HSK’nın, kararı uygulamayan heyeti açığa almaması, ‘AYM’nin kararlarına uymayabilirsiniz’ anlamına gelir

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) “hak ihlali yapıldığı” gerekçesiyle tutuklu gazeteci Şahin Alpay hakkında verdiği tahliye kararını ikinci kez reddetmesini değerlendiren İnsan Hakları Hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun mahkeme heyetini görevden almaması halinde diğer tüm mahkemelere ‘AYM kararını tanımayabilirsiniz’ mesajı vereceğini söyledi.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası Fethullah Gülen cemaatine yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan 21 gazetecinin tahliyesine karar veren mahkeme heyeti ve duruşma savcısının HSYK tarafından açığa alındığını hatırlatan Altıparmak, “İstanbul 13. Ağır Ceza heyetine aynısını HSK yapmazsa kararı doğru buluyor demektir. Ki bu tüm mahkemelere AYM kararlarına uymayabilirsiniz demek anlamına gelir!” dedi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de dahil olmak üzere Avrupa Konseyi mercilerine de çağrıda bulunan hukukçu, “Türkiye’nin içinde bulunduğu ‘hukukun üstünlüğü’ kriziyle ilgili bir şeyler söyleyin” ifadelerini kullandı.

Hukuk devletine en ağır saldırı

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay için verdiği hak ihlali ve tutukluluğun sona ermesine ilişkin kararına karşı, yerel mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ni “yetki gaspıyla” suçlaması, Türkiye’yi yeni bir hukuki kaosun içine soktu. Hukukçular ise bu duruma tepti gösterdi. Cumhuriyet’in bu konudaki haberi şöyle;

Özel olarak çalışılmış karar

Türkiye Barolar birliği Başkanı Metin Feyzioğlu: Anayasa Mahkemesi, hak ihlali kararı verdiğinde ‘yetki gaspı’, reddetttiğinde ‘görevini yapmış mı’ olacak? Söylenebilir mi bu? Akla zara. Anayasa Mahkemesi ne diyip de tutukluluğun hukuka aykırı olduğuna karar verebilirdi? Ağır Ceza Mahkemesi nasıl inceliyor? ‘Bu delil ile bu tutuklama olmaz’ dediğinde, ihsası reyde mi bulunmuş oluyor? Reddetmek için, ‘uymuyorum’ demek için üzerinde özel olarak çalışılmış, hukuk ile ilgisi olmayan bir karar. Mahkemenin direnme kararına da itiraz edilebilebilir. İtiraz mercilerinin doğru davranması gerekir. Anayasa Mahkemesi tutukluluk hali devam ettiği sürece her gün aynı kararı verebilir. Bu durum, AİHM önündeki dosyaları da mutlaka etkileyecektir. AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin etkili bir çözüm olmadığına karar verir. Türkiye yine kendi ayağına sıkıyor. Kendi iç hukukundan çıkartıp olayı AİHM’e havale ediyor.

İkinci bir hak ihlali yaşanıyor

Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran: Bir mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kararını öğrendiği an, gerekçesini aramaya gerek kalmadan yerine getirmek zorunda. Gerekçesini görseniz ne olur, görmeseniz ne olur. Kesin kararın gerekçesi mahkemeyi ilgilendirmez. O andan itiaren eğer bir tutukluyu salıvermiyorsanız, suç işliyorsunuz. 13. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM kararını yerine getirmeyerek, suç işlemiştir. Adalet Bakanlığı’nın hemen harekete geçip, 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyelerinin hakkında suç duyurusunda bulunarak, işleme başlamaları gerekiyor. Çünkü karar ikinci bir hak ihlaline gitmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, demiyor muydu, ‘Tanımıyorum da yerine getirmiyorum da.’ Bir Cumhurbaşkanı, ‘tanımıyorum’ derse, başka bir vatandaş veya mahkeme de ‘yerine getirmiyorum’ der. İdarenin gücü eline alıp, bu yollara tevessül etmesi sonucunda, mahkemeleri bu hale gelmiştir.

Bireysel başvuru için tasarı var

İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu: AYM kararları kesin ve bağlayıcıdır. Bu kararları tartışmak gibi bir lüks kimsenin elinde yok. Ya hukuk devleti olacağız ya da olmayacağız. Önemli olan nokta şu Türkiye bireysel başvurular nedeniyle, içinde bulunduğu konum itibarıyla çağdaş ve evrensel hukuk dünyasına açılan tek kapıyı açık tutuyor. Türkiye’nin şu anda var olan en önemli kapısı bireysel başvurunun evrensel hukuk temelinde hareket etmek zorunda kalmasıdır. Yargının içinde bulunduğu konumda bir tek elimizde bu kaldı. Öyle sanıyorum ki Bekir Bozdağ’ın demeçlerini böyle yorumluyorum. Bireysel başvuruyla ilgili hükümet bir tasarı içerisinde. Bu tasarıyıda daha önce yaptıkları gibi yargıyı siyasal stratejilerin bir parçası olarak kullanmak kaydıyla bunu sağlamaya çalışıyorlar.

‘Yasaya karşı hile’ yoluna gidildi

Prof.Dr. Sami Selçuk: Ülkemizin içinde bulunduğu Kara Avrupası hukuk sistemlerinde mahkeme kararlarının hüküm fıkrası açıklandığı anda bağımsızlık ve dokunulmazlık kazanır, kesinleşir ve mahkeme artık açıkladığı bu hüküm fıkrasının üzerinde asla bir değişiklik yapamaz, virgülüne bile dokunamaz. Karar da, o anda geçerli olur ve etkisini göstermeye başlar. Gerekçe, bu hüküm fıkrasını besleyen kesimdir ve bildiğimizce bütün yargılama yasalarına göre hüküm fıkrasından sonra yazılır, yazılabilir. Ayrıksı/istisnai olarak sadece AYM’nin iptal kararlarında gerekçenin yayımlanması beklenir. Olayımızda AYM, kendi yetkisine giren bir hak ihlalini belirlemiş ve ulaştığı bu sonucu sitesinde yayımlayarak kamuoyuna duyurmuştur.

Bir mahkeme kararı elbette bilimsel gerekçelerle her zaman eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Ancak hukukla ilgisi olmayan saçma bahanelerle ya da “yetki yağması” gibi süzme kavramların içeriği boşaltılarak ve yozlaştırılarak eleştirilmesi kabul edilemez. Böyle bir yaklaşım, her şeyden önce bilim ve hukuk etiğine aykırıdır ve yersizdir. Bundan başka bir hukuk toplumunda AYM’nin ihlal kararına duyulduğu anda herkes ve bu arada adli karar mahkemesi de uymak; kararın gereğini hemen yerine getirmekle yükümlüdür. Bir yasanın hükümlerini ya bir mahkemenin kararını hukuka uygun bulmayan bir yargıç, elbette o yasayı ya da mahkeme kararını bir inceleme yazısında eleştirebilir. Ancak yasaları uygulamakla ya da AYM gibi ilgili merciin verdiği karara uymakla yükümlü bir mahkeme, bunları verdiği kararında eleştiri konusu yapamaz. Yaparsa, böyle bir karar yetki aşımı nedeniyle sakattır ve hukuka aykırıdır.

Nitekim Fransız Yargıtayı, bir yasayı eleştirerek uygulayan bir mahkeme kararını, karar yasaları uygun bulunduğu halde, kararın böyle bir gerekçeyle kesinleşmesine izin vermemiş ve yetki aşımı nedeniyle bozmuştur. Olayımızda ilk mahkeme; ilkin AYM’nin verdiği karara uyacak yerde onu eleştirme yoluna gitmiş, yetkisini aşmıştır. Bu bir. İkinci olarak da gerekçenin yayımlanmasını bekleyeceğini belirterek sağlıklı nedenlere dayanan gerekçe yerine, hukukla inatlaşma bahanelerine ve “yasaya karşı hile” yollarına başvurmuştur. Bu ağır bir yanılgıdır. Mahkemeler ve bütün devlet organları AYM kararına uymak zorundadır. Olayımızda başvurucu Mehmet Altan ve arkadaşları, bir önlem olarak tutuklanmışlar, ancak bu tutuklanma işleminin hukuka aykırı bulunduğu AYM kararıyla belirlenmiştir. “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” öyküsünü oynamaya kimsenin hakkı yoktur. Karara hemen uyulmalı ve tutuklular salıverilmelidirler. Tersi durumda özgürlüğü kısıtlama suçunu öngören TCY’nin 109/3- d maddesinin uygulanması gündeme gelir.

Varlık nedeninin anlamı kalmaz

Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu: AYM kararı, karşısında bir ağır ceza mahkemesi açısından da bağlayıcı. Bir ceza mahkemesinin AYM kararını yetki dahilinde verip vermediğini sorgulama yetkisi bulunmamaktadır. Çünkü AYM, Anayasa’nın ve yasanın kendisine tanıdığı yetki gereği ihlal var mı yok mu bunu saptama yetkisine sahiptir. Dolayısıyla eğer alt derecede bir mahkeme, bu derece üst derece mahkemeyi yetki gaspı biçiminde sorgulamaya kalkarsa o zaman orada yargının varlık nedeninin bir anlamı kalmaz. İkinci nokta, hükumet yetkilerinin ve siyasilerin bu konuda hemen konuşmaya başlamaları. Oysa yargı kararı yargının işidir. Hükümetin işi değildir. Acaba bu şekilde bir tablo çıkmasında Türkiye’nin OHAL yönetimi altında olmasının etkisi yok mudur? Çünkü bir ağır ceza mahkemesinin AYM’yi sorgulaması, olağan hukuk düzeninde pek rastlanılan bir durum değildir. Türkiye bir an önce olağan hukuk uygulanmasına dönmelidir. Ve sonuncu nokta; esasen AYM’nin verdiği bu karar Türkiye’nin içine sürüklendiği siyasal ve hukuk bunalımından çıkması için bir adım olabilirdi. Bu sadece belirli kesimlerin değil başta hükümetin ve bütün Türkiyenin yararına bir durumdur. Ancak bu şekilde karşı koymalarla böyle bir sansın önü kapatılmıştır.

AİHM kararını da uygulamazlar

Prof. Dr. Yaman Akdeniz: Yargımızın siyasetten bağımsız olmadığını Atilla Taş ve Murat Aksoy’un ilk tahliye sürecinde Ağır Ceza mahkemesi heyetinin ve duruşma savcısının görevden alınması ile zaten açıkça gözlemlemiştik. Şimdi de daha önce defalarca uygulanan ve tutuklulukla ilgili Anayasa Mahkemesinin ihlal kararları uygulanmıyor. Artık Türkiye’de yargı bağımsızlığından veya adil yargılanmada bahsetmek mümkün değil. Anayasal bir kriz söz konusu. Bu kriz AİHM’deki Cumhuriyet ekibi ve diğer gazetecilerin başvuru sürecini de olumsuz etkileyecektir. Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan yerel mahkemeler AİHM kararlarını da muhtemelen uygulamayacaktır. Olası bu durum Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden de Avrupa Birliği’nden de git gide uzaklaştıracaktır.

Doğrudan AİHM yolu açılacak

Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen: Bu hukuk devleti olup olmamakla ilgili bir mesele. Bir AYM kararının birinci derece mahkemesi tarafından bozulması gibi bir durum ilk defa oluyor herhalde. AYM kararına rağmen gazetecilerin tahliye edilmemeleri, tutuklamayı da hukuki mesnetten yoksun bırakmıştır. Fiili bir durum ortaya çıkmıştır. İnsanları kaçırıp üstüne kapıyı kilitlemekten hiçbir farkı yok. Bundan sonra bırakılacak olurlarsa, o da ayrı bir ihlal konusu. Tahliyenin gecikmiş olması Avruha İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesindeki özgürlük hakkının ihlali demek. Öte yandan, serbest bırakılmadıkları takdirde AİHM bir karar verecek. Gazetecilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılmış olmaları ve basın özgürlüğü ihlali açısından ihlal kararı verecek. Bu durumda Türkiye’deki iç yargı yolunun işlemediği ortaya çıkacak. AYM iç hukuk yolu olmaktan çıktıysa o zaman doğrudan AİHM’e gitmek imkanı doğacak. Türkiye’nin hukuk devletinden ne kadar uzak olduğu dünyaya ilan edilecek.

 

 

 

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin