Hücrede 18 bin adım

YORUM | AHMET KURUCAN

Aziz Dostum,

Sana hergün beş vakit namazın ardından dua ediyorum dersem yalan söylemiş olurum. Ama isim isim dualara başladığım zaman mutlaka senin adını zikrediyorum. İsimleri saymaya başladığım bazı zamanlar istemsiz ağlama krizlerine giriyorum inan bana. Bak şimdi de öyle oldu. Bu satırları yazdım ve başladım ağlamaya.

Sakin olduğum bir zaman sordum kendime, neden istemsiz ağlama krizleri yaşıyorsun diye. Aslında bu doğru sorunun adresi ben değil bir psikiyatri uzmanı ya da psikolog olmalı. Ama olsun, ben bana sordum ve cevabımı şöyle verdim. İki şeyden dolayı dedim.

İlki, o isimleri zikrettiğim zaman eski hatıralar gözünün önünde tülleniyor. Mesela seninle Beşevler’de peynir, ekmek, helva, yoğurt ile öğle yemeklerini geçiştirdiğimiz günler. Sonra nostalji yaşama düşüncesiyle aynı şeyi yıllar sonra Manhattan’da Central Park’ta yapmamız. Pizzalarımızı ve içeceklerimizi alıp Garret Mountain’ın şelaleye bakan tepesinde yediğimiz öğle yemekleri. Ankara Ulus’ta Urfalı Hacı Mehmet’de yediğimiz patlıcan kebapları, Sıhhiye’de Hacı Baba’da yediğimiz baklavalar ve daha neler neler. Mümin’in “Ooooğğlum” sözleri ile başlayan konuşmaları. Ve tabii ki rahmeti Rahmana kavuşan Köşe Camii imamının nükteli beyanları.

İkincisi senin bana gönderdiğin ilk mektuptaki fiziksel aktivitelerini anlattığın bölüm. Yeme içme konusunda seçici olmadığını biliyorum ama buna rağmen o hapishane şartlarında istediğini bulamaman beni derinden derine dağidâr etti. Belki sen bunu hiç dert etmiyorsun ama ben ediyorum ve senin dert etmemen bana ayrı bir dert oluyor. Haksız yere, hiç bir suçun olmadığı halde yıllardan beri dört duvar arasında tek başına yaşaman, hayatının en verimli döneminde eşine, çocuklarına, talebelerine, milletine ve insanlığa çok faydalı olabileceğin bir zaman diliminde en tabii insani ihtiyaçlarını bile karşılayamaman inan bana keskin bir hançer misali sineme saplanıyor.

Mektubunda diyorsun ki bana: “Hücremde günde 18 bin adım atıyorum ve şu an itibariyle tam 20 kilo verdim.” 20 kilo zayıflaman bir kenara küçücük bir hücrede günde 18 bin adım atmak ne demek? Aklım durdu. Hani derler ya beynimin devreleri yandı, sigortaları attı ve iradene olan hayranlığım bir kez daha arttı. Biz şu serbest hayatın içinde spor salonlarından parklardaki yürüme yollarına, spor tesislerindeki yürüme bantlarından hiking alanlarına kadar her türlü imkanımızın olduğu yerde ve zamanda dahi yapmıyoruz bu yürüyüşü. Piyasada yaygın olan genel kabulden hareketle günde 10 bin adım atmalıyız diyoruz ama onu da atmıyoruz. Hücrede 18 bin adım ha! Aman Allahım!

Biliyorum şu an seninle hasbihal ediyorum. Hayalimde senin siman ve sanki karşımda oturmuş beni dinliyorsun. Madem bu kadar dinledin, şunu da dinle. Son mektubunda vaktin yetmezliğinden bahsettiğin cümleler var ya bitirdi beni. Ne diyorsun sen Allah aşkına? Ne dediğinin farkında mısın sen? Ben anlam vermekte zorlandım buna. 4 duvar arasında tek başına geçen koca 6 yıl ve sen bana vaktim yetmiyor diyorsun? Nasıl oluyor bu? Biliyorum seni tanıdığım ilk günden beri vakti en büyük sermaye bilen bir insandın. Disiplinli bir çalışma temposuna sahiptin. Programlı bir hayat yaşardın. Zaten taviz vermeyen bu özelliklerin sayesinde bir yerlere geldin. İnşaatlarda işçilik yapmakla başlayan hayatın başlangıçta hayal dahi edemeyeceğin mevkilerde son buldu. Ne kadar ironik bir söylem değil mi? Hayal dahi edemeyeceğin mevkiin? Hapiste, hücrede, tek başına. Aman Allahım! Hani bir hak dostu Hz. Eyyüp için söyler iç dışa, dış içe bir çevrilse diye. Dış içe, iç dışa bir çevrilse… Tamamlayamadım cümlemi ama sen anladın ne demek istediğimi.

Aziz Dostum,

Dış dünyadan bir haber vererek bitireyim sözlerimi. Geçenlerde fakülte yıllarından arkadaşımız Mümin ile görüştüm. Hamdolsun çıktı. Uzun uzadıya konuştuk. Bir insan kendisinden çalınan onca yıla rağmen bu kadar neşeli nasıl olabilir diye düşünmeden kendimi alamadım. Ben onu teselli ve tesliye edeceğim yerde o beni teselli etti. Bir sır var bu işte diye düşündüm kendi kendime. Anlam veremiyorum hala. Aklıma gelen bir tek şey var; derdi veren sabır ve tahammül gücünü de veriyor beraberinde. Umulmadık ihsanlara gark ediyor. Sekine var ya hani Kur’an’da anlatılan Bedir Savaşı özelinde, sanki o sekine teskin edici manevi bir ilaç gibi sizlerin üzerine yağmur olup sağanak sağanak yağıyor. Ben başka bir izahını bulamıyorum. Hamdediyorum tabii ki Rabbime ama… Ama bu geçici oluyor. Hükmünü benim vicdanımda da aklımda da bir iki saat icra edebiliyor. Ardından başladığım yere geri dönüyorum. Neden, niçin, nasıl soruları beynimi yeniden kemirmeye başlıyor, senin ve senin gibi binlerce insanın düçâr olduğu hal beni benden alıyor. Çaresizlik, tükenmişlik sendromlarını da buna ilave edersen ölüm yolda bulunmuş bir inci gibi gözüme gözüküyor. Ama o da gelmiyor.

Neyse. İyi başladım kötü bitirdim. Belki seni de üzdüm ama hayat da böyle bir şey değil mi zaten? Üstad’ın dediği gibi “Şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.” Ama reçetesini de verir. İşte o reçete ile bitireyim sözlerimi: “Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur.”

Hoşça kal Aziz Dostum. Yine yazacağım sana inşallah.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Emin olun daha da fazla adım atacak ruh halindedir, ancak hücre dar olduğu için, sürekli dönmek zorunda olan dizlerinizde sürtünme hisseder, hafif diz kapağınız acır ve bir zarar vermeyim bedenime diye durursunuz sık sık. Ruhunuz saatlerce adım atacak haldedir ama bedeniniz uygun değildir. Bedenlerin başka,ruhların başka yerden geldiğinin kanıtıdır bu ayrıca. Cankuşu dememişler boşuna. Kilitli olan bedendir hücre de, ruhta çoktan onun da içinde kilitli şekilde.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin