ALİ CÖRE | YORUM
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Türkiye’de, kendini ülkenin ve devletin ‘gerçek sahibi’ olarak gören bir elit sınıf oluştu. Çoğunluğu şehirlerde yaşayan bu kesim, genelde laik ve Kemalist değerleri savunan, eğitimli bir burjuvaziydi. Bu sınıfa mensup olanlar, modern Türkiye’nin gelişiminde söz sahibi olduklarını düşünüyordu. Devletin temel kademelerini, üniversiteleri ve ekonomik sahayı ellerinde bulunduran bu grup, ülkenin yönetim yapısında derin bir etkiye sahipti. Eğitim, ekonomi ve devlet kademeleri büyük ölçüde bu kesim tarafından şekillendirilmişti ve bu sistemin dışında kalan çoğunluk, Anadolu’nun dindar halk kesimleriydi.
Anadolu’nun dindar kitleleri, bu sosyo-politik yapıdan uzak tutulmuş, genellikle cami ve Kur’an kursları gibi sınırlı alanlara sıkışmıştı. Dindar aileler, çocuklarını ‘laik’ okullara göndermekten çekiniyor, devlet kadrolarına girmekten uzak duruyordu; çünkü eğitimle dinî değerlerinin zedelenebileceği kaygısı taşıyorlardı.
Diğer yandan, devletin üst kademelerini kontrol eden laik kesim de, bu insanları kendine yakın görmüyor, onların devlet kademelerinde yükselmelerini adeta bir tehdit olarak algılıyordu. Böylece Türkiye’de bir tür kast sistemi oluşmuştu: eğitimli, laik bir azınlık devletin yönetici kadrolarında etkin olurken; geniş halk kitleleri, devlet kademelerine uzaktan bakmak zorunda kalıyordu.
Anadolu insanı ‘devletle’ tanışıyor!
Ancak 1960’lardan itibaren Fethullah Gülen’in önderliğindeki Hizmet Hareketi, bu statükoya meydan okuyarak toplumsal bir dönüşüm başlattı. Gülen, Anadolu’nun dindar kesimlerini eğitim yoluyla güçlendirmek gerektiğini savunuyordu. Onlara, “Çocuklarınızı üniversitelere gönderin, eğitim alın; dinî değerlere bağlı kalırken aynı zamanda bilim ve sanatta da ilerleyin.” diyordu. Hizmet Hareketi, dindar Anadolu insanına ilk defa eğitimde modern bir rol modeli sundu. Dindar aileler bu yaklaşımla çocuklarını üniversitelere göndermeye başladı.
Bu durum Anadolu insanı için sosyal ve ekonomik alanda büyük bir devrim anlamına geliyordu. Eskiden yalnızca alt kademelerde yer bulabilen, devlet içinde ‘çaycı’ ya da ‘hademelik’ gibi görevlerde çalışan Anadolu gençleri, artık devletin her kademesinde yer bulmaya başladılar.
Askerî okullarda bile öncelikli olarak asker çocuklarının alınması bir gelenekken, artık köy çocukları da bu okullara girme fırsatı elde ediyordu. Anadolu’dan gelen bu gençler, Hizmet’in kendilerine sunduğu eğitim ve moral desteğiyle özgüven kazanıyor, toplumda güçlü bir pozisyon elde ediyordu. Böylece Türkiye’de uzun süredir yalnızca belirli bir kesime açık olan devlet kadroları, Anadolu insanının da yer bulduğu bir yapıya doğru evrildi.
İş dünyası da dönüşümden nasibini aldı
Güçlendirme sadece eğitimle sınırlı kalmadı; hareketin etkisi, iş dünyasında da kendini gösterdi. Gülen’e bağlı işadamları dernekleri, küçük esnaf ve zanaatkârları büyük yatırımlara teşvik etti. Bu insanlar, ulusal ve uluslararası ticaret yapmaya cesaretlendirildi; böylece Anadolu’nun dindar kesiminden yeni bir elit, entelektüel sınıfı ortaya çıktı.
Kendi değerleriyle ekonomik sahaya giren bu insanlar, Türkiye’nin geleneksel laik burjuvazisiyle yan yana gelirken, aynı zamanda yerleşik düzenin dengelerini de değiştirmeye başladı. Gülen hareketi, Anadolu’daki bu küçük iş sahiplerine uluslararası iş imkanları sunarak onlara ekonomik güç kazandırdı. Böylece laik azınlığın temsil ettiği güçlü ekonomik yapıya karşı yeni bir ekonomik sınıf doğdu.
Bu durum, doğal olarak eski düzenin yapısını tehdit etti. Hizmet Hareketi’ne gönülden bağlı olarak devletin çeşitli kademelerinde görev alan bireyler, yolsuzluk, rüşvet ve haksız kazançtan uzak bir yönetim anlayışını temsil ediyorlardı. Laik elitler bu durumu, kendi alışık oldukları sistemin karşısında bir tehdit olarak görmeye başladı. Geleneksel ‘derin devlet’ yapıları, bu temiz ve şeffaf toplum anlayışının kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşünüyordu. Bu noktada, Hizmet’e karşı bir tepki gelişti; çünkü bu insanlar, adeta toplumun ‘temiz’ bir kesimi olarak, yolsuzluğun ve haksız kazancın olmadığı bir düzeni savunuyorlardı. Bu durum, çıkarları için mevcut düzeni koruyan bazı yapılarla bir çatışma doğurdu.
Anadolu’nun güçlenmesi rahatsız etti!
Bu güçlenme süreci, aslında Türkiye’de yeni bir toplumsal hareketin hikayesi oldu. Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” kitabında anlattığı gibi, uzun süre dışlanmış bir kitlenin kendi gücünü kazanması ve haklarını talep etmesi, toplumsal bir dönüşümü beraberinde getirir. Fethullah Gülen liderliğindeki Hizmet Hareketi de, Anadolu’nun uzun süre ikinci plana atılmış geniş kitlelerine eğitim, ekonomik imkanlar ve devlet kademelerinde fırsat eşitliği sağlayarak bir tür güçlenme süreci başlattı. Ancak bu, geleneksel düzeni tehdit ettiği için, günümüzde “istenmeyen” bir hareket olarak ilan edildi.
Türkiye’nin sosyo-politik yapısını derinden sarsan bu değişim, hem toplumun dengelerinde hem de devletin temel yapılarında güçlü bir etki oluşturdu. Bugün rejim tarafından ‘hain’ ilan edilen bu topluluk, belki de tarihsel bir sürecin doğal bir parçası olarak gelecekte farklı bir gözle hatta ‘kahraman’ olarak değerlendirilecektir. Hizmet Hareketi üzerinden bakıldığında Türkiye’nin toplumsal yapısındaki bu güç dengelerinin nasıl evrildiğini görmek, toplumsal dönüşümün sancılı ve karmaşık bir süreç olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.
O Anadolu halkı, simdi cok daha buyuk bir sınıf atladı, beyaz turklerin sadece hayran oldugu batılılarla cok daha guclü ve anlamli iliskiler gelistiriyorlar, en az 2 bati dilini anadil düzeyinde konusuyorlar. Bu da onlara dert olsun..
Allah da sizden razı olsun