Hidayet Karaca’nın isyanı!

YORUM | BÜLENT KORUCU

“Ben şöyle dua ediyorum, Allah benim canımı alsın, ben kurtulayım herkes kurtulsun diyorum. Yetti canıma Sayın Başkan, yetti. Önüne gelen soruşturma açıyor. Geçen gün gönderdiniz, gene 10-15 tane soruşturma var. Mahkeme kararları olarak bir tanesinde bile benim ismim yok. Öyleyse hani maddi gerçek aranacaktı.” Bu serzeniş ve hukuksuzluğa isyan cümleleri Hidayet Karaca’ya ait. 

Gazeteci Timur Soykan’ın ‘6 yaşında evlendirilen ve cinsel istismara uğrayan H.K.G.’ haberi üzerine yaşananlardan sonra bu cümleler daha bir ağır ve anlamlı hale geldi. Karaca’nın isyanı ile Soykan’a linç girişimi aynı günlerde yaşandı. Aslında hikayeleri çok benziyor ama birinin aldığı haklı destek öbüründen esirgendi.

22 Kasım’daki duruşmada ‘ölsem de kurtulsam’ noktasına gelen Karaca’nın suçlanıp tutuklandığı davayı hatırlıyor musunuz? El Kaide’nin Türkiye şubesi gibi davranan dinci Tahşiye Örgütü’ne yapılan operasyon yüzünden 8 yıldır cezaevinde. Oysa 2010 yılında operasyon talimatı veren Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal milletvekili seçildi ve İçişleri Komisyonu Başkanı oldu. Dönemin İstanbul Valisi ve “Radikal dinî motifli terör örgütüne, yani El Kaide terör örgütüne yönelik operasyon gerçekleştirildi” sözleriyle başarıyı sahiplenen Muammer Güler de milletvekili seçildi ve İçişleri Bakanı koltuğuna oturdu. İlk tutuklama kararlarını veren yargıçlar görev başında. Sanıkların El Kaide ile bağlantılı olduğunu resmi raporlarına yazıp güvenlik güçlerini uyaran Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı raporunda imzası bulunanların da burnu kanamadı. Operasyon emrini uygulayan amir ve memurlar ile Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca onlarca yıl ceza aldı. Gerekçe daha tuhaf: Tahşiye Örgütüne kumpas kurmak ve Erdoğan Hükümetine darbe yapmak.

Olay, Timur Soykan’ın başlangıçta kumpasla suçlanmasına benziyor gibi ama bazı farklar var ve bu farklar Hidayet Karaca’nın lehine. İstismar Davasında, AKP başta çekinik hatta gazeteciyi suçlayıcı bir duruş sergiledi. Tahşiye’de ise AKP ve Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti operasyonun arkasındaki irade olarak tavır aldı. Medya kanadına gelince, ‘yerli ve milli El Kaide’ konusunda konsensus vardı. Hürriyet, ‘Keleşli Kurban kampanyası’ manşetinde eli silahlı çocukların fotoğrafını kullandı. Ki bu da en az cinsel istismar kadar ağır bir çocuk istismarı türüdür. Vatan’dan Habertürk’e neredeyse bütün medya bu silahlı dinci örgüt aleyhine yayın yaptı.

17-25 Aralık büyük yolsuzluk operasyonunda, Reza Zarrab’ın önüne yatan bakanlar, evlerinde para sayma makinesiyle rüşvet parası sayan çocukları suçüstü yakalandı ve rüzgar tersine döndü. Tahşiyecilere, Fethullah Gülen’in talimatıyla kumpas kurulduğu iddiasıyla davalar açıldı. Üstelik adamlara beraat vermeyi bile bekleyemediler. Siyasi baskıyla beraat kararı çıktığında Karaca ve polisler bir yıldır tutukluydu. Ne gariptir ki ‘Tahşiyeciler terör örgütüdür’ diyerek düğmeye basan Emniyet Genel Müdürü, Vali, İstihbarat Daire Başkanı ve Genelkurmay İstihbarat Başkanı suçlanmadı. Fakat baskına giden polis memuru ceza aldı.

Medya ayağındaki absürtlükler daha büyüktü. Gülen’in emri medya aracılığıyla ulaştırdığı öne sürülüyordu. Fakat “130 dolar kurban parası toplayıp El Kaide’ye gönderiyorlar” manşetini atan Hürriyet Gazetesine kimse dönüp bakmadı bile. Örgüt Lideri Mehmet Doğan’ın Usame bin Ladin ve El Kaide’yi öven ve tabi olmanın bir zorunluluk olduğunu savunan konuşmasını yayınlayan Habertürk kapatılmadı. Yayını “İslam, bu El Kaidecilerden kurtarılmalı.” sözleriyle bitiren Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut, Erdoğan’ın Sarayında Başdanışman ve ballı koltukların değişmez üyesi. Zaman Gazetesinde suçlamaların temelinde yer alan yazıyı yazan Hüseyin Gülerce baş itirafçı olarak istihdam ediliyor. Sadece Hidayet Karaca hükümlü ve 8 yıldır cezaevinde. Samanyolu Tv’deki bir dizide iki satırlık replik yüzünden hem de…

Dr. Hidayet Karaca, Radyo Televizyon Yayıncıları Derneği ve Televizyon Araştırmaları Kurumu (TİAK) gibi kurumlarda yönetim kurulu başkanlığı da yapmış tecrübeli bir televizyoncu. Zaman Gazetesi’nin İzmir ve Ankara temsilciliğinden sonra 1999 yılında transfer olduğu Samanyolu Yayın Grubu Başkanlığını 17 yıl yaptı. En kısa sürede en fazla büyüyen, çocuktan kültüre oradan haber kanalına kadar dikkat çekici projelerle adından söz ettiren bir yayın grubu oluştu. Radyo-Televizyon yayıncılığının en üst düzey temsil kurumlarında başkanlığa seçildi.

14 Aralık 2014 tarihinde, televizyonu basan polisler tarafından gözaltına alındı. Yaklaşık 8 yıldır özgürlüğünden mahrum. Hakkında açılan davalar ve verilen cezaları takip etmekte zorlanıyor. Savcılar ve yargıçlar bir yarış halinde soruşturma açıp hüküm veriyor. Avukatları tutuklandığı ya da yurt dışına çıkmak zorunda kaldığı için avukat bulamıyor; haliyle bu ceza ve dava yağmuruna karşı yapabileceği çok fazla şey yok. Meslektaşlarından gördüğü duyarsızlık, basın özgürlüğü mücadelesinin de aslında bir mahalleler savaşı olduğunu gösteriyor. Bu düzeyde bir medya yöneticisi ve böylesine absürt biçimde susturuluyor; medya üç maymunu oynuyor. Kimse ‘yahu bu adam nasıl kumpas kurmuş’ diye merak saikiyle dahi dosyanın kapağını açmıyor. Aslında açamıyor. Çünkü açsa ve sessiz kalsa suçu büyüyecek. 

Duruşmalarda en azından kayıtlara geçirebilmek için zor şartlarda savunma yapıyor. Kumpasın delili olarak gösterilen ‘bombanın baskına giden polisler tarafından konulduğu’ iddiasının çöktüğünü raporlarla anlatıyor. Örgüt liderinin birilerine ‘sen üstlen biz sonra nereden aldığını söyleriz’ dediğini tutanaklarla gösteriyor. Ama biliyor ki önceki davalarda olduğu gibi hasbelkader ikna olan yargıç olursa karar duruşmasında sürülüyor; yerine gelen daha dosyaları bile okumadan mahkumiyet kararı veriyor. (Tahliye kararı veren iki yargıcın tutuklandığını ve bunun AİHM’de mahkum edildiğini de hatırlatalım.) Savcı, savunmalar bitmeden hazırladığı (belki de eline tutuşturulan) mütalaayı mahkemeye sunuyor. Sonucu belli yargılamaların birinden öbürüne yetişmeye çalışıyor. Aynı iddialarlarla defalarca yargılanmanın hukuken imkansızlığını vurguluyor. Ve sesini kimseye duyuramıyor. 

Soykan, örneğine ne yazık ki artık sıkça rastladığımız lakin nihayetinde bireysel bir suçu deşifre etti. Tahşiyeciler ise örgütlü biçimde terör ve çocuk istismarı suçu işliyordu. Yiğit Bulut; “İslam, bu El Kaidecilerden kurtarılmalı” demişti, tam aksine meydan şimdi tamamen onlara ve benzerlerine kaldı. Üstüne bir de mağdur oldular.

Hidayet Karaca en büyük kabahatinin, solcu olmamanın cezasını çekmeye bir süre daha devam edecek!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin