Holokost ve İslam dünyası

HABER-YORUM | KEMAL AY

Geçtiğimiz cumartesi günü, yani 27 Ocak, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen, Holokost (Yahudi Soykırımı) Hatırlama Günü’ydü. Bir gün öncesinde ise Atom Uzmanları Bülteni’ne (BAS) üye olan bilim insanları, 1947’den bu yana güncellenen ‘kıyamet saati’nde gece yarısına, yani bir nükleer savaş ihtimaline, sadece 2 dakika kaldığını duyurdular. Dün ise bir Twitter hesabından yapılan şu paylaşım ilgi çekiciydi: ‘Yahudi’yim. 50’lerimdeyim. Gençken Holokost’un nasıl gerçekleştiğini asla anlayamazdım. Nasıl o kadar çok ‘normal’ insan bunun bir parçası olmuştu? 2018’de nasıl milyonlarca insanın kolayca korkunç şeyleri ‘normal’ görebildiğini anlıyorum.’

MÜSLÜMANLAR, MESELEYİ HÂLÂ ANLAYAMADI

İslam Dünyası maalesef Yahudi Soykırımı konusunda hep ikircikli bir tutuma mahkûm edildi. 1900’lerin başından itibaren Filistin’de yaşanan Arap-Yahudi gerilimi, Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni’nin doğrudan Nazi Almanya’sını desteklemesine, hatta Nazi askerleriyle omuz omuza savaşan Müslüman Hançer Tugayları’na kadar varıyor. Burada Nazilerin rakip gördüğü diğer Avrupalı güçlere karşı Müslümanları ‘kullanmak’ istemesinin de payı var. Kudüs Müftüsü El Hüseynî ile Hitler’in başbaşa görüşmelerine dair fotoğraf meşhurdur mesela. (Bu konuda Kronos’ta Doğan Ertuğrul şahane bir yazı kaleme aldı. Devamı da gelir diye umuyorum.)

1950’lerden itibaren İsrail Devleti’nin fiilen kurulması ve bölgede giderek daha da büyük rahatsızlık vermeye başlaması, özellikle Arap coğrafyasında Soykırım İnkârcılığı’nı yaygınlaştırdı. Fransa’da Nazilere karşı ‘direniş’ saflarında çarpışan fakat ömrünün sonuna doğru Soykırım İnkârcısı hâline gelen Roger Garaudy’nin kitabı, İslamcı saflarda ‘ama adamın gol diyor’ sevinciyle karşılandı. Garaudy’nin İslam’ı seçmesi de bu konudaki cezbeyi arttıracaktı. Daha sonra, ‘İsrail devletini kurmak için Yahudilerin kendi kendilerine soykırım yaptırdıkları’ gibi saçma sapan komplo teorileri ortaya atılmaya başlandı. (11 Eylül’ün ABD tarafından Afganistan ve Irak’a girmek için yapıldığı şeklindeki komplonun amca oğludur.)

AÇIK SEÇİK BİR SOYKIRIM

Oysa Holokost, inkâr edilemeyecek kadar çok kişinin tanıklığı altında gerçekleşti. Bugün Avrupa’nın hemen her kentinde bir Soykırım Müzesi bulabilirsiniz çünkü Hitler, agresif bir askerî hırsla bütün Avrupa’ya yayıldığında ilk yaptığı iş Yahudileri fişlemek, bir araya getirmek ve Doğu Avrupa’daki ölüm kamplarına göndermekti. Nazi subayları yaptıkları işten o kadar emindiler ki, bunların önemli bir kısmını görüntülü olarak da belgelemişti. İşgal altındaki Fransa, Belçika, Polonya gibi ülkeler daha sonra Nazilerin emriyle yaptıkları bu işlemlerin belgelerini de müzelere, araştırmacılara bağışladılar. Dahası, ölüm kamplarından kurtulanlar oldu.

Onlardan biri 1986’da Nobel Barış Ödülü’nü alan Elie Wiesel’di ve ödül töreninde şöyle demişti: “Her zaman taraf tutmalıyız, tarafsızlık ezene yarar, kurbana yaradığı hiç görülmemiştir. Susmak işkenceciyi cüretlendirir, işkence görene asla cesaret vermez.” (Elie Wiesel’in Kudüs konusunda ‘aşırılığa’ varan sözleri, çoğu zaman Soykırım mağduru olması sebebiyle görmezden gelindi ancak bu konuda bir eleştiriyi de hak ediyor.)

HER ŞEY SÖZLE BAŞLADI

Meşhurdur, Yahudi Soykırımı ‘sözlerle başladı’ denir. Avrupa için aslında çok köklü bir problemin zirvesidir Holokost. Yahudilere yönelik ayrımcılık Hitler’le başlamamıştı. Avrupa’daki hemen her ülkede Yahudi topluluklara rastlamak mümkündü ancak bu insanlar çoğunlukla ‘azınlık’ olarak ayrıştırılırdı. Yahudileri ‘vatandaş’ olarak ilk kez tanıyan ülke 1791’de Fransa oldu. Ancak 1894’te Dreyfus Davası’nın yaşandığını düşününce, Yahudilere yönelik ‘algı’ pek de değişmemişti. Özellikle aşırı sağ politikacılar (çoğunlukla Hıristiyan din adamlarının da desteğiyle) çeşitli komplolara malzeme yapmaktan geri durmadı. 1922’de Almanya’nın Dışişleri Bakanı olan Yahudi işadamı Walter Rathenau suikasta kurban gitmiş, bu da Yahudileri Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyetten sorumlu tutan Nazi siyasetinin temeli olmuştu.

İslam coğrafyasında adam akıllı gündeme gelmese de, Yahudi Soykırımı, Batı’da felsefeciler için Aydınlanma’nın temellerinin bile sorgulanması sonucunu doğurdu. ‘Bir daha asla’ mottosu etrafında Yahudileri, Çingeneleri ve eşcinselleri hedef alan bu ‘imha’ politikası etraflıca ele alındı. Ancak üzerinden çok zaman geçmiş olmalı ki, o günlerde politikacıların sarf ettiği ‘sözler’in sokak aralarında ‘insansızlaştırma’ (dehumanization) eylemlerine dönüştüğü gözardı ediliyor. Hele ki savaş gibi toplumu daha derinden tahrik eden dönemlerde, şeytanlaştırıcı ifadeler, acı sonuçlara yol açıyor.

TARİHİN BİZE SÖYLEDİĞİ…

Adına soykırım demeseniz bile, bugünkü Türkiye toplumunda hâlâ cari olan Ermenilere, Alevilere, Yahudilere yönelik aşağılayıcı sözlere bakın lütfen. Bu sözlerin bir yerlerde can yakmamış olması mümkün mü? Başta liderlerin ağzından çıkan, sonra da toplumun kılcallarına sinen o sözler, 6-7 Eylül’de Beyoğlu’nda cam çerçeve indirmiş, kadınlara el uzatmıştı. O tahrikkâr sözler, 1993’te Madımak’ta içinde insanlar ola ola bir oteli yakmıştı. ‘Nefret vaizlerinin’ insanları birbirine düşman eden o sözleri, bir asırdır kapanmayan bir yaranın cerahatinin şu günlerde bütün toplumun üstüne saçılmasına sebep oldu.

Ve tarih bize gösteriyor ki, bir grubu ağza alınmayacak sözlerle hedef alan siyasetçiler, katildir, zalimdir. Tarihe de öyle geçeceklerdir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin