AV. MEHMET TAHSİN | YORUM
Türkiye genelinde 47 ili kapsayan, çoğu öğrenci 300’den fazla insanın gözaltına alındığı Gaziantep merkezli operasyon, korkunç hukuk skandallarına sahne oluyor. Türkiye ve dünya kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen utanç yargılamasından sonra skandallarla dolu ikinci davada bu olacak sanırım. Sayı o kadar fazla ki Gaziantep Emniyeti’nin yetersiz kalması nedeniyle ifade alma işlemleri çevredeki karakollara taşmış durumda. Büyük çoğunluğu üniversite öğrencisi olan gözaltındakilerin final sınavlarını kaçıracak olması da ayrı bir fecaat.
Son yapılan kitlesel soykırım operasyonlarında yöntem hep aynı… Bir ihbara dayanarak onlarca insan haklarında hiçbir somut delil olmaksızın toplanıyor. Ardından ‘gizlilik’ kararı alınıyor. Bu da yetmiyor, insanlar (son dönemde çocuklar) tehdit ve şantajla korkutuluyor, tanıdıkları hatta anne ve babaları hakkında yalan ifade vermeye zorlanıyor. Bunu da yapamazlarsa insanların verdikleri ifadeler çarpıtılarak kayda geçiriliyor.
Gaziantep operasyonunda da aynı yöntem uygulandı. Ellerinde çocukların suç işlediklerine dair somut bir delil yok. Operasyonla ilgili gelen ilk haberlerden biri gözaltına alınanlara 24 saat avukat görüş yasağı getirilmiş olması. Bu durum sadece bu operasyona mahsus değil, son dönemde bütün operasyonlar sonrasında avukat görüş yasağının konulması rutin bir uygulama haline geldi. Burada amaçlanan gözaltına alınanları tehdit ve şantajla korkutmak ve baskı altında itirafçı olmalarını sağlamak. Bu şekilde aldıkları ifadeleri bile çarpıtarak imzalatıyorlar…
Bu yapılan suçtur ve AİHM kararlarına göre işkence ve kötü muamele kapsamında değerlendirilmektedir. Ayrıca savunma hakkının düpedüz ihlalidir… Bunu ben söylemiyorum; AİHM’nin bununla ilgili onlarca kararı var… İnsanları avukatlarından mahrum bırakamazsınız! Savunma hakkının ihlali apaçık ‘usulden bozma’ gerekçesidir…
Maalesef Türkiye Cumhuriyeti, hukuk devleti olma vasfını uzun zaman önce yitirdi. O yüzden iç hukuku bir kenara koyup, uluslararası hukuk açısından meseleye bakalım. Bu yüzden, konunun uzmanı bir hukukçunun yazdıklarını paylaşmak istiyorum:
Savunma hakkı kimin umurunda?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Salduz v. Türkiye kararında, gözaltına alınan bir kişinin ilk ifadesi öncesinde “avukata erişim hakkı”nın, “adil yargılanma hakkı”nın (AİHS m.6(c)) temel bir güvencesi olduğu açıkça ortaya konmuştur. Mahkeme, bu hakkın, savunmanın etkinliğini sağlamak için gözaltının “ilk anından itibaren” tanınması gerektiğini vurgulamış ve bu hakkın keyfi olarak sınırlandırılmasının, adil yargılanma hakkını zedeleyeceğini belirtmiştir.
Dayanan v. Türkiye kararında ise Mahkeme, avukatsız alınan ifadelerin yalnızca kullanılıp kullanılmadığına değil, aynı zamanda ifade sürecinin tamamında avukat yardımından yoksun bırakılmanın yapısal bir ihlal oluşturduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda, avukata erişimin yalnızca “fiilen ifade alınırken” değil, gözaltı sürecinin tamamında sağlanması gerektiği, aksi takdirde savunma hakkının teorik değil, pratik ve etkili olmaktan çıkacağı belirtilmiştir.
Bu kararlar uyarınca, kişinin gözaltına alınmasından itibaren bir avukata erişiminin sağlanmaması, sadece adil yargılanma hakkının değil, aynı zamanda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının da (AİHS m. 3 ve 5) ihlallerine de yol açabilir. Ayrıca, bu hakka getirilecek herhangi bir sınırlama, sıkı bir zorunluluk testine tabi tutulmalı ve meşru bir amaçla sınırlı olmalıdır; salt idari kolaylık veya genel güvenlik gerekçeleri bu hakkın kısıtlanmasını haklı gösteremez. Her şüphelinin özel durumuna uygun olarak gerekçe kullanılarak avukata erişim hakkı sınırlandırılabilir.
Avukatsız alınan ifade delil olarak kullanılamaz!
Müeyyideler bakımından, bu tür ihlaller karşısında delil hukuku bakımından sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle İbrahim ve Diğerleri v. Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, avukatsız alınan ifadelerin (diğer kişiler veya sanıklar dahil) mahkûmiyetin esasına etkili biçimde katkıda bulunması durumunda, bu tür ifadelerin ‘delil’ olarak kullanılması mutlak anlamda AİHS madde 6’yı ihlal eder. Bu durum, ceza yargılamasının tamamının adil olmasını imkânsız hale getirebilir ve mahkumiyetin geçersiz sayılmasına yol açabilir.
Bu çerçevede, yine avukat olmadan mülakat adı altında etkin pişmanlığa zorlanan ve bu kapsamda alınan veya alınmasına yol açan, kişinin avukat yardımı olmaksızın gözaltında baskı, zorlama veya telkin altında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya ikna edilerek verdiği ifadeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi anlamında adil yargılanma hakkının ihlaline yol açmaktadır.
Mahkeme, Salduz v. Türkiye kararında yalnızca avukata erişimin engellenmesini değil, bu engellemenin yargılamanın bütününe etkisini de dikkate alarak ihlal bulmuştur. Burada esas mesele, kişinin iradesinin ne ölçüde serbestçe oluştuğudur. Avukat yardımından yoksun bırakılan bir kişinin, özellikle etkin pişmanlık gibi ciddi ceza indirimi vaatleri içeren bir kurum çerçevesinde yönlendirilmesi, savunma hakkının özüyle bağdaşmaz.
AİHM, ‘avukatsız alınan ifade’ nedeniyle ihlal kararı verdi
Mahkeme Panovits v. Kıbrıs kararında, özellikle genç bir sanığın gözaltında psikolojik baskı altında verdiği ifadeyi değerlendirirken, bireyin kırılgan konumunu ve avukat yardımından yoksun bırakılmasını ihlal nedeni olarak kabul etmiştir.
Benzer şekilde Soytemiz v. Türkiye kararında da başvurucunun baskı altında, avukat bulunmaksızın etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak üzere ifade vermeye yönlendirilmesi, ihlal bulgusunun temelini oluşturmuştur. Bu karar, Türkiye bağlamında etkin pişmanlık kapsamında verilen ifadelerin ne ölçüde sorgulanabilir olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Etkin pişmanlık ifadesi, çoğu zaman yalnızca başvuranın aleyhine değil, üçüncü kişilerin cezalandırılmasına da dayanak oluşturmaktadır. Bu da Beuze v. Belçika kararında belirtildiği üzere, ilk aşamada avukatsız alınan ifadelerin sadece alınma şekli değil, yargılamanın genel adil niteliği üzerindeki etkisi bakımından da değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. Avukatın bulunmadığı bir ortamda, telkin, yönlendirme veya ceza tehdidi altında alınan etkin pişmanlık beyanları, yalnızca bireyin değil, sistemin bütününü etkileyen bir adaletsizlik doğurur ve 3. kişi aleyhine verilen ifadeler de kullanılamaz.
Apaçık ihlal ve tazminat kararı!
Sonuç olarak, bu tür ifadelerin esas alınarak mahkumiyet kararı verilmesi, yalnızca delil güvenirliği bakımından değil, usule ilişkin güvencelerin eksikliği yönüyle de açık bir hak ihlalidir. Mahkeme, bu tarz ihlaller karşısında hem maddi tazminata hükmetmekte hem de yargılamanın yenilenmesi ya da sonuçlarının ortadan kaldırılması yönünde etkili tedbirler önermektedir.
Bu bağlamda, özellikle avukatsız ve gözaltında alınan “etkin pişmanlık” beyanlarının, yalnızca adil yargılanma hakkı (AİHS m. 6) bakımından değil, aynı zamanda kötü muamele yasağı (AİHS m. 3) açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Gäfgen v. Almanya kararında AİHM, sanığın polis tarafından işkence tehdidiyle bilgi vermeye zorlandığı bir durumda, bu tehdidin kendisinin dahi AİHS madde 3’ü ihlal ettiğine ve bu yolla elde edilen ifadelerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağına hükmetmiştir. Mahkemeye göre, böyle bir durumda alınan beyanlar yalnızca adil yargılanma hakkını değil, işkence ve insanlık dışı muamele yasağını da ihlal eder.
Bu içtihattan çıkarılması gereken temel ilke şudur: Eğer bir kişi, gözaltında kötü muamele tehdidi, psikolojik baskı, hukuki destekten yoksunluk ya da ceza tehdidi gibi zorlama yöntemleriyle “etkin pişmanlık” beyanı vermeye yönlendirilmişse, bu beyan yalnızca madde 6 bağlamında değil, aynı zamanda madde 3 çerçevesinde mutlak nitelikteki bir ihlal teşkil eder. Nitekim AİHM, Gäfgen kararında, işkence veya kötü muamele yasağı çerçevesinde elde edilen bilgilerin herhangi bir mahkeme önünde — hatta sanığın aleyhine kullanılmasa bile — kullanılmasının Sözleşme’ye aykırı olduğunu açıkça belirtmiştir.
İşkence ve kötü muameleden mahkumiyet!
Böylece, avukat yardımı olmadan ve kötü muamele veya tehdit ortamında alınan “etkin pişmanlık” beyanlarının hem alınma koşulları hem de yargılamadaki etkileri bakımından çok yönlü bir ihlale yol açtığı kabul edilmelidir. Bu tür delillerin kullanılması, yalnızca bireysel adaletsizlik değil, yargılamanın bütününe sirayet eden yapısal bir bozulmayı ifade eder. Gäfgen kararında olduğu gibi, bu tür delillerin kullanılması salt “adil yargılama” ölçütleriyle değil, mutlak bir hak olan kötü muamele yasağı açısından da mahkumiyete yol açmaktadır.”
Özetle, uzman bir insan hakları hukukçusunun görüşleri böyle. Bugün Gaziantep emniyet müdürlüğü ve adliyesinde yaşanan hukuk skandalları da belli ki kısa bir süre sonra AİHMnin önüne gidecek.
Operasyonun mimarı olarak yandaş medyada allanıp pullanan Başsavcı İsmail Karataş, bu konulardan haberdar mıdır? Sanmam. Ama sırtını dayadığı iktidarın çöktüğü gün, verdiği hukuksuz emirler nedeniyle epeyce başının ağrıyacağını söyleyebilirim.
Gözaltındaki mağdurların avukatlarının ilk yapması gereken bu yapılanları kayda geçirmek ve iç hukukun her aşamasında ileri sürmek olmalı. Aksi halde iç hukukta dile getirmediği, kayda geçirmediği hak ihlallerini AİHM önünde ileri süremezler.