YORUM | AHMET KURUCAN
Daha önceki bir yazımda Taliban medreselerinde okutulan kitaplar ile Hocaefendi’nin talebelerine okuttuğu kitapların kesişim kümesinden bahsetmiş, ikisi arasındaki zihniyet farklılığından kaynaklanan yorumlara işaret etmiş ve ardından şu iki soru ile yazıyı bitirmiştim: “Neden o kitapları okutuyor? Usulde iç tutarlılığa sahip bir yenilenme öngörüyor mu?”
İlk sorunun cevabını bu yılın Mayıs ayında yayınlanan “Amerikan veya Avrupa Müslümanlığı” başlıklı yazımda dolaylı da olsa vermiştim. Orada beş ana başlık halinde Müslümanlığın olmazsa olmazlarına değinmiştim. Başlıkları birer cümle ile hatırlatayım. “Bir: Hz. Peygamber’i, hadis ve Nebevi sünneti dışlayan Müslümanlık olmaz. İki: Hz. Peygamber’i, hadis ve Nebevi sünneti dışlayan Müslümanlık olmayacağı gibi tefsiri, kelamı, fıkhı, tasavvufu, felsefeyi ve tarihi dışlayan Müslümanlık da olmaz. Üç: 14 asırlık İslam ilim mirasını olduğu gibi kabul eden Müslümanlık da olmaz. Dört: Global köy adını verdiğimiz içinde yaşadığımız 21. yüzyıl dünyasının gerçekliğini nazara almayan Müslümanlık olmaz. Beş: Ahlaksız Müslümanlık olmaz.”
İşte kesişim kümesinde yerini alan kitapların -isterseniz en genel manada buna gelenek diyelim- hem de ders kitabı olarak okutulmasının temel nedeni Müslümanlığı yeniden inşa ve onu günümüze taşımanın gerekliliğinden dolayı. Zira geleneği olmayan insan olmaz, toplum olmaz, millet olmaz, ilim olmaz ve din olmaz. Onun için mutlaka o geleneğin öğrenilmesi şarttır.
Alanım olduğu için sadece fıkhi/hukuki düzlemden ele alacağım. Bugün hukuk fakültelerinde hukuka giriş derslerinde Solon ve Hammurabi kanunları, Bizans ve Roma hukuku okutulmuyor mu? Şu an yürürlükte olan Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları beyannamesi ders olarak okutuluyor, bunu anlıyoruz da 1215 Magna Carta yani Büyük Özgürlükler Sözleşmesi neden okutuluyor? Çünkü bunların hepsi hem en genel manada hukuk hem de insan hakları ekseninde ana umdelerdir, insanlığın yaptığı hukuk tarihi yolculuğunda köşe taşlarıdır, hukuk geleneğinin bir parçasıdır. Dolayısıyla hasıl-ı tahsil adına kesişim kümesinde yer alan o kitapların okunması ve okutulması, oralarda yer alan bilgilerin bilinmesi hayati derecede önemlidir. Evet, hasıl-ı tahsildir bunun adı ama yeni bir şeyler ortaya koyabilmek, usulde veya fürûda hukuki öğretileri güncelleyebilmek için evvelemirde bu tahsilin yapılması şarttır.
Bu açıdan bakıldığı zaman 14 asra uzanan ilim mirasını bilmek bir araçtır, amaç değil. Eğer siz tam da bu noktada o aracı amaç haline getirirseniz, Taliban misali onları sabite kabul edip bugün de hayata tatbik edilecek hükümler olarak görürseniz güncel hayatla bağınız kopar, dini hayata taşımayı bırakın hayattan dini kovarsınız. Zira yapılması gereken bir önceki yazımda kısaca işaret ettiğim gibi o ilmi alt yapıya sahip olduktan sonra üzerine bir şeyler ilave edebilmektir. Mevlana’ya atfedilen sözle, dün “Dünle beraber gitti, cancağızım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” İşte Hocaefendi ile Taliban zihniyetini ayrıldığı nokta burasıdır.
Şimdi ikinci soruya geçeyim: Pekala Hocaefendi usul dediğimiz düşünce sistematiği, düşünce metodolojisi ya da düşünce üretme mekanizmasında iç tutarlılığa sahip bir yenilenme ya da daha doğru bir tabirle bir model öngörüyor mu? Bu sorunun kısa cevabı hayır. Ama evet cevabına da kapı aralayacak düşünceleri, teklifleri, örnekleri ve çıkışları yok değildir. Dikkat edin evet demiyorum ama ona kapı aralayacak diyorum.
Bu hususu açacağım fakat ondan önce daha önemli gördüğüm bir hususun altını çizmek isterim: Hocaefendi bu bağlamda kendini nasıl tanımlıyor ve nasıl konumlandırıyor? Söz gelimi usûl-ü fıkıhta yeni bir model öngörüyorum, modelim de şu diyor mu? Böyle bir iddiası var mı? Benim bildiğim kadarıyla yok. Böyle olunca herhangi bir iddiasının ya da teklifinin olmadığı bir yerde “Ortaya koyduğu ne var?” ya da “Neden yok?” sorusunu sormanın anlamsız olduğunu düşünürüm. Belki kendini yeterli görmüyor, belki kendi adına belirlediği ve hedeflediği role uygun olduğunu düşünmüyor, belki gerekliliğine inanıyor ama İslami entelektüel zihnin ve taban kitlenin böyle külli bir değişime hazır olduğunu düşünmüyor. Belki yukarıda saydıklarımın hepsi belki de hiçbiri.
Gelelim kapı aralıyor dediğim hususa: Benim kendisi ile olan ve uzun yıllardır devam eden hoca-talebe ilişkimiz içindeki birlikteliğimiz, pratik hayatta gördüğüm örnekler ve yaptığım okumalardan anladığım kadarıyla Hocaefendi yeni düşüncelerin üretilme mekanizması olan usul sistematiği konusunda klasik usulü fıkhın imkanlarının sonuna kadar kullanılmasından yana bir tavır alıyor. Sistematize edilmiş şekliyle kökeni kurucu imamlar dönemine uzanan usûl-ü fıkhın imkanlarının güncel ve aktüel sorunlarımıza cevap ürettiği bir yerde yeni bir metot arayışı içine girmeyi fantezi olarak değerlendiriyor. Bununla beraber onun yetmediği meselelerde usulde tamamlayıcı yeni şeyler ortaya koyma arayışına bir şey demediği gibi kendisi de bu arayışın bir parçası oluyor. Mesela makasıd-ı hamse diye bildiğimiz beş temel esasa özgürlüğün ilave edilmesi gerektiğini söylüyor. Gerçi bunu ilk defa söyleyen o değil. Başkaları da dile getiriyor bu düşünceyi. Hatta adalet ve çevre gibi hususları ilave edenler de var.
Bir misal daha vereyim, Şatibi’nin üzerinde ısrarla durduğu makasıd teorisini, gündelik hayatımızı ilgilendiren nice meselelerde hüküm üretme adına mutlaka müracaat edilmesi gereken bir metot olarak görüyor. Cüveyni’nin şer’i hükümlerin gayeleri eksenindeki düşüncelerinden hareketle İmam Gazzali’nin formüle ettiği zaruriyât, haciyât, tahsiniyât kavramların örneklendirilmelerinde günümüz hayatının olmazsa olmazlarını da katıyor. Nitekim diyalog faaliyetleri, ehli kitapla olan münasebet, cihat, 28 Şubat süreci ve sonrasında kız çocuklarımızın eğitim ve öğretimi, daru’l harb ve daru’l İslam ayrımları ve benzeri daha onlarca konuda dile getirdiği görüşleri önce klasik usulü fıkıh ve beri tarafta makasıd ve maslahat teorilerine müracaatla dile getirdiği görüşlerdir.
Ama bütün bu örnekler yeni bir model önerme anlamına gelmez. Daha açık ve net ifadesiyle Ziya Gökalp’ın öncülüğünü yaptığı İçtimai Usûl-ü Fıkıh nazariyesi gibi bir teorinin sahibi değildir Hocaefendi. Hatta şunu da demek zorundayım bu örneklerde gösterilen tutumun benzeri yeni yaklaşımlar gerektiren başka meselelere uygulamadığı da vakidir. Zaten bu sebeple iç tutarlılık tabirini kullandım. Neden böyle yapıyor o zaman? Cevabını belki, belki, belki diyerek yukarıda vermeye çalıştım.
Netice itibariyle usulde “Yeni bir model öneriyor mu?” sorusuna verilebilecek cevapta bana göre Hocaefendi ne mutaassıp ne geleneksel ne modernist ne de seküler üst başlıkları ile anlatılan alimler kategorisinde yer alıyor. Kazuistik yaklaşımla ele alıp çözüm üretmeye çalıştığı meselelerde bunların hepsinin sentezi sayılabilecek bir zihniyete ve duruşa sahiptir.
Önceki o yazımda seçici okumalardan bahsetmiştim. Belki bir başka yazımda da ona değinirim.
Ehli sünnet ölcüleri isminde bir kitab okumustum. Ölcüler hakkinda hic yorum yapmadan kisa ve net bilgiler veriyordu: Bazilari kafami cok karistirmisti, “muzik haram, nokta”, “namaz kilmayan önmce dövülür, israr ediyorsa öldürülür, nokta”, “cariyelerin örtünmesi gerekmiyor, nokta”, “cariyelerle evlilik yapmadan cinsel iliski caiz, nokta”…
Kafami allak bullak eden bu konulari rafa kaldirdim. Dedimki, Islam dini insanin dünyasi ve ahireti icin insan fitratina en uygun en mükkemmel bir dindir, eger ben bu hükümleri anlamiyorsan kusur islamda degil, kusur bende, bendeki ilim zaafi, benim anlama kapasitemin zayif olmasindan kaynaklaniyor.
Ve arasira bu konulari raftan indirdim ve arastirdim, anlamaya calistim.
Örnegin, muzigin haram olmasi tek cümleyle anlatilacak bir konu degil, eger calgi haram olsaydi Istanbulun fethyile müjdelenmis koca Fatih mehtere izin vermezdi, bu konuda benim aklima yatacak sekilde mantikli aciklamalari Imam Gazalinin Ihya kitabinda buldum ve Bediuzzamanin Said Nursinin yorumlarinda buldum.
Diger konularada doyurucu cevaplar buldum, örnegin namaz kilmayanlara uygulanacak ceza konusu, kim uygulayacak, nezaman ve nasil uygulayacak, tüm bunlarida herkesin anlayacagi dilde aciklamadan hemen bir cümlede hüküm verip nokta koyarsaniz hem bu yüce dinin yanlis anlasilmasina ve hemde insanlarin bu dinden sogmasina sebep olursunuz, bir baska ifadeyle “sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz” ölcüsünün aksine hareket etmis olursunuz.
Cariyelik konusuda böyle, meseleyi enine boyuna arastirinca öyle tek cümlelik basit bir konu olmadigini, evliklik anlasmasi gibi sartlarinin oldugunu, ancak günümüzde kölelik ve cariyelik kalmadigindan bu konunun Islam alimleri tarafindan ihmal edildigini gördüm, ne demek ya, cariyelerle nikah yapmadan yatip kalkabilirsin, bu zina degilde nedir, böyle bir sacmaligi benim dinim izin veremez dedi icimdeki ses ve HAKLI ciktim.
Yaziyi uzatmamak icin kafama takilan konularda buldugum cevaplarin detaylarina girmek istemedim.
Özetle,
“yapılması gereken ilmi alt yapıya sahip olduktan sonra üzerine bir şeyler ilave edebilmektir.” cümlesine katiliyorum,yenilik cikarmaya, yeni bir mezhep kurmaya hic gerek yok, gerek yok, yapilmasi gereken sey gelenekten kopmadan hükümleri herkesin anlayacagi sekilde yorumlamaktir, müceddid derecesinde ilim sahibi olan alimlerin yorumlarini derleyip toparlamaktir.
Cem Bey,
Hz. Fatih (r.a. k.s.)nin mehtere izin vermesiyle müziğin haram olmadığını ispatlamissnz maşallah.
Hz. Fatih kundaktaki kardeşini öldürdüğünde, sapkın diye gördüğü bir tarikatın mensuplarını canlı canlı yaktirirken, İstanbul’un fethi sonrası şehri yaglamalatip, askerleri kadınlara tecavüz ederken hangi islami kaidelere göre hareket ediyordu?
https://youtu.be/ymfynf9REpQ
https://sorularlaislamiyet.com/cariye-ne-demektir-ve-cariyeler-ile-cinsel-iliski-gunah-midir-0
Cariyeler konusunda verdiginiz kaynagi önce kendiniz oyunun derim, olayin öyle tek cümleyle izah edilecek kadar basit olmadigini, nikah akdi gibi birsürü sartlarin oldugunu gösreceksiniz.
Muzik konusunda Imam gazaliyi kaynak gösterdim.
Fatih ve Istanbulun fethi konusunda söylediklerinizin iftira oldugunu düsünüyorum, hemde köküne kadar.
Benim burda anlatmaya calistigim sey, islami hükümlerin öyle tek cümlelik meseleler olmadigini, haram, helal, caiz demeden önce detaylica izah edilmesi gerektigini vurgulamakti, aksi halde kafa karistiyor, insanlari dinden sogutuyor.
Kaynakta yazıyor nikaha gerek yok diye. Cariye maldır, malın sahibi ondan istediği gibi yararlanır. Kaynağı tam okumadnz herhalde.
Fatihe neden iftira atılsın? Bunu inkar eden hangi kaynak var?
https://www.tr724.com/osmanli-padisahlarinin-kisa-hikayesi/
Bu sitede okudum adam tek tek kaynak vermiş. Aksini iddia eden cevaplar.
Basa dönelim, benim bu cariye konusuna deginmemin sebebi bazi “Ehli-Sünnet” kitablarinda bu konunun tek cümleyle gecilmesidir, “cariyelerle nikah yapmadan cinsel iliski caizdir, nokta.” seklinde yaziyor. Bunu okuyunca irkildim, bunu bu sekilde okuyan ve yorumlayan yobazlar ne yapar, afrikanin bazi bölgelerinde,, irak, suriye, afganistan gibi ic savaslarin oldugu problemli ülkelerde birileri kendi kafasina göre kadinlara cariye damgasi vurur, kafasina estigi gibi onunla yatar bununla yatar, kadinlari cinsel tatmin araci olarak kullanir, altini cizerek söylüyorum, böyle bir uygulama Islam dininde yoktur, BU ZINADIR !
Verdigin kaynakta sunlar yaziyor:
1. Nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir.
2. Milk akdi, nikah akdinden daha güçlüdür….
Cariyelerle ilgili olan evlilik, ayette: “eliniz altında bulunanlar” şeklinde ifade edilmiştir. Buna “milkü’l-yemin” veya “akdu’l-milk” da denilir.
İslam fıkhında bu konuyla ilgili önemli bir kavram da “Teserri” kavramıdır. Bunun anlamı; cariye olarak elde edilen bir köle kadını eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir. İslam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahip olmakla gerçekleşmez. Nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir.
Hanefî mezhebine göre teserrinin gerçekleşmesi için iki şart vardır: Birincisi: Normal hür kadınlardan olan eşlerine ayırdığı gibi, tesri(birlikte olmak) istediği cariyesi için de hususî bir mesken ayırması. İkincisi, diğer eşlerle birlikte olmak için ayırdığı zamanı ona da ayırması. Ebu Yusuf’a göre ondan bir çocuk edinme arzusu da şarttır. (bk. el-Bedai’, 8/344-45-şamile) Bu iki şart Şafii mezhebinde de geçerlidir. (bk. Muğni’l-Muhtac, 20/316; Nihayetu’l-muhtac, 29/343-şamile)
Neden cariye için nikah akdi gerekmez? Çünkü; milk akdi, nikah akdinden daha güçlüdür. Nikah akdi, bir menfaat akdidir. Milk akdi ise, önce ilgili şahsın kendisine sahip olmak vardır. Menfaat akdi ise buna bağlı olarak gerçekleşmiş olur.(bk. Mahmud Hamdi Zakzuk, et-Teserri adlı makalesi).
– Bu konuda söz sahibi, İslam âlimleri ve fıkıh kaynaklarıdır. Ümmetin asırlarca uyguladığı hükümler bu kaynaklara göre olmuştur.
– İslam alimlerine göre, bir kadınla birlikte olmak ancak iki şekilde helal olur; nikah akdi ve milkü’l-yemin (cariyenin mülkiyetini elinde tutma) akdi ile olur.(bk. Reddu’l-Muhtar, 3/163).
Mesela bazi gelenekselcilerin cariye fetvasi cok ilginc, cariyelerin avret yerleri göbek ile diz arasiymis, NOKTA, detayli bilgi yok:)
Diyelim islam devleti kuruldu,cariyeler saclari baslari,gögüsleri acik dolasabilecekler öylemi?
Butür fetvalari cogaltabiliriz, ben bu fetvalarin yanlis oldugunu düsünmüyorum ama sebebleride,sartlarida aciklanmali, aksi halde yanlis uygulamalar oluyor.
islamiyetin hicbir hükmü sebebsiz degildir, aciklandiginda kesinlikle adalete,akla,mantiga,fitrata,vicdana uygundur.
ALLAHIN emir ve yasaklarini kalb kabul eder,bunda süphem yoktur,Eger herhangi bir fetva zahiren bunlara ters ise ve celiskili ise ozaman yanlis anlasilma var demektir,bu yanlis anlasilma fetvanin yanlis oldugu anlamina gelmez,fetvanin özünden taviz vermeksizin aciklamasi yapilmasi gerekir.
Fatih sultan Mehmet konusunda sen “insanları canlı canlı yaktirdi, İstanbul’un fethi sonrası şehri yaglamalatti, askerleri kadınlara tecavüz etti” diyorsun. Iftira derken buna dedim. Hicbir zaman böyle birsey duymadim, verdigin kaynaga güvenmiyorum, tarihci diye gecinenlerde yalan söyleyebilir, masal anlatabilir… ama sunuda vurgulamak isterim, eger yakma, yagma veya tecavüz olayi olduysa bunu yapanlar namussuzluk yapmis demektir, bunun Müslümanlikla alakasi yoktur.
Not: Yagma konusuna ilave olarak: Islamda yagma yok ganimet var ama bununda tonlarca sartlari var, seninle savasmayan halkin mali mülkü ganimet olarak alinamaz, Islamdaki savas hukukunu oku.
Dini İslam ağaç gibidir. Sağlam kökleri ve güçlü bir gölgesi vardır. Ancak ağaçlar malum sürekli filiz verirler ve yeni yaprak açarlar. Ancak bu durum ağacın mahiyetini ve neviini değiştirmez. Neticede kökler ve kaynaklar belli. Ancak mevsimler değişiyor. Yerine göre sıcak, yerine göre serin yerine göre soğuk oluyor. Dolayısı ile fıkıh, tefsir ve kelam gibi ilimler kök ve gövde ile ilişkisi kesilmeden sürekli yeni yapraklar ve filizler vermek durumundadırlar. Aksi halde bünyede hastalıklar başlar ve meyve veremez hale gelir.
HE, Hizmeti ve mübarek ve mazlum hadimlerini radikal cahil silahlı terör örgütleriyle kıyaslamak, “Müslümandan terörist, teröristten Müslüman olmaz.” Mesajını anlayamamak demektir. Dünyanın yedi kıtasına Allah ve Resulünün mesajını taşıyanları ikiyüz ülkenin sorunlu bir ülkesine hapsetmektir. Manevi alemde teftişi yapılan asrın hizmetinde, başta HE olmak üzere, hizmetin hasbi hadimlerinde kusur aramak, kusurlar çukuruna düşmek, çıkmak için bataklıkta tepelenmekten başka bir şey değildir. Allah’u Alem sonsuz sevap.
Muhterem Hocaefendi’nin fasıldan fasıla 4 kitabı dan bir bölümü paylaşıyorum
” İbadetlerle alâkalı hususlar bir yana, fıkhın sair alanlarında günün gerçeklerine cevap verme noktasında, yani bir tenkîh ve tanzîme gidilmesi gerektiğinde şüphe yok. Evet, elimizdeki mevcut fıkıh kitaplarında, değişik konularla alâkalı bazı meselelerde kaynakların mutlaka yeniden gözden geçirilmesi gerektiği inancındayım. Bu noktada;
1) Usul-i fıkhın yeniden gözden geçirilmesi ve geçmiş müdevvenat bütünüyle taranarak alternatif bir usulun ortaya konulması şarttır.
2) Şimdiye kadar belli ölçüde gelişmiş bulunan örf ve âdet kaynaklı içtihatlar, yeni baştan bir kere daha tertip ve tensike tâbi tutularak, kolektif içtihat ve tercih heyetlerinin içtihatlarında ya da tercihlerinde mutlaka bunlar göz önünde bulundurulmalıdır. Tabiî eski devirlerdeki örf ve âdete bina edilen hükümlerin günümüzün şartlarına göre kritik edilmesinde de zaruret vardır. Zira, günümüzdeki örf ve âdetler o dönemden çok farklıdır. Hükmün menatının değiştiği bir yerde, aynı içtihadı günümüze yansıtmak doğru olmasa gerek.
3) Ayrıca, içtihadî hükümlere ihtiyaç duyulan alanların çok iyi tespit edilmesi ve bu noktada herhangi bir boşluğa meydan verilmemesi çok önemlidir.
4) Bir kere daha vurgulamada yarar var; bütün bu faaliyetlerin mutlaka bir heyet tarafından gerçekleştirilmesi şarttır. Bu fikri tam 25 yıldır savunuyorum. Fikir dağınıklığına, merci karışıklığına sebebiyet verir düşüncesi ile de zarurî durumlar hariç, yeni içtihadî hükümler ortaya koymaya karşı olduğumu hep ifade ediyorum. Zira özellikle günümüzde meseleler, o kadar girift ve iç içe bir hâl arz etmektedir ki, hayatın bütününe müteallik hususların birden değerlendirilmesi gerekli olan meselelerde, ne kadar uzman da olunsa, her hâlde, dar mânâda din’ âlimlerinin yeterli olamayacakları söylenebilir.Evet, bir din âliminin hem sosyolog, hem psikolog, hem iktisatçı vb. olamayacağına göre, o zaman bu işi ancak, uzman kişilerden oluşacak bir heyet halledebilir diye düşünüyorum.” (Fasıldan fasila 4)
Sizce ne degismeli mesela ? 1400 yildan beri devam eden ve günümüze ulasan Ehli-Sünnet ölcülerinde sizi rahatsiz eden nedir, problemli konu nedir ?
Hocaefendinin BIDAT konusuyla ilgili söyledikleri:
Bid’at, Sahib-i Şeriat tarafından din tamamlandıktan sonra din adına yeni hükümler icat etme, yeni ilavelerde bulunma veya şer’î delillere muhalif şekilde tavır ve davranışlar ortaya koyma demektir.
Kur’ân’ın ve dolayısıyla İslâm’ın korunmuşluğunun insanlara bakan en önemli bir yönü, bid’atlardan uzak durulmasıdır. Çünkü her bir bid’atle birlikte dinin özüne, esasına dokunulmuş ve onun bir parçası tahrif edilmiş olur. Aslında önceki semavî dinlerin tahrifi de böyle küçük gibi görülen bid’atlerle başlamıştır. Kelimelerle oynanmış, lafızlar aslî manalarından uzaklaştırılarak onlara farklı manalar verilmiş, tahrifleri tahrifler, tağyirleri tağyirler takip etmiş ve derken ortaya, dinin aslından çok uzak bir şey çıkmıştır. Çünkü ilâhî kelamın kelime ve lafızlarıyla veya onların manalarıyla oynanmaya başlandığı anda, onları arzu ve hevese göre yorumlamanın önü açılmış olur.
https://www.herkul.org/kirik-testi/bidat/
Ben Ehli-Sünnet ölcülerinde, Islam hukukunda hicbir problem görmüyorum, problem bu ölcüleri yanlis anlayan, yanlis yorumlayan ve yanlis uygulayan insanlarda.
Problem islam hukukunu veya örnegin Mecelle`nin ehveni şer ölcüsüyle ilgili hükümleri kendi kafalarina göre uygulayan ve mesela 17/25 i ve 15 temmuzdaki olaylari dogru düzgün arastirmadan, gelismeleri analiz etmeden, delilleri incelemeden yalan yanlis haberleri gercek zannedip isine gelmeyenleri damgalayip şer ilan eden hain ilan eden günümüzdeki H. Karaman gibi hocalarda, Erdogan gibi liderlerde.
“Dört: Global köy adını verdiğimiz içinde yaşadığımız 21. yüzyıl dünyasının gerçekliğini nazara almayan Müslümanlık olmaz.”
Hocam 4. ilke diğer ilkelerle çatışıyor. En basit bir örnek, FAİZ.
Ekonomi bilimi, REEL FAİZ denen neden bir olgu üzerine kurulu. FAİZİ yok sayamazsınız, parasal olarak uluslararası sisteme bağlısınız, üstelik sadece devlet olarak değil özel sektör olarak, Navlunlar, konişmentolar, liasingler, bankalar, komisyoncular var oğlu var.
Sermayenin bugünkü değeri diye bir hesaplama var içinde REEL faiz var. Sermayenin marjinal etkinliği (Marginal efficiency of Capital) , yatırımın marjinal etkinliği (Marginal Efficiency of Investment) denen literatüre kadar girmiş hesaplamalar var.
Büyüdükçe bir firma bu hesaplamaları yapmak zorunda.
Yanisi, şu, FAİZ ekonomik hayatın MERKEZİNDE. Evet merkezinde, onu yok sayamazsınız, onu yok sayarsanız kar elde edemezsiniz, büyüyemezsiniz vs vs vs.
Buyurun, 4. ilke diğer ilkelerle çatışıyor. Bu durumda ne yapılacak?
MİRAS; Mevzu hukukta başka, Kurana göre başka. Bu konunun üstünden bir müslüman nasıl gelecek.
Vergi ve zekat; Kurumlar vergisi veren patron, aynı zamanda şahıs vergisi de veriyor, şimdi bu kişi zekatı nasıl vermeli. Hadi Türkiyede böyle diyelim, Almanya da, vergi yüzde 40 larda, batılı devletlerde yaşayan bir insan, şahıs Zekatını nasıl vermeli.
Bu konu sıralanabilir..
Mesela en basitinden, Satranç üzerine bazı kaynaklarda öyle şeyler var ki yerden yere vuruyor oynayanları. Öyle bir oynayıpta kalmıyor gençler, kulübüne yazılınca gerçekten saatlerce ona mesai veriyor, Satranç üzerine eski islam alimlerinin düşüncelerini okuyunca, bu insanlara ne demeliyiz. Ki bazı insanlar hayatını adıyor buna. Bir hayatı satranca adamak, futbola adamak, yüzmeye adamak vs.. Bunların yeri ne olucak.
Resim ve heykel; bunun öğretmenliği bile var meslek bu. okullarda dersleri var ama dinen soğuk bakılıyor buna. Yeni yetişen bir genç nasıl düşünmeli.
Guzel bir yazi istifade ettim. dikkatli yazilmis oldugu fark ediliyor. Artik Hocaefendi`nin ogrencileri bu konuda kafa yorarlar umidini beslemek isterim…
Adalet-i mazha ile adaleti izafiye gibi fetvaları islam dünyası uygulamaya devam ederse korkarım ki kıyamet “kendini müslüman sanan“
bir topluluğun üzerine kopacak … hiç kıvırmaya gerek yok Denizden balık harici bir şey yenip yenmeyeceğini asırlardır çözemeyen ve bu nedenle kavga bile edebilen bir toplum , dialog için gittiği evde ev sahibinin müslümanlar “domuz yemez“ diyerek deniz mahsülleri hazırladığında ,
“ben şafiiyim Balık hariçi bir deniz mahsulü yiyemem” deyip ev sahibine başka bir şok yaşatanlar adaleti mazha ile adaleti izafeyi kolay kolay halledebileceğini sanmıyorum..Artık türkiye defteri kapandı . Yaşadığımız coğrafyalarda Alevi ,Kürt gibi zülme gadre uğrayan toplumları halen “cehennemlik “ gören Türkiyedeyken bu insanların neden dine bu kadar uzak durduğunu sorgulamayan , onları kendisi gibi olmadığı için dışlayan sadece ehli sünnetin “cennetlik “ olduğuna ciddi bir şekilde inanan Şii , Aleviyi dın dışı algılayan bir anlayış değişmediği sürece vay halimize ..Hiç unutmayıki bunları bu konuma getirenler kendini ehli sünnet olarak tanımlayan kitlenin ta kendisidir.. Üstad Bediüzzaman ciddi tadilatlar yapmasına rağmen ulema tarafındanda bir çok şey tam anlaşılamamıştır… Üstat hazretleri İş tamamen temelden ele alarak kelime-i şahadetten ele alırken biz allahın cezasını kuranda belirtmediği Namaz kılmamak , oruç tutmamak Gibi konularda ceza vermeye oldukça mahiriz.. ama hırsızlık kul hakkı gibi konularda oldukça geriyiz .. Kimin namazı kabul kiminki yüzüne çarpılacak ahirette göreceğiz … ama şuna eminki kim adaletsiz ise vay onun haline … Dinin içini boşaltan Allah yerine kendini koyup milleti dinden soğutan bir çok fetva mevcut bunlarla Batı toplumu içinde barınmamız oldukça zor görünüyor.. heleki her evde köpek varken “köpekler bir ümmet olmazsa onların katlini isterdim” diyen hadisle nasıl hayvan sevgisini çözeceğiz .. bu hadisten mülhem şafiler köpeği tıpkı domuz gibi algılayarak fetva vermişler… bu işlere bir yerden başlanmalı .. Ahmet Kurucan bey sizin gibi alimlere büyük işler düşüyor.. yoksa emevi dinine devam…
“Heleki her evde köpek varken “köpekler bir ümmet olmazsa onların katlini isterdim” diyen hadisle nasıl hayvan sevgisini çözeceğiz .. bu işlere bir yerden başlanmalı ..”
Buyur başla…Yeni bir din uydurmaya, yeni icdihadlara gerek yok, yapilmasi gereken “problemli” gibi gözüken konulari iyi analiz etmek, dogru anlamak.
Hadislerde geçen “Tüm köpeklerin öldürülmesi” olayını anlamakta zorlanıyorum. Karıncayı bile incitmeyen Peygamber Efendimiz böyle bir emri nasıl verir?
Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, öldürme emri bildiğimiz köpekler için tahsis edilmiş bir emir değildir. Bu emir bütün yırtıcı hayvanlarla ilgilidir. Buharî ve Müslim’in sahihinde şöyle bir hadis vardır:
“Beş tane hayvan “fasık”dır ki, Mekke’nin harem bölgesinde de öldürülebilir. Bunlar; fare, akrep, karga, çaylak ve yırtıcı köpektir.” (Bir rivayette: kişi ihramda da olsa bunları öldürebilir.) (Buhârî, Bedu’l-halk, 16; Müslim, Hac, 9: 66-72).
Bazı rivayetlerde yılan da vardır. Hadiste geçen anahtar kelimeler şunlardır: Fasık: Bu kelimenin sözlük anlamı; yoldan sapmaktır. Fasık adam, Allah’ın emir ve yasaklarının belirlediği çizginin dışına çıkan kimse demektir. Bu hayvanlara “fasık” adının verilmesi, bunların insanlara, diğer canlılara v.s. ye zarar vermekle, hayvanlar aleminin büyük çoğunluğunun yolundan dışarı çıkmaları sebebiyledir. (bk. Nevevî, Şerhu Müslim, ilgili hadisin şerhi).
El-Kelb el-Akur: Yırtıcı köpek demektir. Gördüğümüz kadarıyla bütün rivayetlerde köpek için bu vasıf kullanılmıştır. Bu da öldürme emrinin normal köpekler hakkında olmadığı, köpeğin köpek olduğu için böyle bir cezaya hedef olmadığını göstermektedir.
https://sorularlaislamiyet.com/hadislerde-gecen-tum-kopeklerin-oldurulmesi-olayini-anlamakta-zorlaniyorum-karincayi-bile-incitmeyen
Cem Arslan bey, peki şu aşağıdaki hususa ne diyeceksin. Köpek ile ilgili kerih görülen bir durum olduğu ortada. Tamam dinimiz ne ise öyle gösterelim, lakin, cevabında ki örnek üzere olduğu üzere kastedilenin yırtıcı köpekler denildiği gibi, biri birbaşka ayrıntıyı veriyor, sonra ortada kalıyoruz. Aşağıdaki hadislere göre, köpek ile ilgili dinimizin bir tutumu var. Yanılıyor muyum?
“Kim, sürü (çoban) köpeği, av köpeği veya tarladaki ürünü koruyanköpek dışında bir köpek edinirse, her gün için onun sevabından bir kîrât eksiltilir.” (Müslim; hadis no:1575)
Yine, Abdullah b. Ömer’den -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kim, sürü (çoban) köpeği veya av köpeği bir köpek edinirse, her gün için onun amelinin sevabındaniki kîrât eksiltilir.” (Buhârî; hadis no:5163. Müslim; hadis no:1574)
Yani, Müslüman temiz olmali, evide temiz olmali, köpek pistir, agzindan salya akar, saga sola yapar, elini yüzünü yalar, sürekli ilgilenmen gerekir, ibadete vakit ayiramazsin, namazi rahat rahat kilamazsin…vs…bu yüzden evin icinde beslemeyi uygun görmüyor dinimiz, bana göre gayet mantikli.
Iste bu cevap cevap degil. Bir cevap elbette ama cevap degil. Belgesel de izledim gecen, kopegin agzindaki bakteri cesitliligi ve yuku insandan az. Almanlara soruyorum hayir zararli degil bilimsel olarak biliyoruz evde beslenebilir diyorlar.Tolere edilebilir bir durum bu diyorlar. Bak gordunuz mu mantik devreye girdi mi bir baska mantikta devreye giriyor. Dinimiz salya icin mi uygun gormemis diyecez? Adamda onune verileri koyuyor. Kaldi ki sevabin azalmasina sebep olacak bir hususu niye tetiklesin. Peki yarin biri cikar, bu hadis sakincali derse? Bu bilimsel aciklayip yine uste cikma yaa bak hep mantik vardir bizde iste deme durumu ne olacak. Duruma gore elbise dikmiyor muyuz.
Akraba evliligi mesela diger konu. Efendimiz doneminde sakinca yok, bugun bilimsel bir gercek Mendel carprazlamasina gore genetik olarak soydaki hastalik akraba evliliginde cocuga gecme orani cok daha yuksek. Burda ne diycez mesela? Mantigin devreye girdigi her yerde karsi mantik vardir. Akil yuruterek imani konulara girersek muhatabimiz bizi mat edebilir verilerle arastirmalarla.
Iman ediyoruz iman ettigimiz icin kabul ediyoruz. Bunda suphe yok, lakin bu kopek o kopek degil dendigi gibi, yarin biri de bu hadis sahih degil dese, bu savrulmayi hangi elbiseyle aciklamayla ortecez.
Bir seyin pis olmasi sagliga zararli olmasini gerektirmiyor. Bir insan pis olabilir ama ona ragmen saglikli yasayabilir veya pis bir evdede hastalanmadan yasayabilir ama bu durum namazin sartlarindan biri olan temizlik hükmünü ortadan kaldirmaz. Salya, sümük, sidik vs tiksinti verici seyler, böyle bir evde namaz kilinabilir ama kabul olurmu Allah bilir. Ayrica daha öncede yazdigim gibi köpek kedi gibi degildir, kedi gider kendi tuvaletinde ihtiyacini giderir, evin icine rastgele yapmaz, köpek öyle degil, sürekli ilgi bekler, ilgilenmen gerekir, üstelik kanunen onun affedersin b..kunu torbayla kendi ellerinle temizlemen gerekiyor kanunen vs vs…yani uzatmak istemiyorum, son cümle olarak diyorumki, Islam dininin emir ve yasaklari insanin hem bu dünyada hemde ahirette insanin iyiligi icindir, adalete,akla,mantiga,fitrata,vicdana uygundur.
ALLAHIN emir ve yasaklarini kalb kabul eder,bunda süphem yoktur, eger herhangi bir fetva zahiren bunlara ters ise ve celiskili ise ozaman yanlis anlasilma var demektir,bu yanlis anlasilma insan aklinin bunu kavrayacak kapasitede olmayisindan veya fetvayi verenin bunu insan aklina yatacak sekilde mantikli izah edemeyisinden kaynaklaniyor, Islamda kusur yok, kusur bizde.
Bütüncül bir bakış açısı ile meseleler ele alındığında, daha doğru sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir.
Hayvanlara iyi davranmanın, cennete girmeye sebep olacağını bildiren Peygamberimiz (asm) sahabîlere şu olayı nakleder:
“Yolda gitmekte olan birisinin susuzluğu artar. Hemen bir kuyuya inip suyundan içer. Kuyudan çıkınca susuzluktan dilini çıkarıp soluyan ve rutubetli toprak yalayan bir köpekle karşılaşır. Adam kendi kendine: “Bu hayvan da benim gibi susamış.” deyip kuyuya tekrar iner. Ayakkabısına su doldurur ve ağzıyla tutarak yukarıya çıkar, köpeği sular. İşte Allah bu kulunu övmüş ve günahlarını bağışlamıştır.”
Bunun üzerine sahabîler: “Hayvanları sulamakla bize de sevap var mıdır?” diye sordular. Resulullah (asm): “Yaşamakta olan her canlıyı sulamakta sevap vardır.” buyurmuştur. (4)
Hayvanlara kötü davranmanın insanı cehenneme götüreceğini bildiren Hz. Peygamber (asm):
“Bir kadın, bağlayıp yemek vermediği ve yer haşerelerinin yemesi için serbest bırakmadığı kedi yüzünden cehenneme girdi.” buyurmuştur. (5)
İslam dini, insana işkence yapmayı yasakladığı gibi hayvanlara da eziyet etmeyi ve işkence yapmayı yasaklamıştır. Sevgili Peygamberimiz (asm), “Cenab-ı Hakk’ın haksız olarak bir serçeyi öldürenden kıyamet gününde hesap soracağını…”,(6) bildirmiş; “Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını” (7) emretmiştir.
Ömer b. Abdulaziz, hilafeti döneminde valilerine gönderdiği mektuplardan birinde, atların boş yere koşturulup eziyet edilmemesini, bu şekildeki tatbikata kesinlikle mani olunmasını, atlara ağır gemlerin takılmamasını ve altında demir bulunan yularla eziyet verilmemesini istemiştir. Ömer b. Abdulaziz’in bu talimatı, hayvan haklarını koruma altına alınması bakımından son derece önemli tarihi bir örnektir.
Osmanlıların örfi hukukunda da hayvan haklarının korunduğu ve ihlal edenlere cezalar verildiğine dair bilgilere sahibiz.
Netice itibarıyla İslam, hayvanların sevilmesi, fıtrî yapılarına uygun işlerde çalıştırılması, kaldırabilecekleri kadar yük vurulması, yiyeceklerinin zamanında verilmesi, dövülmemeleri, hasta oldukları zaman tedavi ettirilmelerini emretmektedir.
https://sorularlaislamiyet.com/peygamberimizin-hayvanlara-olan-merhametini-aciklar-misiniz-0
Ahmet Kurucan Bey yazilariniz benim acimdan cok cok önemli. Ve Yazilarinizi heyacanla bekleyen biriyim.
Ben aşağıdaki yorumları okuyorumda bu aziz din bu kadar karmaşık hale nasıl getirilmiş vay benim ahiretimin haline… “ben anlamıyorsam eksiklik bendedir “ demek ne oluyor? Sen anlamıyorsan senin kafanı karıştıran vetfavalar yüzünden “müzik haram olsaydı Fatih izin vermezdi” Fatih dini bir otorite miydi? o zaman Ehli sünnete ters olan hurifiliğe niye merak salmış , nerdeyse itikadını değiştirecek hale gelmiş . Fatih’in bu durumu kaynaklarda bile bir mevcut…cariyelik, namaz kılmayanın katli, vb konuları karmaşık hale getirenler zamanın ulemasıdır.. 1 günlük orucun 60 gün kazası o insana zuldür..dinden soğutur kaldıki adam zayıf iradeli olmazsa orucu bilerek bozmaz , zayıf iradeli bir adama 60 günü nasıl tutturacaksın? . Kimse buna kafa yormuyor..dini yaşanmaz hale getiren bu tür fetvalardır..yoksa islam değil.. burda bazı yorumcular “ben Anlamıyorum o zaman kusur bende” gibi anlaşılmaz bir tavır almış… bu tavır insanı sorgulamaktan ,doğruyu araştırmaktan alı koyan bir tavır… bakın Kuranı kerimi mealen okumayın diyen bir anlayıştan geliyoruz .. yok ayetlerin türkçe manasına takılmayın , türkçe yetersi gibi tavırlar yüzünden bu toplum kuran okuyan ama anlamayan bir millet haline geldi ..bu yüzden hadis inkarcıları ön plana çıkmaya başladı.. çünkü millet okumadığı için sorgulamayı bıraktı
Herseyi tersinden anliyorsunuz nedense… Olaya birazda hüsnü zan ile olumlu yaklasin, 1 gün degil, 100 gün bile bile bozsan yine 60 gün tutulur, oda gücün yetiyorsa , aksi halde 60 fakiri doyuracaksin, bunada gücün yetmiyorsa gücün nispetinde bir iyilik yaparsin vs, hic tutmadiysa kaza yok, bunun hesabi ahirete kalmistir cünkü orucu sebepsiz yere bile bile bozmanin dünyalik cezasi oruc tutarak ödenemiyor. Farz olan orucun ne kadar önemli bir ibadet oldugunu anlamak icin böyle izah ediliyor. Benimde üzerimde böyle bir keffaret orucu borcu vardi, nefsime zor geliyordu ama baslayinca kolaylasti, Allah kolaylastiriyor, ona 1 adim yaklasana o 10 adim yaklasiyor, hicte zor degildi, kisa denk getirdim ve 60 gün pespese oruc tuttum…. Yani “1 gün oruc bozmanin cezasi 60 gün pespese oruc tutmaktir, nokta” seklinde yaklasarak asil zorlastiran sizsiniz, zorlastirmayin kolaylastirin, ibadet etmek cok zormus gibi yaklasmayin, zor gibi görünsede basarirsa neler kazanacagini anlatin vs vs…
Muzik konusuna gelince, 1990 li yillarda talibanin uygulamalarini görünce ve bu konuda bazi selefi görüslü insanlarin sunduklari hadisleri okuyunca bu konunun cok kafama takilmasiydi cünkü ben muzigi seven biriyim, nasil olur dedim, eger bu fetvayi verenlerin dedigi gibi olsaydi seriat ile yönetilen Osmanli buna izin vermezdi, demekki mesele öyle basit degil, helal yönleride olmali diye sorgulamaya basladim ve Imam Gazaliyi buldum. Yapilmasi gereken sey mezheb imamlarini sorgulamak degil, verilen fetvalarin, yapilan icdihadlarin derinliklerine dalmak, konuyu acmak ve akla mantiga uygun cevaplar vermektir, Imam gazalinin yaptigi gibi https://ihvanforum.org/konu/muzik-dinlemenin-hukmu-nedir.61874/#post-776368
Dedigim gibi, kusur islamda degil, kusur islam dinini yanlis anlatan, yanlis tanitan, kolaylastirmayan, akla mantiga ters fetvalarla yorumlarla zorlastiran insanlarda.
Yorumlarda yapilan hatalari düzeltme imkani yok maalesef, “cünkü orucu sebepsiz yere bile bile bozmanin dünyalik cezasi oruc tutarak ödenemiyor.” yerine cünkü orucu sebepsiz yere hic tutmamanin dünyalik cezasi oruc tutarak ödenemiyor.” seklinde olacakti.