YORUM | MEHMET DOĞAN
Modern bilimin insandan uzaklaştığı yönünde serzenişler duyarız çoğu zaman. Kâinata yönelip onu anlamak için sarf ettiği maddi manevi çabayı insanı anlamak için sarf etmedi diye şikâyet dolu kitaplar okuduk. Modern dünyanın bunalımı insanın eşyaya tercih edilişinden hatta insanın basit bir eşya gibi görülüşünden kaynaklanmaktadır denilir. Bilim tapınağında insan, eşyaya kurban edildi diyenler çoğunluktadır.
İnsanın dışına verilen önem kadar içine verilmedi. İç dünyasıyla insan değer ifade etmedi, etmiyor. Günlük dilde insan için kullanılan, insanın tanımı yerine geçen kelimelere derinlemesine değil, şöyle bir bakıldığında neler neler görürüz.
“İnsanın iç dünyası bir orman gibidir, orada her türden nebatat ve hayvanata rastlanır” der Hz. Mevlâna. Bu yüzden değil midir kimilerine aslanım, kimilerine küheylanım, kimilerine şahinim, kimilerine akbaba; bazılarına yılan, bazılarına ceylan, bazılarına eşek, bazılarına köpek; bazı insanlara çamur, bazılarına altın; sevimlilere elmas, inci, sevimsizlere de çirkef denir. Ya çınar gibi çam yarması gibi veya çiçek gibi çitlembik gibi ot gibi olanlar. Ayı ve öküz gibiler, deli tay ve katır gibiler hiç de az değil. Bülbül gibi şakıyıp bir gül gibi kokanlar da var.
Bu benzetmeler, insana ait birer özellik göstergeleridir. Yoksa o insanlar gerçekten o adları taşıyan varlıklardır denemez. Irklar ve kavimler hatta tek başlarına bireyler de hepsi birer insandır. Nasıl gül gibi bülbül gibi adam varsa, zenci gibi kızılderili gibi adam da var. Sarı, beyaz, kızıl, siyah ırklar da var. Oysa yeryüzünde yurt tutan insanlık aslında ruhtan ibarettir. İnsanlığın her ferdi aynı ruhu taşır. Biz onları zenci gibi, aborjin gibi, beyaz derili, kızıl derili gibi sıfatlarıyla tanımlıyor hatta bazılarını insan bile saymıyoruz. Bu huyumuzu hiç beğenmeyen biri bakın ne diyor:
Beri gel, daha beri, daha beri. / Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? / Bu hır gür, bu savaş nereye dek? / Sen bensin işte, ben senim işte. / Ne diye bu direnme böyle, ne diye? / Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? / Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, / ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Bu ses tanıdık gelmiştir size, hani şu, “Gönlü saf sûfiyim ben / benim tekkem âlem / medresem Dünya benim”, diyen Mevlâna var ya, işte o. Bir de, bir şiirinde “Biz talib-i ilmiz aşk kitabın okuruz / Çalab müderris bize aşk hod medresedir” derken bir başka şirinde de “Aşk imamdır bize, gönül cemaat, / Kıblemiz dost yüzü, daimdir salat”. Diyen Yunus aynı hakikati söylemiyorlar mı?
İnsanlık ruhunun ortak damak tadı ‘Aşk’ değil midir? Aşkı duymayan, âşık olmayan insan olur mu? Var mı öyle insan? Aşk ummanında kulaç atan ve aşkın göklerinde kanat çırpan ruhlar için ayrılık gayrılık yoktur. “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.” Diyen Yunus yalnız değildir. “Zengin yoksulu hor görür, ne diye? / Sağ soluna yan bakar, ne diye? / İkisi de senin elin, ikisi de, / peki, kutlu ne, kutsuz ne? / Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. / başımız da tek, aklımız da tek. / Ne diye iki görür olup kalmışız / iki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?” diyerek serzenişte bulunur Mevlâna.
Hz. Mevlâna samimiyetsiz insanlık havarilerinden şikayetçidir. Onlara “Sen habire gevele dur bakalım, / habire ‘usul boylu birlik çam ağacı’ de, / sonu nereye varır bunun, nereye?” diye sorar ve tavsiyelerde bulunur onlara, beş duyunun altı yönün yani dış görünüşün ırkın, rengin tuzağından kurtul der. “Şu beş duyudan, altı yönden / varını yoğunu birliğe çek, birliğe. / Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, / insanlara karıl, insanlara, / insanlarla bir ol. / İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. / Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane. / Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini. / Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. / Tertemiz can canlığını işler, canlığını. / Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini. / Ama sen canı da bir bil, bedeni de, / yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, / hani bademler gibi, bademler gibi. / Ama hepsindeki yağ bir. / Dünyada nice diller var, nice diller, / ama hepsinde anlam bir. / Sen kapları, testileri hele bir kır, / sular nasıl bir yol tutar, gider. / Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, / can nasıl koşar, bunu canlara iletir.”
Bu Mevlâna ve Yunus çağrıları yapılırken Selçuklu yıkılmış, Moğol kasırgası ülkeleri yakıp yıkıyor, toplulukları kırıp geçiriyor, etrafa ölüm saçıyordu. Bu tarihi şok, insanları parça parça etmiş dört bir yana savurmuştu. Kaçışlar, göçler yolları tutmuş, insanlar umutlarını inançlarını yitirmişti. Büyük ruhların cazibesi, savrulan bu yığınlara sığınak oldu, barınak oldu, insan kendini yeniden buldu. Arkasından tekrar büyük insan birlikleri ve devletleri kuruldu. “Suçsuz yere bir insanın öldürülmesi, bütün insanlığın öldürülmesi gibidir” hakikati anlaşılır gibi oldu.
Âlem tekkesinde, Aşk medresesinde insanlık eğitimleri ve dersleri alındı. İnsanlık, geldiği kaynağı buldu. Dört kitabın manası, tahrif edilmiş nice kitapların ruhu medeniyetlere kaynak oldu. Bugün insanlık o kaynağa ve kaynaşmaya her zamandan daha muhtaç halde. Kutsal kitapların ruhunu soluyan kalblere, kafalara, yüzlere ve sözlere ihtiyaç var. Ferd ve topluluk enaniyetinden, benliğinden çıkıp kalbin ve ruhun katına, insanlık katına yükselmeye… Sonsuzluk Kandili ve O’nun kutlu ışık halesi kimseyi ötelemedi, olduğun yerde kal bize katılma demedi, boykot edildi ama kimseyi boykot etmedi. O, hep çağırdı, ulaştığı her insanı çağırdı. Nasipliler uydu o kutlu çağrıya, nasipsizler dağıldı.
“Miskinlikte buldular / Kimde erlik var ise / Merdivenden iterler / Yüksekten bakar ise / Gönül yüksekte gezer / Dembedem yoldan azar / Dış yüzüne o sızar / İçinde ne var ise / Aksakallı pir hoca / Bilmez ki hâli nice / Emek yemesin hacca / Bir gönül yıkar ise / Gönül Çalab’ın tahtı / Çalap gönüle bahtı / İki cihan bedbahtı / Kim gönül yıkar ise / Az söz erin yüküdür / Çok söz hayvan yüküdür / Biline bu söz yeter / Sende gevher var ise / Sen seni ne sanırsan / Ayruğa da onu san / Dört kitabın mânâsı / Budur eğer var ise” diyor Yunus.
“Biz gittik, kalanlar sağ olsun; / Doğan, eninde sonunda ölür. / Hırsı bırak, kendini boş yere harcama. / Şu toprak altında çırak da bir, usta da. / Hiç naz etme, a güzel, / Bu mezarda ne Şirin’ler var ne Şirin’ler, / Ferhat gibi yok olup gittiler. / Direği yelden yapı, a güzel, / Dayansa dayansa, ne kadar dayanır. / Kötü idiysek, geçtik gittik kötülüğümüzle, / İyi idiysek, hayırla anın bizi. / Zamanının tek eri olsan bile, / Bir gün gidersin sen de tek tek gidenler gibi. / Yok olmayı istemiyor musun, / İyi şeylerden evladın olsun. / İyiliklerin bükülmüş ipliğidir kalan, / Odur dünyaya direk olanların canı. / Şu akıp giden kum seline bak, / Ne durması var ne dinlenmesi, / Bak birdenbire bir dünya nasıl bozulur, / Nasıl atar bir başka dünyanın temelini. / Bu kupkuru yerde ben Nuh’un gemisi, / Ömrümün sona ermesi de tufan. / Girdik susanlar arasına, yattık uyuduk. / Çığlığımız sınırları aştıydı nasıl olsa”. Der Mevlâna da.
Yüzeysellikten, sığlıktan, şekilcilikten kurtulup kaybettiğimiz veya içimizde unuttuğumuz ruhumuzu bulduğumuz zaman insan olduğumuzu ve ruhumuzda ney sedası gibi Hz. Davut avazı gibi yankılanan sonsuzluk ahdimizi yakaladığımızda aynı emaneti yüklenen insan olduğumuzu, bütün insanlarla kardeş olduğumuzu anlayacağız ve herkese gel diyeceğiz. Kimseyi dışlamayacağız. O zaman O Kutsal Kandil’in ışıklarından bir ışık olan Mevlâna, Yunus gibi ruhların göç merasimine her ırktan, her inançtan insan katılacak ve cenazelerini paylaşamayacaklar. Cenazeye sahip çıkanlar can evine de sahip çıkar.
İnsan sığ değil sonsuz bir varlık; ondaki sır, ruhunda yansır. Onu yaratan öyle demedi mi? “İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım.” İnsanlar aynı Rahimden doğdular. İnsanlık Allah’ın ailesidir. Aileye saygı, sıla-i rahim bu yüzden büyük bir görev olsa gerek.
“İnsanlık Allah’ın ailesidir.“ Hayirdir yeni bir din filan mi kuruyoruz?
Çok önemli ifadeler bunlar. Ama bu yazılar insanı değiştirmeye yönlendirmiyor. Sadece insanlar kendilerini Mevladan yana görüyor. Batılıların keşfettiği ve muhtemelen peşini bırakmayacakları, ondan bir damar buldukları ve bu damarı bırakmayacakları kesin. Biz ise Mevlana bizim topraklardan çıktığı için sadece hava atıyoruz. İçeriği kimseyi ilgilendirmiyor. Kimse okumuyor yada çok az kişi okuyor ama üstünde çok düşünmüyor. Zaten Mevlananın mesajlarına açık olmak için önce günümüzün eserlerini okumalıyız. Günümdeki sorunlar çok farklı, Mevlana döneminde çok farklı bir dünya vardı.
O yüzden bu yazılar bence çok doğru olsada kimsenin dikkatini çekip düşünmeye sevk etmiyor.
Mesela insan zamları, ev kirası paraları ödemeyi düşünüyor. Nefis o zaman ki gibi haddini aşmamış ve kendini daha doğru bir insana yakışır yerde tutuyordu.
Ama şimdi insanlar yani insanlık yok olmuş, baş köşeye nefsi oturtmuşlar.
Bazen insan karıştıyor o yüzden ve nefsini bazen sanki Tanrıymış gibi görüyor. Nefsinin ona fısıldadığı şeyleri, nefsi naz makamında bırakan insanlar için (çalıyor ama yapıyor şımarıklığı) bir emir gibi, bir hakkın seslenişi gibi görüyorlar.
Kafalar çok karışık olduğundan insanlar nefis ile Tanrıyı ayırt edemiyorlar. Bunun sonucunda Dini değerlere, insanlığa, ahlaka kulak asmıyor. O kişi ‘Tanrısının’ emirlerine uymasını ahlaki, dini bir vecibe sanıyor. Nefis herşeyin üzerini örttüğü için (ki bunlar o yüzden hep dış düşman, hain arıyorlar) kendilerini sözde vatansever, ahlak, Türkçü, islamcı, cihatçı olarak görüyorlar.
O yüzden Mevlanayı anlamaları imkansız. Eğer nefisten bir an kurtulup sese kulak verse belki bir şeyler düşünecek. Ama nefsin hakim olduğu, Mevlanaya kulaklar tıkandığı için nefisten bir an kopması mümkün değildir. Çünkü nefsini terk ederse, savunma pozisyonlarını da terk etmek zorunda kalacak. Ve savunmasız kalacak. Ama Mevlana kendini nefisperest insan gibi güvensiz kaldığını düşünmüyorum.
Yani insanın tek yapması gereken şey Tanrısından ve Tanrının onu koruduğu düşüncesinden kopmaktır. Ve hemen Mevlananın kucağına kendini atmaktır.
O yüzden sizin yazınızın nefisperestler için hadi kendimi de ekleyeyim bir değeri olmuyor. Bunlar insanlar çok adi savunma mekanizmaları geliştirmeden, daha çocukken anlatmaktır.
Tayyip mesela öleceğini bilse bu yoldan yani hazine yolundan vazgeçmez.
Yani insanlar kendilerini geliştirmek istemiyorsa, olduğu yerde bir ömür çakılıp kalsa siz bu adama asla yardım edemezsiniz.
İnsan önce istemeli. Yani bir arayışı olmalı. Bu görünürde insanı rahatsız eder çünkü bu süreçte kendisi ile de yüzleşme var.
İnsanar kendileri ile yüzleşmekten korktuğu için çünkü yüzleştiklerinde karşılarına soykırıma örtülü yada açık destek verdiklerini ve tayyipin arkasına yalandan hak veriyormuş gibi sıralanmaları ve pislik, aşağılık durumu, vatansever ile açıklamaları ortaya çıkacaktır. Bu rezillikleri, fuhuşu, ahlaksızlığı, hırsızlığı, haramı sulandırma girişimlerin dayanılmaz iğrençliği ile yüzleşmek istemeyecektir.
Bu nedenle bu süreçte din kenara atılmıştır. Dini ritüeller dışında bozuk ermeni, faşist yunan gibi davrandıklarını gizlemek adına, ret etmek adına Dini, Mevlanayı görmezden gelirler. Yani dıştan hayranlık duyduklarını söylerler yalandan ama aslında Dinden, Mevlanadan nefret etmektedirler. Çünkü Mevlana, Din insanların çıkarları işe örtüşmüyordur.
Yani birileri Mevlanaya kulağını tıkarken, Batı kendi dinlerinden olmadığı halde Mevlanayı bulmuştur. Demek Mevlananın nasibi Batıdaymış. Türkler çok müslüman olduklarına inanıyorlar ki Mevlanayı okumayı bile tenezzül etmiyor. Diyordur ki Batılılar okusun. Çünkü onların ihtiyacı var çünkü onlar kafirler diyorlardır.
Eğer Mevlana günümüzde gelseydi, Mevlanadan rahatsız olan müslümanlar Mevlanaya düşman olacaktı. Bu düşmanlığı hain, terörist olarak göstereceklerdi. Yani iftira atacaklardı. Bu sayede nefisperest olduklarını gizlemiş olacaklardı.
Yani bütün içlerindeki nefis oyunlarını bozacaktı. Bu da onları aşırı rahatsız edecekti. Meseleyi müslümanlıktan uzaklaştırıp, Mevlanayı hain, terörist, haşhaşi olarak adlandıracaklardı. Şu anda Tayyip etrafında kümelenenler Müslümanlığı pek konuşamıyorlar eğer farkettiyseniz. Reis diyorlar, yerli ve milli diyorlar, demokrasi bayramı diyorlar. Cemaati müslüman olarak tanımlamaktan kaçınıp dinle alakası olmayan sıfatlar yakıştırıyorlar. Yani cemaat üzerinden dini tartışmıyorlar. Dinden kaçıyorlar. Meseleyi hep dış güçler, iç güçler diye ele alıyorlar. Peki müslümanlık nerede? Başını örttü diye yada namaz kılıyor diye düşmanlarına her isteği yapabileceklerini sanıyorlar.
Düşman karşı Tayyipçiler Yani bu kavganın hiçbir yerinde Din yok. Din yok diyorum. Tanımlamalar yapılmış; .etö, pkk, dış güçler, hainler, darbeciler gibi. Karşı tarafta Tayyipçilere karşı dini yönden eleştiri getirmiyor. Onlar da dini kullanmıyorlar. Tayyipçiler Din içinden sadece bazı kavramları kullanarak yaptıkları soykırıma müslümanlık olarak gösteriyor. Yani tayyip soykırımı müslümanlık olarak gösteriyor. Ama bunu gösterirken Dindeki çok sınırlı kavramları kullanıyor.
İşte ganimet, kardeşin katlinin vacipliği, gerçi bu dinden değil, müslümanların uygulaması sadece, külliye, faiz haramdır, yedi düvel, yine osmanlı terimi, Devleti kutsama yani yine dini bir kavram, uygulamada tabiki, yani kutsallığı kullanıyor dini terim olarak, hilafet, imam hatibe bağış, ensar muhacir, sabretmeyi önermek, şükür edin, nankörlük, papayla işbirliği gibi kavramlarla sanki müslüman bir dünyanın bizi çevrelediğini düşünüyoruz. Sonra cihatçılar, ebu furkan gibi mübarek kuranda geçen kelimeleri bir teröriste verip, terörist kısmını gizlemektedir.
İnsanlar arayış içinde değiller. Önce kendi sorunlarını görmeleri gerek. Sorunlara adını koymak gerek. Sonra bu sorun için araştırma yapmak gerekecek. O zaman insanlar çözüm bulacakları kaynakları bulmaya çalışacak. Eğer bulursa ne mutlu ona. Gerçek insanlık seyri ancak böyle olur.
Mesela Batı Mevlanayı buldu. Kimbilir daha da ileri gidecek Risalei Nuru da keşfedecek.
Batılılar keşfetmeyi, araştırmayı, düşünmeyi sever. Zaten Dinden böyle kişiler istifade edebilir. Yoksa bir kütüğe ne anlatsan boş.
Batı risalei nuru keşfettikten sonra aynı eski islam bilim adamların eserlerine sahip çıktıkları gibi, yani o zamanda çok akıllılık ettiler, şimdi de edecekler. O eserlere Batı sahip çıkacak. Batının eliyle değeri ortaya dökülecek. O zaman işte Türkler bu eserleri almaya başlayacak evine. Çünkü artık o eserler irtica olmaktan çıkmış, en modern dünyada kabul edilmiş olacak.