Hizmet ve hak ihlalleri

YORUM | AHMET KURUCAN

(Fıkıh-ahlak birlikteliği-7) 

Serinin son yazısı. Okuyuculardan gelen yorumlardan bir tanesi de iman ve ahlak birlikteliği diye başladığımız yazı serisinde dile getirdiğim yanlışlıkların Hizmet yapılanması içinde de cereyan ettiği, kurumlarında benzeri davranışlara rastlandığı ama söz konusu yanlışlıklar Hizmet kurumları veya mensupları tarafından yapılınca benim sesimi çıkarmadığım, mücadele etmediğim, kamuya açık bir şekilde yazı yazmadığım eksenindeki yorumlardı. Yakın ve uzak geçmişte cereyan eden ve bazıları kamuya mal olmuş bazıları ise haksızlıkları yaşayan insanlarla sınırlı kalmış hadiselerden hareketle benzeri tenkitleri daha önce de almıştım ve hala alıyorum. Özellikle Twitter platformunda ismim de etiketlenerek yapılan bu tenkitlere şimdiye kadar cevap vermedim. Nefsi müdafaa olur diye düşündüm. Özellikle tweetlerin yoğunluğu, benzerliği ve ifade şekillerini düşünerek bunu yapanların troller olduğu kanaatine vardım. Bu yazı dizinde gelen okuyucu yorumlarına cevap verirken buna cevap vermemem olmazdı. Dolayısıyla eskiler de dahil olmak üzere bu tip yorumların toplamına cevap olabilecek tarzda düşüncelerimi arz edeyim.

Hizmet’e gönül vermiş olan kişiler uzaydan gelmedi. İslami, insani, ahlaki, hukuki standartların en yüksek olduğu ve melekleri dahi imrendirecek bir şekilde hayata taşındığı bir coğrafyada yetişmedi. İsimleri Hizmet’le birlikte anılacak derecede Hizmet’e mensup kişiler de Anadolu kültüründe doğdu, büyüdü. Dini o ortamda öğrendi. O zeminin kültürü ile hamuru yoğruldu. Karakteri orada şekillendi. Kimliğini, kişiliğini orada kazandı. Düşünceleri, duyguları ve davranışları ortalama Anadolu insanının nasılsa öyle oldu. Başka türlüsü de zaten mümkün değildi.

Neden bahsettiğim açıktır sanırım. Değil diyorsanız birkaç örnek vereyim isterseniz. Hizmet insanı da “Devletin malı deniz yemeyen keriz” felsefesinin çocuğudur. Hizmet insanı da “Üzümünü ye bağını sorma” diyen bir kültürün ürünüdür. Hizmet insanı da “Hamil-i kart yakınımdır” kartvizitleri ile devlet kapılarında kendine ve çocuklarına iş arayan zeminde neşet etmiştir. Hizmet insanı da şahsi menfaati söz konusu olduğunda “Değirmenin suyu nereden?” sorusunu sormayan bir duruşun tortularını üzerinde taşımaktadır. Hizmet insanı da sol eliyle yemenin günah olduğuna inanılan ama kul hakkını yemenin sorgulanmadığı bir iklimde yetişmiştir. Hizmet insanı da Kur’an’ı göbeğinin üstünde tutan ama aynı Kur’an’ın emir ve yasaklarını ayaklar altına almayı mahzurlu görmeyen bir çevrenin havasını solumuştur. Hizmet insanı da yapageldiği davranışlarda “Allah böyle diyor, nokta. Hukuk böyle emrediyor, nokta,” yerine “Allah böyle diyor, ama… Hukuk böyle emrediyor, fakat…” diyerek bin bir dereden getirilen tekellüflü te’villerin yapıldığı bir toplumun mahsulüdür.

Eğri oturup doğru konuşalım, dün böyleydi de bugün farklı mı? Çok farklı olduğu kanaatinde değilim. Tam bu yazıyı kaleme aldığım esnada Türkiye’de çok seyredilen bir komedi programında sunucunun oynanacak bir skeç için yaptığı sunumda “Yolda büyük miktarda para bulmuş ama bunu sahibine iade etmeyi düşünmeyen insan var mı?” sorusuna 10 yaşında bir çocuğun verdiği cevabı izledim. Yurt dışında 10 arkadaşı ile birlikte bulundukları sırada yolda 50 dolar bulmuş ve harcamışlar. Şaşkınlıkla konuşulanları dinlerken sunucunun “Hiçbiriniz bunu yetkililere verelim demedi mi?” sorusunu sordu. Çocuğun verdiği cevap tek kelime ile “Hayır” oldu. Düşünün, miktarı ne olursa olsun yolda bulunan başkasının alın teri olan bir para ve bunu sahibine iade edelim diye düşünmeyen 10 Anadolu çocuğu.

Bundan daha garibi ne biliyor musunuz? Tiyatro salonunu dolduran herkes avuçlarının içi şişinceye kadar alkışladı bu konuşmayı. Ne sunucu ne de seyircilerden bir Allah’ın kulu çıkıp yapılan yanlış demedi. O çocuğu sorgulayacak, düşündürecek, mesaj niteliği taşıyacak bir kelime bile söylemedi.

Bitmedi. İş ilerleyen safhada daha da garip bir hal aldı. Skeç yolda bulunan başkasına ait bir paranın mutlaka sahibine iade edilmesi, o buluntu parayı zimmete geçirmenin şerefsizlik ve haysiyetsizlik olduğunu anlatan güzel bir skeçti. Sıkı durun şimdi; bu mesaj yüklü skeç aynı seyirciler tarafından yine avuçlarının içleri şişecek derecede alkışlandı. Güler misin ağlar mısın?  Program sunucusunun ya da salondaki seyircilerden birisinin eline mikrofonu alıp bu çelişkiye temas eden iki cümle söylemesini bekledim. Boşuna beklemişim. Bir tane insan bile çıkmadı. Var olan müthiş çelişkiyi görmedi, göremedi.

Şimdi böylesi bir ahlaki standardın pardon ahlaksızlığın hakim olduğu zeminde yetişen Hizmet insanına “Neden sen de yetiştiğin ortamın ortalamasına uydun?” deme yerine “Sen nasıl oldu da bataklıkta gül misali bu toplumdan çıkabildin? Nasıl oldu da bu ahlaksızlığın farkına vardın ve kendine farklı bir yol çizebildin? Nasıl oldu da herkes eşim, işim, aşım derken, bu uğurda gecesini gündüzüne katıp dünyasına çalışırken hatta helal-haram demeden cebini doldurmaya gayret ederken sen evinin yolunu unutacak ölçüde fedakarlıklarda bulundun? Nasıl oldu da insanlığa faydalı olacak iyi insanlar yetiştirme uğruna zekat oranının onlarca, yüzlerce kat fazlasını himmet edebildin? Nasıl oldu da dünya adına hiçbir birikime sahip olmayı düşünmeden böylesi bir ideale destek verebildin? Nasıl oldu da sıcak-soğuk demeden dünyanın dört bir yanında karın tokluğuna çalışarak adını-sanını, tarihini-kültürünü, dilini-dinini bilmediğin insanlara faydalı olmaya çalıştın? Sana bu ufku veren kimdir? Bu ideali sana aşılayan kitaplar nelerdir? Yol arkadaşların kimlerdir?” soruları sorulmalı değil mi?

Bence doğru soru bu. Tekrar edeyim, “Sen böylesi bir ortamdan nasıl çıktın, nasıl bu kadar temiz ve farklı kalabildin?” sorusunu sormalıyız.

Tam da buraya bir noktalı virgül koyup kocaman bir ama, fakat, lakin deyip meseleyi farklı bir perspektiften de ele alacağım. Ben Hizmet insanları için bunları derken kat’i surette her Hizmet mensubu sütten çıkmış ak kaşıktır demiyorum. Hepsi de bataklıktaki gül misali insanlardır iddiasında bulunmuyorum. Aksine diyorum ki, herkes insan ve her insan gibi Hizmet insanı da bilerek ya da bilmeyerek hata yapar, yanlış yapar. Nitekim verilen örnekleri ön plana koyacak olursak yapmıştır da. Kul hakkına tecavüz edenler olmuştur. Hizmetin çıkarı deyip ferdin hakkını ötelemiş, ertelemiş ya da yok saymış, inkar etmiş ve muhatabının hakkını yemiştir. Öğrendiği, benimsediği dini ve ahlaki değerlerle bu davranışın uyum içinde olup olmadığını düşünmeden yapmıştır. Kendine göre meşruiyet kapılarını aralayacak te’vil ve tefsirler içine girmiştir. Veya “Yaptığım yanlış ama Allah affetsin!” diyen Anadolu insanı misali bilerek ve isteyerek yapmıştır. Kim bilir bu yanlışlardan bazıları sistemik bir hale de gelmiş ve çarkın dişlisi misali insanlar düşünmeden bu yanlışlara imza atmışlardır.

Ama elinizi vicdanınıza koyun, dünya geneline yayılmış ve çok çeşitli alanlarda faaliyetler gösteren bu büyük yapı içinde kaçta kaçtır böyle yapan insan adedi? Dünden bugüne temasınızın olduğu insanların hepsini gözünüzün önünden geçirin. Telefon rehberinizdeki isimleri tek tek bu perspektiften değerlendirin. Kaç tanesine hırsız, kaç tanesine ahlaksız, kaç tanesine üç kağıtçı, kaç tanesine namussuz, kaç tanesine şerefsiz ve haysiyetsiz  diyebilirsiniz? Kaç tanesi için “Şahsi çıkarı söz konusu olduğunda ne din dinler ne iman, ne vatan dinler ne millet” hükmünü verebilirsiniz?

Ve son sorum kaç tanesine “terörist” diyebilirsiniz? Hayır bu son soru yanlış oldu. Doğru soru şu olmalı: “Hizmet insanları içinde bir tane bile olsa terörist gösterebilir misiniz?” İnsafı, iz’anı, hakkaniyeti, adaleti elden bırakmamadan aklınızın ve vicdanınızın sesini dinleyerek cevap verin lütfen.

Değerlendirmeler yaparken ana-babadan oğula-kıza geçen genler olduğu gibi toplumların da genetik yapısı olduğunu ve bunun da nesilden nesile intikal ettiğini hatırda tutmak lazım. Zihniyet ile yaşam tarzı arasındaki ilişkiyi akıldan dur etmemek lazım. Eğer bir değişmeden söz edilecek olursa bunun sabahtan akşama olmayacağını aksine söz konusu zihniyet ve eylemin toplumdaki kökleşmesine bağlı olarak kısa ya da uzun zaman alacağını unutmamak lazım. Evet eleştiri de özeleştiri de tabii ki yapılmalıdır ama insafı, iz’anı, nisfeti, hakkaniyeti, adaleti elden bırakmadan.

Hasılı kim yaparsa yapsın yanlış yanlıştır. Yanlışı müdafaa etmek daha büyük yanlıştır. Hele o yanlışı sevdiğin, saydığın, değer verdiğin birisi yapıyor diye müdafaaya kalkmak çok daha büyük yanlıştır. Daha da ötesi bu yaklaşım sevdiğin, saydığın, değer verdiğin şahsa sevgi adı altında yapabileceğin en büyük kötülüktür. Hiçbirimizin Peygamberler misali ne masumiyeti ne de masuniyetimiz var. İnsanız hepimiz insan. Melekler misali bir insan topluluğunun içinde dahi yaşasak hata yapabiliriz.

Şimdi çok sık tekrar ettiğim bir cümleyi bir daha tekrar edeyim, hayat mazide yaşanmıyor. Tarih geriye doğru hatıra, düşünce ve hayal aleminde yaşanarak inşa edilmiyor. Bugün dünde yaşanmıyor. “Bu hatalar oldu, bundan sonra olmamalı ve bunların bir daha olmaması için ben ne yapmalıyım, biz ne yapmalıyız?” sorusunu sormak, bu doğru sorunun doğru cevabını bulmak, ardından bu cevabı ete kemiğe büründürüp ellerimizi taşın altına koyup hayata taşımamız gerekiyor. Dünü konuşmamak, dünden ders almamak hata ama sürekli dünü konuşup dün de yaşamak daha büyük bir hata. Bu hata bizim bugünlerimize ve yarınlarımıza mal oluyor. Bugüne ve yarına harcayacağımız enerjimizi alıp götürüyor. Hata ya da suç, hata ve suçu konuşacağımız yerde hatalı ve suçluyu konuşmaktan yapmamız gerekli olan şeyleri yapamaz hale geliyoruz. Zaten çalınmış ve her gün çalınan bir hayat neşemiz var, söz konusu yaklaşımlar bizi psikolojik olarak daha da dibe batırıyor. Bana göre burası önemli bir kavşak. Burada “Bana ne düşüyor?” sorusunu sorup önümüze bakmak ve üzerimize düşeni yapmak olsa gerektiği kanaatini taşıyorum.

Kamuya açık bir şekilde düşüncelerimi yazmama meselesine gelince: İnsaf sınırlarını zorlayan bir eleştiri olduğu kanaatindeyim bunun. Söylediklerimin değil söyleyip-söylemediğim dahi bilinmeden, geriye doğru bir arşiv taraması yapılmadan, söylemediysem neden söylemediğim sorulmadan yapılan sorgulamalar hakkaniyet sınırlarını aşacak bir şekilde dile getiriliyor. Yanlış anlamayın, üsluba takılmıyorum. İfadeler ne kadar sert ve rencide edici olursa olsun ona değil içeriğe bakıyorum. Üsluba takılınca usulün ve esasın gözden kaçırıldığına inananlardanım ben. Meseleye böyle bakmama rağmen diyorum eleştiriler de hakkaniyet yok diye.

Nefis müdafaa olacak belki ama artık söyleyeyim, 15 Temmuz sonrası iki ayrı zamanda uzun süren bir zaman aralığında ve her ikisi de cerrahi müdahale gerektiren sağlık sebepleri ile ara vermek zorunda kaldığım dönemler hariç kalemimi elimden hiç bırakmadım. Kendime göre doğru bildiğim, Hak huzurunda müdafaasını yapabilecek ve hesabını verebileceğim her şeyi elimdeki kalemim, dilimdeki sözlerimle halk huzurunda da yazmak ve anlatmaktan çekinmedim. Bana yakın olan arkadaşlarımın bildiği üzere çeşitli platformlarda, akla gelebilecek en üst idari makamlarda bulunan insanlar dahil olmak üzere yanlış bulduğum söylem ve eylemler hakkında düşüncelerimi anlattım, eleştirilerimi dile getirdim, amatörce de olsa düşündüğüm ve çıkış yolu olabilir dediğim çözüm önerilerini sundum ve çözümün bir parçası olmaya gayret ettim. Başka bir tabirle gemiyi hiç terk etmedim. Kaleden ayrılmadım. Fakat mahiyetini bilmediğim şeyler hakkında da yazmadım. İsimler zikredilerek gündeme getirilen hadiselerde, iddialara muhatap olan insanların bir şey demesi gerektiğine inandım. Onların sustuğu bir yerde onlar yerine konuşmayı doğru bulmadım. Mahiyetini bilmediğim, resmin tüm karelerini görmediğim hadiseler ekseninde müdafaa pozisyonda yer almayı müzmin tarafgirlik olarak gördüm ve gerçeğin, doğrunun, hakikatin bütün çıplaklığı ile açığa çıkacağı günü beklemeyi tercih ettim.

Çok uzun bir yazı dizisi oldu. Tek taraflı da olsa “kifayet-i müzakere” diyor ve bu faslı kapatıyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

28 YORUMLAR

  1. Eyvallah abi Allah razı olsun diline yüreğine sağlık en güzel ve en doğrusunu yapmışsın herşeyin bir zamanı olduğu gibi sizi bu yazınin hasıl olması da bugüne imiş alan alacağını alır yoluna devam eder

  2. Hemen bir yazi daha yazip, “Hizmet Insani” olmayi kendine ideal edinmis, fedakar insanlardan ozur dilemeli, helallik istemeli, ve “Ifade etmek istedigim sey baskaydi ama surc-u lisan ettim” demelisiniz, bu yazdiginiz seyler icin:

    “…Hizmet insanı da “Devletin malı deniz yemeyen keriz” felsefesinin çocuğudur. Hizmet insanı da “Üzümünü ye bağını sorma” diyen bir kültürün ürünüdür. Hizmet insanı da “Hamil-i kart yakınımdır” kartvizitleri ile devlet kapılarında kendine ve çocuklarına iş arayan zeminde neşet etmiştir. Hizmet insanı da şahsi menfaati söz konusu olduğunda “Değirmenin suyu nereden?” sorusunu sormayan bir duruşun tortularını üzerinde taşımaktadır. Hizmet insanı da sol eliyle yemenin günah olduğuna inanılan ama kul hakkını yemenin sorgulanmadığı bir iklimde yetişmiştir. Hizmet insanı da Kur’an’ı göbeğinin üstünde tutan ama aynı Kur’an’ın emir ve yasaklarını ayaklar altına almayı mahzurlu görmeyen bir çevrenin havasını solumuştur. Hizmet insanı da yapageldiği davranışlarda “Allah böyle diyor, nokta. Hukuk böyle emrediyor, nokta,” yerine “Allah böyle diyor, ama… Hukuk böyle emrediyor, fakat…” diyerek bin bir dereden getirilen tekellüflü te’villerin yapıldığı bir toplumun mahsulüdür.”

    Siz gerci kendisine cok “yakin” biri olarak, Muhammed Fethullah Gulen Hocaefendi’nin “Hizmet Insani” tarifini biliyor olmalisiniz. Ama ben yine de buraya not duseyim. Neticede, hafiza-i beser, nisyan ile maluldur.

    “Hizmet insanı, gönül verdiği dâvâ uğrunda kandan-irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı; varıp hedefine ulaştığında da her şeyi sahibine verecek kadar olgun ve Yüce Yaratıcı’ya karşı edepli ve saygılı.. hizmet adına her ses ve soluğu zikir ve tespih, her ferdi mübeccel ve aziz bilip, muvaffakiyetlerinden ötürü alkışlayacağı kimseleri de, putlaştırmayacak kadar Rabb’in iradesine inanmış ve dengeli.. ortada kalmış herhangi bir iş için herkesten evvel kendini mes’ûl ve vazifeli addedip, hakkı tutup kaldırmada, yardıma koşan herkese karşı hürmetkâr ve insaflı.. müesseseleri yıkılıp plânları bozulduğu ve birliği dağılıp kuvvetleri târumâr olduğunda fevkalâde inançlı ve ümitli; yeniden kanatlanıp zirvelerde pervaz ettiği zaman da mütevâzi ve müsamahalı.. bu yolun sarp ve yokuş olduğunu baştan kabul edecek kadar rasyonel ve basiretli; önünü kesen cehennemden çukurlar dahi olsa, geçilebileceğine inanmış ve himmetli.. uğruna baş koyduğu dâvânın kara sevdalısı olarak, cânı-cânânı feda edecek kadar vefalı ve geçtiği bu şeylerin hiçbirini bir daha hatırına getirmeyecek kadar da gönül eri ve hasbî olmalıdır.”

    Aslinda kendinizi cok yormaniza gerek yok. Acik acik deyin ki;

    “Bulundugum konumu, hayatim boyunca nakite donusturmedim”

    “Hak etmedigim bir parayi, ya da maasi almadim”

    “Konumum itibariyle bana amade olan insanlarin imkanlarini kullanarak mulk edinmedim”

    … diyebiliyorsaniz yani.

    • Kurucan abiye zaman zaman ben de sert elestirilerde bulundum ama bu senin yaptigin dupeduz alcakca bir saldiri Mehmet K kardesim. Guzel bir yazi paylasmissin, okurken insan ‘evet tekrar umitle azimle dolmak gerek’ diye dusunurken sonunda bu ne alcakca ithamdir ki abi’yi makam mansip mal melal tutkunluguyla yaftaliyorsun. Yalan ve iftira degilse akil noksanligi yorum kabiliyetsizligi deyip gecelim seni.

      • “Yalan ve iftira degilse…”, ki degil;

        ve siz, onun yalan ve iftira olmadigi ihtimalinde bile, “akil noksanligi” ve “yorum kabiliyesizligi” diyor ve geciyorsaniz, bu durumda, o akil noksanligi ve yorum kabiliyetsizliginin kime ait oldugunu tekrar dusunmelisiniz.

        👏😘👏

    • kalb-akıl beraberliğinin vaad ettiği ufukta tefekkür cehdiyle ortaya konmuş, düşünce ızdırabıyla yoğrulmuş, gönlün engin varidatıyla zenginleştirilmiş bir fikir sofrasına, bir zihin harmanına davet edilmişçesine arzulu bir iştiyakla cevap verebilirdim size, eğer yazıklarınızda bir fikir olsaydı..

      Ey her şeye fikir zannıyla cehaletini boca eden arsız! edep Yahu!

  3. Hizmette tanıdığım insanlardan haysiyetsiz, hırsız, kendi menfaatini her şeyin önünde tutan kimse hatırlamıyorum. Ancak hizmetin menfaatini her şeyin önünde tutan çok insan gördüm. Bu yaklaşımla hizmete faydalı bir iş yapıyorum derken kul hakkına girildiğine çok şahit oldum.

    Birkaç örnekle yetineyim:
    * Belediyenin verdiği burslardan evlerde kalan öğrencilere kontenjan ayrılması.
    * Devletin fonladığı okullarda çalışıyor gösterilen ve milletin vergisinden maaşı ödenen bölgeciler.
    * Yine devletin fonladığı okullarda Hizmetin şirketlerine içerden bilgi verilerek okulun açtığı alım ihalelerinin kazandırılması.

    Verdiğim örneklerde karar vericilerin hiçbir şahsi maddi menfaatleri olmamıştır. En fazla olsa bulundukları yerde çok faydalı ve başarılı görülmüşlerdir. Ama bu yanlışları yaparken de doğru bir iş yaptıklarını düşünmüşlerdir. İçerden bakınca hizmetin faydasına bir iş yapılıyor, hizmet de insanlara hizmet ediyor. Çok da yanlış bir şey yok gibi.

    Halbuki dışardan bakana göre durum hiç de öyle değil. Birinde belediyenin kaynakları adil olmayan bir şekilde bir zümre tarafından öğrenci burs adı altında hortumlanıyor. Bir diğerinde devletin fonladığı bir okulda, birileri okula gelmeden bankamatikten maaş alıyor. Son örneğimde ise devletten fonlanan bir kurumda ihaleye fesat karıştırılıyor.

    Verdiğim örneklere kanunlar ve din açısından bakıldığında her iki açıdan da sorun olduğunu görmek zor değil herhalde.

    Ancak asıl sorun şurada:

    Ben bu saydığım örneklere şahit olduğumda bunların yanlış olduğunu biliyor ve görüyordum. Ancak güçlü bir itirazda bulunmuyor, bir iki kere alakasız yerlerde bunlar yanlış deyip bırakıyordum. Halbuki yapılması gereken önce karar alıcıları uyarmak, düzeltilmiyorsa adli makamlara ihbara kadar varan aşamalara geçmek imiş. Uhuvvet bozulmasın, hizmetle ilgili olumsuz bir haber çıkmasın, vb. düşüncelerle susarak bu yanlışlara ortak olmuşum. Bu yanlışları yapan insanları eleştirmeden önce kendimi eleştirmem, meselenin bana bakan yönünü irdelemem gerekirmiş. Nitekim geçen yıllar içinde, bahsettiğim türden uygulamalar duvara tosladı ve bunlardan vazgeçildi. Ama ben olaylara çarpık bakışımla kalakalmışım. Beni uyandıran şey ise Ahmet Kurucan’ın önceki bir yazısında, haksız uygulamalardan öte o uygulamalar karşısında sessiz kalan geniş kitlelerin bulunmasının ne kadar vahim olduğuna değinmesi oldu.

    Şahsım adına bu yazı dizisinin çok istifadeli olduğunu söyleyebilirim. Allah razı olsun.

  4. Eyvallah abi kalemine sağlık. İnsan kalitesinin dünyada bozulduğu bir zamanda hizmet insanın da bundan nasibini alması kaçınılmazdır. Ancak bu bizim yanlışları kabül etmemiz manasına gelmemelidir. Bununla nasıl mücadele edeceğimizi bulmamız gerekir. Bu konuda da psikolog, antropolog ve yönetim alanında uzman olmuş birçok insanımızdan yardım almakta fayda var. Yönetim nedir, yönetim psikolojisi nedir. Kanunlar, düzenlemeler ve denetlemelerin insanı şekillendirmesindeki yeri nedir, bunları yeniden gözden geçirmek lazım. Şunu kabül etmeliyiz ki ‘abi’ dediğimiz insanlar yöneticidir. Hizmete ve hizmet insanına da yön veren onları şekillendiren, insanların hizmete bakışını şekillendiren bu kişilerdir. Ancak malesef ortada ağır bir durum yaşanıyor ve bir sorumlu dahi bulamıyoruz. Herkes topu taca atıyor. yeri gelince ben abiyim yeri gelince hep beraber yaptık diyen abi dediğimiz insanlarla dolu. Durum böyle iken de yanlışların düzeltilmesi biraz zor görünüyor. Sorumluları denetleyip ürettiklerinin kalitesini kontrol eden bir denetleme mekanizması malesef yok. Prensipler vaazeden, etik değerleri dikte eden bir metnimiz bile yok. Sorsak herkes Kuran var, risale var, hoca efendinin kitapları var diyecek. Sizin de belirttiğiniz gibi bunları baş üstünde taşıyıp içini uygulamayan insanlar da var.

  5. Allah kaleminize kuvvet bereket versin. Yüreğinize ferahlık sekine indirsin. Halis niyetle Hak yolunda yürümeye devam. İtilsek kakılsak da böyle. Bilmiyorum başka çıkar yol…

  6. Cok sayin hocam,
    Dogdugum köyün önemli bir kismi vaktiyle bataklikmis. Bugün Türkiyenin sayili ovalari arasinda sayilan bu yerde insanlar sitmadan kirilir, ödleri elinde dolasirmis. Sebebi basit, zemin düz olunca sular sistemsiz bir şekilde alana yayılıyor.

    Ben dogdugumda batakliklar kurutulmustu, mahsul coktu, insan coktu, sonra barajlar da gelince ırmak bir sisteme girdi, sel de olmadi ve o türkü de unutuldu. Türkü unutuldu dediysem, başka bir sistemsizlik yüzünden insanlarin cogu büyük sehirlere, Avrupaya göçtüğü için. Bu göçlerle birlikte hırsızlık da epey azalmış, millet birbirinin mısırını çalmaktan vazgeçmiş.

    Beni büyükannemle, dedem büyüttü. Her ikisi de İnönü zamanının çocuğu. Dedem birçok erkek gibi ilkokula gitmiş, damgayı yemiş ve ihtiyarlık yıllarına kadar içki içmiş, namaz kılmamış. Büyükannem ise bütün kadınlar gibi ilkokula gitmemiş, terbiyesini evde almış ve tabii namazını hep kılmış. Bizim oranın tipik bir karakteristiğiydi bu.

    Ama o kadınlar ne kadar iyimser, ne kadar güleç ve sevgi doluydu. Hiç unutmam bir danamız (adı İmdat’tı) çalınmıştı da evde haftalarca yas tutulmuştu. O kadın o dana sanki bir evin ferdiymiş gibi yayık yayarken, bahçe bellerken ne ağıtlar yakmıştı. Yine bir kömüşümüz (adı Karagöz olan mandamız) ayağı yularına dolanıp düşünce suyun içinde boğulmuş, yine haftalarca göz yaşı dökmüştü. 40 yıl geçmiş, bütün hayvanlarımızın adını hala hatırlarım.

    Köyümüzün erkekleri de, bakmayın İnönü dejenerasyonuna, kasabaya gidip gelenler dışında, iyi ile kötü arasında bir denge vardı. Tek sorun daha düne kadar eşkıyalık yapanların yüklediği sistemsizlik sistemiydi, yoksa insanlar, iyiye, güzele açıktı. Ben Latin harflerini de, Arap harflerini de bilmeyen büyükannemin Üstad’ın diliyle konuştuğunu Hizmetle tanışmamdan bir yıl sonra, 22 yaşımda farkettim.

    Çok sayın hocam, yazınızda sapla samanı yine birbirine karıştırmışsınız. Dini konuları derinlemesine incelediğiniz yazılarda da bunu yapıyorsanız işimiz var. Anadolu, bir Apaçiler yurdu değildir. Nasıl oldu da böyle bir yerden böyle insanlar çıktı sözü affedilemez bir çarpıtma içeriyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anadolu hakkında ‘Yaban’ adlı bir roman yazabilir normaldir. Ama siz bu şekilde tespitlerde bulunamazsınız.

    Hem Hizmet içinde yanlış yapan insanları azınlığa vurup bu kötü hasletlerin tamamını Anadolulu olmakla açıklayacaksınız hem de iyileri çoğunluğa vurup iyi hasletlerini Anadolulu olmaktan sıyıracaksınız. Bu hesabı kurt kuzuya yapmaz. Hizmet’in mesajına olumlu cevap vermek için o mesaja açık bir kalp, kafa ve ruh gerekmiyor mu? Nereden geliyor onlar, kim şekil verdi onlara, kim hazır etti onları?

    Sonra bir de eğri oturup doğru konuşalım deyip kurgu olma ihtimali de olan bir TV programını vermiyor musunuz, insanın çat diye çatlayası geliyor. Sayın hocam, stüdyo programlarında izleyicilere ne zaman güleceklerini, ne zaman alkışlayacaklarını söyleyen biri vardır. Bunu bilmiyor olamazsınız. Ve oraya gelen insanlar da zaten Anadolu insanının istatistiği, ortalaması alındıktan sonra oraya davet edilmiyor. O yolun yolcuları geliyor oraya. Bu nasıl bir genellemedir!

    Şunu da belirtmeden geçemiycem. Bizim şu an üzerinde durmamız gereken özlü söz ‘Devletin malı deniz yemeyen keriz’ sözü değil. Asıl önemli olan ‘Kervan yolda düzülür’ sistemsizliğidir. Bu sistemsizlik yüzünden Hizmet’i sel almıştır ve kimi karabataklar yüzünden insanlar asıl sıtmadan tir tir titrediği için geleceğini görememektedir.

    Kervan dediğin zaten düzülmez, dizilir, ama bu yolda hiç olmaz. Yok inat ederseniz, girişken insan ile yırtık insanı birbirinden ayırt edemez, kurumların acul acul başına koyar, insanların başına bela eder, kervanı gerçekten düzersiniz. Yırtık insanlar yalan söyler, yanıltır, manipüle eder. Sadık diye alt yapısı olmayan insanları öne çıkarırsanız, salahiyetsizliğini gizlemek için ceberrutlaşır. Bu kadar basit şeyleri yazdırtmayın bana.

    Bunlar hep sistem işidir sayın hocam. Her insanın avantaj ve dezavantajları vardır. Karadeniz insanı mert, haliyle de kuralcı ve serttir, Ege insanı yumuşak, haliyle de gevşektir. Hesabınızı-kitabınızı ona göre yapacaksınız. Üstünüze düşen görevleri yerine getirecekseniz, misal ilahiyatçıysanız bunu direkt yazacaksınız, bir köşe yazarı olarak aynı zamanda bir gazetenin bünyesinde yer alıyorsanız, Hizmet içi yasama, yürütme ve yargının yapamadığını 4. kuvvet olarak siz yapacaksınız. Ben tabanım, kimle ne görüştünüz bilemem, yazacaksınız, ben bileceğim ve sesimi yükselteceğim.

    Ve artık lütfen işin içinden çıkamayınca sürekli olarak faturayı Anadolu insanına kesmeyin. Yurt açmak için, okul açmak için topladığınız fındıkları, mısırları, parayı, kurban derisini size veren insanların hepsi Hizmet gönüllüsü değildi. Nolur biraz sıratı mustakim, biraz denge! Esasen bütün insanlar genelde iyidir veya iyiliğe açıktır. Türk seyyahları izliyorum YouTube’dan, çocuklar beş parasız dünyayı geziyor ve her yerde iyi insanlarla karşılaşıyor. Kötü olan sistemsizliktir, kervanı yolda düzmektir.

  7. Hizmet´in başına büyük bela geldi. Buna “yolun kaderi” de diyebilirsiniz. Bu bakış açısına göre her şeye yolun kaderi diyebilirsiniz. Sonuçta kadere iman imanın şartlarından biri değil mi?
    Peki, hizmetin başına bu bela veya kader gelmemiş olsaydı ne olurdu? Veya Erdoğan ve arkasındaki güç ve suç ortakları başka bir cemaati hedef seçmiş olsaydı?
    Benim anlayabildiğim kadarıyla hizmet böyle sert bir kesintiye uğramaz, ama uzun vadede yine de bir duvara toslardı.
    – Zira bir taraftan evrensel değerler derken diğer taraftan milliyetçilik vardı damarlarında.
    – Bir taraftan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi filan derken diğer taraftan kendini devletin sahibi gibi görür, devlet görevlilerinin karıştığı olaylarda kendini devletin yanında konumlandırırdı.
    – Bir taraftan karın tokluğuna dünyanın en ücra köşelerinde zor şartlar altında görev yapan insanlar göklere çıkarılır, diğer taraftan kurumlarda bazen yöneticileri çok parayı ne yapacağını şaşırmışcaşına yatırım ve harcamalara girişirdi. Ve bu konuda itiraz mercii ya yoktu, ya da dikkate almazdı. Ne de olsa yönetici yöneticiye dokunmazdı.
    – Hizmet de aslında bir nevi tek adam yönetimi kurmuştu. Her adımı meşrulaştırmak için Hocaefendi denirdi. Ama bu doğru mu yanlış mı, kararları kim nasıl alır, bilinmezdi.
    – Hizmet diyalog filan derdi, ama samimi olacak olursak hizmetin başkalarından birşeyler öğrenme noktasında hissettiği bir ihtiyaç yoktu. Amaç daha çok ya başkalarına birşeyler anlatmak, ya da birşeyler anlatmak için zemini uygun hale getirmekti.
    – Sonuçta hizmet de dini bir harketti, kapalı bir sistemi öngörürürdü. Hedeflediği inanca dayalı toplumsal bir düzeni inşa etmekti, toplumun her alanını inanca göre şekillendirmekti. Ancak bu tür kapalı sistem girişimlerinin hepsi ya iflas etti, ya da kapı İran, Suudi-Arabistan, Afganistan gibi yerlere çıktı.
    – Bizim de ahlak anlayışımız çok sınırlı idi. Ahlaktan anlayış büyüklere saygı, küçüklerin gözlerinden öpme ve küfür etmeme idi, biraz kabaca ifade edecek olursak. İşte böyle yüzeysel bir ahlak anlayışı olduğu için sanıyorum belediyeden veya devletten gelen yardım parasını başka yerlere aktarma olayları yaşandı. Ne de olsa sonuçta hizmete harcanıyordu ve bu yanlış olamazdı.

    Yukarıdaki soruyu tekrarlayalım: Bu olanlar hizmetin değil de başka bir cemaatin başına gelse ne olur, hizmet ne gibi tavır gösterirdi? Hizmet de çok kızdığımız – hatta benim şahsımda nefret ettiğimi dahi söyleyebileceğim – diğer cemaatlerin konumuna düşerdi.
    Bunu nereden mi biliyorum? Bugünkü cemaatler de muhtemelen ülkede birtakım şeylerin yolunda gitmediğini görüyor. Ama bizim işimiz iyi gidiyor, devlet bize şu kolaylığı sağladı, şurada kadro açtı diye bakıp haksızlıklara seslerini çıkarmamayı tercih ediyorlar. Yereldeki fayda uğruna toplamdaki zarara ses çıkarmıyorlar. Bir nevi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın yaklaşımı.
    Ben bu tavrın aynısını hizmette de görüyordum bir zamanlar. Hatta bir zamanlar – sanıyorum 2013 yılıydı – Almanya´nın büyük bir şehrinde yüzlerce kişiye yönelik bir konferansta Fethullah Gülen´in ilk talebelerinden birinin şöyle dediğini hatırlıyorum: “Hocaefendi dedi ki, bunlar çalıyorlar, ama bizim hizmetimiz iyi gidiyor, biz işimize bakalım.”
    Bugün diğer cemaatlerin tavrının niteliksel olarak bundan çok farklı olduğunu söyleyebilir misiniz?

    • Cünkü herkes kendini hakikatin merkezi görüyor. Benim düsüncem hakim olunca nasil olsa herkes mutlu olacak, öyleyse sadece kendi bekami düsünmeliyim, bütün hak argümanlarini söz konusu benim bekam söz konusu olunca seferber edeyim. Dolayisiyla solcusu da, Hizmet mensubu da, AKPsi de ayni, hepsinde ayni sistematik isliyor.
      Sonra isler ters gidince bir küsmedir aliyor. Bir psikolog varsa ciksin söylesin: Sucu Anadolu insanina atmakla deist olmaya karar vermek arasinda acaba bi fark var midir bahane üretmek babindan? Hani böyle “Ben seni cok sevmistim necip Anadolu insani, bana bunu niye yaptin veya Allahim bak senin rizan icin ne güzel seyler yaptiydik, niye bizi böyle biraktin” der gibi

  8. Abim, degerli abim; topu taca atiyorsunuz, demagoji yapiyorsunuz. Bireysel hak ihlalleri degil elestiri konusu olan durum; SISTEMATIK hak ihlalleri. Bu, icinde dogulan kulturun yozluguyla aciklanabilecek bir durum degil zira bu hareket yenilik ve dirilis iddiasiyla yola cikti. Icinde dogulan kulturun yozlasmisligina rasyonel bir baskaldiri hareketi oldugu icin hassas ruhlarda makes buldu ve cig cig buyudu; ve ayni sekilde emir komuta duzeninde (istisare gorunumlu hizmet hiyerarsisini kastediyorum) yapildigi soylenilen sistematik hak ihlalleri soylentileri ayni hassas ruhlari yaraladi. Ve adam gibi biri cikip demagojiye girmeden gercekleri soylemiyor. Ne Hocamiz, ne Aymaz hoca ne Kurucan hoca ne digerleri, hicbiri.. (seffafliga gerceklige en yakin aciklama Osman hocanin son yazisidir o bile egip bukmus) Vallahi aci ama maalesef durum bu :((

    • En cok acitan da bu tür demagojilerle bizi ikna edeceklerini düsünüp beynimizle alay etmeleri. Hatta ikna olmayanlar icin de sürümde olan bir tespit var ki, insan gercekten iptal oluyor: Cok dökülenler olacak ama Hizmet üc-bes kisiyle de devam edecek! Bu aralar Müslümanlarin bulustugu tek nokta basireti baglanmiscasina sacmalamak sanirim. Insan düsünmeden edemiyor: dikenli güle amenna da, güllü dikeni neyleyim?

  9. Insanin inanasi gelmiyor gercekten, sanki insanlar birilerinden hesap sormus ve cevap alamamislar da madem öyle seni hesaba cekelim demisler. Sanki su yolsuzlugu niye yaptin, bu yalani niye söyledin, su israfi niye yaptin diyen var yazarimiza da, kalkmis muhatap ben olmadigim icin onlarin konusmasini bekledim diyor.

    „Evet ben bir ilahiyatciydim, yanlislari fikhi ve ahlaki baglamda görmüstüm, kendi etrafimda paylastiktan sonra bir sey degismeyince kösemde bunlara deginmedim, deginirsem olaylarin farkli gelisecegini veya Hizmetten dislanacagimi düsünüp sustum.“ Bunu dese tamam diycez, cünkü cogumuz itibariyle biz de öyle yaptik, öyle düsündük, islerin bu noktaya gelecegini düsünemedik. Hayir bunu da diyemiyor.

  10. O zaman islam dini, mensuplarini belli bir ahlak seviyesine (en azindan bati sekuler toplumununki kadar) cikarmada basarili olamadi mi?

    Hizmet prensipleri, ozundeki Islam dini, hizmet mensuplarina, icinde bulunduklari toplumun kotu etkilerinden aliskanliklardan daha mi az etkili?

    • Malesef olamadı. Hiç bir İslam ülkesinde demokrasi yok. Liyakat yok. Adalet yok. En iyisi bizdik biz de her tarafta bizden olsun dedik ve liyakati öldürdük.

  11. Hizmet Devleti-Kurumsal Hizmet ve Hizmet Toplumu

    Okullar, şirketler, istihdamlar üzerinden sayıları onbinlerce insanı bulan Hizmeti, küçük bir ülke devleti olarak görmekte mümkün (Teşbihte hata olmasın). Bir yerde kurumsallaşma artarsa, bürokrasi kaçınılmazdır. Tartışma kültürü, farklı kadro hareketleri de kaçınılmazdır. Bu işin tespit yanı.

    Madem tespit bu, oysa hizmet bir gönüllü hareketi, öyleyse Kurumsal hizmeti mümkün olduğunca küçültme zamanı.

    Daha açık olmak gerekirse, yönetim ve organizasyonun gerektirdiği mecburü faaliyetler ve bunun gereksinimi insan dışında, hemen hemen her alanda, personel istihdamından vazgeçmek benim aklıma sorunların bir çözümü olarak görüyorum. Rızkını dışardan kazanan, ve yarı zaman, çeyrek zamanlı hizmet eden insan modeline geçmeliyiz. Hayatını hizmet etmeye adamış, bu nedenle “siz yürümenize bakın, ardınızda biz varız” şeklindeki ömrünü adamış, bu nedenle kendi şahsi geçimine sıra bulamamış insanların da olması gerektiği fikrini de unutmayarak.

    Diğer bir husus, hizmet etme mantalitesi üzerine. Bugün bir hayırsever 100 milyon dolar bağış yapsa, kendi bakış açımla yorumum şu olur ki, gidip onunla TAŞ yapılır. O paranın büyük bir kısmı insana değil TAŞ a gider.

    Hizmetin TAŞ la imtihanından kurtulması gerek bu nedenle. Yardımlaşmayla insanların bağışlarını taşa yatırma modelinden vazgeçilmeli.

    Bir yerde, mantıklı bile olsa, mülk edinme yerine, kiralama, vb başka yollarla hep hizmet temininde bulunulmalı.

    Dolayısıyla, en nitelikli insanlarımızı da işi gücü bırakıp, yardım da yardım deyip, uygulama da ömrünü himmet toplama adama işinden bu insanları da kurtarmalıyız. Hizmet modelini değiştirme zamanı. Taş tan, Kurumdan kurtulma zamanı.

    Bu nedenle, radikal söyleyeceğim şu. Gerekirse, okul açma fikrinden de vazgeçilmeli. Eğitim ve neticeleri açısından bu yolun faydası zararı hesaplanmalı. Kanaatim, okul açmak yerine, anonim, küçük kurslar, vb daha etkili. Türkiye de bile, rehberlik açısından devasa TAŞ ların verimi düşüktü. Öğrencilere örnek olmanın neticesinin o kadar fazla olduğunu düşünmüyorum. Ama bir kenar mahalle okuma salonunda daha faydalı olunabiliyordu. Konu uzun devam edeceğim…

    Aslında, serzenişleri okuduğumda yorumların büyük çoğunluğunun Kurumsal Hizmetle ilgili olduğunu, onun uygulamalarından kaynaklandığını görüyorum.

    H

  12. Dil Kazasi!

    Ahmet Bey, Osmanlica’ya olan hakimiyetini dokturdugu bir kac hafta onceki yazisinin tokadini mi yiyor bilinmez, ama kanaatimce ciddi bir dil kazasi yapmis bu yazisinda. Haddini asan bir tarz olmus ozellikle giris. Ayrica mantik acisindan da hemen ardindan gelen paragraflarla catismis soyledikleri.

    Nerdeyse hizmettekilere ‘yok bir farkiniz/miz digerlerinden’ demis. Amenna, ama lise ogrencisi seviyesinde bir dil seviyesi(zligi) olunca, kulak tirlamamis.

    Hepimiz 46 kromozomlu insaniz ve de bu halkin icinde nes’et ettik. Evet, ama bizi genclik yillarimizda cevremizdeki gayr-i ahlaki toplum duzeni icinden hizmete ceken sey, Islamin ozunde olan o safligi, Efendimiz’in (sas) hedef gosterdigi, Sahabe efendilerimizin (r.a. ecmain) de realize etmeye calistigi hayatini dinin esaslarina gore tanzim etme hedefiydi. Vaazlar bu eksende donmuyor muydu? Elbette hizli genislemeyle birlikte isin icine bir suru insan, farkli farkli niyetlerle girebilir, girdi de. Fakat, insanlarin kizdigi sey, simdi geriye donup bakinca, baslarina abi, lider diye konan insanlarin (hepsi icin diyemem) bu sonradan giren insanlarin niyetlerini hissettikleri belki bildikleri halde, hatta nasil para kazandiklarini da bildikleri halde, paraya tamah edercesine abur cubur herseyi kabul etmis olmalari; basiretsizlikleri/ferasetsizlikleri. Bastakiler boyle yapinca da arkadaki taklide yatkin cemaat mensuplari da isi cigirindan cikartti yer yer. Ben bu noktada Allah(cc) in rahmetiyle, bizleri, hosumuza gitmese de, ebedi bir helak olustan sert bir uyariyla uyardigi kanaatindeyim (gerci gaflet uykumuz derin). Bir onceki yorum yazan arkadasin dedigi gibi, hemen multi yuz milyonluk okul binalari, muthis makam odalari, yanina yaklasilamayan, gorusulemeyen enaniyeti kabarmis insanlar; daha da kotusu bu bazi insanlarin klik haline gelip kendilerine dogruyu hatirlatan insanlarin da hemen ayaklarini kaydirmalari vs.

    Sn. Kurucan, siz de mi Babacan gibi “… felakete goturecegini biliyordum. Keske sessiz kalmasaymisim” modundasiniz? Eger, samimiyseniz, o zaman lutfen konumunuzun hakkini verin, hem HEye cibilli yakinliginiz hem de bir fikih uzmani olarak. Bakin bizim de gencligimizi ve de davaya gonul vermis olan insanlari bir itikad bozuklugu, tevhid inancindan uzaklasma hastaligi sarsiyor. Birakin artik su akp, Karaman hoca takintiligini vs. Ustad hazretlerinin herseyi birakip insanlarin imanini kurtarmak icin yangina dalisini ornek alip, size belki onceden avans olarak verilen abilik payenizin, maasinizin, konumunuzun hakkini verin. HE de hep insana yatirimi tesvik etmedi mi? Nasil oldu da birden tas, bina, makam, maas sevici olduk birden! Tokatini yedik iste! Artik gercek imani kazanmaya azmetme vakti, biiznillah! Ya hakkini verin size verilen payenin ya da mertce musadenizi isteyin. Sirf yazi yazmak icin bosuna Karaman’in sunun bunun filan gunahina ne kendinizi ne de okuyuculari ortak edin. En buyuk musibet dine gelen musibettir. Yanginda imanimiz yaniyor; furuatla ugrasmaya vakit belki simdilik yok! Insanlar sirk kosmadan iman edemiyorsa, neyleyeyim Mecelleyi! Vesselam!

  13. Öncelikle Tr724’ü hizmetin bir yayın organı olarak kabul etmediğimi baştan belirteyim.

    Ahmet Kurucan’a da gelince… Kusura bakmayın ama bu yazınızda lafı dolaştırıp dolaştırıp durmuşunuz. Sapla samanı, elma ile armutu birbirine karıştırıp “temiz eller” şakirdi rolüne bürünmüşsünüz.

    Ta ortaokul dönemimden itibaren hizmetin içindeyim ve o zamandan beride başımdaki sorumlulara gördüğüm yamuklukları her daim dile getirdim ve bin kerede bedelini ödedim. Allah’a şükür ki “sözde hizmet insanların”ı asıllarından her daim ayırdım, sırtıma bin kere vurulan hain, işe yaramaz, yoldan çıkmış, asi damgalarına rağmen. Kendilerince birileri beni hizmetten afaroz etmişlerdi. Nasıl bir insanla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlardı ki! Ellerinde 20’şer litrelik iki bidonu taşıyan arkadaşıma “Oğlum sen bırak o taşısın biraz da” denildiğinde arkadaşımın tepkisi “Abla, onda Ömer adaleti vardır. Merdiven basamaklarını yarıladığımda durdurur beni!”

    Hizmet hareketi ne kadar temiz olursa olsun, biraz sosyoloji okumuş bir insanın söyleyeceği bilgileri yazmışsınız: Hizmet hareketi de sosyal bir harekettir, içinden çıktığı toplumun bazı hastalıklarını taşıması normaldir. Sadece bu hastalıkların ne kadar pasif kalacağı, ne zaman aktif olacağı tam bilinmiyordu.

    S
    Şu anki yaşadığımız süreç olmasaydı hizmet kendi içinde büyük imtihan yaşayacaktı. Çünkü elleri öpülesi büyüğümüzün istişare formatını, sözde hizmet insanları “itaat edin” darağacında milyon kere ipe çekmişlerdi. Fikrini zikrini ancak istişarelerde değil, şeytanın gıybet otaklarinda dile getiren insanlar güruhu oluşturulmuştu. Şimdi sayın yazara sorumu soruyorum:
    Bedel ödeme pahasına kaç haksızlığa karşı durdunuz? Ve bedel ödeme pahasına başınızdaki insanın yanlış fikrine kaç kere karşı durdunuz veya karşı duranın yanında oldunuz?

    Rabbime şükürler olsun sahte yüzlü, sözde hizmet insanı olmadım.

    Ve ne yazık ve acı ki bu sözde insanlara şehirler, eyaletler, ülkeler teslim edildi.

  14. HE nin mülaanede ki şu sözlerini bundan sonrası için bizlere bir vasiyeti gibi görebilir, karşılaştığımız her hadiseyi bu mülaanenin silsilesindeki kritelerde mihenge vurabiliriz diye düşünüyorum. Unutmayalım ki buna hemen herkes çok güçlü bir “Amin” demişti. Kısaca; buna uymazsak Allah belamızı versin demiş olduk. Afaki hadiseleri bilemem ama enfüsi dairede kendimize ve yakın çevremize bunu sürekli hatırlatabiliriz:

    ……..dolayısıyla ben bizi de onların içinde görerek diyorum, dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur’an’ın temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha’ya aykırıysa, İslam’ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik telakkilere aykırıysa, Allah bizi de onları da……

  15. Eleştirimi yayınladığınızda niyetinizin ciddi olduğunu anlayacağımıza enin olabilirsiniz.

    Bilinmelidir ki..
    Birinci etapta-
    Toplumun ahlak ve edep anlayışını ekonomik bağımlılıklarla sıfıra indirerek-
    İnsan eğitimini tarafsız devlet yerine cemaat, şeriat ve özel sektör tüccarlarına teslim ederek-
    Basın ve yayın özgürlüğünü ortadan kaldırıp insana ve topluma zararlı hale getirerek-
    Adaleti sıfırlayıp inançlı ama ruhsuz insanlar toplumu yaparak-
    Kalitesiz, niteliksiz insan üretiminden sonra….
    İkinci etapta
    Bu süreçte ele geçirilen eğitim sektörünü, devletinde desteği ile dinsel tabana dayayıp, cemaat okul ve evlerinde düşünmeyen, inanan, kolay yönlendirilebilen, kendi içinde dayanışmacı insan türü yetiştirmek yoluyla-
    Sonuç-
    Bu yeni gurubu yok edilen ahlak kurallarıyla süsleyerek ideal yapıp, büyük başarı olarak sergilemek gerçek hedefe yönelmek değilmidir ?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin