hakaret, tum yarattiklarinin sehadetini yalanlama anlamina gelen ‘kufur’ uzere öldüğü konusunda ‘suphe’ bile olsa bir insan icin, Allah’a karsi haddimizi bilmeliyiz diyoruz. Cennet bize iyilik yapanlarin, cehennem de bize kotuluk yapanlarin gidecegi yer degil! Kimin nereye gidecegine Allah cc karar verir, bizler haddimizi asmayalim. Allah cc da her iki yerin de mensuplarinin genel karakter cercevesini cizmis. Yorum yaparken ‘ayy bu bence daha guzel, daha humanist gozukuyor” tarzi yaklasimlar sadece bizim ‘nefsimizi’ herseyin ustunde tuttugumuzu gosterir. Zaten bu dereceye gelmisse, dogru soz incitir!

  14. Ahmet Hocam,
    Allah sizden ebediyyen razı olsun.
    Sizin gibi mert oğlu mertlerin sayısını arttırsın. Rabbim Enes yavrumuza da Bahadır yavrumuza da Rahmetiyle muamele buyursun. Onlar bizleri de affetsinler. Sahip çıkmadık.

  15. Son iki yaziya yorum yapan temelde iki okuyucu tipi var:
    1) ilahiyatcilara gicik oldugunu ama Ahmet beyin yerinin ayri oldugunu ifade eden, Muslumanlarin insanlari temelde Musluman ve kafir diye inanmasini aklima sigistiramiyorum diyen, bize zulmeden Musluman Cennetemi gidecek, bize kucak acan kafir Cehennememi diyenler, yazilanlari kendi aklina, kendi kalbine, kendi vicdanina uygun gorenler,
    2) yazilanlarin yazarin yorumu oldugunu, Islam tarihinden tanidigimiz alimlerin cogunun, Bediuzzamanin ve Hocaefendinin yorumunun farkli oldugunu soyleyen yorumcular.
    Ben yazarin ve birinci kategorideki yorumcularin konuyu saptirdigini dusunuyorum.
    Ateist oldugunu soyleyen bir gencin intihar etsin etmesin olumunun ardindan rahmet dilemek mumkun mudur? Konuyla ilgili Ahmet Kurucan’dan baska hangi alim boyle yapmistir bilmek hakkimiz degil mi?
    Sadece Ahmet Abi yazdi diye “amenna ve saddakna” mi diyecegiz?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin