İlahiyatçı olmak [Faik Can]

İlahiyat fakültesini kazandığımda çok sevinmiştim. Çünkü dinimi ana kaynaklarından ve ehil hocaların elinden öğrenecektim. İsimlerini önceden duyduğum pek çok hocayla bu vesileyle tanışmış olacak ve onların derslerine girecektim. Okullar açıldı ve biz arkadaşlarımızla birlikte ilk dersimize girdik. Hoca yıllarını bu mesleğe vermiş bir profesördü. Bu yüzden dediklerini dikkatle dinleyecektik.

İlahiyatçının ne demek olduğunu anlatmaya başladı. Bu fakültenin bizlere neler kazandıracağından bahsediyordu. Bahsediyordu ama ben onu dinledikçe yıkılıyordum. Anlattıklarıyla beklentilerim tamamen zıttı. “İlim yapacaksanız, objektif olacaksınız” demişti mesela, hiç unutmuyorum. Objektiflikten kastını yine şu çarpıcı cümlelerle anlatmıştı: “Siz cami hocası ya da vaiz değilsiniz. Peygamberden bahsederken, tazim ifadeleri kullanmayacaksınız. O ifadeler vaazlarda kullanılır.” Şok olmuştum. Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) bahsederken “Efendimiz” demek bile ona göre objektifliğe aykırıydı. Hele mübarek isminden sonra salat ü selam okumak bütün bütün vaiz işi bir eylemdi ve biz kesinlikle yapmamalıydık!

Üstüne üstlük “Peygamber de insandır, hata yapmıştır ve biz burada bu hataları rahatlıkla dile getirebilmeliyiz!” sözünü duyunca “Allah’ım ben nereye geldim?” dedim kendi kendime. Daha ilk derste duyduklarım beni allak bullak etmeye yetmişti. Hocanın itikadı zayıf herhalde diye düşündüm ve diğer hocaların durumu düzelteceğini ümit etmeye başladım. Ama maalesef hüsn-ü zanlarımda yanıldım. Pek azı müstesna hocaların kahir ekseriyeti böyle düşünüyordu.

İlmin ‘zilleti’

Sahabeden bahsederken sıradan bir insandan konuşuyorlardı sanki. Hiçbir saygı emaresi yoktu ifade ve tavırlarında. Kütüb-i sittenin bir tekini bile başından sonuna okumamış Hadis profesörlerinden tutun, doktora tezinde sadece tek bir kavramı irdeleyip o kavramı sulandıra sulandıra profesörlük alan tefsircilere kadar geniş bir yelpaze vardı karşımızda.

“Benim bilgisayarımda kayıtlı hadis sayısı, Ebu Hanife’nin bildiklerinden daha fazla” diyerek kendini müçtehid sananlar bile vardı. İmam Şafiî hazretlerinin bir fetvasına “Şafiî’nin de kafası basmıyormuş!” şeklinde edepli (!) eleştiriler getirenlere de şahit olmuştuk.

Allah Resûlü’nü -hâşâ- vahyi tebliğ etmekle memur bir postacı olarak gören ve hiçbir saygı ifadesine müsaade etmeyen zihniyetin şokunu yaşarken, bir başka ilahiyat profesörünün “Kur’an’da i’rab (gramer) hataları” bulduğunu söylemesiyle irkildik. Ecdattan sahabeye, oradan Nebiler Servreri’ne ve Kur’an’a uzanan bu cesur (!) söylemleri hocalar hep ilmin izzeti ve akademik bağımsızlık düşüncesine dayandırıyorlardı. Hele bir tanesinin -hâşâ milyon defa hâşâ- “Allah’ın kâinat projesi başarılı ama insan projesi başarısız” deme cür’eti karşısında yer yarılsa da içine girsek hissiyatına kapılmıştık.

Akademik özerkliğe, objektifliğe, ilmin izzetine çok düşkün olduklarından namazların sünnetlerini bile kılmayabileceğimizi söylüyorlardı. İlim farzdı ve biz sünnet kılmaya harcadığımız zamanı ilim için sarf etmeliydik! Daha bunlar gibi yüzlerce garabetle karşı karşıya kalmıştık. Artık hedefimiz, itikadımızı kaybetmeden okuldan mezun olmaktı!

Şimdi nerede o hocalar?

Bütün bunları yapan ve cesurca söyleyen hocalar şimdilerde ne mi yapıyorlar? Efendimiz’le ilgili her türlü saygı ifadesini öğrencilerinin ödevlerinden, tezlerinden kırmızı kalemle çizmekten korkmayan adamlar, devrin tiranlarına övgüler düzmekle meşguller. Ebu Hureyre’yi çok hadis rivayet ettiği için utanmadan yalancılıkla suçlayanlar, zamanın en büyük yalancılarına neredeyse secde edecekler!

Kendilerini mezhep imamlarıyla, müçtehitlerle aynı seviyede görüp onların fetva ve görüşlerini en acımasız ve edep dışı üsluplarla eleştirenler, zulme şakşakçılık yapıp payanda oluyorlar. İmam-ı A’zam’ın, İmam Şafiî’nin, Ahmed b. Hanbel hazretlerinin ve daha binlerce dev kametin siyasete koydukları mesafeden, zulme yaptıkları yüksek sesli itirazlardan dolayı zindanlara atıldıklarını, oralarda kırbaçlanarak şehit olduklarını düşünmüyorlar. İzzeti, emirlere yalakalık yapmakta arayanlar, zilletin en aşağılık olanına yuvarlanıyorlar. Âlimlerin sultanı olmak yerine sultanların âlimi olmayı yeğliyorlar.

Pek çoğunun yakinen bildiği, tanıdığı yüzbinlerce masum insana en adi iftiralar atılırken, hayatında kimseyi incitmemiş bir gönül insanına yazmaya elimin varmadığı nitelemelerle hakaretler edilirken tek kelime edecek cesareti olmayanların ne ilim adamlığı, ne akademik bağımsızlığı ne de izzeti vardır! Allah Teâlâ’nın insan projesini -hâşâ- başarısız bulan adamın, zalimin bütün projelerine sahip çıkmasının hesabı ancak ahirette sorulur.

Bu ezikliğin sebebi

Efendimiz’e postacı diyerek hakaret ederken zalimlerle aynı fotoğrafta yer alabilmek için onlarca takla atan ilahiyat hocaları, eğer ahirete imanları varsa Allah Resûlü’nün yüzüne nasıl bakacaklar! “Ben ilahiyat hocası olmama rağmen kızlarıma Kur’an’ı öğretememiş ve tesettürü sevdirememiştim. Üniversiteyi kazanınca Cemaatin evlerinde kaldılar. Onlar sayesinde hem Kur’an öğrendiler hem de tesettüre girdiler” diye iyi zamanlarında Cemaati öven beyefendi, neden şimdi bir tek kelime dahi konuşmuyor?

Bu zilletin, bu ezikliğin sebebi ne olabilir! Söyleyeyim, bunca ilahiyat hocasından değil dünya çapında, İslam âleminde bile tanınan, bilinen ve itibarı olan neredeyse hiç kimse yok! Türkiye’den kaç tane ilahiyat hocasının doktora tezi, makaleleri veya eserleri Arapça’ya, Farsça’ya ve İngilizce başta olmak üzere batı dillerine çevrilmiştir? Uluslararası sempozyumlara, akademik toplantılara davet edilen kaç ilahiyat hocası vardır? Sayıları yüzü bulan ilahiyat fakültelerinde binlerce akademisyen çalışıyor ve bunların içinde derdini İngilizce veya Arapça kolaylıkla anlatabilecek insan sayısı iki elin parmağını geçmiyor. Beş on istisna dışında hazırladıkları tezler, uluslararası akademik camiada ve İslam ülkeleri nezdinde itibar görmüyor. Nüfusu bizim kırkta birimiz kadar olan Bosna Hersek’in ilahiyat hocaları bile bizimkilerden daha çok tanınıyor ve dertlerini iki üç dilde anlatabiliyor.

Türkiye her alanda olduğu gibi din ve ilahiyat alanında da nal topluyor. Ekseriyet itibariyle kendini dev aynasında gören, ama siyasetin esiri, zalimlerin oyuncağı olmuş dilsiz şeytanlar topluluğu bir akademik kadronun elinde ilahiyatlar da Türkiye Müslümanlığı da maalesef can çekişiyor!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Kaleminize sağlık birden ilahiyat fakültesindeki gunlerime gittim .Bizim bir hocamız da sabah namazının vakti değiştirilmeli diyordu neymiş efendim islam kolaylık diniymiş, insanlar uyanamıyormuş vs.vs.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin