İçime oturan üç video

YORUM | M. AHMET KARABAY

Türkiye’nin kaderinin değiştiği, daha doğrusu değiştirildiği güne ilişkin sosyal medyada rastladığım üç kısa videoyu konu edeceğim sizlere. Birbirinden bağımsız, hiç ilgisi yokmuş gibi duran üç video bu… 

İlk videoyu işadamı Akın İpek’in sosyal medya paylaşımından gördüm. “Bildiğin ‘Melek’… İnsanın beyni ürperiyor, nasıl kıydınız???” notuyla paylaşmış. Muhtemelen “Melek” vurgusunu annesi Melek İpek’e atfen yapmış olmalı.

Adının Cemile olduğunu videoyu ilk yayınlayan “Tutsak Bebekler” hesabından öğrendim. Sonra baktığımda iki yıl önce cezaevine gönderilirken, “Cemile Bebek hapse atılmasın” kampanyalarının yapıldığını gördüm.

Minik Cemile muhtemelen üç, bilemedin dört yaşında. İki yılı hapishanede geçmiş. Üç yaşındaysa hayatının üçte ikisini cezaevinde yaşamış demektir. 

Minik Cemile, “Haminne” diye hitap ettiği ailenin saygın kadını ile birlikte bir gezintiye çıkıyorlar. Kendi gözünden izlenimlerini anlatıyor:

“Dışarı çıkmak beni mutlu etti. Hem özgürüm. Artık koğuşta değilim. Koğuşta her yer kapalı oluyor ama burası açık.. Arabalar var..”

Tutsaklığın ve özgürlüğün ne demek olduğunu daha o yaşta geçirdiği iki koca yılda deneyimleyerek öğrenmiş. Soyut kavramları o yaşta öğrenmesi ona neler katacak bilemiyorum. Ama ruhunu erken olgunlaştıracağı ve kendini akranlarından ayrıştıracağı kesin. 

Yaşıtlarıyla oynayıp zıplarken, Cemile belki bir anda duracak hayatının üçte ikisini geçirdiği günlere dönecek. İçeride beraber kaldığı kendi gibi çocukları hatırlayacak. Koca koca kadınların durup dururken gözlerinden akan yaşlar gözünün önüne gelecek.

Etrafındakiler Cemile’yi anlamayacak. İçlerinden yardımsever olanı yanına gidip, “Ne oldu? Hastalandın mı?” diye soracak. Birçoğu da “Bu kız da acayip. Bir gülüyor, bir oturup somurtuyor” diye onu dışlamaya başlayacaklar.

Cemile’nin dünyayı algılamaya başladığında yaşadıkları, bundan sonraki bütün hayatını etkileyecek. Özgürlüğe hasret günlerini yüreğinin derinliklerinde saklayacak.

RUHUN ASİLİĞİNİ YAŞAMAK

Zülfü Livaneli, hayatı iniş çıkışlarla geçen Fransız şair Paul Éluard’ın (1895-1952) bir kadına yazdığı “Ey Özgürlük” şiirini, darbeye ve darbecilere başkaldırı şarkısı formunda besteledi. 

İnsan birçok şeye alıştığını zanneder. Ama ruh asi… Bulunduğu şartları asla kabul etmiyor. İşin garibi her zaman onu kulağından tutup yanınıza oturtamazsınız. Kimi zaman yanınızda oturup sizinle dertleşirken bulursunuz, kimi zaman hoyratça gezer dünyanın farklı yerlerinde…

Siz hüzün içinde debelenirken, o uzaklarda özgür diyarlardan nanik yapar. Onun bu hoyratlığın bazen işe yaradığı da oluyor. Bir an sizi kapıp yanına çekiyor. Her şeyden uzak özgürce gezip dolaşıyorsunuz. Gittiğiniz yerin keyfini çıkarıyorsunuz. 

Özgürlüğün keyfini çıkarırken, bir anda en küçük bir ses sizi ensenizden yakalayıp dört duvarın içine çekiyor. Kıçınıza tekme vurulmuş gibi oturduğunuz yerde buluyorsunuz kendinizi. 

BARIŞ DEDEBAĞI’NIN YAPTIKLARI VE ANLATTIKLARI

Barış Dedebağı, 2016’da binbaşı rütbesindeydi. “Tiyatro” bitip askerler toplandıktan sonra ortaya çıkan isimlerden. Sonrasında sergilediği psikopatlıkları “kahramanlık” diye yayınladı. Video sitelerinde elinde silahla, elleri arkadan bağlı üst düzey subaylara yaptıklarını kendi övünerek anlattı.

Yaptığı işkenceleri sıralarken dinleyen sivillerin “Helal olsun!” diye alkışlamasına yorum yapmayacağım. 

İşkencenin insanlık suçu sayıldığı ve zaman aşımı bulunmayan bir suç olduğunu bilen Barış Dedebağı, şimdi kılık değiştirip ortaya çıkmaya çalışıyor. Saç ektirip boyatmış, bıyık bırakıp takım elbise giymiş. 

Yaptığı işkencelerden dolayı hesap vereceği gün yaklaştıkça şimdi ekrana çıkıp deliliğe vurup işi şaklabanlığa döküyor. Ruh sağlığının bozuk olduğunu ve o sıra antidepresan kullandığını anlatıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da “Bana sahip çık” diye inceden mesaj gönderiyor.

E. AMİRAL TÜRKER ERTÜRK’ÜN ANLATTIKLARI

15 Temmuz’un bugüne kadar “Erdoğan Darbesi” olduğunu hep Gülen Cemaati taraftarları dillendirdi. Bu konuda bağımsız ciddi bir araştırma yapılmadı. Norveçli yönetmen Jorgen Lorentzen’in hazırladığı A Gift From God (Allah’ın Bir Lütfu) belgeseli ise 4 yıl sonra ancak genel izleyici ile buluştu.

Beni alıp götüren ikinci video ise emekli Tuğamiral Türker Ertürk’ün Tele 1 televizyonunda 15 Temmuz ile ilgili anlattıkları oldu. Gazeteci Merdan Yanardağ’ın programına konuk olan Ertürk, bir kurmay düşünce tarzıyla konuya yaklaştı.

“Başarısız ya da başarısızlığa uğratılmış darbelerin bayramı olmaz ki. Bizim tarihimizde Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimleri var. İki kere. Eğer bayram yapıyorsanız darbe, sonuçları itibari ile başarıya ulaşmıştır! 

Sis perdesinin kalkmasını kim engelliyor. Siyasî iktidar. Niçin engelliyor? Onun için yayınlamadılar. Çünkü sis perdesi kalktığında bugün ’15 Temmuz darbesi’ diye anlatılan hikâyenin tam tersi çıkacak. Onun için soruşturmayı engellediler.”

Türker Ertürk’ü medyada yer aldığı kadarıyla tanıyorum. Gülen Cemaatine sempati duymayan, hatta nefret ettiğini gösteren paylaşımları kendi hesabında çokça yer alıyor. Bu açıdan emekli amiralin söylediklerinin daha dikkate alınması gerektiğine inanıyorum. 

ADOLF HİTLER ALMANYASI

1930’lu yıllarda Adolf Hitler liderliğinde çılgınlaşıp on milyonlarca Almanı peşine taktı. Sonra arkasına aldığı güçle dünyanın başına bela oldu. Aradan yıllar geçti ve aynı Almanya çok sevdikleri Adolf adını bir daha doğan çocuklarına vermeye utandı. 

Türkiye, 15 Temmuz’la başlayan utanç dönemiyle hesaplaşmazsa yetişmiş insan gücünü de oluşturduğu ekonomik varlığını da ülkesinin birliğini de koruyamayacak duruma gelecek. 

AK Parti, siyasi hayata atıldığı günden bu yana kendi suçları başkaları yapıyormuş gibi bağırarak geldi. Ülkenin bütün temel direklerini bir bir kesen Erdoğan liderliği, bu seçimde Türkiye’yi uçurumun kenarından çıkarmak isteyen muhalefete suçlamalar yöneltiyor.

Tayyip sevdası, Batı karşısında yüzyıllar süren ezikliğin getirdiği intikam hissinin ortaya çıkardığı bir kompleksten kaynaklanıyor. Nasıl Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri’nin Almanya ile imzaladığı Versay Barış Anlaşması’nın ağır şartlarına, Almanların isyanı Hitler’i ortaya çıkarmışsa, Osmanlı’nın Batı karşısında yüzyıllar süren gerileme süreci de bu toplumda travma oluşturdu. 

Erdoğan, bu toplumsal travmanın ortaya çıkardığı bir isim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Sayın Karabay, Şenkal Atasagun meselesi ne oldu? O yazınızın altındaki yorumlara nezaket gereği bir yazı yazsanız veya bir yazınızda yer verseniz iyi olmaz mı? Atacağın ile KK ve RTE arasındaki telefon diplomasisini yazmıştınız, ‘Ankara’daki fısıltılardan biri’ diye. Bu kulis bilgisini teyit edebildiniz mı?

  2. Son paragraftaki tesbitiniz cok yerinde olmus. Ozellikle yurtdisinda yasayan secmenlerinde Erdogan a oy vermesinin altinda benzer bir bilincaltinin tezahuru olsa gerek.

  3. Yazının son paragrafındaki tespit bence de çok önemli.
    Bunun sadece yurtdışındaki seçmenle alakası olduğunu sanmıyorum. Aynen Türkiye´deki seçmen için de geçerli.
    Türk halkı Batı karşısında kendi yenik ve ezik hissediyor. Buna aşağılık kompleksi de denebilir.
    İktidardakiler de bu zaafı bildiği için tepe tepe kullanıyor.
    Kendi helikopterimizi yapmalar, kendi tankımızı, kendi arabamızı yapmalar hep aynı komplekse yönelik hamleler.
    Vatandaş da şöyle düşünüyor muhtemelen: Evet, benim hayat şartlarım kötüleşse , sofram küçülse de ülke ileri gidiyor, gelişmiş medeni dünyayı yakalıyoruz.
    Burada halk da tamamen suçsuz sayılmaz. Halk ve elitler el ele işbirliği ile az gelişmişliği sürekli yeniden üretiyor.
    Burada en az 200 yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
    Merak ediyorum, acaba Ahmet Karabay bey bu konuda ne düşünüyordur?
    a) İki asırdır bu kısır döngüden neden çıkılamıyor? Japonya´nın, Kore´nin başardığını biz neden başaramadık?
    b) Atatürk devrimleri bu bağlamda nasıl değerlendirilmeli? Bu kısır döngüyü kırmaya yönelik miydi? Doğru adımlar mıydı? Başarılı adımlar mıydı?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin