‘Hiç mi umut yok?’ [Kemal Ay]

Kamu Hükmünde Kararnameler’den (KHK) birisinde ismini gördüğüm, üniversitesinden atılmış bir arkadaşım, henüz soruşturma aşamasındayken şöyle demişti: “Bu iktidarın, insanların hayatlarını karartma konusundaki pervasızlığı ürkütüyor.”

‘Gözü dönmüşlük’ de denebilir buna. Annem, haddini aşan insanlar için hep “Çok azdı, çok” der. Azmak, azgınlaşmak haddi aşmanın en büyük motivasyonudur onun için. Geçenlerde telefonda konuşurken de aynı şeyleri söyledi. “Çok azdılar, çok” dedi.

Bu azgınlığın tarihte örnekleri fazla, evet. Ama her ülke, kendine özgü şartlar ve nüanslarla yaşıyor kaderini. Halkların kendi kaderini tayin hakkı var mı, yok mu bilemiyorum (Fransız İhtilali’nden beri var ama pek az uygulanıyor). Ama halklar, kendi kaderlerinin sorumlusudurlar, onu biliyorum.

Biz ‘Türkiye halklarının’ sorumluluğu da aslında çok belli. Mesela bu ‘Türkiye halkları’ lafı. Kürtler böyle sesleniyor diye diye, bu lafın daha doğru bir söylem olabileceğini inkâr etmenin lüzumu var mı? Uzunca bir süre Türkiye’de Kürt yaşamadığı, yaşıyorsa da aslında onların Türk olduğu savunuldu. 2009’da gittiğim ve katılımcılarından birinin önde gelen bir Kürt siyasetçi olduğu halka açık toplantıda, MHP’li olduğunu beyan eden birisi, eski Türk kaynaklarında Kürtlerin “Türklerin bir kolu” olarak geçtiğini söylemişti.

O sırada, hepimizi güldüren bir şey oldu. Kürt siyasetçi Kürtçe konuşmaya başladı. Salonda, Kürtçe anlamadığı için kontrolü kaybeden ve hayli öfkelenen insanlar vardı. “Türkçe konuş! Hey, birader!” sesleri yankılandı arka sıralardan. MHP’li olduğunu beyan eden kişi de kızdı bu duruma.

Kürt siyasetçi, “Ne oldu şimdi ben Kürtçe konuşunca, bölündük mü?” dedi.

DEVLET SARAYININ YIKILASI, KÖHNE SÜTUNLARI

Ama korkular, iktidarlar için besleyicidir. Türkiye halklarının bir bölümü Kürtçe konuşacak, okuyacak, yazacak olsa bölünmezdik ama ‘bölünme korkusu’ siyaset sarayının sütunlarından biriydi ve onu yıkmak, Kisra’nın sarayının yıkılması anlamına gelirdi. Yıktırmazlardı.

Bir başka ‘kullanışlı’ korku, ‘devlete sızma’ meselesiydi. 28 Şubat’ta bu sözü devlet erkânı (ki bu erkân içinde sadece yüksek bürokratlar, yargıçlar, askerler değil gazeteciler, yazarlar, hatta sivil vatandaşlar da vardı; zira bizde devlet geniştir) kendince ‘rejim muhalifi’ gördüğü herkese söylerdi.

Ne demekti peki, ‘devlete sızma’? Aslında devletimizle, milletimizle alakalı olmayan, fakat bir şekilde oraya gelmiş yerleşmiş insanlardı. Pardon belki de hepsi uzaydan gelmişti.

Devletin toplumdan ayrı bir parça, hatta toplumdan önce gelen bir organizma olduğunu düşünenler için ‘devlete sızma’ tehlikeli bir şeydi ama devlet hiçbir zaman öyle bir ‘yapı’ olmadı. ‘Devlet aklı’ diyebileceğiniz bir şey de yoktu. Sağolsun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yerle bir edilen ‘kurumlar’ vardı eskiden ve bunların işlerini yapmaktan ileri gelen bir ‘tavır’ oluşuyordu. Buna da ‘devlet aklı’ diye uyduruk bir tabir yakıştırmışlardı. Bir takım reflekslerden ibaretti.

Aslolan ‘toplum’ olduğu için de, Fethullah Gülen’i sevdiğini, onu takdir ettiğini, ona bağlı insanlarla oturup kalktığını ifade eden bir insanın, devlette memur olmasının teorikte hiçbir yanlışlığı olmamalıydı. Ama o çok geniiiiş devlet erkânımızın eski alışkanlıkları hortladığı için, memuriyetteki kişilerin ‘kime bağlı’ olduğu bir anda yeniden çok önemli hâle geldi.

(Bu arada herkes suç işleyebilir, kadrolaşma da bir suç teşkil edebilir. Yeter ki bunlar şeffaf bir biçimde ‘soruşturulsun’. Kimin, ne suçu varsa, adaletle ortaya çıkarılsın. Üzüm yensin, bağcıya ilişilmesin.)

Hâlbuki küçük bir iş yerinde bile, insanların önceliği işine mi, yoksa kimliğine mi verdiği, kimliğini ön plana çıkarttığı için işine zarar verip vermediği ‘denetlenebilir’. Ama maksadınız, sistemi işletmek, bu arada toplumun faydasına çalışmak değil de, Devlet Sarayının eskimiş, köhne ‘sütunlarını’ ikâme etmekse, o zaman ‘korkular’ üzere çalışmaya devam edersiniz. İnsanları ‘ne yaptığına’ göre değil, ‘neci olduğuna’ göre tasnif edip çuvallara doldurup yok etmeye kalkarsınız.

KORKMADAN, ÖZGÜRCE YAŞAMAK MÜMKÜN

Peki, korkmamak mümkün değil mi bütün bunlardan? İşte o da biraz ‘Türkiye halklarının’ sorumluluğu. Yüz yıla yakın Cumhuriyet idaresi altında ‘birlikte’ yaşamak zorunda kalmış ama bir türlü ‘kaynaşamamış’ olmak, evet Cumhuriyet’i idare ettiğini zanneden zevatın problemi biraz, ama en çok da biz sıradan insanların problemi.

Avrupa’da ve ABD’de ‘ırkçılık’ had safhada diye haberler okuyorsunuz sürekli mesela değil mi? Evet, gözle görünür ölçüde bir ‘yabancı düşmanlığı’ var. Ancak şu sıralar ABD’de sokakları tutmuş kalabalıkları görünce, “Vay be, bunu biz de yapabilirdik!” diye içinizden geçirmediniz mi hiç?

Tamam, bir sokak hareketinin kendisini ‘götürebileceğini’ düşünen Erdoğan, Gezi Parkı olaylarında gürzünü indirerek, ‘sokağa çıkmadan iki kere düşünün’ demiş oldu. Belki bu sebeple sokağa çıkmakta zorlanıyoruz. Ama Romanya’yı da gördünüz değil mi? Ya da Brezilya’yı izlediniz mi hiç? 3 milyon insanın sokakta, “Yolsuzluk yapmayın artık kardeşim!” diye isyan edişine şahitlik etmediniz mi?

İlla sokağa çıkmamız gerekmiyordu belki ama mesela şimdi KHK ile işinden atılan koca koca profesörlerin evlerini ‘bayram evine’ çevirebilirdik. ‘Devletin hayatları karartma konusundaki gözüpekliği’ karşısında, o hayatlara sahip çıkma konusunda daha aktif davranabilirdik. (Birisi, Cemaat’teki insanların cesaretinin var olan dayanışmadan ileri geldiğini, birçok ‘mahalle’deki insanların bu dayanışmaya sahip olmadıkları için sinmek zorunda kaldığını söylemişti. Haklılık payı var.)

“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” çok güzel slogandır. Ama ‘susmamak’ ne demek pek anlayamadık galiba. ‘Devlet’ yarası, hiçbir yaraya benzemiyor. O yara, anne-babadan yenilen fiske gibidir, insanın karakterini bile değiştirir. O yüzden ‘hakiki’ kardeşler arasında, anne-babaya karşı gizli bir dayanışma doğar. İyi arkadaş da olabilen kardeşler, dayakçı babaya ya da azarlayan anneye karşı birbirini savunur. Gücü yetmiyorsa, gidip odasında ağlarken başını omzuna yaslar.

Bazen kardeşler hatalar yapar. Hiç tasvip etmediğiniz tercihleri vardır. Ama anne-baba karşısında çaresizdir. Zayıftır. Onu anne-babanıza gammazlamanız değil, ona destek olmanız, onun yanında olmanız ve yapayalnız kalıp daha büyük hatalar yapmaktan onu korumanız gerekir.

LEVİATHAN’IN KARNINDA…

Ancak biz ‘Türkiye halkları’, tabirin çoğulluğundan da anlaşılabileceği gibi hiçbir zaman ‘iyi kardeşler’ olmadık. Olmamız da gerekmiyordu belki. Yasalar çerçevesinde, birbirimizin hayatını zehir etmeden yaşayabilirdik. Ama işte, olmadı. Birbirimizi yalnız bıraktık. Kadim iktidar geleneği değişmedi: Böldü, parçaladı ve yuttu.

Yine o KHK’da ismini gördüğüm, üniversitedeki işinden atılan arkadaşım, “Şu sıralar burası çok tatsız. Kimle konuşsam ya işten atılmış, ya bir yakını hapiste, ya da kaçıp gitme planları yapıyor” da demişti. (Bu arada KHK listesini okurken, 17 Aralık’tan sonra Cemaat’e mesafe koyan, “tarafsız kalacağını” ifade eden, ailesi de aslında partiye hayli yakın bir arkadaşımı da gördüm, içim burkuldu.)

Şimdi, isterseniz devleti simgeleyen o meşhur canavar, Leviathan’ın karnında, isterseniz Kur’an’da anlatılan Yunus Aleyhisselam’ın kıssasındaki balığın karnında deyin, o karanlık yerdeyiz. Moraller bozuk, alışkanlık üzere yaşamaya devam ediliyor. Bazen görüyorum mesela, hâlâ bir Anayasa’mız, Devleti dizginleyebilecek bir gücümüz varmış gibi davrananlar oluyor. “Efendim bu KHK’nın darbeyle ne alakası var?” diyenler çıkıyor. Sanki darbeyle ‘ilişkili’ görünen KHK’lar hukuka, adalete, insanlığa çok sığan şeylermiş gibi…

İÇERİDEKİ İYİLİK PES ETMESİN DİYE…

Bunca kara, kapkara kelimeden sonra, haklı olarak soruyorsunuzdur, “Hiç mi ümit yok?” diye.

Psikologlara gidip problem yaşadığınız kişilerle ilgili olumsuz şeyleri sayıp döktüğünüzde, iyi niyetli psikologlar şu soruyu sorar size: “Peki, hiç mi olumlu bir yanı yok?” O an düşünürsünüz ve neden o kişiyle ‘yan yana’ geldiğinizi hatırlarsınız. Çoğu zaman bu kişi, ailenizden biridir ve bir bakıma ‘kader’ sizi bir araya getirmiştir. Olumlu taraflara odaklanıp olumsuzlukları ‘yapıcı tartışma’ konusu hâline getirdiğinizde sorunların çözülmekte olduğunu görürsünüz.

93 gündür Ankara’da, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yla birlikte, dillere destan bir ‘direniş’ ortaya koyan Acun Karadağ’ın şöyle bir tweet’i var 8 Şubat tarihli: “İhraç edilen ve *DİZ ÇÖKMEYEN* Solcu-Sosyalist, Mhp’li, Akp’li, Cemaatçi tüm mağdurlar dostumdur. Akp gittiğinde de dostum olarak kalacaklar.” (Bu arada KHK ile işlerinden edilen bu 3 emekçinin alabildiğine sade ama bir o kadar da inatçı direnişleri, o kadar çok şey anlatıyor ki.)

Geçenlerde ilk kez Hrant Dink anmasına katıldığını söyleyen başörtülü genç bir kadının şu sözlerini de hatırlayın (o anmalarda yıllardır başörtülü kadınlar vardı, ama bu farklı bir durum):

“İlk defa geldim. Daha önce gelmediğime de pişman oldum. Bu benim için de, kendi içimde bir yolculuk aslında. İçimdeki bazı şeyleri tartmak için geldim. Etnik olarak Türk’üm, Müslümanım, Hanefiyim. Bu acılara uzağım. Ama yıllarca, bu acılara ortak olamadığımızı fark edince çok üzüldüm. Neden gelip ben burada ağlamadım, diye. Yani bu kendimle bir nevi hesaplaşma. Çok bilmiyorum bu çevreyi de mesela. Meseleyi de medyadan takip ettiğim kadar biliyorum. Ama insanlar arasında bir fark olmadığını, her insanın canının kutsal olduğunu anlamak uzun yıllar aldı maalesef. Çok üzgünüm. Ermeni kardeşlerimizden de, ben mensup olduğum mahalle adına çok çok özür diliyorum. Yani bu ülkede benim kadar rahat yaşama hakkına sahip olana kadar, bundan sonra Allah’ın izniyle yanlış tarafta olmayacağım, doğru tarafta olacağım. Bir daha bu insanların kılına bile bir zarar gelirse, ben inşallah bu insanların yanında olacağım.”

Ne kadar zarif, ne kadar yalın ve ne kadar güçlü değil mi? Buna benzer, güzel gelişmeler de yaşanıyor aslında ‘balığın karnında’.

Ama eğer bu kadar geniş mağdur kitlesi, bu kez bir araya gelip, sorunları konuşup, yeni bir Türkiye için ‘ümit’ olamazlarsa, yine ‘koyu gri takım elbiseli, kötü kravatlı adamlar’ kazanırsa… işte o zaman ‘ümit’ten bahsetmeyebiliriz.

Yine de ümitvar olup karda açan çiçekleri seyretmek, en azından içimizdeki ‘iyiliğin’ pes etmemesi, ‘masumiyetin’ kararmaması adına elzem.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin