Hukuksuzluk girdabı nasıl çalışıyor?

YORUM | AZİZ KÂMİL CAN

Bir olay düşünün! Bu öyle bir olay olsun ki herkes içinde yer alsın. Daha sonra bu olay dava konusu edilsin. Ancak bir şartla! Sadece olayda bulunan kişiler bu davada taraf olsun. Yani dava açma emri veren, hakim, savcı, sanık, sanık aleyhine ifade verecek tanık aynı olayı yaşayanlardan seçilsin. Ve yargılama başlasın…

Böyle bir yargılamada adil bir karar çıkar mı? Tarafsız ve bağımsız bir yargılama olur mu? Hukuka uygun bir dava olduğu kabul edilebilir mi?

İşin içinden çıkamadınız değil mi? Ben de! Birkaç gündür bir davaya ve etrafında dönen ifade ve dava aktörlerine bakıyorum. Baktıkça girdap gibi beni içine çekiyor ve çıkış yolu bulmak için çırpındıkça daha da hızlı içine batıyorum.

Tehlikeli yer ya da durum olarak tanımlanan girdap; denizlerde ve nehirlerde düzgün olmayan kanallardaki su akışı veya birbirine ters akan iki su akıntısının birleşmesi ile meydana gelmektedir. Yani siz bir düzenin tersine hareket ediyorsanız bir girdap oluşturmaya hazır olun. Hukuk da böyle! Kural ve kaidelere ters eyleminiz, sonuç itibariyle sizi dibe çeker ve boğar.

İşte Yargıtay 9. Ceza Dairesinde görülmekte olan, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yargılandığı dava adeta bu nitelikte bir dava.

Olay: Cemaat olarak bilinen ve sonra terör örgütlüğüne dönüştürülen bir yapı etrafında yaşanmakta.

Sanık: Cemaate üye olan.

(Sanık) Tanık: Cemaate üye olan.

Hakim ve Savcı: Cemaate üye olan ya da diğer üyelerce seçilip korunanlar.

Dava açma emri veren: Cemaate üye olan ya da onunla hareket eden.

Davaya dayanak teşkil edilen en önemli delil: Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilmek.

Sanık: Seçilen üye.

Seçen: Aleyhe tanıklık yapan HSYK üyesi.

Hakim: Aynı dönemde seçilen.

Hakimi Seçen: Aleyhe tanıklık yapan HSYK üyesi

Başsavcı: 2010 da seçilen Yargıtay üyesi.

Başsavcıyı Seçtiren: Dava açma emri veren.

Dava açma emri veren: Sanık, hakim, tanık ve başsavcıyı üye olarak seçtiren.

Böyle bir davada tarafsız davranılabilir mi? Hâkimin davaya bakamayacağı hâlleri düzenleyen CMK’nın 22. maddesinin 1-h fıkrasına göre hâkim; “Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse, Hâkimlik görevini yapamaz.”

Bu fıkranın yorumunda şu sonuç ortaya çıkar: Hâkim, şahidi olduğu olayı yargılayamaz. Çünkü bu yargılamada hâkimin tarafsız davranması beklenilemez.

Yine devam eden maddelerde, böyle bir davada hâkimin görev alamayacağına ilişkin diğer çekinme ve red nedenleri gösterilmiştir. Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması ayrıca CMK’nın 289. maddesinde hukuka kesin aykırılık hâli olarak gösterilmiştir.

Diğer aktöre geçelim: Sanık aleyhine ifade veren tanığın beyanı geçerli mi? İlk etapta evet. Ama bizim bu olayda hayır. İki temel sebebi var:

1- Tanığa bakan yönü: Tanık etkin pişmanlıktan yararlanan bir sanıktır aslında. TCK’da “Etkin pişmanlık” ile ilgili düzenleme 221. maddede yapılmış ve bundan yararlanmak için örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesi şarttır.

Bu maddeye göre (sanık) tanığın pişmanlıktan yararlanması mümkün değildir. Çünkü sanığa yüklenen suç örgüt adına Yargıtay ve Danıştay’a üye olarak seçilmek. Seçen kim? Tanık. Bu durumda tanık da aynı suçu işlemiş ve hakkında bu madde hükmü uygulanamaz. O zaman tanığa hukuk dışı bir şeyler vaad edilmiştir. Örneğin; kanuni düzenleme önemli değil, biz her hâlükârda seni ödüllendirip az ceza vereceğiz demiş olabilirler.

Böyle bir durum da CMK’ya aykırı delil niteliğinde olur. İfade alma ve sorguda yasak usuller başlıklı 148. madde şöyledir: “…(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.”

2- Sanığa bakan yönü: Sanık yıllarca hakimlik görevini yaptıktan sonra diğer tüm meslektaşları gibi Yargıtay ve Danıştay üyeliği için adaylık başvurusunda bulunmuştur. Kendisini seçen tanıktır. Tanığın 6 yıl sonra gerçekleşen kimi olaylar neticesinde kendini kurtarmaya ve eylemini örtmeye yönelik sanığa attığı soyut iftiraların hukuksal güvenliği ne kadar sağlam olabilir? Burada tartışılan sanığın liyakati değil, sanığın neden üye seçildiğidir. Bu durumda seçilene değil seçene bakmak gerekmez mi?

Tekrar tanımlamalara geçelim.

Olay: Terör örgüt üyeliği ya da yöneticiliği ve yüksek yargıya üye seçilmek.

Sanık: Yargıtay ve Danıştay’a üye seçilen.

Tanık: Sanığı üye seçen HSYK üyeleri.

Hakim ve Savcı: Aynı dönemlerde tanık ve emri veren tarafından seçilen.

Dava açma emri veren: Tanığın üyesi olduğu kurumun Başkanının Başkanı.

Evet dönemin Başbakanı Erdoğan, HSYK Başkanı ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e emir veriyor, kanunlar çıkartılıyor, referandum oluyor, yeni atamalar yapılıyor. Yargıtay Başsavcısı Mehmet Akarca 2010 yılında Erdoğan desteği ile Yargıtay’a üye seçiliyor. Pişmanlıktan yararlanan tanıklar Birol Erdem, Ahmet Hamsici ve İbrahim Okur 2010 yılında, tanıklar Mustafa Kemal Özçelik ve Kerim Tosun daha sonra HSYK üyesi oluyorlar. Sırasıyla Sadullah Ergin ve Bekir Bozdağ başkanlığında karar alıyorlar.

Tanıklar, üye olarak sadece sanıkları seçmiyorlar, aynı dönemde şu anda sanıkları yargılayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanı Burhan Kadıoğlu’nu da seçiyorlar.

Sanıklar hakkında ileri sürülen delillerden bir tanesi Ankara Hakim Evindeki toplantı. Ama o toplantıda mahkeme başkanı Burhan Kadıoğlu da bulunmaktadır.

Toplantı ya da üye seçilmek suç ise; tanık, hakim ve sanık aynı derecede suçlu olmazlar mı?

Dava açma emri veren Erdoğan ve yaveri Bekir Bozdağ 40 yıllık beraberlikten sonra kandırıldıklarını söylediler.

Sanıkları üye olarak seçen HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, 30 yıllık bir nimet döneminden sonra; “Bizimle cemaat yöneticileri arasındaki gizli akitte ‘darbe yapılacağı’ yoktu. Bu akdi onlar bozdu. Ben kendimi kandırılmış, hatta tecavüze uğramış olduğumu hissettiğim için itirafçı oldum.” dedi. Ama kimse, zaten yönetici olan “sendin”, çünkü sen bunları seçtin demedi. Ya da bu uydurma sihirli “akit” neydi diye kafa ve mide bulandıran cümlenin izahı sorulmadı.

Olayı baştan sona yaşayan Mahkeme Başkanı ise davadan çekilme ve red taleplerine ve kanun hükümlerine rağmen pervasızca yargılamaya devam etmektedir.

Şimdi düşünün! Herkesin yaşadığı bir olay var ve bu olayda yer alan kişilere faklı görevler yüklenerek bir kısmı da sanık yapılmak suretiyle yargılama başlatılıyor. Adil sonuç çıkar mı? Hayır. Bu bir girdaptır.

Çözüm için tek bir yol vardır: Tüm hukukta kabul edilen bir yöntemle ancak bu girdaptan çıkılabilir: Hukuk düzenini yok eden, tüm usul kurallarına aykırı yürütülen bu dava ve bağlı tüm işlemler “Yok Hükmünde”dir. Medeni hukuka hakim olan “mutlak butlan” ilkesi bile burada sönük kalır, işlemlerde “yokluk” vardır.

Bugün olmasa da yarının hukukçuları bu ve Altan kardeşler, Nazlı Ilıcak, Enis Berberoğlu, Hidayet Karaca, Selahaddin Demirtaş, Ahmet Şık gibi benzeri tüm davaları “yok hükmünde” kabul edip, tarihin karanlık dehlizlerine aktaracaklardır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin