İktidar avukatlardan niçin korkar? [Haber-Yorum: Mehmet Yıldız]

Casuslar Köprüsü ve Türkiye’den korkunç örnekler

Başrolünü Tom Hanks’in oynadığı Casuslar Köprüsü (2015) adlı filmde bir Rus casusunu savunan avukatın hikayesi anlatılır. Amerika’da bir Rus casusu yakalanmış, yargılanacak ama onu savunacak bir avukat bulunamaz. Brooklyn’de sigorta avukatlığı yapan James Donovan (Tom Hanks), patronunun da ısrarı üzerine işi alır.

Donovan, Amerika’da casusların bile hakkaniyetle yargılanabileceğine inanmaktadır. Ama bilmediği şey, avukatlığının sadece göstermelik bir durumdan ibaret olduğu. Zira Rus casusunun suçlu bulunması gerektiği yargıç tarafından kesin çizgilerle belirtilmiş. Donovan buna rağmen mesleğine saygıda kusur etmeyip işini olabildiğince ciddiye alıyor, üzerindeki güçlerle ‘en azından’ idam kararını ortadan kaldırmak için savaşıyor. Bunu yaparken başta kendi patronu olmak üzere toplumun da nefretini kazanması uzun sürmüyor.

KORKUNÇ ÖRNEKLER…

16 Temmuz 2016 günü gözaltına alınan gazeteci İbrahim Karayeğen’den günlerce haber alınamadı. Gözaltında 8 gün tutulduktan sonra çıkarıldığı savcılık ifadesi sırasında fenalaştı. O gün kendisini savunmaya giden avukat, gözaltında yaşadıklarının izlerini yüzünde görerek ürktüğünü dehşet içinde anlatmıştı. Zaman gazetesinde çalışmaktan başka bir suçu (!) olmayan Karayeğen, 24 Temmuz günü karşısına çıkarıldığı İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimi tarafından tutuklanarak Silivri Cezaevine gönderildi. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra kendisini savunan avukat A.O. da tutuklandı.

O güne kadar çalıştığı gazetede kendilerine her türlü hukuki desteği veren avukatlar, H.G, O.E ve N.A. da birer birer istifa etti. Çünkü onlardan bazıları için de gözaltı kararları olduğu duyulmuştu. Kendilerine isnat edilen suç ‘terör örgütüne avukatlık yapmak’ olan o avukatlar da bir zaman sonra birer birer tutuklandı.

Karayeğen ailesi, gazetenin avukatlarından kendilerini temsil edecek kimse kalmayınca güç bela yeni bir avukat bulabildi. Aslında avukatın yapacağı çok fazla bir şey yoktu. Çünkü OHAL ilan edilmiş ve hukuk askıya alınmıştı. Hakkında karar veren hiçbir hakim kendi vicdanıyla karar veremiyor, kazara içinde vicdan kırıntısı kalanlar varsa da cesaret edip yasaları uygulamaya kalksa, HSYK tarafından ya açığa alınıyor ya da ihraç ediliyordu. Buna rağmen kısıtlı da olsa müvekkiliyle aile arasında köprü görevi görüyor, aylık rutin tutukluluğa itiraz dilekçesi vermek gibi işlemleri yapıyordu. O güne kadar hizmet kurumlarıyla hiç ilgisi olmamasına rağmen sırf eski bir Zaman çalışanının vekaletini aldığı için yakın zamanda o avukat da tutuklandı.

BOZDAĞ ADALETİ, OTOMOBİL PEŞİNDE…

Karayeğen’in eşi geçen hafta cezaevi görüşünden dönerken eşinin üzerine kayıtlı arabasını polis durdurmuş, araç üzerinde 1 Aralık 2016 tarihli İstanbul 11. Sulh Ceza Hakimi Selami Yılmaz tarafından verilmiş el koyma kararı olduğunu belirterek arabadan indirmiş ve araca el koymuş. Karayeğen’in eşi ve çocukları da çaresizce otobüsle eve dönmüşler. O güne kadar kendilerine tebliğ edilmeyen el koyma kararına itiraz etmek için şimdi avukat bulamıyorlar.

Bir başka eski Zaman çalışanının evinin garajında bulunan arabası kimseye haber verilmeden çekiciyle alınıp götürülmüş. Gazeteci site yönetimini arayıp aracının akıbetini sorduğunda aldığı cevap aynen şu: “Emniyet teşkilatınca bu aracın kanun hükmünde kararname gereğince arananlar listesinde olduğu belirtilerek çekici ile götürüldü”.

Az araştırınca arkasından 1 Aralık 2016 tarihli İstanbul 11. Sulh Ceza Hakimi Selami Yılmaz tarafından verilmiş el koyma kararı çıkıyor. Karara itiraz etmek istiyor ama tanıdığı bütün avukatlar tutuklu olunca çaresizce Allah’a havale ediyor.

avukat spot

AVUKATSIZ HUKUK KOMEDİSİ

Şirketlerine kayyım atanmış yüzlerce iş yeri sahibi, iç hukukta kendisini temsil edecek bir avukat bulamadığı için yapması gereken itirazları yapamıyor. Hizmet kurumlarından birinin yönetim kurulunda görev aldığı için mal varlığına el konan bir işadamıyla karşılaştım. Şirketlerine kayyım atandıktan sonra 30 yıllık avukatının telefonlarına çıkmadığını ve vekaletten istifa yazısı gönderdiğini, çeşitli zamanlarda avukatlığını üstlenmiş toplam 11 avukatın yarısından fazlasının tutuklu, yarısının da istifa ettiğini anlattı.

Gün geçmiyor ki gözaltına alınan avukat haberleri okumayalım. 15 Temmuz’dan bu yana 1000’den fazla avukat soruşturma geçirdi, halen de 400’den fazla avukat cezaevinde tutuklu bulunuyor.

7 Kasım 2016’da gözaltına alınan Avukat Levent Pişkin hakkında düzenlenen iddianameden anlıyoruz ki, avukat Pişkin, müvekkili Selahattin Demirtaş’la cezaevinde görüşmekle suçlanıyor. Ayrıca diğer meslektaşlarıyla yaptığı telefon görüşmeleri de suç delili olarak iddianameye konulmuş. Aslında yapılmak istenen cezaevindekilerin yalnızlaştırılması ve avukatsız bırakılmasıdır.

Peki, bir iktidar avukatlardan neden korkar? Emir komutası altındaki savcılara yazdırdığı içi boş iddianameleri avukatların lime lime edeceklerinden korktuğu için, bir gözü Saray’a bakmaktan şaşı olmuş hakimlerin kararlarını etkileyebileceklerinden endişe ettiği icin elbette. Yoksa seri katillerin bile rahatça avukat bulabildiği bir yerde avukat bulamayan gazetecileri, haber yaptığı için 15 yıl hapis istemiyle nasıl yargılayabilir? Avukatları ortadan kaldırırsa ancak bu mümkün olabilir.

ERDOĞAN’IN HUKUK ÖFKESİ

Birkaç gönüllü hukukçunun, avukat bulamayan mağdurlar için kurduğu internet sitesi üzerinden örnek dilekçeler yayınlamasının, koskoca Cumhurbaşkanı’nı nasıl öfkeden deliye döndürdüğünü hatırlayacaksınız. Avukatları içeri tıkarak savunmayı çökerttiği yetmemiş, insanların yazdığı dilekçelerden rahatsız olmuştu. Geçen yılın Ekim ayında yaptığı bir konuşmada Mağduriyetim giderilsin diye başvuranlar var! Dilekçeler sanki aynı kalemden çıkmış! Bunlar namussuz! Aynı merkezden çıkıyor, aynen devam ediyorlar.’ sözlerini sarf ederek, hak arayan vatandaşları namussuzlukla suçlamıştı.

AİHM NEYİ BEKLİYOR?

avukat spot 14000’den fazla yargı mensubunu kendi uydurduğu FETÖ iftirasıyla meslekten ihraç eden, bir çoğunu tutuklayan, göreve devam edenleri de HSYK (ve trollerin) sopasıyla hizada tutan ‘Saray Yargısı’ndan adalet beklemek artık hayal. Halen görev yapan yargı mensupları da adaletten çok intikam peşinde.

İki üyesi hiçbir bir delil olmaksızın tutuklanan Anayasa Mahkemesi kendisine yapılan on binlerce mağdur başvurusundan örnek olabilecek bir kaçını seçip karara bağlamak yerine ölü taklidi yapmayı tercih ediyor. Çözüm mercii olmaktan çok insanların AİHM’e gitmesini geciktiren bir engel görevi oynuyor artık.

Savunma hakkı tamamen ortadan kaldırılmış. Varmış gibi göstermek için bir çoğu yeni göreve başlamış, hiçbir tecrübesi olmayan baro avukatlarının yetersiz savunmaları mağdurların mağduriyetini artırmaktan başka işe yaramıyor. Üstelik birçoğu da savcılarla işbirliği içinde, hiçbir suçu olmadığı halde müvekkillerinin etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanması (bir nevi itirafçı/iftiracı olmaları) için inanılmaz baskılar yapıyorlar.

HAVAALANINDA KARGO SANSÜRÜ

İç hukukta çare bulamayan mağdurların AİHM önünde hak aramak istemesi Türk Devleti tarafından pek istenmiyor. Cezaevlerinde tutuklu olup da AİHM’e başvuru yapanlar, sırf zulüm olsun diye aileleriyle görüşemeyecekleri ve şartların daha kötü olduğu başka cezaevlerine naklediliyorlar. Şirketlerine haksız yere el konulan iş adamlarının AİHM’ebaşvurmaları ihanet olarak kabul ediliyor. Bunun en çarpıcı örneği, 2015 yılında kayyım atanan Koza İpek Holding’in iç hukukta sonuç alamayınca AİHM’e başvurmak istediği zaman başına gelenler. AİHM başvurularının olduğu dosyalara Atatürk Havalimanında el konuluyor. Sen misin Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri ile kayyımları şikayet eden! O gün bugündür Akın İpek’in kardeşi Cafer Tekin İpek, sırf bu nedenle tutuklu.

GELELİM İŞİN AVRUPA BOYUTUNA

AİHM kendisine yapılan başvurularla ilgili karar vermekte anlaşılmaz bir şekilde ağırdan alıyor. Artık diplomatik üslubu bir kenara bırakarak işi şirretlik boyutuna vardırmış Türk siyasetçilerden mi çekiniyor bilinmez ama daha şimdiden 15 Temmuz sonrasında kendisine yapılan başvurulardan bir kaçını ‘iç hukuk yollarının tüketilmediği’ gerekçesiyle reddetti bile. Sanki iç hukuk varmış gibi..

Birkaç gün önce Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sadece iç hukuk yolları tüketildikten sonra hakların ihlal edilip edilemeyeceğine karar verebileceğini, Türkiye’deki yargı sürecine müdahale edemeyeceğini söyleyerek AİHM’e ayar verdi. Halbuki düşündüğünün aksine AİHM Türkiye’den giden davalara bakmazsa içtihadına aykırı davranmış olacak.

Bir yanda Casuslar köprüsünde, olduğu gibi bir casustan bile avukat esirgemeyen adalet, diğer yanda binlerce masumun avukatını hapse tıkan “milli irade”

Bütün bu gelişmelere bakınca insan, zaman zaman bu hesaplaşmanın Mahkeme-i Kübra’ya kalacağı hissine kapılıyor. Dilerim zalimler önce bu dünyada hesap verirler.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin